KÖLELİK
Köle, bütünüyle başka bir insanın malı olan, herhangi bir eşya gibi alınıp satıla-bilen kişidir. Kölelik, eskiçağlardan 19. yüzyıla kadar süren uzun bir tarih boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştur.
Köleler, taşınır herhangi bir mal gibi görüldükleri ve onlara hiçbir hak ve özgürlük tanınmadığı için, kendilerinden istenen her türlü işi yapmakla yükümlüydüler. Efendilerinin kötü davranışları, ağır yaşam ve çalışma koşullan, insan sayılmayan binlerce kölenin ölümüne yol açtı. Bir köle için kölelikten kurtulmanın tek yolu efendisince özgürlüğünün geri verilmesi, yani azat edilmesiydi.
İnsanlar tarih boyunca, içinde yaşadıkları topluma ve döneme göre çeşitli yollardan köleleştirildiler. Savaşta tutsak edilmek, bir suç nedeniyle cezalandırılmak, borcunu ödeyememek ya da köle ana babadan dünyaya gelmek, köle olmanın çeşitli biçimlerindendi.
İnsanların ancak kendi yaşamlarını sürdürebilecek kadar üretebildikleri eskiçağlarda kölelik yoktu. Zamanla üretimde kullandıkları araçlar geliştikçe tüketebileceklerinden da-
Köleleştirilen Afrikalılar Kuzey ve Güney Amerika’da rom, şeker, tütün ve pamuk karşılığında satılır, bu ürünler Avrupa ve İngiltere’ye götürülür, İngiliz sanayi ürünleri de Amerika’da satılırdı.
ha fazla üretmeye başladılar. Bundan sonra, savaş tutsaklarını öldürmek yerine kendileri için çalıştırmaya başladılar ve onların ürettikleri fazla ürüne el koydular. Böylece köleler ve kölelik doğdu.
Sümerler’de köleler ya ev hizmetlerinde ya da tarlalarda çalıştırılırdı. Kâr getiren bir mal olarak alınıp satılmaya başlamaları daha sonraki dönemlere rastlar. İlk olarak Eski Yu-nan’da köleler toplumun temel sınıflarından biri oldu ve ekonomi ağırlıkla köle emeğine dayandı. Burada köleler daha çok ev hizmetlerinde ve tarımda çalıştırıldılar. Köleler yurttaş sayılmadıkları için hiçbir hakka sahip değillerdi. Köle sayısı çok artan Roma İmpa-ratorluğu’nda, kölelerin bazıları madenlerde ve taşocaklarmda çalıştırılırken, bazıları da halkı eğlendirmek amacıyla yırtıcı hayvanlarla ya da birbirleriyle ölümüne dövüştürülür-dü. Daha şanslı olanlar ise çiftliklerde ve evlerde çalıştırılırdı.
Bu dönemde, birçok köle içinde bulunduğu koşullara başkaldırarak ayaklandı. Bunların en önemlisi Spartaküs Ayaklanması’dır. İÖ 73’te İtalya’da, Capua’da gladyatör olarak satılan Spartaküs (bak. Gladyatör), bazı kölelerle birlikte kaçarak Vezüv Dağı’na sığındı. Başka kaçak kölelerin de onlara katılmasıyla tüm İtalya’ya korku salan 100 bin kişilik bir ordu oluştu. İki yıl sonra Spartaküs bir çarpışmada öldürülünce, güçleri parçalandı ve ayaklanma sona erdi (bak. SPARTAKUS).
Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra kölelik geriledi, ama hemen ortadan kalkmadı. 8., 9. ve 10. yüzyıllarda Almanya’da tanm işçilerine olan gereksinimin artması köleliğin canlanmasına yol açtı. Bu amaçla birçok savaş tutsağı Slav köleleştirildi. 13. yüzyılın sonlarında Avrupa’nın birçok bölgesinde kölelerin yerini artık serfler almıştı. Serfler, toprağa ve beylerine bağlı üreticilerdi. Köleler gibi alınıp satılmaz ama efendilerini ve bulundukları yeri de terk edemezlerdi. Topraklar, üzerinde yaşayan serflerle birlikte alınır ve satılırdı. Ortaçağda serfler ekonominin belkemiğiydi (bak. FEODALİZM).
Hıristiyan Kilisesi ve İslam dini, modern çağa gelinceye kadar köleliğe karşı çıkmadı. Müslümanlar ile Hıristiyan Avrupa arasındaki uzun süren savaşlarda, her iki taraf da
aldıkları savaş tutsaklarını köleleştirdi. Bununla birlikte Müslümanların aldıkları tutsakların çoğu ağır işçi olmak ya da ırgat olarak tarlalarda çalıştırılmak yerine, ev hizmetlerinde çalıştırıldı. Ayrıca, Müslümanlık’ ta köle azat etmek sevap olduğu için, kölelerin bir bölümü azat ediliyor ve İslam dinini kabul ederek topluluğun bir üyesi olabiliyordu.
Osmanlılar’da genellikle savaşlarda ya da korsanlık yoluyla tutsak edilen kişileri köle olarak kullanmak, alıp satmak geleneği vardı. Bunun dışında başka ülkelerdeki pazarlardan satın alınarak ülkeye getirilen kölelere de rast-lanırdı. Köle ticaretini yalnızca Müslüman tüccarlar yapabilir, Hıristiyanlar da köle satın alabilirdi. Müslüman köle kullanmak ise yasaktı. Köleleri tarımsal üretimde ya da zanaat üretiminde çalıştırmak Osmanlı Devletinde yaygın olmamakla birlikte, rastlanan bir olguydu. Özellikle İstanbul çevresindeki padişahlara ait has çiftliklerde ortakçı kullar adıyla; Bursa’da dokumacılıkta ve bıçak yapımında köle emeği kullanılmıştı. Ayrıca Hıristiyan tutsakların beşte birine devletin el koyması ve bunları Türkleştirerek devlet hizmetinde kullanmasıyla başlayan devşirme sistemi de Osmanlılar’a özgü bir tür kölelik sayılabilir. Osmanlılar’da esir ticaretine dayalı kölelik 1847’de resmen kaldırıldı. Devşirme sistemi ise fetihlerin duraklamasına paralel olarak daha 17. yüzyılda önemini yitirmeye başladı, 18. yüzyılın ortalarında da bütünüyle ortadan kalktı.
Amerika’da Kölelik
1442’de bir grup Portekizli kâşif, Afrika’nın
batı kıyısından getirdikleri köleleri Portekiz’ de sattı. Bu, Avrupa uluslarınca 400 yıldan fazla sürdürülen acımasız bir ticaretin başlangıcı oldu. İspanyollar, Güney Amerika’nın büyük bölümünü ele geçirdikten sonra, köleleştirdikleri Yerliler’i gümüş madenlerinde çalıştırdılar. Ama Yerliler’in çoğu kötü çalışma koşullarına ve hastalıklara dayanamayarak yaşamını yitirdi. 1517’de İspanya kralı Afrika’dan köle getirmeye karar verdi. Köleler gemilerle önce Batı Hint Adaları’na, oradan da plantasyonlarda (büyük çiftlikler) çalıştırılmak üzere anakaraya götürüldüler. Plantasyon köleliği, Amerika’daki İngiliz kolonilerince de sürdürüldü {bak. AFRİKA).
İlk İngiliz köle tüccarı Amiral Sir John Hawkins’dir (1532-95). Hawkins, köleleri gemilerle, Batı Afrika’dan Brezilya’ya ve Batı Hint Adaları’na götürüyordu. 18. yüzyılda İngiltere, Afrikalı kölelerin alım satımında en önde gelen ülke oldu. 1680-1786 arasında 2 milyondan fazla Afrikalı, köle olarak Kuzey Amerika’daki İngiliz kolonilerine ve Batı Hint Adaları’na götürülerek satıldı.
150-600 köle taşımak üzere tasarlanmış özel gemiler, İngiltere’den yola çıkar ve Afrika’ya giderdi. Burada, köle tüccarları tarafından ele geçirilen, bazen de Siyah kabile şeflerince tutsak edilerek beyazlara satılan erkek, kadın ve çocuklar gemilere bindirilirdi. Köle ticaretinin sürdürüldüğü 400 yıl boyunca Afrika 75 ile 90 milyon arasında genç erkeğini yitirdi. Bu dönemde Afrika’dan Amerika’ya 15 milyon köle getirildi. Aradaki fark, köleleştirilen Afrikalılar’ın yolda ölmesinden kaynaklanmaktadır.
The Granger Collection
Köleler, açık artırmada en fazla para veren kişiye satılan bir mal olarak görülüyordu.
Köle gemilerinde koşullar çok kötüydü. Köleler sıkışık bir düzende yerleştirilirdi. Kötü havalarda güverteye çıkarılmayan tutsakların, bulundukları yerde ayağa kalkmaları değil, sağdan sola dönmeleri bile çok zordu. Gemide herhangi bir ayaklanmayı önlemek için erkek köleler ayaklarından zincirlenirdi. Kötü hava koşulları nedeniyle yolculuk uzadığında, yiyecek ve su zaten kısıtlı olduğundan * kölelere verilen tayın giderek azalırdı. Kötü beslerime, sağlıksız koşullar ve acımasız davranışlar, 21-90 gün süren bu yolculuklarda milyonlarca kölenin yaşamını yitirmesine yol açtı. Köle gemileri Amerika’dan şeker, pamuk, tütün satın alır ve İngiltere’ye geri dönerdi. Plantasyonlarda çalıştırmak amacıyla yapılan köle ticareti ve bu ticaretin kölelikten gelen bir aileyi kuşaklar boyunca nasıl etkilediği, Alex Haley’in Kökler (Roots\ 1976) adlı yapıtında canlı bir biçimde dile getirilmiştir.
Köleliğin Kaldırılması
18. yüzyılda Avrupa ve ABD’de köle ticaretine karşı tepkiler yoğunluk kazandı. 19. yüzyılda İngiltere ve ABD’de köle ticaretine karşı dernekler kuruldu. 1804’te Maryland’ın kuzeyindeki eyaletler köleliğin kaldırılmasına karar verdi. 1807-08 yıllarında İngiltere ile ABD’de köle ticareti yasaklandı. 1833’te İngiliz sömürgelerinde kölelik kaldırıldı; 1846’da ABD’nin özgürlük yanlısı eyaletlerinde hiç köle kalmamıştı.
Kölelik Batı Hint Adalarinda 1848’de kaldırıldıktan sonra Portekiz, Hollanda ve İs-panya’ya bağlı topraklarda da yasaklandı. Ne var ki, ABD’nin güney eyaletleri bu akımın dışında kaldı. Buradaki büyük pamuk plantasyonları için kölelerin yaşamsal bir önemi vardı. Güneydeki kölelik sorunuyla öncelikle kuzey eyaletleri ilgilendi. Amerika Kölelikle Mücadele Derneği gibi dernekler birçok kentte şubeler açarak örgütlendiler. Köleliğe karşı olanlara özellikle güneyde tepki duyuluyordu. Georgia’da kölelik karşıtı düşünceleri savunmak ölümle cezalandırabilecek bir suç sayıldı. Kuzeye gitmek isteyen kaçak köleler Yeraltı Demiryolu Örgütü’nün yardımıyla yolculuk ediyor, gündüzleri ise köleliğe karşı olan insanların evlerinde ya da ahırlarında saklanıyordu.
Kuzey ve güney eyaletleri arasında özellikle kölelik konusundaki ayrılık, sonunda Amerikan İç Savaşı’na yol açtı (bak. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ). Savaş 1865’te kuzeyin zaferi ile sonuçlanınca, yapılan anayasa değişikliği ile ABD’de de kölelik tümden kaldırıldı.
KÖLN, Almanya Federal Cumhuriyeti’nin Ren Irmağı’nm batı kıyısında yer alan bir kentidir. Kentin tarihsel önemi Kuzey Almanya ile Hollanda, Belçika ve Kuzey Fransa arasında bir geçiş noktası olmasında- yatar.
ZEFÀ
Köln Katedrali’nin ikiz kuleleri gotik mimarinin tipik özelliklerini taşır.
Köln’ü, İS 50 yılında Roma İmparatoru Clau-dius, Aşağı Ren Bölgesi’ni Alman kabilelerinin saldırılarından koruyacak bir koloni olarak kurmuştu. Kentin adı “koloni” anlamındaki Latince colonia sözcüğünden gelir.
Köln 4. yüzyılda piskoposluk merkezi, 8. yüzyılda (Şarlman döneminde) ise başpiskoposluk merkezi oldu. Başpiskoposlar elektör (seçmen) sıfatıyla Kutsal Roma-Germen imparatorunu seçtikleri için o yüzyıldan başlayarak Alman tarihinde çok önemli bir rol oynadılar. Köln de Renanya adı verilen Ren Irmağı çevresindeki toprakların merkezi oldu.
Köln görkemli katedraliyle ünlüdür. 156,5 metre yüksekliğindeki ikiz kuleleriyle Ren Irmağı’na tepeden bakan Köln Katedrali Avrupa’nın kuzeyindeki gotik kiliselerin en büyüğüdür. Yapımına 13. yüzyılda başlanan katedral ancak 19. yüzyılda bitirilebildi.
Ortaçağda Köln önemli bir ticaret merkezi ve Ren Irmağı üzerindeki başlıca Alman limanlarından biriydi. Ayrıca bazı Kuzey Avrupa kentlerinin Hansa Birliği adıyla kurdukları ticaret ortaklığının da üyesiydi. Kentin en tanınmış olduğu zanaat dalları dokuma, şarap, deri, kitap ve altın eşya yapımıydı. Dokuma ve şarap üretimi bugün de kentin ekonomik yaşamında büyük önem taşır. 19. yüzyılda modern sanayi dallarının ortaya çıkışı Köln’ün gelişmesine de yol açtı. 1939’a gelindiğinde Köln 768 binlik nüfusuyla Almanya’nın üçüncü büyük kentiydi. Günümüzdeyse 1 milyona yaklaşan (1987’de 914.336) nüfusuyla Almanya Federal Cumhuriyetinin dördüncü büyük kentidir.
II. Dünya Savaşı sırasında bombardımanlar sonucu Köln çok büyük yıkıma uğradı. Kent merkezinin neredeyse tümü yerle bir edildi. Çok geniş bir yer kaplayan yıkıntılar, 1951 yılında bile hâlâ temizlenememişti. Duvarları ayakta kalmış, ama çatısı ve içi yıkıma uğramış olan katedral, savaştan sonra onarım için kapatıldı. Ancak 1957’de kullanıma açılabildi. O yıllarda kentin büyük bir bölümü neredeyse yeniden yapıldı. Katedral hâlâ Köln’deki en etkileyici mimari yapıttır. Her yıl çok sayıda ziyaretçi katedraldeki değerli sanat koleksiyonlarım ve kutsal emanetleri görmeye gelir.
Dokuma, petrokimya, ilaç, motor, makine, metal işleme, şarap, çikolata ve kolonya üretimi başlıca sanayileridir. İlk kez “Köln suyu” adıyla Köln’de yapılan kolonya, adını bu kentten alır. Bankacılık ve sigortacılık kent ekonomisinde önemli bir yer tutar.