KOZMETİK
İnsanlar, kadın olsun, erkek olsun binlerce yıldan beri güzelleşmek, kendilerini başkalarına beğendirmek, genç görünmek, yüzlerindeki kırışık, yara, sivilce ya da çiçekbozuğu gibi izleri gizlemek, güneşten, rüzgârdan, soğuktan ciltlerini korumak, vücutlarındaki istenmeyen tüyleri gidermek, saçlarının dökülmesini önlemek ya da rengini değiştirmek için boyalar, merhemler, losyonlar, parfümler yaptılar. Kozmetik, bu türden ürünlerin ortak adıdır ve yüzyılımızda, başta gelen sanayilerden biri durumundadır. Yunanca “süslemekte usta” anlamına gelen kos-metikos sözcüğünden türetilmiştir.
Ölülerle birlikte eşyaların da mezara konulduğu Eski Mısır’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan, yüze sürülen boyaların karıştırıldığı küçük kâseler, binlerce yıl sonra hâlâ güzel kokusunu koruyan merhem kapları, İÖ 4000’lerde kozmetiklerin yaygın olarak kullanıldığının kanıtıdır. Genellikle rahiplerin hazırladığı bu güzellik ürünleri hoş kokulu bitkilerden, tohumlardan ve yağlardan elde edilirdi.
Michael Holford
Kadın müzikçileri gösteren bir Eski Mısır duvar resmi. Kadınların başlarının üstünde taşıdıkları kokulu yağ torbalarındaki yağ, yavaş yavaş eriyerek vücutlarına akardı; böylece sürekli güzel kokuların yayılması sağlanırdı.
Kekik, ıtır, mürrüsafi, sedir ağacı, günlük, amber, misk, sakız, reçine ve çeşitli çiçekler, yapraklar ve kökler kullanılarak hazırlanan kozmetiklerin formülleri çok gizli tutulurdu. Bu nedenle kozmetik yapımı çok önemsenen bir sanattı. Gerek o dönemlerden kalma resimlerden, gerek mezarlardaki buluntulardan Eski Mısır’da göz makyajına çok önem verildiği anlaşılmaktadır. Mısırlı kadınlar gözlerinin altını yeşile boyar, fildişi, tunç, tahta ya da kemikten yapılmış minik bir çubukla üst kapağa is, antimon ve kurşun karışımı siyah bir boya olan sürme çeker, ayrıca kirpiklerini de boyarlardı. Göz boyalarının çölün yakıcı güneşinden korunmak gibi bir işlevi de vardı. Su dolu bir küvette banyo yapmak Mısırlılar’ m başlattığı bir âdetti. Vücut daha sonra, cildin yumuşaması için hoş kokulu yağlarla ovulurdu. İÖ 1400’lerde yaşamış olan Mısır Kraliçesi Nefertiti bir kozmetik uzmanıydı. Mısır Kraliçesi Kleopatra’nın ise dillere destan güzelliğini bir bakıma kendi yaptığı kozmetiklere borçlu olduğu söylenebilir.
Mısırlılar’ın kozmetik alanındaki bilgileri İbraniler’e, Asurlular’a, Babilliler’e, Pers-ler’e ve Yunanlılar’a geçti. Mezopotamya’da kadınlar gözlerine sürme çeker, kına yapraklarını kurutarak toz haline getirir ve bununla saçlarını, tırnaklarını, parmaklarını, avuç içle
Avustralya Yerlileri, bir tören için vücutlarını kırmızı boyayla süslüyorlar.
rini ve tabanlarını boyardı. Kına, günümüzde de aynı amaçla kullanılmaktadır. Babil’in Asma Bahçeleri’nde ise parfüm yapmakta kullanılmak için gül, zambak ve çeşitli çiçeklerle otların yetiştirildiği bilinmektedir.
Eski Yunan’da Atinalı kadınlar altın yaldızlı saç pomatları, güzel kokulu merhemler ve tırnak boyalan kullanırdı. İlk yağlı kremi yapmayı başaran Yunanlı hekim Galenos’un formülü bugün kullanılanlardan çok farklı değildi. Yunanlılar’da konuklara banyo yaptırılması ve kokulu yağlar sunulması yaygın bir gelenek olmuştu. Yunan kültüründen etkilenen Romalılar parfüm ve kozmetiklere çok düşkündüler. 1. yüzyılda, Neron zamanında sarayda yüzü beyazlaştırmak için tebeşir tozu, gözleri boyamak için Mısır’dan getirtilen sürme, dudakları ve yanakları renklendirmek için kırmızı boyalar, dişleri beyazlatmak için süngertaşı kullanılıyordu. Saraylı
kadınlar saçlarının rengini açmak için Galya’ dan getirtilen özel bir sabun kullanırdı. Romalılar da Mısırlılar gibi kozmetiklerini ve parfümlerini fildişinden ve oymataştan yapılma güzel çanaklarda ve kutularda saklardı.
İÖ 2300’lerde Çin’de yasemin ve lotustan, İÖ 1500’lerde ise Hindistan’da santal, yasemin, gül, nergis gibi çiçeklerden parfüm yapılıyordu.
Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra Avrupa’da kozmetik kullanımı gözle görülür biçimde azaldı. Kilise, yıkanma ve parfüme karşıydı. Bu dönemde Arap ülkelerinde özellikle parfüm kullanımı yaygınlaştı. Araplar baharat, yağ ve kokulu reçineleri çoktan beri biliyor ve kullanıyordu. Anadolu’ da ise öteden beri güzel kokular sürme, kına kullanma, gözlere sürme çekme geleneği vardı. Haçlı Seferleri sırasında Avrupa’da kozmetikler yeniden yaygınlaştı. İngiltere’de, I. Elizabeth döneminde saraylı kadınlar güzelleşmek için, çok sıcak bir banyodan sonra
Mansell Collection
The Hutchison Library
18. yüzyıldan kalma Gururadlı bu oymabaskıda süslenen bir kadın görülmektedir.
vücutlarını ve yüzlerini şarapla ovdururdu. Süt banyosu soylular arasında güzelliğin vazgeçilmez koşuluydu. Parfüm ve kozmetik kullanımı 18. yüzyılda İngiltere’de öylesine yaygınlaştı ki, 1770’te İngiliz Parlamentosu’na önlem alfnması için ağır yaptırımlar öngören bir yasa tasarısı sunuldu. Buna göre, “koku, boya, kozmetik, losyon, takma diş, peruk, korse, çemberli jüpon, yüksek ökçeli ayakkabı ya da iki yanı yastıkla kabartılmış etek giyerek kral hazretlerinin uyruklarını baştan çıkaran ve evlilik tuzağına düşüren genç kızların ve dulların cezalandırılması” öngörülüyordu.
Fransa’da, XIII. Louis’nin sarayında ve İtalya’da ise, kozmetikler olmazsa olmaz süslenme öğeleriydi. İspanya’dan getirtilen vanilya ve kakao kremleri hanımların ciltlerini beyazlaştırmak ve yumuşatmakta kullanılırdı. Kadınlar kadar erkekler de yüzlerinin beyazlanmasına ve makyaja düşkündü. 18. yüzyılda Fransa’da parfüm ve güzellik gereçleri bir sanayi dalı durumuna geldi.
Kozmetik Sanayisi
Kozmetik ürünlerin kullananlara zarar vermemesi, güvenilir ve yararlı olması için 18. yüzyıldan beri’ yürütülen bilimsel çalışmalar, günümüzde kimya ve biyoloji alanındaki yoğun araştırmalarla sürüyor. Kleopatra zamanından beri kullanılan temel ürünlere zaman içinde yenileri eklendi ve kullanım alanları çeşitlendi. Bitkisel ve hayvansal kökenli kozmetiklerin yanı sıra yapay bileşenli kozmetik ürünleri türetildi.
Kremler, losyonlar ve cilde sürülen makyaj maddeleri vücut dokularınca emildiğinden, zehirli ya da zararlı maddelerin kullanılmasını önlemek için yönetmelikler düzenlenmiştir. Önce hayvanlar üzerinde denenen kozmetikler, bazen kaçınılmaz olarak bu hayvanlara zarar verir. Yalnızca doğal ve zararsız maddeler kullanılarak hazırlanan kozmetikler de vardır. Kozmetik reklamlarında çoğu kez söz konusu ürünün sadece doğal kökenli maddeler içerdiği vurgulanır. Bu ürünlerin maliyetinde, reklam ve ambalaj harcamaları büyük bir yer tutar. Dünyada en hızlı gelişen sanayilerden biri olan kozmetik sanayisi, sürekli olarak tüketiciyi yeni ürünleri denemeye
özendirir. Tıpkı giysi, ayakkabı ve saç biçimlerinde olduğu gibi, kozmetikte de moda durmadan değişir.
KOZMOS. Göz alıcı renklere bürünmüş narin çiçekleriyle kozmoslar evlerin bahçelerinde ve parklarda en çok yetiştirilen süs bitkilerindendir. Oysa, bunların doğadaki 20 kadar türünden çoğu anayurdu olan Meksika’ da kendiliğinden yani* yabani olarak yetişir. Bazı türleri (örneğin Cosmos bipinnatus) anayurtlarından alınarak dünyanın çeşitli yerlerine götürülmüş ve pek çok süs çeşidi geliştirilmiştir.
Bileşikgiller familyasında yer alan kozmoslar ince gövdeli çalımsı bitkilerdir. İnce parçalı tüysü yaprakları ile hafif bir esintide bile
A-Z Botanical Collection
Rüzgârda nazlı nazlı sallanan kozmos çiçekleri
uzaktan uçuşan kelebekleri andırır.
sallanan narin çiçekleri çok güzel bir görünüm sergiler. Uzun sapların ucunda açan bu alımlı çiçekler gerçekte tek bir çiçek değil yan yana gelmiş çok sayıda çiçekçikten oluşan bir çiçek kümesidir (kömeç). Bu çiçek kümelerinin ortasında göbek oluşturan, genellikle sarı renkli, minik tüpsü çiçekler, göbeğin çevresinde ise parlak renkli iri dilsi çiçekler yer alır. Katmerli çeşitlerde çiçeğin ortasında da kenarındaki gibi alımlı dilsi çiçekler bulunur.
Yapılan melezleme çalışmalarıyla kozmosların beyaz, pembe, kırmızı ya da mor çiçekli çeşitlerinin yanı sıra sarı ve turuncu çiçekler açan çeşitleri de geliştirilmiştir.
Kozmosların bazı çeşitleri yalnızca yazın ya da sonbaharda çiçek açar; bazıları ise yaz başından sonbaharın bitimine kadar çok uzun bir süre bahçeleri renklendirir. Tohumdan çoğaltılan bu bitkiler en çok bol güneşli yerleri ve kumlu toprakları sever. Yüksekliği
1,5 metreye varabilen oldukça uzun boylu çeşitleri de vardır. Park ve bahçeler için iyi bir kenar süsü olan kozmoslar bol ve sık çiçekli bir görünüm yaratabilmek için birbirine yakın (yaklaşık 50 santimetrelik aralıklarla) dikilmelidir.
KOK. Bitkilerin temel bölümlerinden biri olan köklerin başlıca görevi bitkinin toprağa tutunmasını sağlamak, gövdeye destek oluşturmak, topraktan su ve mineral tuzlarını emerek öbür bölümlere iletmektir. Bazı ayrıksı örnekler dışında, kökler genellikle toprağın içinde gelişen organlardır. Aslında,
üstün yapılı bitkilerde gerçek kök olmadığı hâlde çoğu kez kök sanılan bazı toprakaltı organlarına da rastlanır. “Toprakaltı gövdesi” denen bu organlar toprağın altında gelişen ve besin depolayabilen etlenmiş gövdelerdir.
Kökler, toprakaltı gövdelerinden üzerinde küçük pulsu yaprakların ya da yaprak izlerinin ve tomurcukların bulunmayışıyla kolayca ayırt edilebilir. Örneğin, havuç gerçek bir kök, patates ise bir toprakaltı gövdesidir.
Kökler, uçları yardımıyla uzayarak toprağın henüz kullanılmamış yani besini alınmamış bölümlerine ulaşır. Ana kökler genellikle toprağın derinliklerine doğru dikine büyürken, yan kökler daha çok yatay gelişme eğilimi gösterir. Hemen hemen bütün kara bitkilerinde kök tüyleri bulunur. Bunlar, topraktan su ve minerallerin emilmesinde rol oynayan kılcal iplikçiklerdir. Eğer bir bitkinin köklerini büyüteç altında inceleyecek olursanız bu iplikçikleri kolaylıkla görebilirsiniz ya da genç bir kökü söktüğünüzde kök tüylerine tutunarak kökle birlikte gelen toprak parçacıklarından tüylerin varlığını anlayabilirsiniz.
Kök Çeşitleri
Bazı bitkilerde ana kökler, yan köklerden daha çok gelişerek “kazık kök” denen bir yapıya dönüşmüştür. Bu kökler, örneğin havuçtaki gibi besin depolayarak kalın ve etli ya da ağaçlardaki gibi odunsu yapıda olabilir. Buğdaygillerde olduğu gibi bazı bitkilerin kökleri ise bir noktadan çıkan ve hemen hemen hepsi aynı kalınlıktaki tellerd
saçak kök düzenindedir. Saçak köklü bitkiler toprağın aşınıp sürüklenmesini önlerler. Bu tür bitkiler aşınmanın fazla olduğu çıplak alanlarda yetiştirilirler. Bazı bitkilerde ise gövdeden alman çeliklerden ya da yapraklardan doğrudan kök çıkabilir. Örneğin, begonya bitkisinden kesilen bir dal parçası suda bekletilirse, bir süre sonra köklenir. Pancar, havuç ve turp gibi bazı kökler besin depolayarak genişlemiş değerli gıda kaynaklarıdır. Bazı çöl bitkileri ise köklerini su deposu olarak kullanır. Tropik ormanlarda, ağaçların üzerinde yaşayan orkidelerin havanın nemini emerek su gereksinimlerini karşılayabilen hava kökleri vardır. Gene başka ağaçların üzerinde yaşayan, ama asalak bir bitki olan ökseotu konak bitkinin dokularından besin almaya yarayan emeçler (emici kökler) geliştirmiştir. Bazı sarmaşıklarda gövdeden çıkan ve bitkinin tutunarak tırmanmasını sağlayan küçük kökler bulunur. Mısır bitkisinde ve bazı bataklık ağaçlarında ise gövdenin alt bölümlerinden çıkarak toprağa dalan, böyle-ce gövdeye destek sağlayan köklere (destek kökler) rastlanır.
KOKSMAR. Değerli orman ağaçları olan köknarlar kozalaklarından ve iğnemsi yapraklarından ötürü genellikle çam ağaçlarıyla karıştırılırlar. Oysa, çamgiller familyasının Abies cinsinde yani çamla ayrı cinslerde (bak. Çam) yer alan bu ağaçlar dikkatli bir gözlem sonucu hem çam, hem de öteki kozalaklı ağaçlardan kolaylıkla ayırt edilebilirler. Çamların kısa sürgünlerde ikisi-üçü bir arada püskülsü demetler oluşturan iğne gibi ince uzun yapraklarına karşılık köknarların doğrudan genç dallara (uzun sürgünlere) dizilmiş daha kısa ve yassı yaprakları vardır. Yaprakların alt yüzünde yer alan gümüşsü iki çizgi belki de bu ağaçların en tanıtıcı özelliğidir. Öbür kozalaklılarda olduğu gibi köknarlarda da bitkinin üremesini kozalaklar sağlar. Köknarlar kendilerine çok benzeyen ladin ağaçlarından da dalların ucunda sarkık değil, yukarı doğru dik duran silindirimsi kozalaklarıyla ayırt edilir. Üst üste binişmiş pullardan oluşan kozalakların her bir pulunun altında iki tane kanatlı tohum bulunur. Köknarların kozalakları aynı yıl içinde olgunlaşarak pullarını çevreye sa-
çar; oysa çam ağaçlarının kozalaklarının olgunlaşması iki ya da üç yıl sürer i
Uzun boylu, koni biçimli ve son derece gösterişli ağaçlar olan köknarların 40 kadar türü bilinmektedir. Başlıca dağlık bölgelerin serin ormanlarında yetişen bu türler en çok Alpler’de, ABD’de, Kanada’da ve SSCB’de yaygındır. Türkiye’deki ormanlarda başlıca dört köknar türüne rastlanır. Bunlardan Doğu Karadeniz köknarı (Abies nordmanniana) Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi’nde başka ağaçlarla birlikte karışık ormanlar oluşturur. Yalnızca ülkemize özgü bir tür olan ve başka hiçbir yerde kendiliğinden yetişmeyen Uludağ köknarı (Abies bornmülleriana) Batı Karadeniz ve Marmara Bölgesi’ne yayılmıştır. Kaz Dağı’nda 1.300-1.800 metre arasındaki yüksekliklerde yetişen Kaz Dağı köknarı (Abies equi-trojani) da yalnızca Türkiye’de bulunur. Toros köknarı (Abies cilicica) ise en çok Toros Dağları’nda yetişir.
Köknarlar özellikle selüloz ve kâğıt sanayisi için değerli bir kaynaktır. Güney ve Orta Avrupa’ya özgü ak köknarın (Abies alba) yaklaşık 60 metre yüksekliğe ulaşan gövdelerinden elde edilen kereste evlerin iç bölümlerinde, oymacılıkta ve bazı müzik aletlerinin yapımında kullanılır; ayrıca, kâğıt hamuru yapıhr. Köknar ağaçlarının gövde kabuklarından ve yapraklarından sızan reçineden de yararlanılır. Örneğin, Kuzey Amerika’ya özgü bir tür olan balsam köknarının (Abies balsamea) kabuklarından “Kanada balsamı” denen bir reçine çıkarılır. Bu reçine, optik özellikleri açısından cama benzediği için incelenecek örneği yüzeye tutturmak amacıyla
mikroskop çalışmalarında, kullanılmaktadır.
Gerçek köknarlar dışında, gene aynı familyada yer alan bazı iğneyapraklılara da dug-lasköknarı adı verilir. Bunlardan Kuzey Amerika’da yetişen adi duglasköknarı (Pseudotsuga menziesii) o bölgenin en değerli kereste ağaçlarından biridir.