MA’RİFETULLAH

MA’RİFETULLAH
İlk emri “Oku”, Rabb’ınm adı ile oku! olan İslâm’ın ilme verdiği değeri ne İlâhî, ne beşerî dinler ve ne de beşerî sistemler verebilmiştir. Kur’ân-ı Kerim’de bu mevzu ile ilgili birçok âyet ve Peygamber Efendimiz’in birçok hadisi vardır.

İlmin, İslâm âlimlerine göre yirmiden fazla şubesi tesbit edilmiştir. Bir insanın bütün bu sınıflarda en mükemmel bir şekilde malumat sahibi olması mümkün değildir. O bakımdan bir veya birkaç sahada malumat sahibi olması daha kolaydır. Onun için İslâm âleminde hadis ilmi dendiği zaman Buhâri, Müslim, Ebu Davud… gibi Kütübü’s-Sitte sahipleri; fıkıh ilmi dendiği zaman İmam-ı Azam, İmam-ı Şâfiî, Malik, Ahmet bin Hanbel; akâid ilminde Maturidi, Eş’âri; tasavvuf ilminde Abdulkadir Geylânî, Haşan el-Basrî, Cüneyd-i Bağdâdî… gibi isimler akla gelir. Bu zevatın herbiri İslâm’ı bilmekle beraber ancak bir veya iki vadide kendilerini yetiştirmişlerdir.

İlimlerin bazı şubelerini nakletmek istersek Fıkıh,Tefsir, Hadis, Tasavvuf, Kıraat, Dil, Akâid, Kelâm, Tarih, Tıp, Matematik, Astronomi, Coğrafya, Mantık… gibi dünyevî ve

uhrevî olmak üzere birçok şubelerini zikretmemiz gerekecektir.

Hiç şüphesiz ki, her ilim sahibi âlim, kendi sahasının lüzumuna ziyadesi ile inanır. Böyle bir inanca sahip olmadan da temsil ettikleri davayı temsilde yeterli olamazlar.

İslâm’ın ilim konusunu çok yaygın bir tabana oturttuğunu ifade ettikten sonra, bu makalemizde bütün ilimlere temel olabilecek marifetullah konusunun ele alınmasının faydalı olacağına inandık.

Marifetullah, kulun Allah’ı (c.c.) bilmesi ve Allah’a (c.c.) kendini bildirmesi ilmidir. Bu yolda nefis tezkiyesi, ruhu yüceltme, mücahede ve mücadele vardır.

Yunus:

İlim ilim bilmektir,

İlim, kendin bilmektir.

Sen kendini bilmezsin,

Ya nice okumaktır?

der. Gerçekten de insanın kendini bilmesi, kendinden Yaradan’ına gitmesi en zevkli ve en faydalı bir ilimdir.

İslâm’ın zahirî düsturlarını öğrenmeden ma’rifet ehli olmak mümkün müdür? Hiç şüphesiz ki, bir hükme varmak için İslâm’ın dört ana kaynağına bakmak lazımdır. Bu kaynaklar: Kitap, Sünnet, İcmâ, Kıyas-ı Fukaha’dır.

Bu mevzudaki âyet ve hadisler:

Âyetler

“Bizim için mücahede edenleri bizim yollarımıza hidayet ederiz” Bildiği ile amel edenlere bilmediklerini Allah (c.c.) öğretir. Yani bunlar, mücahedeleri sayesinde Allah (c.c.) ile olurlar.

“… Muttaki olup Allah’tan (c.c.) korkan kimselere Allahü Teâlâ çıkacak yol verir (şüphe ve sapıklıktan onu kurtarır)

ve ummadığı yerden onu merzuk eder”17. Bu âyet, bir insanı, öğrenme imkânı bulamadığı halde Allah’ın (c.c.) onu âlim, tecrübe etmeden zeki yaptığına delildir..

“Ey iman edenler, Allah’tan (c.c.) korkarsanız O sizin 18

için Furkân yaratır” . Yüce Sübhân öyle bir nur verir ki, o nur sayesinde insan Hakk’ı bâtıldan ayırır, Hak ölçü üzerine olur.

“Allah kimin kalbini İslâm’a açmışsa o, Rabbi katında bir nur üzere olmaz mı?” 19. Bu âyette de Allah’ın kullarına verdiği nur sayesinde kalplerin genişlediğine, bir nur ile hayatına devam ettiğine işaret vardır.

“Hikmeti dilediğine verir”20. Hikmet Allahü Teâlâ’nın kelâmını anlamaktır. En büyük ilim de budur.

“… Hakikatleri iyice bilmek isteyenlere âyetlerimizi apaçık göstermişizdir” 1.

22

… Biz ona tarafımızdan ilim öğrettik” . Bütün ilimler Allah’tandır. Burada kastedilen ilim, dış tesirlerden uzak olan, kalbin derinliklerine atılan ilimdir.

Hadisler

“Mü’minin kalbi, Rahman olan Allahü Teâlâ’nın iki

23

parmakları arasındadır” ‘ “Zühd ve sükut sahibini bulduğunuzda ona yaklaşın; çünkü o hikmet sahibidir”24

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, bu hadisi ile zühd hayatını överek, zühd ehlinin ârif-i billah olduğunu ifade buyurmuşlardır. Esasen Allah’ı bilmekten daha güzel ilim olamaz. Ve yine bir hadiste Peygamberimiz: “Hiçbir şey mislinin bin tanesinden hayırlı olamaz, yalnız mü’min insan, bin insandan hayırlıdır”25 buyurmakla Allah’ı bilen bir ârifin kalbi bin avama tercih edilmiştir.

“Cennet halkının çoğu saf kimselerdir, illiyyun makamı akıl sahipleri içindir” 6 “Bildiği ile amel eden kimseye Allahü Teâlâ bilmediğini öğretir ve amelinde onu muvaffak

kılar da Cennetini kazanır. Bildiği ile amel etmeyen kimse bildiğinden de şaşar, amelinde muvaffak olamaz ve cehennemi kazanmış olur”27.

Bütün bu âyet ve hadislerden çıkan netice şudur: İlmin faydalı ve verimli olanı marifetullahtır. Allah’a kul olmaktır. Havfullah ve muhabbetullah sahibi olmaktır. Yoksa bu yolda kıyl u kâlin değeri yoktur. O halde zahirî düsturları bilmeden insanın marifet sahibi olmasına mani hiçbir hal yoktur.

İnsanların yukarıda mezkur hal ile hallenmeleri için kendi düşünce ve tutumları keyfî midir? Elbetteki hayır. Her yolda olduğu gibi marifetullah yolunda da mutlak bir öğreticiye ihtiyaç vardır. Bu seçkin zevatın vazifesi mâsivâda kalan insanları irşad edip Hakk’a vasıl etmektir.

00

“Bize kendi katından bir veli ver” âyet-i kerimesinden maksat “Bize senden sana gitmemizi gösterecek, bize kılavuzluk edecek bir veli ver”, şeklindedir.

“Onlar Allah’ın hidayet ettiği kimselerdir. Onların hidayetine uy”29. Bu zümreye Cenab-ı Hak kendini tanımanın sırlarını kavratmıştır ve kendi hizmetine sevk etmiştir. İşte bunun mânâsı, “kullukta onların âdâbına uy, yoluna gir” demektir.

“Bu ümmet içerisinde kırk kişi İbrahim meşrebi üzerine, yedi kişi Musa meşrebi üzerine, üç kişi İsâ meşrebi üzerine, bir kişi de Muhammed (s.a.v.) meşrebi üzerine bulunur. Bunlar mertebelerine göre insanların efendisidir”30. Hz. Peygamber’in belirttiğine göre bunlar ile yağmur yağdırılır. Allah bunlar vasıtası ile belâyı def eder ve bunlar yüzü hürmetine insanları rızıklandırır.

Bu delillerden anlaşıldığına göre mü’min, Cenab-ı Hakk’ın seçtiği bir irşâd ehlini bulması gerekir.

İnsanların, Hak’tan kendine feyz lütfedilmiş olan bir zat ile bulunmaları, tutum ve davranışlarından istifade etmeleri

ve böylece de fey izyâb olmaları, hem vazifelerinden ve hem de menfaatlerindendir. Nitekim mezhep imamlarımız dahi bu seçkin zevatı aramış ve onların terbiyesini kabul etmişlerdir. Meselâ mezhep imamlarımızdan İmam-ı Şâfiî, Şey-bân-ı Râî adında bir çobana intisab etmiş ve ondan tefeyyüz etmiştir. Kendisine “Senin gibi bir zat böyle bir bede vîden bilgi alır mı?” diye sorulduğunda, “Bu adam bizim bilmediklerimizi bilir” cevabını verirdi. Ve yine Ahmed bin Hanbel Hz.leri, Ma’rufu Kerhi’ye başvurur, ondan sorar, ahzeder ve amel ederdi31.

Ahmed b. Hanbel’in Bağdatlı Ebu Hamza’dan tefeyyüz ettiği bilinen bir gerçektir. Hatta oğluna, “Sûfilerle sohbeti tavsiye ederim. Onlar, ilimleri ile murakabeden edindikleri feyz ile Allah korkusunu hakkı ile tanımaları ile ve halkın mâsivâ ve abeslerinden uzak kalmaları ile âli himmet olunmakla bizi geçmişlerdir” buyurmuştur.

İmam-ı Malik ise “Tassavvuf bilmeyen fakih fıska, tasavvufu bilip de fıkhı bilmeyen ise zendekaye düçar olabilir” buyurdu.

İmam-ı Gazzâli, Necmüddini Kübrâ, Sühreverdî… gibi büyükler bu yolu hem yaşamış ve hem de tavsiye buyurmuşlardır.

Özet olarak ifade edecek olursak, ulemâ ve mezhep imamlarımız dahi, gönül yolculuğunda yani marifetullah sahasında, nefsi tezkiye mevzuunda mürebbiye (eğiticiye), öğreticiye ihtiyaç duyarlarsa, bizlere daha da fazla gerekmez mi? Elbetteki evet. O halde yapılacak olan iş: Hakk’a giden gönül kapılarını açacak, bizlere kılavuzluk edecek olan bir Hak dostuna elimizi vermemizdir. Bu yolda inananlara Cenab-ı Hak’tan rahmet ve hidayet ve daim tecelliye mazhar olarak feyizyâb olmalarını niyaz ederiz. •

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*