490- Mescid, İslâm mabetlerine (ibadet evlerine) verilen bir isimdir. Lûgatta “secde edilecek yer” demektir. Çoğulu “mesacid” denir. Mescidlerin büyüğüne “Cami” denir. Bunun çoğulu da “Cevami”dir. Mescidler Yüce Allah’a ibadet için yapılmıştır. Bundan dolayı her mescidin büyük bir şeref ve fazileti vardır. Bu şerefi göstermek için her mescide Beytullah (Allah’ın evi) denmiştir. Onun için mescidlere hürmet edilir. Mescidlerde hiç kimse istediği gibi hareket edemez. Bir mescid kıyamete kadar mesciddir. Mescidleresaygısızlık etmek, taşkınlıkta bulunmak, Yüce Allah’ın hakkına saldırmaktır. Bunun sorumluluğu pek büyüktür.
491 – Bir mescidin içi ve arsası mescid olduğu gibi, semaya kadar olan bütün üst tarafı da mescid hükmündedir. Onun için mescidlerin içlerinde yapılması mekruh ve yasak şeyler, bunların üstlerinde de mekruhtur.
492- Mescidlerin “Fina-i Mescid” denilen çevresi, mescidlere bitişik olup aralarında yol bulunmayan yerler de namaz hususunda mescid hükmündedir. Bu bakımdan oralardan imama uymak sahihdir. Saflar bu yerlere ulaşmasa bile hüküm aynıdır. Fakat diğer hususlarda mescid hükmünde değillerdir. Oralardan geçip gitmek ve oralara abdestsiz girmek caizdir. Bayram ve cenaze namazgâhları da, yalnız namaz hususunda mescid hük- mündedirler. bir kimsenin kendi evinde kendisi için mescid edindiği yer, asla mescid hükmünü kazanmaz.
493- Mescidlerin en faziletlisi Mescid-i Haram (Kâbe) ile çevresindeki sahasıdır. Sonra Medine-i Münevveredeki “Mescidünnebi”dir. Sonra “Bey- tülmakdis”dir. Sonra “Kuba” mescididir. Bundan sonra en eski mescidler, daha sonra da en büyük olan mescidler gelir. (Malikilere göre, mescidlerin en faziletlisi önce “Mescid-i Nebevi”dir. Sonra “Mescid-i Haram”, sonra “Mescid-i Aksa”dır. Bunlardan sonra bütün mescidler eşittir. Ancak insanın evine yakın olan mescidde namaz kılması komşuluk hakkını gözetme bakımından daha faziletlidir.)
494- Bir kimsenin, kendi mahalle veya kabilesi mescidinde namaz kılması diğer mescidlerde namaz kılmasından daha faziletlidir, diğer mescidlerin cemaatı ister daha çok ve ister daha az olsun. Yalnız bir mescidin imamı daha salih ve alim olursa, orada namaz kılmak daha faziletlidir. Bu konuda Mescid-i Haram ile Mes- cid-i Nebevi’de kendilerine has bir özellik ve üstünlük vardır. Bunlarda kılman namazların sevabları kat kat ziyadedir.
495- Bir mescid insanlara dar gelecek olsa, yanındaki yer sahibinden kıymeti ile arsa satın alınarak mescide katılır. Arsa sahibi razı olmasa bile bu işlem yapılır; çünkü buna bütün insanların ihtiyacı vardır. Böyle bir mescid veya cami, sonradan binaların durumundan anlayan yetkili kimselerin görüşlerine göre çok genişlemiş ise, içinde cuma ve bayram namazları kılınması gibi en büyük idareciden tekrar izin alınması gerekir.
496- Bir kimse, Yüce Allah’ın rızası için yaptırmış olduğu mescidin idaresine, tamirine, döşeme ve aydınlatdmasına, ehil ise müezzinliğine ve imamlığına, başkalarından daha çok hak sahibidir. Kendisinden sonra da evlâdı ve aşireti, diğer insanlardan evlâdır. Bunlar müezzinliğe ve imamlığa ehil değiller ise, diledikleri uygun kimseleri müezzin ve imam tayin edebilirler. Ancak yapılan bu tayin işinde vakıf ile mahalle halkı arasında bir ayrılık olursa, bakılır: Eğer vakıfın seçtiği kimseler daha iyi veya halkm seçtiği şahıslara eşit ise, vakıfın seçtiği tercih edilir. Değilse, halkm isteği geçerli olur.
497- Bir mescidin duvarlarını ve kubbesini birtakım nakış ve yaldızlarla süslemekte bir beis yoktur; fakat sade bir halde bulunması daha iyidir. Özellikle kıble tarafının bakışları toplayacak şekilde ince ve zarif nakışlarla süslenmesi, namaz kılanların dikkatini çekeceğinden ve kalblerinin huzurunu bozacağından mekruh görülmüştür. Bununla beraber bir kimse kendi malından bir mescidi süsleyebilir. Fakat mütevelli (mescidin bakımına memur olan kimse), bu gibi nakış ve süsleri, vakıfın malından yapamaz, yaparsa, bedelini öder. Çünkü bunlar mescidin yapısına ve devamına ait şeyler değildir. Ancak gelir fazlasının zalimler eline geçip yok olacağından korkulursa bu gibi harcama yapılabilir.
498- Mescidlerin lâmbaları en fazla gecenin üçte birine kadar yakılabilir, bundan fazla yakılamaz. Çünkü vakfın malına tecavüz olur. Ancak vakıfın böyle bir şartı varsa veya âdet öyle ise, tecavüz sayılmaz.
499- Mescid içinde kuyu kazılmaz. Eskiden beri varsa, olduğu gibi bırakılır. Abdest için hazırlanmış bir yer yoksa, mescid içinde abdest alınmaz.
500- Devamlı imam ve müezzini bulunan bir mescidde namaz kılındıktan sonra, tekrar cemaat halinde ezan ve ikametle namaz kılınması mekruhtur. Fakat tekrar ezan ve ikamet yapılmaksızın mescidin mihrabından başka bir tarafta bazı kimselerin tekrar cemaatla namaz kılmaları, sahih olan görüşe göre, mekruh değildir.
501- Bir mescidde ezan okunduktan sonra, içinde bulunan kimsenin o mescidi bırakıp başka bir mescide gitmesi, başka bir mescidde görevli değilse, mekruhtur.
502- Namaz kılanın önünden geçmek günahdır. Fakat mescidde ileri saflarda yer varken, arka saflarda namaz kılanın önünden geçmek ve ileri gitmek caizdir. Çünkü bu kimse, kedisine hürmet hakkını kaybetmiştir.
503- İtikâfa girmeyen kimsenin mescid içinde yemek yemesi ve uyuması mekruhtur. Fakat bir görüşe göre memleketinden uzak kalmış kimsenin mescidiçinde yemesi ve uyuması caizdir. Ancak ihtilâfdan kurtulmak için böyle bir garibin itikafa niyet etmesi daha iyidir.
504- Mesidlere abdestli olarak girilir. Namaz maksadı olmaksızın mescidlere çocukları ve delileri sokmak, zaruret olmadıkça yol gibi geçip gitmek caiz değildir.
505- Bir mescide girerken önce sağ ayağı ileri atarak girmeli ve hemen Peygamber Efendimize Salât ve Selâm getirmeli: ” Allahümmeftah aleyna ebvabe rahmetike = Ya Rabbi! Üzerimize rahmetinin kapılarını aç,” diye dua etmeli. Çıkarken de önce sol ayağı dışarıya atmalı: “Allahümmeftah aleyna ebvabe fadlike = Ya Rabbi! Üzerimize lütuf ve kereminin kapıları aç,” diye duada bulunmalıdır.
506- Mescidlere gelişi güzel hareket ve davranışlarla girilemez. Kollar sıvalı, palto omuzlara atılmış bir şekilde girmek uygun olmaz. Bir zaruret bulunmadıkça, mescidlerde dizleri dikmek veya ayakları uzatmak sureti ile rasgele oturulmaz. Bunlar caiz görülemez. Yine, mescidlere serili sergiler üzerine kirli veya ıslak ayaklarla basılamaz. Mabedlerin temizliğine zarar veren işler yapılamaz. Herkes haline göre, mabedlere en temiz ve en güzel elbiselerini giyerek gitmeli. Cemaatı tiksindirici hallerden kaçınmalıdır. Bir ayet-i kerimede: “Her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyiniz,” bu- yurulmuştur.
507- Mescidlerde yüksek sesle konuşmak mekruhtur. Ancak cemaata duyurmak için hatiblerin ve vaizlerin, din dersi veren hocaların seslerini yüseltmeleri caizdir. Başkalarının namazlarını karıştırmamak şartıyle, Kur’an okuyanların ve Allah’ı zikredenlerin seslerini yükseltmeleri de caizdir.
508- Mescidlerde gürültü yapmak, gereksiz yere dünya işlerini konuşmak, kaybolan eşyaları sorup araştırmak, zikir ve hikmet taşımayan şiirler okumak caiz değildir. Denilmiştir ki: “Ateşin odunu yemesi gibi, mescidde konuşulan sözler, iyilikleri yer, bitirir.”
509- Mescidlerde suçlulara ceza uygulamak, alış-veriş yapmak caiz değildir. Yalnız itikâf halinde olanlar, kazanç sağlamak maksadı olmaksızın sadece ihtiyaçları kadar alış-verişte bulunabilirler. (İtikâf konusuna bakılsın.) (İmam Ahmed’e göre, mescidlerde nikâh akdi yapılması sünnettir. İmam Şafiî Hazretlerine göre, bu akid yalnız itikâf halinde bulunan için caizdir.)510- Mescid içinde dilencilik yapmak haramdır. Bu dilencilere para vermek de mekruhtur. En ihtiyatlı görüş budur. Fakat hediye ve sadaka vermek yasak değildir.
511 – Mescidleri pis ve kötü kokulu şeylerden korumak, vacib olan bir görevdir. Onun için mescid lâmbalarında temiz olmayan yağları kullanmak caiz değildir. Soğan ve sarmısak gibi, kokulan hoş olmayan şeyleri yemiş kimselerin cemaat arasına girmeleri de uygun değildir. Çünkü bunların kokusu cemaata eziyet verir.
512- Mescidlerde okunan Kur’an-ı Kerim’i, hutbeleri ve yapılan vaazları tam bir hürmetle dinlemek gerekir. Mescidlerde oturup kalkma, gidip gelme edeblerine gereği üzere riayet edilmesi bir görevdir. Bütün bunlar, mübarek mabedlere ait edeblerdendir. Bunlara aykırı hareket etmek, İslâm adabına aykırıdır. Böyle hoş olmayan bir harekyet, İslâm mabedinin ne kadar kutsal bir makam olduğunu güzelce anlamamaktan ileri gelir. Kur’an-ı Kerim’e ve diğer saygı değer şeylere karşı yapılması gereken hürmeti bilmemekten ileri gelir. Sosyal terbiyeye ve din kardeşlerine karşı gösterilmesi gereken hürmet ve nezakete aykırı bulunur. Artık bu gibi yolsuz hareketlerden kaçınmalı, İslâm adabına yaraşır şekilde hareket etmelidir.
513- Mescid kapılarını namaz vakitlerinden sonra kapama mekruhtur. Ancak içindeki eşyanın çalınmasından korkuluyorsa, kilitlenebilir.
Ek 514- Mescid ve cami inşa etmenin fazileti ve sevabı pek çoktur. Bunları yapmak, bunların inşaatına yardım etmek bir imam ve hayırseverlik nişanıdır. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de: “Yüce A llah ‘ın m escidlerini, a n ca k A lla h ‘a ve a h iret g ünün e im an eden kim se b ina ve im a r eder,” diye buyurulmuştur.
(l)
515- Mescidleri bina ve imar eden mü’minler hakkında büyük müjdeler vardır, bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: “H er kim Y üce A lla h ‘ın rızzsını
dileyerek b ir m escid bina ederse, A lla h da ona cennette b ir ev bina eder. ”
(2) Diğer bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: “H er kim h elâ l m alında n,
içinde Y üce A lla h ‘a ib a d et edilecek bir bina ya p a rsa , A lla h da onun için C en n et’d e inci ve ya ku tta n b ir b ina yapar. ”
(3)İşte helâl maldan, görsünler ve işitsinler için değil de, yalnız Allah rızası için yapılan bir mabedin sevabı çok fazladır. Ne mutlu böyle hayırlı işler başaranlara!..
516- İnsanlar ölünce amelleri biter, amel defterleri kapanır. Artık bu defterlere sevab yazılmaz. Ancak mescid yapmış olmak gibi devamlı hayırları bulunan mü’minlerin amel defterleri kapanmaz. Onlara daima sevablar yazılır durur. Çünkü bir hadis-i şerifde buyurulmuştur. “Bir mü’mine, öldükten soma, amelinden ve iyiliklerinden ulaşacak şeylerden biri, öğrenip yaydığı ilim yahut geriye bırakmış olduğu salih evlâd yahut miras bırakmış olduğu Mushaf yahut yapmış olduğu mescid yahut sağlık halinde hayatta iken malından çıkarıp verdiği sadakadır. Bunlar vefatından sonra kendisine (sevab olarak) ulaşır.”(l) İşte bu hadis-i şerifin beyanına göre de, mescidleri yapan, medreseleri kuran, çeşmeleri akıtan ve benzeri hayırlı vakıfları yapan kimseler hakkında ne büyük bir müjdeyi kapsıyor. 517- Yüce Allah’ın rızası için yapılmış vakıflar birer sadaka-i cariyedir (devam edip giden hayırlardır). Şöyle ki: Mükellef olan bir müslüman, bir malının mülkiyet ve menfaatim insanların tasarrufundan engeller de, Allah yolunda bir hayır işine bağlarsa, onu vakfetmiş olur. Artık o mal, ancak yüce Allah’ın mülkü hükmüne geçer. Onda hiç kimsenin mülkiyet hakkı kalmaz. Herhangi bir vakfın geçerli hale gelebilmesi için usulüne göre mahkemede tescil edilmesi gerekir. Ancak bundan vakıf olan mescidler, mezarlıklar ve vasiyet suretiyle olan vakıflar müstesnadır. Şöyle ki: Bir müslüman bir mescid yapar da, onu yoluyla beraber mülkiyetinden çıkararak içinde namaz kılınması için insanlara izin verirse, insanlar da orada cemaatla namaz kılarsa, o mescidin vakıflılığı, tescile muhtaç olmadan tamamlanmış olur. Yine, bir kimse bir malını, bir hayır yoluna vakıf olmak üzere vasiyet edip sonra o vasiyet üzerine vefat etse, bakılır: Eğer malının üçte biri bunu karşılıyorsa veya varisi yoksa veya varisleri olur da vasiyetin tümünü geçerli kabul ediyorsa, o mal, o hayır yoluna tamamen vakfedilmiş olur. Eğer geriye bırakmış olduğu malın üçte biri yetmeyip varisler de muvafakat etmiyorsa, terekesinin üçte biri kadar olan mikdar ancak o hayır işine konulan şartlarla vakfedilmiş bulunur. Bunun geçerliliği tescile bağlı değildir. Vakıflarla ilgili bilgi, “Hukuku İslâmiye ve Istılâhatı Fıkhiye” adındaki eserimizin dördüncü cildinde vardır.518- Mescidlere, ibadet yapmak ve cemaatla namaz kılmak için devam etmek de, mescidleri sağlığa kavuşturmak ve imar etmek sayıldığından azileti pek ziyadedir. Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: “bir kimse, içinde cemaatla namaz kılınan bir mescide gidecek olsa, gidiş ve gelişlerinden atacağı adımlarından her biri ile bir günahı silinir. Diğer biri ile, de kendisi için bir sevab yazılır.”(l) Diğer bir hadis-i şerifde de: “Her kim evinde güzelce abdest alır da, soma mescide giderse, o kimse Allah’ın ziyaretçisi olur. Ziyarette bulunana ikram ise, her ziyaret edilen zat üzerine bir haktır,” diye buyurulmuştur.(2) Diğer bir hadis-i şerifde de şöyle buyurulmuştur: “Gecenin karanlığında mescide yürüyen kimse, kıyamet gününde Yüce Allah’a nurlar içinde kavuşacaktır.^) Ne büyük müjdeler!.. Artık mescidlere devamı bir ganimet bilmeli, cemaatla namaz kılmanın sevabını kaçırmamaya çalışmalıdır. Bu hususta muvaffak olmamızı Yüce Alkıh’dan niyaz ederiz.
Cenaze İle İlgili Vacibler ve Görevler
519- Cenaze ölü demektir. Ölmek üzere bulunan kimseye “muhtazar” denir. Muhtazarın yanında tevhid ve şehadet kelimelerini okumaya ve ölünün kabri başında yapılacak konuşmaya “Telkin” denir. Ölünün yıkanmasına Gasl-i meyyit”, ölünün yıkanmasından soma kabre gömülmesine kadar yapılması gereken şeylere ve bunları temin etmeye de “Teçhiz” adı verilire. Ölüyü bilinen bezlere sarmaya da “Tekfin” denilmektedir.
520- Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek ve üzerine namaz kılıp bir kabre gömmek müslümanlar için bir farz-ı kifayedir. İnsanlar bu farzı yapmadıkları zaman, bundan hepsi Allah katında sorumlu olurlar, bu görevi yapmaya imkânları yoksa, sorumlu olmazlar.
521- İslâm ölülerini hayır ile anmak, onların güzel hallerini söylemek ve kötülüklerini söylemekten kaçınmak müslümanlar için bir görevdir. Bir hadis-i şerifde şöyle buyurulmuştur: “Ölülerinizin güzel hallerini yad ediniz, kötülüklerini söylemekten çekininiz.” Öyle ki, bir İslâm ölüsünde görülüp iyi haline delâlet eden güzel koku veyayüzünün nurlanması gibi şeyleri söylemek müstahabdır. Fakat fena koku ve yüzünün kararması gibi şeyleri söylemek haramdır, gıybetten sayılır. Ancak ölü açıkta haram işleyen bid’at sahibi olarak tanmmış ve bu hal üzere ölmüş ise, fena halleri söylenebilir. Başkalarına ibret olmak için söylenmesi caiz olabilir.
522- Ölmek üzere olan kimseyi (muhtazarı), bir güçlük yoksa kıbleye doğru sağ yanı üzerine çevirmek müstahabdır. Ayaklan kıbyleye doğru olarak ve başı biraz yükseltilerek arkası üstüne de yatırılabilir. Adet haline gelen de budur. Bu halde, başı biraz yukarı kaldırır ki, yüzü kıbleye yönelmiş olsun.
523- Ölüm haline giren kimseye Kelime-i tevhid telkin edilir. Bu bir sünnettir. Şöyle ki: Daha ruhu boğazma çıkmadan yanında Tevhid ve Şahadet kelimeleri okunur; fakat sen de söyle, diye ona zorlanmaz. Hasta da bu kelimeyi bir defa okuyup başka bir şey söylemezse, artık telkine son verilir. Böylece son sözü tevhid kelimesi olur, bu telkini, hastanın hoşlanmadığı bir kimse yapmamalıdır. Bu telkin, içine tevbeyi de alacak şekilde şöyle yapılabilir: “Estağfirullahel- Azimeilezi lâ İlâhe illâ hüvel-Hayyele-Kayyüme ve etübü ileyhi = Şanı Yüce olan Allah’dan mağfiret diler ve ona tevbe ederim ki, O’ndan başka hak mabud yoktur. O, Hayy’dır, Kayyum’dur.” Bir hadis-i şerifde buyurulmuştur: “Her kimin son sözü ‘Lâ İlâhe İHâllah’ olursa cennete girer.” Muhtazarın yanında Yasin ve Ra’d surelerini okumak müstahabdır. 524- Muhtazar ölünce gözleri yumdurulur, çenesi kapatılarak bir bez ile iyice çekilip tepesine bağlanır. Bunları yapan kimse şöylece dua etmelidir:”Bismillâhi ve alâ milleti Resûlillâhi. Allahümme yessir aleyhi emrehu ve sehhil aleyhi ma ba’dehu ve es’idhu bilikaike vec’al ma harece ileyhi hayren mimma harece anhü = Yüce Allah’ın ismini zikir ile ve Resûlüllah’ın dini üzere ölmüş olsun. Ey Allah’ım! Bunun işini kolay et, kendisine ilerisini kolaylaştır, onu cemalinle mutlu kıl. Gitmekte olduğu âlemi ona, içinden çıktığı âlemden daha hayırlı yap.”
525- Ölünün üzerinden elbisesi çıkarılır, yıkanması için hazırlanan bir yer üzerine konulur ve üstüne örtü çekilir. Şişmesine engel olmak için kamı üstüne bıçak gibi bir demir parçası konulur. Elleri yanlarına uzatılır. Kolları göğsünün üzerine konulmaz. Yanında cünub, hayiz ve nifas hallerinde olanlar bulunmaz.
526- Ölünün yanında güzel kokulu bir şey bulundurulur. Yıkanmadıkça yanında Kur’an okunmaz, okunması mekruhtur. Bu durumda başka bir odada Kur’anokunabilir. Ölünün bulunduğu yer geniş olup üzerinde de tam bir örtü bulunduğu takdirde, kendisine yakın oturulmaksızın gizlice Kur’an-ı Kerim okunması da kerahet olmayabilir.
527- Ölünün komşularına ve yakınlarına vefat haberi verilir. Bunlar da, ölüye karşı son görevlerini yapmaya koşarak sevab kazanırlar.