MÛSÂ ALEYHİSSELÂM; İsrâiloğullarna gönderilen peygamberlerden. Peygamberler içinde üstünlükleri olan ve kendilerine “ulü’lazm” denilen altı peygamberin üçüncüsüdür. Allahü teâlâ ile konuştuğu için, “Kelîmullah” denilmiştir. Benî İsrâil’e gelmiştir. Yâkûb aleyhisselâmın soyundandır. Hârûn aleyhisselâmın kardeşidir. Babasının ismi İmrân’dır. Annesinin ismi Nüceyb veya Nâciye veya Yuhâbil’dir.
Hazret-i Yûsuf’tan sonra, Mısır’da, İsrâiloğulları iyice artıp çoğaldı. Bunlar hazret-i Yâkûb ve hazret-i Yûsuf’un bildirdikleri dîne inanıyorlar ve emirlerini yerine getiriyorlardı. Mısır’ın eski yerlisi Kıbtî kavmiyse yıldızlara ve putlara taparlardı ve İsrâiloğullarma hakâret gözüyle bakar, başlarında bulunan firavunlar onları esir gibi ağır işlerde kullanırlardı. Onların çoğalmasından endişe ederlerdi. Benî İsrâil, Kıbtî kavminin kötü muâmelelerinden ve firavunların ağır tekliflerinden bezmiş, usanmışlardı. Bu bakımdan dedelerinin eski yurtları olan Ken’ân diyârma gitmek isterlerdi. Fakat firavunlar onların Mısır’dan çıkmasına izin vermeyip, eziyetlerini artırırlardı. Mısır’ın idâresini elinde bulunduran ve firavun denilen krallar, kendilerine mezar olarak dağ gibi piramitler yaptırıyorlar ve bu piramitlerin yapımında binlerce insanı zorla çalıştırıyorlardı. Allahü teâlâyı inkâr edip, ilâhlık dâvâsında bulunuyorlardı. Bu zamanda falcılık, sihirbâzlık meslek hâline getirilmiş ve ülkenin her tarafında kâhinler, sihirbâzlar türemişti. Bu sırada Mısır halkının başında bulunan Firavun bir gece rüyâsında Kudüs tarafından çıkan bir ateşin Mısır’ın yerli halkı Kıbtîleri yaktığını, İsrâiloğullarma ise hiç zarar vermediğini gördü. Bu rüyâyı yorumlayan kâhinler, İsrâiloğullarından bir erkek çocuk dünyâya gelecek, senin saltanatını yıkacak ve sen helâk olacaksın, dediler. Bunun üzerine Firavun on iki kabîle hâlinde olan ve her bir kabîlenin başında bir idârecisi bulunan İsrâiloğullarının birleşmesinden de iyice endişelendi. İsrâiloğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmeleri için kânun çıkardı. Bu hâdise karşısında İsrâiloğullarının sıkıntıları iyice arttı. Firavun’un emrine karşı gelenler topluca öldürülmeye başlandı. Bu sırada doğan Mûsâ aleyhisselâmın annesi onun da öldürülmesinden korkmuş ve çok endişelenmişti. Kur’an-ı kerîmce onun kalbine meâlen şöyle ilhâm edildiği bildirilmektedir: “Mûsâ’mn annesine şöyle ilhâm ettik: Bu çocuğu (Mûsâ’yı) emzir; sonra öldürülmesinden korktuğun zaman onu suya (Nil Nehrine) bırakıver, boğulmasından korkma, ayrılmasından kederlenme. Çünkü biz, muhakkak onu sana geri vereceğiz ve kendisini peygamberlerden yapacağız.” (Kasas sûresi: 7)
Mûsâ aleyhisselâmın annesi onu bir sandığın içine koyup Nil Nehrine bıraktı. Nehir üzerinde akıp giderken akıntı onu Firavun’un sarayına doğru sürükledi. Firavun’un hanımı Asiye, sandığı görerek yakalayıp saraya götürdü. Sandığı açıp içinde nûr topu gibi bir çocuk görünce onu cân u gönülden sevip; “Aman bunu öldürmeyiniz. Belki büyür de işimize yarar, yâhut onu oğul ediniriz…” dedi. Onu emzirmek için pekçok süt analar getirtti.
Mûsâ aleyhis- selâm hiçbirisinin memesini almadı. Annesi, çocuğunun Firavun’un sarayına alındığını ve süt annesi arandığını öğrendi. Süt annesi olabileceğini söylemesi için kızını yâni hazret-i Mûsâ’nm kardeşini gönderdi. Kardeşi saraya gidip; “Size bu çocuğu emzirecek, onu güzel yetiştirecek bir hanımı haber vereyim mi?” dedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisse- lâmm annesini getirttiler. Mûsâ aleyhisselâm onun memesini aldı ve bunun üzerine Firavun’un hanımı Âsiye onu süt anneliğine kabûl etti. Böylece kimsenin haberi olmaksızın kendi oğlunu Firavun’un sarayında emzirip büyüttü… Mûsâ aleyhisselâm Firavun’un sarayında büyüdükten sonra sarayı terkedip akrabâsınm ve büyük kardeşi Hârûn’un yanma gitti. Bir gün gördü ki; İsrâiloğullarmdan biriyle bir Kıbtî kavga ediyor. Hazret-i Mûsâ aralarına girip ayırmak için Kıbtîyi itip hafifçe göğsüne vurdu. Kıbtî yere düşüp öldü. Hazret-i Mûsâ elinden böyle bir kazâ çıkmasına üzüldü. Firavun’un şerrinden çekinip, Mısır’dan ayrılarak Medyen’e gitti. Orada peygamber olan Şuayb aleyhisselâmla buluşup, on sene Medyen’de kaldı ve Şuayb aleyhisselâmın kızıyla evlendi. Daha sonra Mısır’a gitmek üzere Med- yen’den ayrıldı. Tur Dağına geldiği sırada mekânsız olarak Allahü teâlâ ile konuştu. Kendisine ve kardeşi Hârûn aleyhisselâma peygamberlik verildi. Elindeki asânm yılan olması mûcizesi ve elini koynuna sokup çıkarınca bembeyaz olup, ışık yayması mûcizeleri verildi. Sonra da Kur’ân- ı kerîm’de meâlen şöyle vahyedildiği bildirilmektedir: “Bu iki mûcize Firavun ve adamlarına karşı Rabbinin iki delilidir. Doğrusu onlar yoldan çıkmış bir millettir. Firavun’a git, doğrusu o azmıştır.” (Kasas sûresi: 32-33)
Hazret-i Mûsâ Mısır’a varıp, kardeşi Hârûn aleyhisselâm ile görüşüp, durumu anlattı. Firavun’a gidip onu dîne dâvet ettiler. İsrâiloğullarım serbest bırakmasını istediler. Firavun ilâhlık dâ- vâsında bulunarak kabûl etmedi. Bunun üzerine Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsmı yere bıraktı. Kocaman bir ejderhâ olup, hareket etmeye başladı. Elini koynuna sokup çıkardı, eli bembeyaz göründü. Bu mûcize karşısında şaşırıp kalan Firavun, durumu vezirlerine anlatınca, o sihirbâzdır dediler. Hazret-i Mûsâ; “Size gelen gerçeğe dil mi uzatıyorsunuz. Bu, sihir değildir. Bu, her şeyin yaratıcısı olan Allahü teâlânın verdiği bir mûcizesidir.” diyerek onları îmâna çağırdı. Firavun ve adamları hazret-i Mûsâ’nm sözlerini dinlemediler. Gösterdiği mûcizelere inanmayıp, sihirdir diye ısrâr ettiler. Firavun; “Ey Mûsâ! Sihirbâzlığın ile bizi yurdumuzdan çıkarmaya mı geldin? Biz de sana sihir göstereceğiz. Bir vakit ve yer tâyin et.” diyerek ülkesindeki bütün sihirbâzları topladı. Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ ederek, sihirbazlarla karşılaşmayı kabûl etti. Mısır halkı önünde sihirbazlarla karşı karşıya geldiler. Sihirbazlar ellerindeki ip ve sopaları yere attılar, göz bağcılık ile bir takım yılanlar geziyor gibi gösterdiler. Bu sırada Mûsâ aleyhisselâm elindeki asâsını yere bırakıverdi. Mûcize olarak dehşetli ve çevik bir ejderhâ olup, sihirbazların yere attıkları ve yılan gibi gösterdikleri şeyleri yuttu. Bunu gören sihirbazlar; “Bu mutlaka insan gücünün dışında bir mûcizedir.” dediler ve hazret-i Mûsâ’ya îmân ettiler. Bu hâdise karşısında Firavun iyice azgınlaşıp, baskı ve zulmünü arttırdı. Mûsâ aleyhisselâma inananları şehit ettirdi. Hazret-i Mûsâ’ya îmân etmiş olan kendi hanımı Âsiye’yi de şehit etti. Firavun ve kavmi küfürde ve imansızlıkta ısrâr edince, Allahü teâlâ onlara çeşitli belâlar verdi. Önce şiddetli bir kuraklık oldu ve çetin bir kıtlığa tutuldular. Sonra su baskını, çekirge, haşarât ve kurbağa istilâsına uğradılar. Başlarına belâ geldikçe hazret-i Mûsâ’ya gidip belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Fakat belâ kalkınca azgınlıklarına devâm ederek îmân etmediler. Tekrar belâlar başlarına geldi. Buna rağmen îmân etmediler.
Mûsâ aleyhisselâmın düşmanı Firavun’un Kızıldeniz’in sıcak kumları arasında bulunan ve Londra’daki British Museum’da sergilenen secde eder vaziyetteki cesedi. Mûsâ aleyhisselâma inanmayan ve düşman olan Firavun, askerleri ile Kızıldeniz’de boğulmuştur. Bundan üçbin sene önce meydana gelen bu hâdise de ölen Firavun’un cesedi Kur’ân-ı Kerîm’de bildirildiğine uygun ve tam bir ibret vesikası olarak vücudu hiç bozulmamış, etleri çürümemiş ve tüyleri dahi dökülmemiş olarak secde vaziyetinde bulunmuştur.
Firavun ve kavmine gönderilen bu belâlar Kur’ân-ı kerîm’in A’raf sûresinde bildirilmektedir. Firavun ve kavmi, Mûsâ aleyhisselâmın gösterdiği mûcizeler karşısında İsrâiloğullarının Mısır’dan gitmelerine izin verdi. Mûsâ aleyhisselâm bir vakit tâyin ederek bir gece vakti bütün îsrâi- loğullarım toplayıp Mısır’dan çıktı. Bunun üzerine Firavun izin verdiğine pişmân oldu. Derhâl askerini toplayıp, peşlerine düştü ve sabaha doğru onlara Kizlideniz kenarında yetişti. Önlerinde denizi arkalarında düşmanı gören îsrâiloğulları endişeye kapıldılar. Bu sırada Allahü teâlâ Mûsâ aley- hisselâma meâlen; “Asân ile denize vur.” (Şuarâ sûresi: 63) diye vahyetti. Hazret-i Mûsâ bu emir üzerine asâsını denize vurdu. Deniz hemen ikiye ayrıldı her bir tarafı yüksek bir dağ gibiydi. Önlerine çok geniş ve kupkuru on iki tâne yol açıldı. On iki sülâle olan Îsrâiloğulları bu yollardan yürüyüp karşıya geçtiler. Firavun, askerleriyle birlikte peşlerine düşüp denizde açılan yola dalınca, açılan yol kapanıp sular kavuştu. Firavun, askerleriyle birlikte boğuldu. Firavun boğulmak üzere iken “inandım” demişse de onun ye’se kapılarak söylediği bu sözü kabul olunmadı. Bu hususta Kur’ân- ı kerîm’de meâlen şöyle buyrulmaktadır: “İsrâi- loğullarını denizden geçirdik. Firavun ve askerleri haksızlık ve düşmanlıkla arkalarına düştüler. Firavun boğulacağı anda, “İsrâiloğullarınm îmân ettiğinden (Allah’tan) başka bir ilâh olmadığına inandım, artık ben de Müslü- manlardanım.” dedi.” (Yûnus sûresi: 90) Ancak Allahü teâlâ Firavun’un îmânını kabul etmedi ve ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla şöyle hitap buyurdu: “Şimdi mi inandın daha önce baş kaldırmış ve bozgunculuk etmiştin.” (Yûnus sûresi: 91) “Biz de bugün seni cansız bedeninle denizden yüksek bir yere atacağız ki, arkadan geleceklere bir ibret olasın. Bununla berâber doğrusu insanlardan birçok kimseler âyetlerimizden (ibret verici mûcizelerimizden) gâfildirler.” (Yûnus sûresi: 92) Tefsîr âlimlerinden Zemahşerî bu âyeti şöyle tefsir etmiştir.
“… Seni deniz kenarında bir köşeye atacağız… Cesedini tam, noksansız ve bozulmamış hâlde çıplak ve elbisesiz olarak, senden asırlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacağız.” Firavun’un cesedi bir İngiliz araştırma ekibi tarafından Kızıldeniz kenârmda kumlar arasında bulunarak İngiltere’ye götürülmüştür. Hâdisenin olduğu zamandan bugüne kadar üç bin yıl geçmiş olmasına rağmen, Firavun’un vücudu bozulmamış, etleri dökülmemiş, tüyleri kaybolmamış hâliyle secde eder vaziyette Londra’daki meşhur British Museum’da sergilenmektedir. (Bkz. Firavun) Mûsâ aleyhisselâm Kızıldeniz’i geçtikten sonra, Isrâiloğullarını Ken’an diyârına doğru götürdü. Yolda putperest bir kavmin yurduna uğradılar. Bu kavim öküz sûretinde yapılmış bir puta tapıyorlardı. Onların bu hâlini gören îsrâiloğulları onlara meyi ettiler. Hazret-i Mûsâ’ya; “Yâ Mûsâ! Onların tanrıları gibi bize de bir tanrı yap.” dediler. Hazret-i Mûsâ onlara; “Siz câhil bir kavimsiniz. Allahü teâlâ size nîmet ve kurtuluş verdi. Allahü teâlâya îmân ediniz, şirkten ve putlardan kaçınınız…” diye nasîhat etti.
Allahü teâlâ Mûsâ aleyhısselâma bir kitap indireceğini vâdetmişti. Tûr Dağına çıkması bildirildi. Mûsâ aleyhisselâm, kardeşi Hârûn’u (aleyhisselâm) yerine vekil bırakıp, kendisi Tûr Dağına gitti. Kırk gün Tûr Dağında kalıp, ibâdet etti. Vasıtasız olarak Allahü teâlânın kelâmını işitti. Bu sırada Tevrât kitâbı nâzil oldu. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’da iken, Sâmirî adında bir münâfık İsrâiloğullarınm ellerindeki altınları topladı. Eriterek bir buzağı heykeli yapıp işte sizin ilâhınız budur diyerek îsrâiloğullarım aldatınca, buzağıya tapmaya başladılar. Hârûn aleyhisselâm her ne kadar nasîhat ettiyse de dinlemeyip, ona karşı çıktılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr’dan dönünce, bu hâle çok gadaplanıp Sâmirî’yi reddetti ve yaptığı buzağı heykelini yakıp denize attı. Sâmirî de insanlardan ayn ve uzak, vahşî bir şekilde, başkaları ona yaklaşamadığı gibi, o da başkalarına yakla- şamaz hâlde yaşadı. Bu hâlde bulunan Sâmirî sahrâda perişan bir hâlde helâk oldu. Hârûn aleyhisselâma bu durumu sorunca; “Nasîhat ettim dinlemediler. Az kaldı beni öldüreceklerdi.” dedi. Böy- lece hazret-i Mûsâ’nm gadabı geçti. Onlara, kendisine Tevrât’m indirildiğini bildirdi. Isrâiloğulları da Tevrât’ta bildirilen hükümlerle amel etmeye başladılar. Putlara tapmaktan vazgeçtiler. Şirkten kurtulup, Allahü teâlâya îmân ve ibâdet ettiler.
îsrâiloğulları Tih Sahrasında kaldıkları sırada Mûsâ aleyhisselâmın bildirdiklerine uymayıp yine taşkınlık gösterdiler. Mûsâ aleyhisselâmdan çeşitli isteklerde bulundular. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâmın duâsı üzerine, Tîh Sahrasında susuz kalan îsrâiloğullarma su ihsân etti. Allahü teâlânın emriyle Mûsâ aleyhisselâm asâsını yere vurup, on iki tâne pınar fışkırıp îsrâiloğulları içtiler.
Allahü teâlâ onlara “selva” denilen bıldırcın eti ve “men” denilen kudret helvası ihsân etti. Nihâyet; “Biz bunları yemekten usandık, bakla, soğan gibi hubûbat ve sebze isteriz” dediler. Bu nimetlere karşı nankörlük yapan İsrâiloğulları, Mûsâ aley- hisselâmın Ken’an diyârında bulunan Cebbâr (zâlim) kavimlerle harp etmeleri isteğini de kabul etmediler. Mûsâ aleyhisselâma; “Sen ve Rabbin cebbârlara karşı gidip savaş edin.” dediler. Mûsâ aleyhisselâmm akrabâlarmdan olan Kârûn, Mûsâ aleyhisselâma karşı iftirâda bulunduğu için mallan ve servetiyle yerin dibine battı. İsrâiloğulları böyle taşkınlıklar gösterdikleri için Allahü teâlâ onları kırk sene müddetle Tîh Sahrâsmda kalmakla ce- zâlandırdı. Kırk sene müddetle Tîh Sahrâsmda şaşkın ve perişan bir hâlde dolaşan İsrâiloğulları, perişan hâlde telef oldular. Nihâyet aradan epey bir zaman geçip İsrâilo- ğullarınm çocukları itâatkâr ve savaşacak bir tarzda yetiştiler. Bu sırada Hârûn aleyhisselâm da vefât etti. Mûsâ aleyhisselâm, İsrâiloğullarım alıp, Lût Gölünün güney tarafına getirdi. Buradan da hareket ederek Üç bin Unk adında zâlim bir kralın ordusu ile savaş yapıp gâlip geldiler. Böylece Şeria Nehrinin doğusuna sâhip oldular. Eriha şehrinin karşısındaki dağa çıktılar. Buradan Ken’an diyâ- rı gözüküyordu. Bu sırada yüz yirmi yaşında bulunan Mûsâ aleyhisselâm vefât etti. Mûsâ aleyhisselâmm nerede vefât ettiği ve kabrinin nerede olduğu husûsunda muhtelif rivâyetler vardır. Kudüs civârında veya Nebû Dağında olduğu bu ri- vâyetlerdendir. Hazret-i Mûsâ’nm şerîati (bildirdiği dîni) hazret-i Isâ’nm gönderilmesine kadar de- vâm etti. İkisi arasında gelen peygamberler hep Mûsâ aleyhisselâmm şerîati ile amel etmekle mükellef oldular. İsrâiloğulları daha sonra Tevrât’ı değiştirip hak dinden uzaklaşıp yetmiş bir fırkaya ayrıldılar. Bunlara Yahûdîler denilmiştir.
Mûsâ aleyhisselâmm mûcizeleri:
1. Asâsınm ejderhâ (büyük yılan) olması.
2. Yed-i Beydâ: Sağ elini koynuna sokup çıkarınca, güneş gibi parlaması. Bu nûru gören düşmanları kaçışırlardı.
3. Kavmiyle Kızıldeniz’in kenarına gelince asâsını vurup denizde yol açması.
4. Tîh Sahrâsmda kavminin susuz kalıp, su istemeleri üzerine asâsını bir taşa vurup Benî İsrail’in kabileleri adedince, on iki pınar akıtması.
5. Firavun ve Kıbtî kavmi İsrâiloğullarma zulüm ettiği ve Mûsâ aleyhisselâma inanmayıp isyân ettiklerinde, Allahü teâlâ hazret-i Mûsâ’ya tûfân mûcizesini vermiştir. Çok şiddetli yağmur yağdı. Öyle bir karanlık ve fırtına oldu ki, kimse evinden dışarı çıkamadı. Aym ve güneşin ışığı görünmez oldu. Kıbtîlerin evlerini su bastı. Ayakta durur oldular. Su boğazlarına kadar yükseldi. İsrâiloğul- larının evlerine ise bir damla su girmedi. Firavun ve Kıbtî kavmi, bu belânın kaldırılmasını ve îmân edeceklerini söylediler. Kaldırıldı fakat yine îmân etmediler ve başka belâlara dûçâr oldular.
6. Kıbtî kavminin ekinlerini, meyvelerini ve giydikleri elbiselerini, evlerinin tavanlarını yiyen çekirge sürülerinin istilâsına uğramaları mûcizesi. Bu çekirgeler İsrâiloğullarma hiç dokunmayıp, Firavun’un kavmi Kıbtîlere musallat olmuştur.
7. Kumnel yâni bit ve ekin böceği denen haşeratın Mûsâ aleyhisselâmm mûcizesi olarak Kıbtî kavmine musallat olması.
8. Kurbağa mûcizesi. Kıbtî kavmi her belâya tutuldukça, belâ kaldırıldığında îmân edeceklerini söylemelerine rağmen, sözlerinden vazgeçmeleri üzerine üst üstüne belâya tutuldular. Kurbağaların istilâsına uğramaları da bu şiddetli belâlardan biridir. Kurbağalar, yiyeceklerine, içeceklerine düşer, kalırdı. Bir söz söylemek isteseler ağızlarını açarken birkaç küçük kurbağa ağızlarından midelerine girerdi. Geceleri üzerlerinde toplanan kurbağaların seslerinden uyuyamazlardı. Firavun, bu belâ kaldırıldığı taktirde, îmân edeceğini söylemesine rağmen, belâ kalkınca yine îmân etmedi.
9. Kan belâsı. Mısır’da bulunan bütün sular, Kıbtîlerin kaplarına doldurulurken kan hâlini alırdı. Böylece susuzluktan çâresiz kalmışlardı. İsrâiloğullarma ise böyle bir şey olmazdı.
10. İsrâiloğullarından biri öldürüldüğü vakit kimin öldürdüğü bilinemeyince, Mûsâ aleyhisselâmm duâsı ile dirilip, kendisini öldüreni haber vermiştir.
11. Mûsâ aleyhisselâm kavmiyle Tîh Çölüne geldiği zaman, kavminin yiyeceği kalmadığı için, Mûsâ aleyhisselâma gelerek çoluk-çocuğumuzla açlığa dayanamıyoruz, dediklerinde Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlâya duâ etti. Kudret helvası ve bıldırcın kebabı indi. Her ne zaman isteseler önlerinde hazır olurdu.
12. Hazret-i Mûsâ’nm duâsı ile kuraklıktan kavrulup kuruyan ekinler, otlaklar ve meyveler eski hâlini almıştır.
13. Hazret-i Mûsâ Tîh Sahrâsmda bulunan İs- râiloğullarının durumunu merak edince bir kurt gelip onların hâllerini haber vermiştir. 14. Hazret-i Mûsâ’nm duâsıyla san dikenler altın olmuştur. Malı ve zenginliğiyle gururlanıp isyân etmesinden dolayı malı ve mülkü ile birlikte yere batırılan Kârun, bu mûcize karşısmda âciz kalıp, hased ederdi.
15. Yolculukta hazret-i Mûsâ’ya uzun mesâfeler kısalır, kısa zamanda çok uzak mesâfeleri katederdi.
Kur’ân-ı kerîmce Mûsâ aleyhisselâmdan 136 yerde bahsedilmektedir. Hakkında çok hadîs- i şerîf vardır. Yine Kur’ân-ı kerîm ve hadîs-i şeriflerde Hızır aleyhisselâm ile yaptıkları seyâhat bildirilmektedir. Vahyi tebliğ için Cebrâil aleyhisselâm ona dört yüz kere gelmiştir. Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem buyuruyorlar ki:
Kendimi, peygamberler arasında gördüm. Mûsâ aleyhisselâm ayakta namaz kılıyordu. Esmerdi, saçları dağınık ve sarkık değildi. Zât kabilesinden bir yiğit gibiydi. … Sonra bizi altıncı semâya doğru yükseltti. Cibril (aleyhisselâm) onun kapısını çaldı. Kim o! denildi. CibrîPdir dedi. Yanındaki kimdir? denildi. Muhammed’dir dedi. O’na “dâvet” gönderilmiş midir? denildi. Cibril O’na dâvet gönderilmiştir dedi. Onun üzerine bize açıldı. Ben orada Mûsâ (aleyhisselâm) ile karşılaştım. Bana merhabâ dedi ve hayır duâ eyledi.