wiki

OTAĞ

OTAĞ; Aim. Grosses, prâchtiges zelt, Fr.Tente
large et bien garnie, İng. Large and luxurious
tent. Pâdişâhlara ve beylere mahsus büyük süslü
çadır. Farsça çetr. Arapça hayme denilen otağ,
Orta Asya Türk devletlerinde bir azamet, Müslüman-
Türk devletlerinde ise bayrak ve tuğla beraber
hâkimiyet alâmeti olarak telakki edilmiştir.
Çin kaynaklarına göre eski Türklerde bayraksız
otağ, otağsız bayrak olmazdı. Uygurlarda, hakan
çadırlarına “Bayraklı otağ” denilirdi. Bundan, hakanın
çadırının aynı zamanda savaş karargâhı olduğu
düşünülebilir.
Otağlar renkleriyle de sâhibinin devlet içindeki
mertebesini belirtirdi. Göktürk ve Uygur hakanlarının
çadırları, “Altın otağ” olarak adlandırılırdı.
Otağlar ayrıca üzerlerini örten keçenin rengine göre
ak, boz, kızıl, kara gibi isimler de alırlardı. Hakanın
hareminin bulunduğu çadır dâimâ beyaz renkli
olurdu. Oğuz Hanın çadırı, kaynaklara göre, her
direği altın varakla kaplı ve üzeri yâkut, safir, zümrüt
ve fırûze ile süslenmiştir. Otağlar bir ev büyüklüğünde
olup, içerisi perdelerle odalara ayrılmıştı
ve bir evde bulunması gereken bölümler mevcuttu.
Altınordu Devletinde hakana âit çadır, beyaz
renkte ve uzaktan bir tepeyi andırırdı. Divan hânesinin
zemini ipek halı döşeli ve ortada hâkanın oturacağı
kıymetli taşlarla süslü taht bulunurdu.
Türk hâkanlarınm çadırları kubbeli olur ve
gök kubbenin yeryüzündeki bir modeli olarak telakki
edilirdi. Eski Türk devlet teşkilâtına göre,
gökkubbe altında devlet, çadır kubbesi altında ise
âilenin mahremiyeti bulunurdu. Eskilerden beri
halk arasında kullanılan “çadırını başına yıkmak”
deyimiyle, devletin veya âilenin yıkılmasının kasdedilmesi,
çadırın Türk kültüründeki mânâsını
açıklamaktadır.
Hâkan otağı, maiyet otağları ve diğer kişilerin
çadırlarının savaş ve sulh zamânmda belirli bir
kurulma düzeni vardı. Bu düzen asırlarca bozulmadan
devam etti. Kırgızlarda, ortaya hâkan ça-din kurulur, etrâfı çitle çevrilir ve diğer çadırlar
bu çitin dışına kurulurdu. Göktürk ve Uygurlarda
ise ortada hâkan çadırı bulunur, diğer çadırlar
rütbeye göre çadırın etrâfında halka şeklinde dizilirdi.
Otağ-ı hümâyûn ise, Osmanlı Devletinde pâdişâha
mahsus çadırlardır. Çetr-i hümâyûn veya
renginden dolayı kızıl çadır olarak da kaynaklarda
geçmektedir. Türk sanatının en parlak nümûnelerinden
olan otağ-ı hümâyûnlar, Orta Asya’dan
beri gelen çadır an’anesinin en mükemmel hâlini
almış şekilleridir.
Otağ-ı hümâyûn, birbirine geçilebilen birkaç
çadırdan meydana gelirdi. Asıl otağ-ı hümâyûn yedi
direkli olup, birbirleriyle bağlantılı bu çadırlar
grubunun, cepheden üç kubbeli bir görünüşü vardı.
Bu üç kubbenin biri pâdişâhın dinlenme ve
arz odası olan dîvanhâne, diğeri hamam odası,
üçüncü kubbenin altı ise hazîne-i hümâyûnun muhâfaza
edildiği kısımdı. Otağ-ı hümâyûn, savaş
meydanında veya konak yerindeki yerleşmede
merkez noktasını teşkil ederdi. Sefer süresinde
otağın muhâfazası, sipâhî ve silahtâr bölüklerinin
vazifesiydi. Otağ-ı hümâyûnun çevresindeki birinci
sırada altı bölük askerlerinin çadırları, ikinci
sırada yeniçerilerin çadırları bulunurdu.
Seferde veya pâdişâh başka bir yere gideceği
zaman otağ-ı hümâyûn iki takım olarak tertip edilirdi.
Pâdişâh bir konak yerindeyken ikinci otağ,
bir sonraki konakta hazır edilirdi. Bir sonraki konak
yerine hareket eden otağ-ı hümâyûnun bakımı
ve muhâfazası sipâhî bölüklerinden bir subayın
emri altında yapılırdı.
Otağ-ı hümâyûnun sefere hazırlanması, yeniçeri
ağasının kontrolünde, “otakçıbaşı” tarafından
yapılırdı. Sefer tuğlarının dikilmesinden sonra
rikab ağaları, İstanbul’da bulunan dergahların
şeyhleriyle birlikte Sultanahmed meydanındaki
çadır mehterleri ocağında bulunan otağ-ı hümâyûnu,
duâ ve İlâhîlerle kaldırıp bâbüssaâde önüne
getirirler, burada önceden dikilmiş tuğlarla
birlikte yine duâ ve tekbirlerle alıp, sayıları 400-
700 arasındaki çadır mehterleri alayıyla, sefer
Anadolu yönünde ise Üsküdar, Doğancılar meydanına;
Avrupa yönünde ise Davutpaşa sahrâsma
kurarlardı. Böylelikle bütün İstanbul halkı seferin
nereye olduğunu anlardı. Otağın, konak mahallinin
en güzel manzaralı yerine kurulmasına îtinâ
edilirdi. Yerin seçilmesi, konakçıbaşının vazifesiydi.
Konakçıbaşının rütbesi, beylerbeyi, sancak
beyi veya kapıcıbaşı pâyesinde idi. Muhârebe
meydanına gelindiğinde, otağ-ı hümâyûnun
kurulması esnâsında, orduda bulunan toplar ve
yeniçerilerin tüfekleriyle üç defa ateş ederek selamlamaları
âdetti. Sefer müddetince, mehterhâne
tarafından ikindi nevbeti vurulurken, otağın
giriş kapısının perdesi açık tutulur. Burada konakçı
ve otakçı nöbet tutarlardı ve nevbet vurulması
bittikten sonra mehterhânenin yaptığı duâya katılırlardı.
Pâdişâh otağları pamuk ipliğinden dokunmuş
kumaşlarla yapılır ve kırmızı renkte olurdu. Şehzade,
vezir ve beylerbeyleri de kırmızı çadır kurabilirlerdi.
Ancak, esas kırmızı çadır pâdişâhlara
mahsustu.
Nemçe (Avusturya) Seferi esnâsında Kânûnî
Sultan Süleyman’ın çadırı kaynaklarda şöyle tasvir
edilir: “Çeşit çeşit boyalarla sanatkârâne bir
tarzda nakışlarla süslenmiş, yüksek divanhâneli çadırlardan
meydana gelmiş otağın zemini, o zamâna
kadar görülmemiş tarzda dokunmuş ipek halılar
ve kilimlerle döşenmişti.”
Pâdişâhlar sefere bizzât gitmezlerse otağlarını,
sefere memur olan serdâr-ı ekreme verirlerdi.
Zigetvar Seferi esnâsında Kânûnî Sultan Süleyman’ın
otağı olan çadır, Sultan Üçüncü Murâd tarafından
sefere giden sadrazam ve serdâr-ı ekrem
Sinan Paşaya verilmiş, daha sonra da aynı otağ Satıra
Mehmed Paşa tarafından Macaristan Seferi esnasında
kullanılmıştı.Otağ-ı hümâyûnların dikilmesi ise otağ-geren-
ı hassa denilen sanatkârların vazîfesiydi. Bunlar,
dört bölük olan çadır mehterlerinden ayrı yedi
kişiydiler. Ayrıca hayme-dûzân (çadır dikiciler),
nakış-dûzân (nakışçılar) gibi sanatkârlar da otağ
imâlinde çalışırlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir