Esk. Osmanlı hükümdarı; Biz, Padi-şah’a kafa tutmuş adamlarız oğlum (S. Ko-cagöz). Onun padişahı tanıdığı var mı? O kendini bu memlekette padişah gibi tutuyor (Namık Kemal).
TAK. TELM. Padişahım çok yasa! OsmanlI devletinin son devirlerinde padişah cuma namazından çıktıktan sonra etrafa toplananlar tarafından bağınlarak söylenen bu söz, günümüzde alay yollu yapılan bir övgüyü belirtmek için kullanılır.
Mal. Esk. Padişah dirliği, osmanlı yönetiminde geçim aracı olarak devletçe verilen maaş, tımar, ulufe gibi ödeneklere verilen ad. (Eskiden devletin bütUn mal ve gelirleri padişahın sayıldığından bu deyim kullanılırdı.)
— Teşk. tar. Bk. ANS1KL. || Padişah divanı (Divanı Hümayun), Osmanlı devletinde yüksek yöneticilerin biraraya geldiği ve padişahın başında bulunduğu veya dinleyici olarak katıldığı ve devletin siyasî, idari, malî, askerî işlerinin görüşüldüğü; kişilerin başvurma, dilek ve şikâyetlerini bir çözüme bağlayan kurul. Bk. DiVAN’ı hümayun.
ANS1KL. Teşk. tar. Padişah kelimesi osmanlı hükümdarları arasında geleneksel hükümdarlık niteliğini anlatmak için kullanıldı. XIV. ve XV. yy.larda osmanlı hükümdarları Islâmiyetin etkisiyle sultan, geleneksel olarak da bey ve han unvanlarını seçtiler. Osman Gazi ve Orhan Gazi’nin adı kaynaklarda Osman Bey ve Orhan Bey olarak geçer. İlk dönemde osmanlı hükümdarları «büyük hükümdar veya impa-tor» anlamına gelen hüdavendigâr unva-mnı kullandılar. Sonraları bunun yerine «en büyük hükümdar, imparator» anlamına gelen padişah unvanı geçti. Murad II’-den başlayarak yazılan mektuplarda osmanlı hükümdarları için bu unvan kullanılıyordu. Buna karşılık Iran safevı hükümdarları da şehinşah unvanıyle anılırdı. OsmanlI padişahları Fatih Sultan Mehmed devrine kadar uç beyleri ve hıristiyanlara karşı gaza önderleri sayıldılar. Osmanlı pa-
padifahın vezirler ve silâhtarlar tarafından karşılanışı (XVII. – XVIII. yy.)
oto. LAROUSSE; N. Erkıltç (MEYDAN)
.’ padiyah
dışahlarmm devlet içinde geleneksel hâkimiyet yetkisi Fatih Sultan Mehmed ile başladı. Bu yetki Selim I ve Süleyman I zamanlarında kuvvetlendi. Fatih, kendisini Rumeli ve Anadolu’nun hâkimi ve İstanbul’un sahibi olarak Roma imparatorlarının vârisi sayıyordu. 1509’da Portekizliler Hint okyanusunda Memlûkların donanmalarını yakarak Kızıldeniz’e gireceklerini, Hz. Mu-hammed’in mezarına saldıracaklarını bildirince bütün İslâm dünyasının gözleri osmanlı padişahına çevrildi. Padişah bu durum üzerine Mısır’a osmanlı gemicilerini gönderdi. Bu olay İslâm dünyası liderliğinin osmanlı padişahına geçtiğini göstermesi bakımından önemlidir. Yavuz Sultan Selim Merci* Dabık savaşmdan sonra (24 ağustos 1516) Halep’te hadim ül haremeyn ve f şerifeyn unvanını kullanarak abbasî halifesi Mütevekkil’i İstanbul’a gönderdi. Bu olaydan sonra İstanbul’a dönen Yavuz Sultan Selim, padişah unvanının yanma bir de halife unvanını kattı. Osmanlı padişahlarının kullandıkları halifei ruyi zemin ve halifet ül-müslimîn unvanları, tarihî ve hukukî anlamlarından çok uzaktı. Bu yüzden Hindistan’daki hint-türk padişahları osmanlı hükümdarlarının islâm âlemindeki üstünlük iddialarını iyi karşılamadılar. Ba-yezid II ile birlikte osmanlı padişahının hükümdarlık ve devlet yönetme düşüncesi şeriat düzenine daha uygun bir biçimde gelişti, geleneksel tutumlar sınırlandırıldı. Ancak XVIII. yy.da osmanlı padişahları Abbasîler zamanındaki halifelik düzenini tekrar canlandırdılar, padişahı bütün müslümanların tek ve meşru halifesi olarak görmeğe başladılar. Küçükkaynarca antlaşması imzalanırken (1774) Rusya, kırım müs-lümanlarınm yalnız din bakımından osmanlı padişahına bağlı olduğu hakkında antlaşmaya bir madde koydurdu. XIX. yy.da Tanzimat devrinde müslüman olmayan tebaayı devlete bağlamak için de padişahın örfî hükümdarlık niteliğinin belirtilmesine önem verildi. «Bütün OsmanlIların hükümdarı», bütün müslümanların hükümdarı unvanı yanında ayrı bir kavram olarak ortaya çıkarıldı. Her ikisi de 1876 Kanunu Esasisinde belirtildi. 1922’de saltanatı kaldıran kanun, osmanlı hükümdarının, padişah olarak, bütün hâkimiyet haklarının millete geçtiğini, fakat halifelik yetkilerinin hanedanda devam ettiğini onaylıyordu. Osmanlı padişahlarının geleneksel hükümdarlık yetkileri, genellikle orta asya türk devlet geleneklerine, öte yandan da Yakındoğu’daki eski imparatorlukların geleneklerine bağlıydı. XV. yy.da Tursun Bey osmanlı padişahının geleneksel hükümdarlık haklarına bir temel bulmağa çalıştı. Tursun Beye göre, padişahın varlığı zorunludur; padişah olmazsa nizam olmaz, insanlar birbirlerini yok ederler. Buna engel olarak düzeni sağlayan padişaha kesinlikle bağlılık gerekir. Kur’an da bunu emreder. Padişahın kesin hâkimiyeti hüküm, irade, ferman veya hattı hümayunlarda görülür. Bu belgelerde padişahın emir yetkisi «buyurdum ki» sözüyle belirtilir. Padişah şeriatı uygulamak ve korumakla yükümlüdür. Padişahın kesin yetkisini şeriat sınırlar. Yavuz Sultan Se-lim’den sonra padişahların geleneksel hâkimiyet alanları ağır ağır daraltıldı. Devletin bütün çalışma alanları şeriatm denetimi altma girdi. XVIII. yy.da her çeşit devlet meselesi hakkında şeyhülislâmların oylan alınıyor, şeyhülislâmlar devlet meselesinin görüşüldüğü toplantılara başkanlık ediyorlardı; hattâ Osmanlı padişahları şeyhülislâm fetvasıyle tahttan indirilmeğe başlandı. 1839 Gülhane Hattı Hümayununun ı^nından sonra batı anayasaları etkisi al-tıdna, padişahın yetkileri de sınırlandırıldı.
PADİŞAH
23
Oca