PARÇALANMIŞ GENLERİN VARLIĞININ BULUNMASI
Genlerin ardı ardınca dizilmiş bilgilerden oluşmadığı, arasında anlamlı bilgi taşımayan bölgelerin olduğunun ilk ortaya konulması 1977 yılındadır. Exon adı verilen, genin taşıdığı bilgiyi yansıtan bölümler arasında, bu bilgilerle ilgili olmayan bölümler bulunmuş ve buna da intron denilmiştir. Ri- bozym, RNA üzerindeki gen kopyasında, işte bu intron bölümünün kesilerek exonlarin yeniden birleşmesi olayıdır.
RNA’nın gerçekleştirdiği bu kesip atma işleminin bulunmasının dünya üzerindeki yankıları oldukça büyük olmuştur. RNA’nın bunu nasıl başardığı, genin gerçek biçimini veren exon bölgeleri neyin yardımıyla bilebildiği bugün de açık olarak düşük sıcaklıklarda gözlenebilen bir olaydır. 17’nci yüzyılda teleskoplannı gözyüzüne yöneltenler, nehirleri ve okyanustan olmasa da, dağlan ve ovalanyla “Ay”ın da bir başka dünya-ömeği olduğunu gözlediler. Böylece, “hareketli ışıklar” diye bilinen gezegenlerin de yerküremiz gibi dünyalar olduğu anlaşıldı. Nitekim Jüpiter’in kendi ay sistemi vardı; tıpkı dünyamız gibi. Açıkçası, dünya tek değildi. Belki insan ırkı da…
300 yıldır aydın kitle, yerkürenin evrendeki tek dünya olmadığını ve güneşin milyarlarca benzerinden yalnızca biri olduğunu biliyor. 17 ve 18’nci yüzyılda AvrupalI kâşiflerin
o zamana değin varlığı bilinmeyen kültürleri ortaya çıkarması, başka dünyalarda yaşam olasılığını gündeme getirdi. Şu koca evrende bizden başka akıllı yaratıklar, üstelik bizden daha gelişmiş uygarlıklar niçin bulunmasındı! Evrende yapayalnız olduğumuzu düşünmek hem sıkıcı, hem de haksız bir büyüklenme gibi görünüyordu.
Öyle veya böyle, bunu nasıl kanıtlayacağız? Uzay çağının çocuklan olan bizler, daha bir kuşak öncesine bakarak çok ilerideyiz. Şimdilerde uzay aracr Voyager Neptün’e doğru yola çıkmış durumda. Bu, büyük bir başandır. Ne var ki, Voyager’in en yakın yıldıza varması bile onbinlerce yıl alacaktır. Evrende akıllı yaratıkların bulunduğunu anlamak için onlarla buluşup görüşmemiz gerekmiyor. İletişimi radyodal- galarıyla kurabilmek şansımız var. Ama onların var olduğunu öğrensek bile, neye benzediklerini nasıl bileceğiz? Bunu kestirebilmek için yakınınızdaki bir hayvanat bahçesine uğramanız yeterli. Orada, doğanın her türden yapmak için yeterli zaman ve yeri bulduğunu göreceksiniz.
Size varlığı olası akıllı yaratıkların neye benzediğini söy- leyemesem de neye benzemediklerini söyleyebilirim. Çünkü, insan evriminin ilkelerini az çok biliyoruz. Homo Sapiensln örnekleri olan bizler binlerce genetik olasılıktan biriyiz yalnızca. Şu an, pekâlâ başka biçimde de olabilirdik. Eğer yeryü– zündeki evrim evrenin ortaya çıkışıyla birlikte başlamış olsaydı, şimdiki durumumuza benzemeyecektik. 30 yıl önce Loren Eiseley bunu şöyle dile getiriyordu:
“Evrenin hiçbir yerinde yalnızlığımızı paylaşacak insanlar bulamayacağız. Dev teleskoplannı evrenin bir köşesinden dünyamıza yöneltmiş, bizim gibi yalnızlığını gidermeyi boş yere uman akıllı ve güçlü yaratıklar olabilir. Ama, onlar asla bize benziyor olamazlar. Evrimin ilkeleri ve yaşamın doğası bunu gerektiriyor. Anlaşılan yalnızlığımız sonsuza değin sürecektir.”
OMNI’den Çeviren: Hakan ERDİL