wiki

RUH NEYİ ARIYOR ?

Ruhların, madde kalıbına girmeden evvel yaratıldıkları
bir gerçektir. Murad-ı İlâhi böyle zuhur etmiş ve insan
evvela mânâ (ruh) cevheri olarak halk edilmiştir.
Bu varlığa ilk hitap, “Ben sizfn Rabb’ınız değil miyim?”
dir Böylece güzellerin güzeline, gerçeklerin gerçeğine,
canların canına kara sevda, bu seyir zevkinde başlamıştır.
Bu öyle bir sevda ve muhabbettir ki, madde âleminde
“hayır sen yoksun, ben varım” diyerek ilâhlık iddiasında
bulunan Nemrut’lar, Firavun’lar ve hatta madde ve mânâ
âlemini aydınlatan biricik hakikat güneşi Hz. Muhammed
(s.a.v.)’in karşısına çıkan Ebu Cehil bile O “Güzel”e, O
“Hüsn-ü Mutlak”a ve “Gerçek”e, “Evet Sen bizi yaratansın”
demiş, O’nun uluhiyetini tasdik, kendi aczini kabul
etmiştir.
Vaktaki, Allah (c.c.) murad-ı ilâhi’sine tevafuk olarak bir
imtihan sırrı için insanı, denemek üzere bu denî âleme,
dünyaya göndermiştir. İnsan ile, kul olmağa söz verdiği
Rabb’ı arasına çok muazzam bir perde çekilmiş, O “Güzel”,
O “koku”, O “nida” bir çok perdelerle perdelenmiş, kendini
gizlemiştir. Gizlemiştir ama, acaba O’nun vecd sarayından

  • 5 –
    kopan ruh ne hale gelmiştir? Elbette altın kafes içirie konulan
    kuş gibi “ah vatan, ah!” diyerek “Kâlu Belâ”nın
    hasretini çekegelmiştir.
    Allah (c.c.), Adil-i Mutlak olduğu için, halk ettiği insanın
    özünü, cevherini yani ruhunu kendi haline bırakmamış,
    mâşukuna, sevgilisine kavuşsun diye ona din yolu ile muazzam,
    mutantan, müzeyyen bir cadde açmıştır. O cevherde
    itiraz kuvveti nefis olduğu için de; şımarmasın, yanılmasın,
    düşmesin, kaybolmasın diye yine insan cinsinden ve
    fakat seçilmiş, sevilmiş, takdir ve tasdik edilmiş peygamberlerini,
    peygamberlerinin yolundan giden velilerini göndermiştir.
    Bu sebepten olacak ki, ilk insan aynı zamanda peygamber
    olarak gönderilmiştir. Zaman içinde, nefis şeytanla
    anlaşmış, insanı ruhunun yolundan saptırmış; kendine,
    peygamberine ve kul olmak için söz verdiği Rabb’ma ters
    düşürmüştür.
    Etle kemiğin, zatla sıfatın, gece ile gündüzün birbirinden
    ayrılmadığı gibi sahibinden ayrılmayan ruh, sosyal plânda
    sahibinden koparılması karşısında acı acı feryadı basmıştır.
    Kendi cinsinden olan ve onu “Mutlak Kudret” e götüren
    peygamberlerin açtığı yolda nefis ve şeytanla işbirliği yapan
    insan, muazzam bir boşluğa düşmüş, bu terslik devam ettiği
    müddetçe de bu ızdırap sürmüştür. Peki ne olmuştur? Bir
    “hak”, bir de “bâtıl” diye iki yol zuhur etmiş, bu iki yol aynı
    zamanda kâinatın iki ezelî direği haline gelmiştir. Bu iki ezelî
    direk, tabiat sahnesinde her zaman birbirine ters düşmüşlerdir.
    Şimdi meseleye bir de sosyolojik açıdan bakalım:
    İnkâr fırtınası ile kendisine gösterilen yolu terk eden
    insan, tabiat sahnesinde kendine çeşitli çıkış yolları seçmiş;
    sistemler, rejimler, metodlar geliştirmiştir. Totemizm, feodalizm,
    kapitalizm ve en sonunda da komünizm… Evet insan,
    bunları ve daha birçok prensipleri tatbik etmiş ve fakat
  • 6 –
    hiçbirinde de mutlak huzur ve aradığını bulamamıştır. Her
    yeni icat ettiğine bir ilâh gibi sarılmış, onun için canını bile
    vermiş ama karşılığında aradığını bulamamanın hasreti
    içinde arayışa devam etmiştir.
    O halde bugün, fertlerin şahsi bunalımlarından kurtulma
    çabaları, sosyal plânda olan rejim değişiklikleri, kendinden
    kaçan insanın bilmeden kendini arama seferberliğidir.
    Hemen şunu ifade edelim ki, bu caddeler çıkmaz sokak;
    mülkün sahibinin yoluna dönülmedikten, caddedeki kılavuzlara
    gönül verilmedikten sonra bu arayış bitmeyecektir.
    Çünkü ruh sahibini arıyor. Onu kafesten uçurup hürriyetine
    kavuşturmak gerek…#

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir