wiki

şiblî; Büyük velîlerden

şiblî; Büyük velîlerden. Adı Câfer, babasının adı Yû- nus’tur. Künyesi Ebû
Bekr’dir. 861 (H.247) senesinde Samarrâ’da doğdu. Bağdat’a gelip, buraya yerleşti. Cüneyd-i Bağdâdî’nin talebesidir. Aynı zamanda Mâlikî mezhebinin fıkıh âlimlerinden olup, İmâm-ı Mâlik’in Mu- vattâ’sını ezbere bilirdi. Zamanının birtânesi olan Ebû Bekr-i Şiblî 945 (H.334) senesinde Bağdat’ta vefât etti. Ebû Bekr-i Şiblî, takvâ sâhiblerinin tâcı, birçok ri- yâzetleri ve kerâmetleri ile evliyanın reîsi, akıl âleminin meş’alesi idi. Pekçok âlimden hadîs-i şerîf dinlemiş ve nakletmiştir. Öğrenmek hususundaki şiddetli arzusu dinmek ve tükenmek bilmezdi. Ebû Bekr-i Şiblî’den; Ebü’l- Fadl Abdülvâhid Temîmî, Ali Acemî, Ebû Hasan-ı Hudrî, Ebü’l-Hasan Meş- nî, Ebû Zer Râzî, Yâkûb Seyyid, Ebû Sehl Muhammed bin Süleymân ve birçok âlim ders almış ve ilim öğrenmiştir.
276 bağdat evliyaları
şiblî
Ebû Bekr-i Şiblî hazretlerini Cüneyd-i Bağdâdî çok sever, ziyâde önem verirdi. Onun için; “Her kavmin bir tâcı vardır. Bu kavmin tâcı da Şiblî’dir. Ebû Bekr-i Şiblî’ye, birbirinize baktığınız gözle bakmayın. O müstesnâ bir kimsedir” buyururdu. Tasavvufa girmesi, bu yolu seçmesine sebep olan hâdise şöyle anlatılır: “Devamend emîri iken, Rey emîri ile Bağdat’tan kendisine bir mektup geldi. Bunun üzerine hemen Bağdat’a halîfenin yanına gitti. Halîfe kendisine hil’atlar verdi. Geri döndükten sonra bir gün, aksırdıktan sonra halîfenin verdiği hil’atın kolu ile ağzını ve burnunu sildi. Bu durum derhal halîfeye bildirildiğinde, o da hil atın çıkarılması ve emirlikten azledilmesi emrini verdi. Bunun üzerine Ebû Bekr-i Şiblî kendi kendine; “Bir kulun hil’atını ve elbisesini
mendil yerine kullanan bir kimse, eğer bu görevden alınırsa, acaba âlemlerin pâdişâhı olan Allahü teâlânın hil’atını mendil olarak kullanan kimse hangi muâmeleye müste- hak olur” diye düşündü. Hemen halîfenin huzûru- na varıp hiçbir vazife verilmemesini istedi. Halîfe sebebini sorunca; “Ey halîfe! Sen bir kul olduğun halde, kıymeti önemsiz olan bir hil’ata yapılan saygısızlığı hoş karşılamazken, âlemlerin sultânı olan Allahü teâlâ, ihsân ettiği mârifet ve muhabbet hil’atını, bir mahlûkun hizmetinde mendil olarak kullanmamı hiç hoş karşılar mı?” dedi. Halîfenin huzûrundan ayrılıp, zamanın büyük âlimlerinden olan Hay- rünnessâc hazretlerine giderek, onun talebesi olmak istedi. Hayrünnessâc hazretleri; “Ey Şiblî! Sen, Cüneyd-i Bağdadî’nin ya- kınlarındansın. Senin na
bagdat evliyaları 277
şiblî
sîbin ondadır” diyerek Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerine gönderdi. Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri önce; “Git, çıra sat!” buyurdu. Bunun üzerine, bir sene çıra satıp tekrar huzûrları- na çıktıklarında; “Daha düşüncelerinde dünyâya muhabbet var” buyurarak başka bir iş verdiler. Bir sene sonra tekrar huzurlarına çıktığında; “Bir
sene de burada hizmet et!” buyurdular. Bu hizmetten sonra hocası; “Şimdi hâlin nasıldır?” diye sordu. Şiblî hazretleri; “Artık kendimi insanlardan üstün tutmuyorum” dedi. Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri; “İşte şimdi kendini kurtardın” buyurdu. Sonra Cüneyd-i Bağdâdî hazretlerinin derslerine
ASIL HASTA KİM?
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri bir gün hastalanmıştı. Bunu duyan devrin hükümdârı, kendisine Nasrânî (Hıristiyan) bir tabib gönderdi. Tabib, hastanın yanına girdiğinde şöyle sordu: “Gönlün neyi istiyor?” Ebû Bekr-i Şiblî; “Gönlüm senin Müslüman olmanı istiyor” diye cevap verince, tabib; “Eğer ben Müslüman olursam, sen gerçekten hemen iyi olur, yataktan kalkar mısın?” diye sordu. Şiblî hazretleri; “Elbette iyi olur, yataktan kalkarım” diye cevaplayınca, tabib derhal Müslüman oldu. Şiblî hazretlerinin hastalığından eser kalmadı. Birlikte el ele tutuşarak hükümdârın huzûru- na gittiler. Hükümdar onları görünce şöyle dedi: “Ben tabibi hastaya gönderdim sanıyordum. Meğer işin aslı öyle çıkmadı. Anladım ki hastayı tabibe göndermişim.”
278 bağdat evliyaları
şiblî
devâm ederek, onun gözde talebelerinden oldu. Tasavvufta yüksek mertebelere kavuştu. Cü- neyd-i Bağdâdî hazretlerinden sonra onun yerine geçip, yüzlerce talebe yetiştirdi. Şiblî hazretleri buyurdu ki: “Dört yüz hocadan ders okudum. Bunlardan dört bin hadîs-i şerîf öğrendim. Bütün bu hadîslerden bir tânesini seçip kendimi ona uydurdum, diğerlerini bıraktım. Çünkü, kurtuluşu ve ebedî saâdete kavuşmayı bunda buldum ve bütün nasî- hatleri hep bunun içinde gördüm. Seçtiğim hadîs-i şerîf şudur: Peygamber efendimiz bir Sahâbîye buyurdu ki: “Dünyâ için, dünyâda kalacağın kadar çalış! Âhiret için, orada sonsuz kalacağına göre çalış! Allahü teâlâya muhtâç olduğun kadar itâat et! Cehennem’e dayanabileceğin kadar günah işle!”
Ebû Bekr-i Şiblî’yi sevmeyen ve sohbetlerine gitmek isteyenlere mâni olan bir zât vardı. Bir gün Ebû Bekr-i Şiblî’yi imtihân için yanına gelerek; “Beş devenin zekâtı nedir?” diye sordu. Ebû Bekr-i Şiblî cevâb vermek istemedi ise de, o zâtın ısrârı üzerine şöyle dedi: “Şer’î ölçülere göre bir koyun, bu farzdır. Fakat bizim gibiler için olan hüküm ise, hepsini vermektir” Bunun üzerine o zât; “Bu dediğinle kime uyuyorsun? İmâmın kim?” diye suâl edince, Ebû Bekr-i Şiblî hiç düşünmeden; “Hazreti Ebû Bekr. Ona uyuyorum. O evine gidip neyi varsa, Peygamber efendimize getirdi. Çocuklarına ne bıraktın? sorusuna “Allah ve Resûlünü” diye cevâp verdi” dedi. O zât bu cevâbı beğendi ve hiçbir şey söylemeden gitti. Bundan sonra da, Ebû Bekr-i Şiblî’nin sohbetine gidenlere mâni olmadı.
bağdat evliyaları 279
şiblî
Birgün Şiblî hazretlerine, hacca giden sofilere ayakkabı satın almak için, bir dirhem lâzım oldu. Hıristiyan bir genç; “Beni de berâberinde hacca götürme şartıyla, sana bu bir dirhemi veririm” dedi. Ebû Bekr-i Şiblî bunun üzerine; “Ey Genç! Sen hac yapmaya ehil değilsin ki” deyince, genç; “Sizin kervanınızda hiç yük merkebi bulunmaz mı? Bu seferde beni yük merkebi yerine tutamaz mısınız?” dedi. Yol hazırlıkları tamamlanınca, genç onlarla berâber yola çıktı. Ebû Bekr-i Şiblî; “Ey Genç! Hâlin nasıldır?” diye sorduğunda; “Efendim! Sevincimden gözüme uyku girmiyor. Sizinle yolculuk yaptığım için çok memnûnum” dedi. Kâfile yolda giderken ne zaman konaklasalar, o genç hemen yerleri süpürür, dikenleri temizlerdi. Sonunda ihram giyme yerine vardılar. Genç on
lara bakıp, onlar gibi giyindi. Kâbe-i şerîfe varınca, Ebû Bekr-i Şiblî gence; “Üstünde zünnâr olduğu hâlde Harem-i Şerîfe Kâ’be-i şerîfe girmene izin vermem” dedi. Bunun üzerine genç şöyle söyledi: “Yâ Rabbî! Şiblî, senin evine girmeme izin vermeyeceğini söylüyor!” O anda hafiften bir ses; “Ey Şiblî! Onu Bağdat’tan buraya biz getirdik. Onun kalbine aşk ateşini biz koyduk. Lütuf zinciriyle evimize kadar onu biz çektik. Ey dost olan genç, sen içeri gir!” dedi. Herkes Kâ- be’ye gidip tavaf ettikten sonra dışarı çıktılar. Fakat genç dışarı çıkmadı. Ebû Bekr-i Şiblî; “Ey Genç! Dışarı gel” diye seslendi. Bunun üzerine genç; “Ey Şiblî! O beni dışarı bırakmıyor. Ne kadar çabala- sam çıkış kapısını bulamıyorum” dedi. Sonra zünnarı çözüp attı. Çıkış kapısını buldu.
280 bağdat evliyaları
şiblî ►
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri bir gün Ebû Bekr bin Mücâhid Mükre hazretlerinin bulunduğu mescide girince, İbn-i Mücâhid hemen ayağa kalktı. Daha sonra İbn-i Mücâhid hazretlerinin arkadaşları kendisine; “Sen niçin Vezir Ali bin îsâ için ayağa kalkmadın da, Şiblî için ayağa kalktın?” diye sordular. İbn-i Mücâhid cevâben şöyle dedi: “Ben Resûlul- lah efendimizin tâzim ettiği bir zât için ayağa kalk
mıyayım mı? Ben Peygamber efendimizi rü- yâmda gördüm. Bana; “Yâ Ebâ Bekr! Yarın sana Cennet ehlinden bir kişi gelecek. O geldiğinde, ona ikrâmda bulun!” buyurdu. İki gece sonra yine Peygamber efendimizi rüyâmda gördüm. Bana; “Yâ Ebâ Bekr! Allahü teâlâ, Cennet ehlinden olan kimseye ikrâm ettiğin gibi sana da ikrâm etti” buyurdu. Ben; “Yâ Resûlal- lah! Şiblî bu dereceyi na
bağdat evliyaları 281
Şiblî hazretlerinin Bağdat’ta İmâm-ı A’zam Câmii kabristanında bulunan türbesi
şiblî
sil elde etti?”diye sordum. Peygamber efendimiz; “O, beş vakit namazını kılıp her namazın arkasından beni hatırlıyor ve meâlen; “And olsun size, içinizden bir Peygamber geldi ki, zahmet çekmeniz onu incitir ve üzer. Size çok düşkündür.
mü’minlere çok merhametlidir. Onlara hayır diler” (Tevbe sûresi: 128) âyet-i kerîmesini okuyor. Bunu seksen seneden beri yapıyor” buyurdu. Ben bunu yapanı tâzim etmeyeyim mi?” Kendisi şöyle anlatır: “Bir gün kırık bir köprü
CÂMİYE GİDELİM
Ebû Bekr-i Şiblî hazretlerinin hizmetinde bulunan Bekr Dîneverî şöyle anlatır: “Hazreti Şiblî’nin ömrünün son günlerinden bir cumâ günüydü. Hastalığı biraz geçtiği için bana; “Câmiye gidelim” dedi. Berâ- ber giderken bana karşıdan gelmekte olan şahsı işâret etti ve; “Şu şahsı görüyor musun?” deyince; “Evet” diye cevap verdim. Bunun üzerine; “İşte onunla yarın bizim işimiz olacak” dedi. O gece Şiblî hazretlerinin hastalığı arttı ve vefât etti. Bana; “Falan yerde sâlih bir kimse var sabahleyin haber ver de ce- nâzeyi yıkasın.” dediler. Sabah olunca târif edilen zâtın evine gidip kapısını çaldım. Hâne sâhibi; “Şiblî hazretleri vefât mı etti?” diye sorunca; “Evet” dedim. Dışarı çıkınca bir de baktım ki, Şiblî hazretlerinin dün işâret ettikleri kimse değil mi? Hayret ederek “Lâ ilâ- he illallah” dedim. O zât; “Neden hayret ettin?” deyince, Şiblî hazretlerinin, kendisini göstererek söylediklerini naklettim.”
282 bağdat evliyaları
şiblî
den geçerken ayağım kaydı ve suya düştüm. Su epey derindi. Bu sırada yabancı bir elin beni kenara götürmek için uzandığını gördüm. Dikkatlice baktığımda, huzûrdan kovulan mel’ûn şeytan olduğunu gördüm. Ona; “Ey Me’lûn! Senin adâle- tin tekme atmaktır, el tutmak değildir. Böyle yapman neden icâb ediyor?” diye sordum. Şeytan; “Ben tekme yemeğe müstehak olan insanlara tekme atarım. Âdem’le yaptığım kavgada bir yara almışım, yaram iki olmasın diye, diğer biriyle kavgaya girmem!” dedi.” Bir gün, Ebû Bekr-i Şiblî; “Allah Allah!” deyip duruyordu. O sırada bir genç; “Niçin Lâ ilâhe illallah demiyorsun?” diye sordu. Bunun üzerine Şiblî hazretleri derin bir ah çekerek; “(Lâ ilâhe) der de (illallah) diyemeden vefât ederim diye korkuyorum” dedi. Bu sözler
gence çok dokundu ve orada bir âh çekerek vefât etti. Bunun üzerine gencin yakınları ve vârisleri Ebû Bekr-i Şiblî’yi Halîfeye şikâyet ettiler. Halîfe; “Yâ Şiblî! Bunların dediklerine ne dersin?” deyince, Şiblî hazretleri; “Yâ Emîr-el-mü’minîn! O gencin rûhu, mukaddes olan Allahü teâlânın cemâline kavuşmayı beklerken, aşk ateşinin bir kıvılcımıyla yanmış, her şeyden alâkasını kesmiş, tâkâtı son dereceye varmış, bu sözün neticesindeki güzellikte sıçrayan bir şimşek, onun canını çarpmış ve sonunda onun rûhu bir kuş gibi kafesinden uçup gitmiştir. Şiblî’nin bunda ne günahı var?” dedi. Bunun üzerine Halîfe; “Derhal bu zâtı evine gönderin. Kendimi öyle bir hâl kapladı ki, sanki divandan düşecekmiş gibi oluyorum” dedi. Bir gün biri Şiblî hazretlerine gelip, geçim
bağdat evliyaları 283
şiblî
Şiblî hazretlerinin türbesinin girişi
derdinden bahsetti ve şöyle söyledi: “Efendim! Nafakası üzerime düşen evlâdım çoktur. Onların ihtiyaçlarını göremiyorum. Ne olur bana bir çâre gösterin” Bunun üzerine Şiblî hazretleri; “Hemen evine git, kimin rızkını sana bağlı görürsen kapı dışarı at. Kimin rızkını cenâb-ı Hakk’a bağlı görürsen, o da evde kalsın” dedi. Bunun üzerine o zât; “Ben kitaplarda okudum, Allahü teâlâ her
284 bağdat evliyaları
kulun rızkına kefîldir” dedi. İmâm-ı Şiblî; “Öyleyse üzülmeye gerek yok. Allahü teâlâ her mahlûkun rızkına tek tek kefildir” buyurdu. Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, vefât etmeden biraz önce buyurdular ki “Üzerimde bir dirhem kul hakkı vardır. Onun sâhibi için, bin dirhem sadaka vermiştim. Bununla berâ- ber, hâlâ gönlüme ondan ağır bir şey gelmez.” Henüz vefât etmeden, bir çok insan cenâze namazını kılmak için geldiler. Firâsetle buyurdu ki: “Ne şaşılacak şeydir ki, ölülerden bir grup, yaşıyan bir kimsenin cenâze namazını kılmaya geldiler.” Hizmetini gören Bekr Dîneverî şöyle anlatır: “Şiblî hazretleri, son hastalığı ânında; “Bana ab- dest aldırın” diye işâret etti. Ona abdest aldırdım. Sakalını hilâllemeyi unutmuştum. Elimi tutarak,
şiblî
sakalının içine koydu. 0 anda da, rûhunu teslim etti.” Vefâtından sonra kendisini rüyâda gördüler. “Münker ve Nekir’in suâline karşı ne yaptın?” diye sordular. Şöyle cevap verdi: “Geldiler, Rabbin kimdir dediler. Benim Rabbim O’dur ki, size ve bütün meleklere Âdem aleyhisselâ- ma secde edin diye emir verdi. Ben o zaman, Âdem aleyhisselâmın arkasında idim. Size bakıyordum” dedim. Bu cevap, bütün Âdemoğullarını kurtarır deyip gittiler.”
Ebû Bekr-i Şiblî hazretleri, güneş batarken güneşin sararmasına, şöyle bir benzetme yapardı: “Tıpkı mü’min de böyle- dir. Dünyâdan göçeceği zaman, varacağı makam sâhibinden çekindiği için, nasıl karşılanacağını bil- meyip, böyle sararır” Sonra da ilâve edip; “Gün doğarken de, çok aydın olarak doğar. Bu da, bir mü’minin öldükten sonra kabrinden kalkışına benzer. Bir mü’min kabrinden kalktığında, yüzü güneşin doğduğu gibi parlar” buyurdu.Ebû Bekr-i Şiblî buyurdu ki: “Dünyâdaki sermâyenize çok dikkat edin ve bilin ki âhiretteki sermâyeniz de bu olacaktır.” “Zühd; kalbi mal yerine, onu yaratanına döndürmektir.” “Kim Allahü teâlâyı bilirse, gam ve keder içinde olmaz.” “Eshâb-ı kirâma hürmet etmeyen kimse, Muhammed aleyhisselâma îman etmiş olmaz.” “Şükür; nîmeti değil, nîmeti vereni görmektir.”
m
“Sevgi; zevkte şaşkınlık, saygıda ise hayranlıktır.” “Allahü teâlâ, Dâvûd aleyhisselâma vahy gönderdi ve; “Ey Dâvûd! Zikrim zikredenlerin, Cennetim ibâdet edenlerin, kâfi olmaklığım tevekkül edenlerin, nîmetimin çoğalması şükredenlerin, rahmetim iyi işler yapanların, ün- siyetim müştaklarındır. Ben ise muhiblerime mahsûsum” buyurdu.” “Hürriyet, kalbin hür olmasından başka bir şey değildir.””Cehennemlik olmanın alâmeti; Allahü teâlânın rızâsı için bir fakire bir parça ekmek vermemek, fakat nefsin isteklerini tatmin etmek için, bir ziyâfette yüz altın harcamaktır. Cennetlik olmanın alâmeti ise bunun tam tersidir.” “Tasavvuf; tam olarak beş duyu organını günahlardan korumak, her nefes veriş ve alışında günah işlememeye dikkat etmektir.” “Bir şahıs ne zaman mürid olabilir?” sorusuna şu cevâbı verdi: “Seferde ve hazarda hâli hep aynı olan kimsedir. Yalnız olduğu zaman da, başkalarının yanında olduğu zaman da aynı davranışlar içinde olandır.”
1) Hilyet-ül-Evliya; c-10, sh. 366 2) Tabakâat-üs-Sûfiyye; sh. 337 3) Risâle-i Kuşeyri; sh. 148 4) Tezkiret-ül-Evliya; sh. 379 5) Tabakât-ül-kübrâ; c-1, sh. 103 6) Vefâyat-ül-a’yân; c-2, sh. 273 7) Tarih-i Bağdat; c-14, sh. 389 8) Nefahat-ül-üns; sh. 228

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir