SUÇUN KÖKENİNDE VUCUT KİMYA­SI VE BESLENME YATIYOR OLABİ LİR.

S

suc-oraninda-alkolun-buyuk-etkisi-var

SUÇUN KÖKENİNDE VUCUT KİMYA­SI VE BESLENME YATIYOR OLABİ

LİR.

 

SUÇLU

BEYİN

uçluları suça iten nedir? Zor bir soru: Her 5 Amerikalıdan biri trafik suçundan daha ciddi olaylara bağlı olarak yaka­lanmış ve yaklaşık 640.000 kişi; yani her 350 Amerikalıdan biri vaktini aşırı kalabalık cezaevlerinde geçirmektedir.

Ülkede, esas nedenin çevre olduğu (toplum veya den­gesiz bir aile veya ikisi birden) şeklinde yaygın bir kanı var­dır. Ancak genetik ve sinir sistemi araştırmalarındaki ilerle­me ile bazı bilim adamları, kişiyi suça getiren biokimyasal ve genetik etkiler peşine düştüler. Onların bulguları ışığın­da, suç eğilimi olan kişilerin belirlenmesi ve tedavi edilmesi­nin olabilirliği zorlu bir soru olarak karşımıza çıktı. Kanıtlar belki tam değil ama, şu anki ipuçları hayal kırıklığı yaratma­ya yeterli. Örneğin, suç eğilimi olanlar ile kahramanlar aynı guruptan çıkıyor…

Uzun bir süredir, suçun aile içinde süregeldiği biliniyor. İki yıl önce Washington Üniversitesi Tıp Faküİtesi’nden psi- kiatrist C. Robert Cloninger ve İsveçli meslektaşları; biolo- jik ebeveynleri suçlu olan evlatlıkların, ebeveynlerinin böyle bir kaydı olmayanlara göre suça 4. kat daha eğilimli olduğu­nu bildirdiler.

Cloningeer’in son araştırmasj ise bu genetik bağın pek özelleşmiş olduğunu gösteriyor. Öyle ki, ebeveynlerden biri mülkiyete yönelik suçlar işlerse, oğulları da yine mülkiyete yönelik suçlar işleyebilir. Ancak her iki ebeveyn de suçlu de­ğilse, kızları genellikle bu tip suçlara eğilimli olmuyorlar. Mül­kiyete yönelik suç işleyen bir erkeğin anti sosyal davranışı, daha saldırgan suçlar işleyenlerden farklı oluyor, bunlar’bir- denbine ve düşüncesizce hareket etmiyorlar. Bu tip suçlula­rın ailelerindeki kadınların baş ağrısı ve nadiren de ruhsal sorunları olurken, daha saldırgan suçlar işleyen ailelerin ka­dınlarının sırt ağrısı, karın ağrısı ve sıklıkla ruhsal rahatsız­lıkları oluyor.

Cloningerin çalışmalarının bir bölümü, 30 Yıldır Gü­ney Kaliforniya Üniversitesi’nde suçun biyolojik kökenini ara­yan psikolog Sarnoff Mednick tarafından doğrulandı. Onun 14.427 DanimarkalI evlatlık üzerine yaptığı çalışma; sonra­dan edindikleri değil de biyolojik ebeveynleri mülkiyete yö­nelik suçlar işleyen çocukların %20’sinin suç işlediğini gös­terdi. Eğer sonraki ebeveynleri de suçlu ise bu oran %24,5’a, eğer hiçbir suçlu yoksa %13.5’a oynuyordu.

Ancak tüm bunlar sorumuza hemen bir ceavap oluştur­muyorlar. Zaten Cloninger de bu tip bir araştırmadan çıka­rılabilecek kolayca genellemelere karşı: “Suçluluğun bir geni olduğuna inanmıyorum, sadece yatkınlığı belirleyebilecek bazı genetik faktörler var. Bu faktörler çevre-daha açık olarak sosyal statü ve aile hayatı – tarafından desteklenmedikçe açı­ğa çıkmıyorlar. Ebeveynleri suçlu olan, düşük düzeyde den­gesiz ailelere evlatlık verilen çocuklar bu tip suçları tekrarla­ma riski en yüksek olanlardır.” diyor.

Kişiyi suça ittiği iddia edilen ve doğuştan gelen belirtile­rin tarihi göz önüne alındığında, Cloninger in yorumların­daki bu titizlik çok haklıdır. Bir asır önce, modern suç bili­min babası olan Cesare Lombroso; suçluların, maymun ben­zeri atalarımıza bir dönüş olduğunu ve bunların geri çekik alınları, çıkık çeneleri ve uzun kolları ile kolayca teşhis edi­lebileceklerini öne sürüyordu. Frenojistler, yani kafatasına gelen darbelere göre “kişilik” okuyan kişiler, beyinde yıkı­cılığa bir bölge ayırmışlardır. Daha 1960’larda, normal XY ile kıyaslandığında XYY kromozom düzenine sahip erkekle­
rin çok saldırgan suçlular olabileceği düşünülüyordu. Bu gö­rüş sonradan gözden düştü, çünkü araştırmalar sadece suç­lular arasında yapılmıştı.

Suçluluğun nedenlerinin basit olmadığı açığa çıkmıştır. Her ne kadar suç eğiliminin kalıtsal olduğu hakkında bazı kanıtlar varsa da, arştırmacıların çoğu (nörobiologlardan psi­kologlara, suçbilimcilerden biyokimyacılara kadar) halâ çev­reye bakıyorlar. Ama artık iç çevreye, yani, vücudun ve bey­nim kimyasına.

Genler bizim ne olduğumuzu, kimya ise davranışlarımı­zı belirler. Eğer kimya bozulursa şiddet doğabilir. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsünden biyopsikiatrist Gerald Brown, seroto­nin transmitterinin bir yan ürünü olan 5 – hidroksiindola se- tik asit’e (5-HIAA) dikkatleri çekiyor. Sürekli saldırgan hay­vanların hem serotonin hem de 5 – HIAA) dikkatleri çeki­yor. Sürekli saldırgan hayvanların hem serotonin hem de 5

–    HIAA seviyelerinin düşük olduğuna değinen Brown, ço­cukluğundan beri saldırgan olan (anti sosyal davranışları gö­rülen) bireylerin beyin omurilik sıvısında da aynı durumu sap­tamış. Düşük 5 – HIAA seviyesi ile saldırgan davranışlar ara­sındaki ilişki o denli güçlü ki, Brown ve arkadaşları bir gu­rup memur arasından, kimlerin kötü veya uygunsuz davra­nışları yüzünden ileride işten uzaklaştırılacağını %85 doğru­luk ile öngörebilmişler.

EĞER SUÇLULUK KİMYA SAYESİNDE KABA­CA TERSİNE ÇEVRİLEBİLECEKSE, BÖYLE BİR GÜCÜ KİM ELİNDE TUTACAK?

Chicago yakınlarındaki Sağlık Araştırma enstitüsü’nde araştırmacı olan William, Walsh, kendine daha tartışmalı bir yön çizmiş. O, eser element seviyelerinin bir şiddet eğilimi­ni gösterdiği düşüncesinde. Eser elementler, vücutta çok dü­şük miktarlarda bulunan bazı esas maddeler olup saçın “Spek- tral analiz” yöntemi ile incelenmesinden ölçülebilirler. An­cak standartların güvenirliği üzerine şöyle bir eleştiri var: Eser elementlerin normal seviyeleri yaş – cins ve saç rengine göre değişir. Walsh ise, 6 yıl içinde 11 anahtar element için bi­limsel danışma seviyeleri geliştirdiğini ileri sürüyor.

İki ayrı deneyde, önce 24 çift saldırgan ve uysal kardeş­lerden, ardından çeşidi yaş guruplarından ve çevrelerden gelen 96 saldırgan erkek ve bunlarla aynı yaş – çevreden olan 96 uysal kontrol deneğinden saç örnekleri alınmış. Walsh, sal­dırgan deneklerin iki gruba ayrıldığını görmüş. Bakırdan zen­gin, Sodyum ve Potasyumdan fakir olan Gurup A üyeleri, zaman zaman antisosyal davranışlarda bulunuyorlar; bunun tam tersi bir kimyası olan Grup B üyeleri ise bu tip davra­nışları sürekli olarak gösteriyorlar.

Doğıi Maryland Üniversitesi, Uygulamalı Sinir Bilimleri Enstitüsü’nden Robert Thatcher ve Baltimore Üniversitesin­den suç bilimci Diana Fishbein beyin dalgalarını, öğrenme

 19. Yüzytl frenolojbtleri “yıkıcılık ve mücade- | le”nin beyinde kulağın arkasında kalan bölgede ol­duğuna inanıyorlardı. Bu görevleri, kafatasının o     bölgelerine gelen darbelerin etkilerini inceleyerek saptamışlardı.

bozukluklarının gizli işaretlerini bulmak üzere tarıyorlar.

“Birçok suçlunun öğrenme sorunu vardır” diyor Thatc­her, “Düşünceleri bulanık ve basittir. Okuyamaz ve yaza­mazlar. Eğne antisosyal davranışları varsa, iyiyi kötüden ayırd edip, sonuçları göremezler. Bu da sonunda suça götürür.”

Bu araştırmalarında, adı geçen kişiler yeni bir beyin dal­gası kaydetme yöntemi olan “nörometri”yi kullanıyorlar. Bu, alışılagelmiş elektroensefalogram (E E G)’dan daha du­yarlı bir yöntem. Bugüne dek, dalga yüksekliği ve şekillerin­de beklenmeyen bir benzerlik yakalamışlar. Bir çocuk büyü­düğünde, beyin korteksindeki (beynin dış kısmı) alanlar fark­lılaşır ve farklı dalga şekilleri yaymaya başlar. Ancak öğren­me bozuklukları gösteren çocuklarda bu farklılaşma olmaz. Beyin korteksinin farklı alanlarının yaydığı dalgalar arasında­ki benzerlik arttıkça zekâ seviyesinde cfüşüş başlar. Zekâ düş­tükçe de, suç işlemesi kolaylaşır.

Mednick de, suçluluğun, beyin dalgaları ile erken dö­nemlerde teşhis edilebileceğine inanıyor. Mednick Danimar­ka’daki bir çalışmasında, 11-13 yaş arası 129 çocuğun EEG’- sini kaydetti ve 9 yıl sonra sabıka kayıtlarını tarayıp, eski EEG’leri tekrar gözden geçirdi. O günden bu yana suç işle­miş olan çocuklar alfa dalgalarını, çoğunluğun saniyede 10

–   12 sıklıkla yaymasına karşın, saniyede 8-9 gibi düşük bir sıklıkla yayıyorlardı.

Henüz tam olarak kanıtlanamamasına karşın düşük kan

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*