wiki

TALHA BİN MUSARRIF

Tabiînden tanınmış bir hadîs ve kırâat âlimi. Ebû Muhammed, Ebû Abdullah künyeleri vardır. Doğum târihi bilinmemektedir. 112 (m. 730) senesinde vefât etti. Zamamnda, Kûfe’nin en büyük kırâat âlimi idi. Kendisine. “Seyyid-ül-kurrâ: Kurrâlann (Kur’â- n-ı kerîmi ezbere bilenlerin) efendisi” denirdi. Vera’sı (şüphelilerden sakınması) çok idi. Hadîs ilminde sika (güvenilir) bir âlimdir. Enes bin Mâlik, Abdullah bin Ubey, Hayseme bin Abdurrahmân, Zeyd bin Vehb, Sa’îd bin Ctibeyr, Sa’îd bin Abdurrahmân, Mücâhid gibi büyük zâtlardan (r. anhüm) hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden de, Ebû tshâk Sebîî, îsmâil bin Ebı Hâlid, Zebîd bin Hâris, A’meş ve daha başka âlimler hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Hakkında söylenilenler: Ebû Ma’şer: “Benzerine az rastlanan bir âlimdir.” Iclî: Kûfelilerin en büyük kurrâlann- dan ve seçilmişlerindendir. Hakem bin Ubeybe’nin evinde kurrâlar toplandılar. Talha bin Musamfm, Kûfe’nin en büyük kurrâsı olduğunda ittifak ettiler. Talha bin Musamf bunu duyunca, zamanının büyük âlimlerinden olan A’meş’e (r.a.) gidip, huzûrunda Kur’ân-ı kerîm dersi aldı. Maksadı, hakkında yapılan medihleri silmekti/’ Abdülmelik bin Ebcûr: “Bulunduğu topluluk içerisinde, fazilet sâhibi bir âlimdir” dediler. Murre bin ŞurahbiFden rivâyet etti. O şöyle dedi: Abdullah bin Mes’ûd, Mi’râc gecesi Resûlullaha üç şeyin verildiğini bildirmiştir. 1. Beş vakit namaz. 2. Bekara sûresinin son âyetleri. 3. Ümmetinden Allahü teâlâya şirk koşmıyanlann büyük günahlarının mağfiret olunması. O, Ebû Sâlih’den, o da Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet etti. Ebû Hüreyre (r.a.) şöyle

buyurdu: Resûlullah efendimiz ile beraber bir yolculukta bulunuyorduk. Cemâatin azıkları tükenmişti. Hattâ Resûlullah (s.a.v) onların yük develerinden bacılarını boğazlamayı düşündüler. Bunun üzerine Ömer (r.a.) “Yâ Resûlallah! Cemâatin yiyeceklerinden kalanını toplayıp, onların üzerine duâ buyursanız” dedi. Resûlullah (s.a.v.) de öyle yaptı. Buğdayı olan buğdayını, hurmasi olan hurmasını getirdi. Talha diyor ki, “çekirdeği olan çekirdeğini getirdi” dedi. Ben bu çekirdekleri ne yapıyorlardı? dedim. “Onları emiyorlar üzerine de su içiyorlardı” dedi. Ebû Hureyre dedi ki: Sonra Resûlullah (s.a.v ) toplanan şeyler üzerine duâ etti. Souunda, cemâat yemek kaplarını doldurdular. O zaman, Resûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Allahü teâlûdan başka ilâh olmadığına, kendimin, Allahü te&lânm Resulü olduğuma şehâdet ederim (Gözümle görmüş gibi bilir ve inanırım). Bir kul, bu iki şehâdet husûsunda aslâ şüpheye düşmeden, bunlarla Allahü teâlâya kavuşursa, mutlaka Cennete gider99
buyurdu. Menkıbelerinden ba’zıları: Zühd (şüpheli olma korkusu, ile mübah- lann çoğunu terk etmek) ve vera’ (şüpheli şeylerden sakınmak) sâhibi idi. Oruç tuttuğu bir gündü. Evlerinde et vardı. Hanımı bu eti, ona iftarhk olarak hazırlamak istiyordu. Fakat pişireceği ızgara gibi bir şey yoktu. Bu sırada, komşunun hizmetçisi ateş almak için gelmişti. Hanımı hizmetçiye biraz bekle de, şu eti elindeki ızgarada pişireyim deyip, ızgarayı aldı ve eti pişirdi. îffcar vakti gelip et ortaya kondu. Talha bin Musamf etin ne şekilde piştiğini öğrenince, o eti yemedi. Hanımına, sen o hizmetçiyi efendisinden habersiz beklettin. Ayrıca, onun ızgarasıyla eti, efendisinin izni olmadan pişirdin. Efendisinden helâllik dilemeden bu eti yemem, dedi. Talha bin Musamf hazretleri çok müte- vâzi, medhedilmekten dâima kaçar, şöhretten uzak kalmaya çalışırdı. Herkesin sevdiği mübârek bir zât olduğu için, ondan zaman zaman övgüyle bahsedilir, hattâ kendi akranları arasında da, en üstün olduğu anlatılırdı. O bunu duyunca, kimden üstün olduğu söylenmiş ise, o zâtın yanma gider, diz çöker, huzûrunda oturup, ondan ders alırdı. Böyle yapmakla, kendisi için yapılan medihleri silmeğe böylece şöhretli durumunu unutturmağa çalışırdı. Talha hazretlerine, bir şeyler alıp satarak para kazansaydın, dediklerinde, “Allahü teâlânm kalbimde, müslüman- lara pahalı olarak bir şey satma niyetim bilmesini iyi görmüyorum” demiştir. Allahü teâlâ, kulunun duâ ederken “Allahım, susmamı tefekkür, bakışımı ibret, konuşmamı zikr yap” demesini sever. O bir gün sebebsiz yere gülmüştü. Gütmesinden dolayı nefsini kınadı. Kendi kendine; Niçin güldün? Ancak sıkıntısı olmayanlar güler, dedi. Sonra, ortada bir şey yokken gülmiyeceğine yemin etti. O günden itibâren ölünceye kadar güldüğü görülmemiştir. İslâm âlimleri ve onların bildirdikleri hükümler üzerinde en güzel ve en yakışanı söylerdi. Yanında ilmi mes’eleler konuşulurken müctehidler bunda ihtilâf etmişler dedikleri zanaan, ihtilâf kelimesinin kullanılmasını uygun görmez, “buna ihtilâf demeyiniz, seât ya’nî, genişlik ve rahatlık deyiniz” buyurdu. “Biz öyle büyük insanlara yetiştik ki, eğer siz onları görseydiniz, onların yanında bizim hiç olduğumuzu görürdünüz” derdi. “Bir kimseyi azarlamak, onun kalbinde, azarlayana karşı bir düşmanlık doğmasına sebeb olur. Fakat bu yine de kin tutmaktan hafif kalır.” “Aşağı ve bayağı insanlara ikrâm ve ihsânda bulunun. Bununla, şerefinizi muhafaza etmiş ve kendinizi ateşten korumuş olursunuz.” “Birisi size karşı yaptığı kötü bir muameleden sonra, gelip özür dilerse, onu, güleryüzle karşılayın.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir