TAMA

. Dünyâ lezzetlerini harâm yollardan aramağa (tama’) denir. Tama’ın en kötüsü, insanlardan beklemekdir. Kibre, ucba sebeb olan (Nâfile) ibâdetleri ve âhıreti unutduran (Mubâh) Lan yapmak da tama’ olur. Tama’m zıddına , aksine (Tefviz) denir. Tefviz, halâl ve fâideli şeyleri kazanmağa çalışıp da, bunlara kavuş¬mağı Allahü teâlâdan beklemekdir.
Şeytan, riyâyı ihlâs olarak ve tama’ı tefviz olarak göstere¬rek, insanı aldatmağa çalışır. Allahü teâlâ, herkesin kalbine bir melek vazîfelendirmişdir. Bu melek, insana iyi düşünceler (ilhâm) eder. Şeytân da, inşânın kalbine kötü düşünceler, (ves¬veseler getirir. Halâl yiyen kimse, ilhâm ile vesveseyi birbirin¬den ayırır. Harâm yiyenler ayıramaz. însânın nefsi de, kalbine kötü düşünceler getirir. Bu düşüncelere ve arzülara (Hevâ) denir. İlhâm ve vesvese devâmlı olmaz. Nefsin hevâsı ise, devâmlıdır ve gitdikce artar. Vesvese, düâ ederek, zikr ederek azalır ve yok olur. Hevâ ise, ancak kuvvetli (mücâhede) ile azalır, yok olur. Şeytan, köpek gibidir. Köpek kovalayınca kaçar ise de, başka tarafdan yine gelir. Nefs, kaplan gibidir. Saldırması, ancak öldürmekle biter. İnsânlara vesvese veren şeytana bunun için (hannâs) denilmişdir. İnşân, şeytanın bir vesvesesine uymazsa, bundan vazgeçer. Başka vesveseye baş¬lar. Nefs-i emmâre, dâima zararlı şeyler ister. Şeytan ise, çok hayrlı işe mâni’ olmak için, az hayrlı olan şeyi de vesvese yapar. Büyük günâha sürüklemek için, küçük hayr yapmağı da vesvese eder. Şeytanın vesvesesi olan hayrlı iş, insana tatlı gelir ve acele ile yapmak ister. Bunun için, hadîs-i şerîfde, (Acele etmek, şeytandandır. Beş şey bundan müstesnâdır: Kızını evlen¬dirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, müsâfiri doyurmak, günâh yapınca hemen tevbe etmek) buyu¬ruldu. İlhâm olunan hayr, Allahü teâlânın korkusu ile ve yavaş yavaş yâpılır ve sonu düşünülür. Bir hadîsde, (Melekden gelen ilhâm, islâmiyyete uygun olur. Şeytandan gelen vesvese islâmiyyetden ayrıl¬mağa sebeb olur) buyuruldu. İnşân, ilhâm olunan şeyleri yap¬malı. Vesveseyi yapmamak için cihâd etmeli, çalışmalıdır. Nefse uyan kimse vesveselere tâbi’ olur. Nefsin hevâsına uyma¬yanın, ilhâma uyması kolay olur. Bir hadîs-i şerîfde, (Şeytan, kalbe vesvese verir. Allahın ismi söylenince kaçar. Söylenmezse vesveselerine devâm eder) buyuruldu. Kalbe gelen hâtıranın cinsini anlamak için, islâmiyyete uygun olup olmadığına bakılır. Böyle anlaşılamazsa, sâlih olan bir âlime sorulur. Sâlih olmı- yan, dîni dünyâ kazançlarına âlet eden kötü din adamına sorulmaz. Yâhud, Resûlullaha «sallallahü aleyhi ve sellem» kadar üstâdlarımn hepsi ma’lûm olan hakîkî bir rehbere soru¬lur. (Kutb-i medâr) denilen evliyâ, az olsa da, kıyâmete kadar mevcûddur. (Kutb-i irşâd) denilen islâm âlimi her zeman ve her yerde bulunmaz. Uzun zeman aralıkları ile ve nâdir olarak bulunur. Her yerde çok bulunan câhil tarikatçıları ve yalancı şeyhleri, hakîkî rehber sanmamalıdır. Böylelerin tuzaklarına düşerek dünyâda ve âhıretde se’âdetden mahrûm kalmamak için çok uyanık olmalıdır. Kalbe gelen hâtıra, nefse acı gelirse, hayr olduğu anlaşılır. Tatlı gelir, hemen yapmak isterse, şer olduğu anlaşılır.
Şeytanın hileleri çokdur. Bunlardan onu mühimdir: Birin¬cisi, Allahü teâlânın senin ibâdetine ihtiyâcı yokdur, der. Buna karşı Bekara sûresi, altmışikinci âyetinin (Amel-i sâlihin fâidesi, bunu yapanadır) meâl-i şerifini hâtırlamalıdır.
Şeytanın ikinci hîlesi, Allahü teâlâ rahîmdir, kerîmdir, seni de afv eder, Cennete kor, der. Buna karşı, Lokman sûresi, otuzü- çüncü âyetinin (Allahın kerîm olması, sizi aldatmasın) ve Meryem sûresi, altmışüçüncü ayetinin (Cennete kullarımızdan mütteki olanları vâris kılarız) meâl-i şeriflerini hâtırlamalıdır.
Üçüncü hilesi, senin ibâdetlerin hep kusûrludur. Riyâ karışıkdır. Böyle ibâdetlerle müttekî olamazsın. Allahü teâlâ, mâide sûresinde (Allah, yalnız müttekîlerin ibâdetlerini kabûl eder) buyuruyor. Senin ibâdetlerin kabûl olmaz. Boşuna uğraşıyorsun. Boş yere, sopa yiyen hayvân gibi, eziyyet çekiyorsun, der. Buna karşılık, ben, Allahü teâlânın azâbmdan kurtulmak ve emrine uymak için ibâdet ediyorum. Benim vazîfem, emri yerine getirmekdir. Kabûl olup olmıyacağı, O’nun bileceği şeydir. Şartlarına uygun olan ve farzları yapılan ibâdetin sahîh olması muhak- kakdır, demelidir. Farzları terk etmek büyük günâhdır. Bu günâhlardan kurtulmak için ibâdetleri yapmak lâzımdır. İbâ¬det yapmadan Cennete girmek için düâ etmek günâhdır. Hadîs-i şerîfde, (Aklı olan kimse, nefsine uymaz ve ibâdet yapar. Ahmak olan, nefsine uyar, sonra Allahın rahmetini bekler) buyu¬ruldu. Âhıret için lâzım olan şeyleri, bu fânî dünyâda hâzırla- mak lâzımdır. 
Şeytanın hilelerinden dördüncüsü, şimdi dünyâyı kazan¬mak için çalış da, râhata kavuş, o zeman, râhat râhat, huzûr içinde ibâdet edersin, diyerek ibâdet yapmağa mâni’ olur. Buna cevâb olarak, ecel benim elimde değildir. Herkesin ömrünü Allahü teâlâ ezelde takdir etmişdir. Belki yakında ölürüm. İbâdet vazifelerini vaktinde yapmalıyım, demelidir. Hadîs-i şerîfde, (Helekel-müsevvifün) buyuruldu ki, bugünkü vazifele¬rini yarına bırakanlar zarar etdiler, demekdir.
Şeytanın hilelerinden beşincisi, ibâdetleri terk etdireme- yince, çabuk kıl, vaktini kaçırma, diyerek şartlarını, farzlarım temâm yapdırmamak ister. Buna karşılık, farzlar çok azdır. Bunları, yavaş yavaş ve şartlarına uygun olarak yapmak lâzımdır. Farz olmıyanları da, şartlarına uygun olarak az yap¬mak, şartları noksan olarak çok yapmakdan iyidir, demelidir.
Altıncı hîle olarak riyâyı tavsiye eder. Herkes görsün de, beğensin, der. Buna cevâb olarak, kendine fâide ve zarar ver¬mek, kimsenin elinde değildir. Başkalarına ise, hiç veremezler. Böyle olan kimselerden birşey beklemek abes olur, bâtıl olur. Fâide ve zarar veren ancak Allahü teâlâdır. Yalnız onun gör¬mesi, bana yetişir, demelidir.
Yedinci hîle olarak, ibâdetlere mâni’ olamıyacağım anla¬yınca, insana ucb ya’nî ibâdetlerini beğenmek vesvesesi verir. Senin gibi akili, uyanık kimse var mı? Bu zemanda, herkes gaflet uykusunda iken, sen ibâdet yapıyorsun, der. Buna karşı¬lık, bu akl ve intibâh benden değildir. Rabbimin ihsânıdır. Onun ihsânı olmasa, ibâdet yapamam demelidir.
Sekizinci hîle olarak, ibâdetlerini gizli yap. Allahü teâlâ, senin sevgini ve şerefini insanların kalbine yerleşdirir, diyerek gizli riyâya düşürmek ister. Buna karşılık, ben Allahü teâlânın ku¬luyum. O, benim sâhibimdir. İbâdetimi isterse beğenir, isterse red eder. İnsanlara bildirip bildirmemesine karışamam, demelidir.
Dokuzuncu hîle olarak da, ibâdet yapmağa ne lüzûm var? İnsanların sa’îd ve şakî olacakları ezelde takdîr edilmişdir. Sa’îd olan, ibâdeti terk edince, afv edilir, Cennete gider. Ezelde şakî olan, ne kadar ibâdet yaparsa yapsın, fâidesi olmaz, muhakkak Cehenneme gider. O hâlde, kendini boşuna yorma! Râhatma bak, der. Buna cevâb olarak, ben kulum, kulun vazifesi, sâhibinin emrini yapmakdır, demelidir. Buna karşılık, (emri yapmayınca, azâb korkusu olursa, emri yapmak lâzım olur. Ezelde sa’îd olan için bu korku yokdur) derse, buna cevâb olarak da, Rabbim herşeyi bilir ve dilediğini yapar. Dilediğine hayr, dilediğine şer verir. Kimsede, O’na süâl sormak hakkı yokdur demelidir. Îblîs, îsâ aleyhisselâma görünerek, (ezelde Allahü teâlânın takdir etdikleri hâsıl olur) diyorsun, ö¬den aşağı at. Eğer ezelde selâmetin takdir edilmiş ise, sana birşey olmaz dedi. Cevâbında, ey mel’ûn! Allahü teâlâ kullarını imti- hân eder. Kulun, sâhibini imtihân etmeğe hakkı yokdur, buyurdu. Şeytanın bu hilesine karşı, (ibâdet yapmak fâidetidir. Çünki, ezelde sa’îd isem, sevâbların artması, derecelerin yük¬selmesi için ibâdetleri yapmak lâzımdır. Şakî isem, ibâdet yap¬mamak azabından kurtulmak için, ibâdet yapacağım) demelidir. İbâdet yapmanın bana hiçbir zararı da olmaz. Çünki, Allahü teâlâ hakimdir. İbâdet yapanlara azâb etmesi, onun hikmetine yakışmaz. İbâdeti terk etmenin, ezelde sa’îd olana zararı olmasa bile, fâidesi yokdur. Böyle olunca, terk etmek nasıl tercih edilir? Aklı olan kimse, fâideli olanı yapar. Fâidesiz olanı terk eder. Ezelde şakî isem, Rabbime itâ’at etmiş olarak Cehenneme girmeği, âsî olarak girmeğe tercîh ederim. Bundan başka, Allahü teâlâ, ibâdet edenleri Cennete sokaca¬ğını, ibâdet etmiyenlere Cehennemde azâb yapacağını va’d etmişdir. Allahü teâlâ va’dinde sâdıkdır. Va’dinden dönmiye- ceği, söz birliği ile bildirilmişdir.
Allahü teâlâ herşeyi sebeb ile yaratmakdadır. Âdet-i ilâ- hîyyesi böyledir. Ancak mu’cize ve kerâmet olarak âdetini bozmakdadır. İbâdetleri, Cennete girmek için sebeb yapdığım bildiriyor. Ya’nî, Cennet ni’metlerini ibâdetlere karşılık olarak yaratmışdır. Hadîs-i şerîfde, (Hiç kimse Cennete, ibâdeti sebebi ile girmez) buyuruldu. Karşılık başkadır, sebeb olmak başkadır.
Şeytân hilelerinin onuncusu olarak, ibâdet yapmak ezelde takdir edilmiş ise, mümkin olur. Allahü teâlânın takdîri değişmez. İbâdet yapmakda ve terk etmekde insânlar mecbûr olmakda- dır, der. Şeytanın bu sözü bir evvelkinin aynıdır. Ezelde sa’îd denilenlere ibâdet yapmak nasîb olur. Şakî denilenlşrin de terk etmeleri lâzım olur. Şeytanın bu hilesine karşı, herşeyi ve insân- ların iyi, kötü her işini Allahü teâlâ yaratıyor ise de, insânlara ve hayvânlara (irâde-i cüz’iyye) vermişdir. İrâde-i cüz’iyye 
inşândan meydâna gelir. Fekat, inşân bunu yaratdı denilemez. Çünki hâricde mevcûd değildir. Bu irâde inşânın kalbinde hâsıl olmakdadır. Hâricde mevcûd olan şeyin meydâna gelmesine (Halk etmek), yaratmak denir. Allahü teâlânın (İrâde-i külli¬yeli böyle değildir. Hâricde vücûdü olan, varlığı olan bir kuvvetdir. Allahü teâlâ, inşânın ihtiyârî hareketini yaratmak için, inşânın irâdesini şart, sebeb kılmışdır. Bu şart olmasa da yaratır. Fekat bu şart ile, bu sebeb ile yaratması âdetidir. Peygamberlerinde “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” ve Evliyâsm- da “kaddesallahü teâlâ esrârehümül’azîz” bu âdetini bozarak se- bebsiz de yaratdığı çok görülmüşdür.
İnsânların işleri yalnız irâde-i cüz’iyye ile meydâna gel¬mez. Ya’nî inşânın her istediği vücûde gelmez. Yalnız Allahü teâlânın irâdesi ile de yaratmak âdeti değildir. Bunun için, insânlar işlerinde mecbûr değildirler. İnşân irâde eder. Hareket etmesini ister, kudretini kullanır, Allahü teâlâ da, irâde ederse, iş meydâna gelir. Şeytânın hilelerinden onuncusu, inşânın ibâ¬det yapmakda veyâ yapmamakda mecbûr olduğunu vesvese etmesidir demişdik. Şeytân, (İnşân, Allahü teâlâ isterse ibâdet yapar, istemezse yapmaz. O hâlde inşân, işleri yapıp yapma-makda cebr olunmakdadır. İnşân çalışsa da, çalışmasa da, ezeldeki kazâ ve kader hâsıl olacakdır) diyerek aldatmakdadır. İnşânın işleri ezeldeki takdir ile meydâna geliyor ise de, mey¬dâna gelmeleri için, önce kul irâde-i cüz’iyyesini kullanmakda- dır. İşin yapılmasını veyâ yapılmamasını istemekdedir. İnşânın işlerini Allahü teâlânın ezelde takdir etmesi demek, insanın neleri irâde edeceğini bilmesi ve dilemesi demekdir. Bunları Levh-ul-mahfûzda yazmışdır. Böyle olduğu için, kulun mec¬bûr olması lâzım gelmez. Bir kimse, birisinin bir günde yapa-cağı şeyleri bilse ve bunları yapmasını irâde etse ve hepsini bir kâğıda yazsa, bunları yapacak olan, o kimsenin mecbûru olmaz. Yapacaklarımı biliyordun ve yapılmasını istedin ve kâğıda yazdın. O hâlde, bunları senyapdm da diyemez. Çünki, bunları kendi irâdesi ile ve kendisi yapmışdır. O kimsenin bildiği ve dilediği ve yazdığı için yapmamışdir. Allahü teâlânın ezelde bilmesi ve dilemesi ve levh-ül-mahfûza yazması da, insânları mecbûr etmek olmaz. Allahü teâlâ ezelde dilediği için, levh-ül-mahfûza yazmışdır. Kulun yapacağını bildiği için, yapılmasını irâde etmişdir. Allahü teâlânın ezeldeki bilgisi, kulun kendi irâdesi ile yapacağı işe bağlıdır. Kulun işi de,
Allahü teâlânın bu ilmi ve irâdesi ile ve yaratması ile meydâna gelmekdedir. Kul, irâdesini kullanmazsa, Allahü teâlâ, kulun irâdesini kullanmıyacağını ezelde bilir ve bildiği için irâde etmez ve yaratmaz. Demek ki, ilm ma’lûma tâbi’dir. İnsânların irâdesi olmasaydı da, insânların işleri yalnız Allahü teâlânın irâdesi ile yaratılsaydı, insânlar mecbûrdur denilirdi. Ehl-i sün¬net mezhebine göre, insânların işleri, inşânın kudreti ile Allahü teâlânın kudretinin birlikde te’sîri ile meydâna gelmekdedir.

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*