VB AYDINLATMA

Dr. Zeki ÇIKMAN Ata. Ömv. Tıp. Fa. Göz. Hast. Kürsüsü
Göz, hayatî fonksiyonlarımız yönünden incelendiğinde, önemi daha iyi belirmektedir. Göz zevki nedeniyle, çevremizdeki eşya ve maddeler, özel şekil ve renklere sokulmuştur. Her türlü ihtiyaç maddelerinde dahi güzellik ve zerâfet ararız. Yemeklerimizi güzel görünür şekilde yapmamız, göz zevkine hizmetin bir başka ifadesidir.
Göz; medeniyetin şekillenmesinde önemli rol oynadığı gibi, inançlarımızı ve duyuşlarımızı da etkiler, Goethe, gözün ve görmenin ne kadar büyük bir önem taşıdığını şöyle belirtir:

“İnin gözlerime

Dünyanın, toprağın parçası olan gözlerime Kullanın onları kendinizinki gibi Bakın ve görün şu evreni.”

“Düşünüyorum, o halde varım” sözcüğüne karşılık, “Görüyorum, o halde düşünebilirim” diyebilmek hakkını kazanıyoruz. Çünkü, yapılan bir inceleme sonucunda, öğrendiklerimizin % 90’ını göz, % 8’ini ise kulak yoluyla elde ettiğimiz anlaşılmıştır.

Doğuştan dünya verilerini gözle müşahede etmemiş, banlar arasındaki bağlantıları ancak görme işleminin sağlıyacağı fikrinden uzak bir kişinin, düşünme gücü ve dış etkenlere karşı korunma fikri nasıl doğabilir?

Sonuç olarak denilebilir ki, bu organımızın değerini çok iyi bilmeli ve onu korumak için elimizden geleni yapmalıyız.

Bu organımızı korumanın bir çok şekli vardır. Şöyle ki, düzeltilmesi gereken durum ya gözün kendisindedir veya çevre faktörleri ile ilgilidir.

Göz ve görme ile ilgili rahatsızlıkları şu şekilde sıralayabiliriz:

a-Görme bulanıklığı

b- Aşırı uyum sonucunda göz arkasından gelen ağrılar

c- Baş ağrıları

d- Sindirim sistemi ile ilgili bazı rahatsızlıklar

e- Psikolojik depresyonlar

A-GÖZLE İLGİLİ BULUNAN FAKTÖRLER

a- Düzeltilmemiş görme kusurları: Bu durumda algılanan hayal bulanıktır. Bunun için uyum me-
kanizması gereğinden fazla şiddetlenir. Bu ise, şiddetli göz ve baş ağrılarına neden olur.

b- Uyum Bozuklukları: Difteri hastalığında, hipermetroplarda veya prespiyopide (yaşlılık hiper-metropisi) gereğinden fazla uyum yapmak zorun-luğu vardır.

Yakın okuma ve yakın iş yapmada, her iki göz bir miktar içe doğru kayarak bakılan cisme yönelirler. Miyopi ve hipermetıopi, gözlerin yakın cisme yönelmesinde bazı şikayetlerin ve şaşılıkların nedeni de olabilir. Şöyle ki, hipermetrop’lardaki şiddetli uyum mekanizmasına bağımlı olarak iç şaşılıklar, myopi’lerdeki uyum yetersizliğine bağlı olarak da dış şaşılıklar gelişebilir.

c- Bazı hallerde bir gözdeki şaşılık veya görme kusuru var ise, iki gözle görmenin (B inoküler görüş) sağladığı derinlik hissi de bozuk olur. Bunun içindir ki, şaşılar ve tek gözlü bulunanlar şoför veya pilot olamazlar.

B-SİSTEMİK FAKTÖRLER

a- Fizik Faktörler: Adele ve zihin yorgunluklarında, hastalıkların başlangıç veya iyileşme devrelerinde, gebelik ve emzirme devrelerinde, zayıflama, beslenme bozukluğu veya uykusuzluk hallerinde görme bozuklukları olabilir,

b- Fonksiyonal Faktörler: Bunlar psikolojik nedene dayanmaktadır

Tedavileri sebebe göre yapılır.

IŞIK GÖZ İLİŞKİLERİ

1-AYDINLATMA

a- Işığın şiddeti, b-Işığın yayılması c- Işığın tabiatı

1- Tabii Işık

2- Suni Işıklar

a- Akkor lambalar b- Floresan lambalar.

– AYDINLATMA: Görme hijyeni; görme duyusu ile çevre faktörleri arasında doğru ve muntazam bir korelasyondur. Çevre faktörleri de, çalışan kişi ile çevresi arasındaki münasebetler olarak tarif edilebilir Çevre faktörlerinden en önemlisi aydınlatmadır Aydınlatma ışığın şiddeti, yayılması ve tabiatı önemli konulardandır.
Mürekkebin ışığın reflekte etmesi % 4, beyaz kağıdın etmesi, ise % 80 idi. Buna göre kontrast 4/80 yani 1/20’dir. Kontrast uyarımı % 350’dir. Kontrast farkları ne kadar az ise gözün yorulması o nisbette daha şiddetlidir.

b- İşığın yayılması:
l
a- Işığın Şiddeti: Bunu ölçmek için fotometre kullanılır. Işık şiddetindeki fazlalık, gözün yorulmasında en büyük bir faktördür. Buna kişinin yaşı, işin tabiatı da tesir eder. Güneş 170.000 mumluk ışık şiddeti vermektedir. Ancak hava tabakalarında emilerek aydınlatma gücü 5000-1000 lüks’e düşmektedir. Ev içinde pencere yakınında ışık gözleri şiddetli kamaştırır. Şiddetli göz ağrılarına sebep olur. Ağrı göz bebeğinin ileri derecede aniden küçülmesinde, uyumun şiddetli olmasında ve uyum yardımcı adelelerinin fazla çalışması halinde görülmektedir Göz bebeği ışık karşısında ancak 0.2-0.5 saniye sonra daralmaya başlar ve bu daralma 1 saniye sonra maksimuma erişir

Genel olarak aydınlatma, oturulan ve çalışılan yerlerde şöyle yapılmaktadır:

Yatak odası, oturma veya misafir odası 100 Lüks
Okuma için Yazı ve proje için Dikiş işlerinde Mutfak Banyo

Hol veya antre Daireler

Kongre ve meclisler

Atölye

Fabrika
200 Lüks 400 Lüks 600 Lüks 200 Lüks 100 Lüks 100 Lüks 400-500 Lüks 200-2000 Lüks 200-900 Lüks 400-1300 Lüks
AYRINTILI GÖRMEDE
1- Çalışılan işin ışığı yansıtma niteliği dikkate alınmalı

2- Çalışılan işteki malzemelerin ayrı ayrı görülmesi için ışık kontrastı gereklidir.

IŞIĞIN MALZEME TARAFINDAN YANSITILMASI

Işık gözümüze ya direkt olarak veya baktığımız cisimden yansıyarak gelir. Cisim ışığı yansıtır, geçirir veya emer.

Beyaz kağıt ışığın % 80’ini

Gri zemin % 8’ini

yansıtır.

Beyaz iplik veya birinci kalite beyaz kağıt % 90’nı-nı yansıtır.

Kontrast ışık farkları:

Bakılan cisimle, çevre cisimlerinden gelen ışınlar arasında kontrast farkı azsa görülmeleri o kadar zordur
Işığın yayılması, şiddeti kadar önemlidir. Yayılmada dikkat edilecek özellikler kamaşmaya mani olmaktadır. Cisimden ayna misali yansıyarak gelen ışınlar gözü ileri derecede rahatsız eder. Bunun için ışık kaynağı üstte olup yansımanın göze değil, uzaklaşarak gitmesi sağlanır. Işığın yayılmasında oda duvarının boyasıda önemlidir. Bir oda veya salonun duvarları ve tavanı en iyi şekilde reflekte eden boyalarla boyanmalıdır Bu tip boyaları açık renkler olarak tarif edebiliriz. Tavanı en iyi reflekte etmesi için beyaz renkte boyamalıdır. Duvarların üst kısımları % 50-60 alt kısımları ise % 30-40 kadar ışığı yansıtmalıdır. Siyah renk ışığı tama yakın emmektedir.
c- Işığın Tabiatı:

Tabii ışık, renkli ışık ve titreşimli ışıklar olmak üzere üç kısma ayrılır. Titreşimli ışıklar, akkor lambaları ve flourasans lambalarla elde edilir. Bu titreşimler elektriğin saniyedeki titreşimine eşittir Flourasans lambalarda bu çok belirgindir Beyaz ışıkta görme en hassastır. Kırmızı ve sarı ışık altında okumak, yeşil ve mavi ışıkta okumaktan daha zararlıdır

Flouresan lambalar, parlamalar ve fizyolojik rahatsızlıklar verir
1- Tabii Güneş Işığı:

Fizyolojik ve pratik kullanmada en iyi ışıktır. Fonksiyona uygun en güzel ışıktır. Güneş ışığının en büyük özelliği, en yüksek yayılmaya sahip olmasıdır. Odanın aydınlanmasında ışık direkt olarak gelmez; hava katlarında süzüldükten sonra, ultra-violeden temizlenmiş olarak çevre bina ve cisimlerden yansıyarak gözümüze gelir. Çalışma odasına bu ışığın % 4’ünün girmesi yeterlidir. Normalde 70 lüks kadar girmelidir. Dışarda bu 1000-5000 lüks kadardır. Pencere kenarında 1000 lüks civarında bulunur.

2- Suni Işıklar:

Petrol ve elektrikle elde edilirler. Petrol lambalarında ışık gücü 0.05 lüks kadardır.

– Elektrikle elde edilen iki kısımda incelenir.

1- Akkor halindeki elektrik ampulleriyle,

2- Elektrik deşarjı sonucu elde edilen flouresan

ışık.

a- Akkor lambalar:

Bugün kullanılmakta olan elektrik lambalarının telleri “tungsten”den yapılır; tel çok küçük çaplı bir helis şeklinde sarılıp ampülün ortasında toplu halde tutulur, Ampül içinde de telin yüksek sıcaklıkta süblimleşmesinin (ampülün kararması) önüne geçen atıl bir gaz (azot ve argon) vardır. Bu suretle lamba telindeki sıcaklık 2000-2400 dereceye çıkarılır Böyle bir lambanın mum basına harcadığı elektriksel güç 0.5-1 VVatftır. Bu tip lambalar fizyolojik etkiye sahip spektrumdaki ışığı neşretmektedirler. Son zamanlarda kuvars kristalleri kullanılmaya başlandı. Pahalı olduğu için arabalarda kullanılmaktadır.

b- Elektrik deşarjlı lambalar:

Bunlarda iki kısımda İncelenmektedir.

1- Basınçlı floresans lambalar:

Yüksek basınçlı (10 atmosfer) neon, sodyum buharı, merkür buharı ışıkları bunlardandır. Çoğunlukla cadde ve sokakların aydınlatılmasında kullanılmaktadır. Işığı daha fazla yayılma özelliğine sahiptir.

2- Düşük basınçlı floresans lambalar:

Bir tüp içinde, alçak basınçlı civa buharı bulunur. Tüp içinde ve gözle irtibatlı olan anot-katot arasında elektrik deşarj olduğunda kuvvetli ışık verir. Çevreye bol miktarda ultraviola ışık yayması, bunun en büyük kusurudur. Bunu önlemek için de tüpün içi (iç cidarı) fosforla kaplanmıştır. Bu şekilde göz ve vücud için tehlikeli ultra violenin dışarı verilmediği tesbit edilmiştir Ancak çok kısa dalgalı ışıklar verdiğinden yüksek parlama özellliği, göz sinir tabakasının uyarımını azaltma etkisi bulunmaktadır. Bunun yanında ışığın titreşimi de kötü bir özelliği olarak kabul edilmektedir.

Aynı durum akkor lambalar için geçerli değildir. Çünkü akkor halindeki tungsten telindeki alter-
nan elektriğe rağmen bir titreme olmamaktadır. Çünkü alternasyon esnasında hemen hemen akkorluğunu kaybetmemektedir.

GÖRME FONKSİYONU

İşığın tabiatı, özelliği, çevresel aydınlatma, iş ve çevre arasındaki kontrast durum, çalışmanın süresi, ışığın yansıması gibi fiziksel sebepler yanında çalışanın yaşı ve çalışma psikolojisini buna ekleyecek olursak konunun ne kadar karmaşık olduğu anlaşılacaktır.

Görme işlemi: Uzak, orta ve yakın mesafelerde olmaktadır,

1- Uzak (Teloramik): 2 metrenin ötesinde, tahta, sinema ve televizyon gibi.

2- Orta uzakhk (Mesoramik): 33 cm ilç 2 metre arasında, okuma ve mekanik işler.

3- Yakın (Ankoramik): 33 cm’den yakın, elişi ve örgü işleri gibi.

OKUMA VE YAZMA

Okuma karmaşık bir faaliyettir. Bunun içinde çevre faktörleri, fizik ve fizyoloji önemli rol oynamaktadır. Bunlar henüz halledilmiş konular değildir. Işık göze direkt olarak girmemeli, yanda ve hafif arkada olmalı; 200-400 lükslük bir ışık vermelidir. Sağ eliyle yazanlar için ışık solda ve hafif arkada olmalıdır. Işık önde olursa, yansıma direkt göze doğru olacaktır. Bu da kamaşmaya yol açmaktadır. Okuma için 20-30 lükslük ışık minimal sınırdır. Okuma ve yazmada parlak ışıklardan kaçınmalıdır. Normal güneş ışığı en az parlaklıktadır. Halbuki metal filamenlerle elde edilen ışık, güneş ışığından 350 defa, ark (Flouresan) ışıkları ise 8000 defa daha parlama yapmaktadır. Modern hayatta okuma önemli yer işgal ettiği içindir ki, okuma için standart harflerin boyutları 1.25 mm olup, bunlarda minimal ışık şiddeti 200 lüks olmalıdır.

Bütün bir devrim, bilimi sarmış gerçeğin yeni, güçlü ve gizemli bir görünümüne gözlerimizi açıyor. Doğa en iç gizlerini çok sıkı bir biçimde saklıyor ama, son zamanlarda, birkaç yıl öncesine kadar sadece düşlemek cesaretini gösterebildiğimizden çok daha derin ve çok daha güzel simetrileri olan bir intizam düzeyini Evrende sezinlemeğe başlamış bulunuyoruz.
En eski dönemlerden son günlere kadar bilim adamlarının sorduğu iki temel soru (Evren neden yapılmıştır ve nasıl çalışır), iki ayrı ve kesin soru olarak görülürdü. Fizikçilerin bazıları, dikkatlerini tanecikler (yani elektronlar, protonlar ve nötronlar) üzerine yoğunlaştırıyorlardı. Diğer bazı fizikçiler ise, taneciklerin kendilerini değil, onların davranışlarını ve birbirleriyle olan etkileşimlerini, yani doğanın güçlerini, çok daha ilginç buluyorlardı. Ama son on yıl içinde bu iki araştırma çizgisi birleşmiş bulunmaktadır. Çünkü protonlarla elektron ve nötronların, lepton ve quark adı verilen daha da temel iki başka tanecikten oluştukları ortaya çıkmıştır. Aynı zamanda, iki temel sınıf olan bu taneciklerin davranışları ve etkileşimleri hakkında bize ipuçları veren çok şaşırtıcı simetrilere sahip oldukları da kesinlik kazanmıştır.

Bilim adamının güzellik ve denge duygusu, evrenin bu simetrilerini, san’at-kârın ruhunun büyük bir san’at yapıtını bulduğu kadar derin biçimde çekici bulmaktadır. Bu simetriler, evrende gördüğümüz sayısız maddelerin altında çok yüksek bir intizam düzeyinin ve akılcılığın yatmakta olduğunu, arada boşluklar bulunmadığını ve evrenin anlamlı olduğunu pekiştirmektedir.

Madde ve enerji hakkında yeni anlayışımızın doğurduğu buluşlar o kadar derindir ki bizi doğanın tüm güçlerini (Resimlere bakınız). (Yerçekimi, Elektroman-yetiznı,zayıf ve kuvvetli Çekirdek Güçleri) aynı temel etkileşimin sadece başka yanları olarak anlamamızı sağlayabilecek, tamamıyla birleşik bir alan kuramının (unified field theory) tâ yanma getirmiş bulunmak-
tadır. Bu birleştirme, evrenin çeşitliliğinin altında çok temel bir intizamın yattığını, elmaslarla odun kömürünün ve grafitin, aynı elementin, yani karbonun, sadece başka görünümleri olduğunu anlamamıza benzer biçimde ortaya çıkmış olacaktır.

Bir Birleşik Alan Kuramı, 20. yüzyılda bilimin eriştiği en ulu, başlıca sentezi oluşturacaktır. Albert Einstein’in yaşamının son 30 yılında başarısız kaldığı, arayıp bulamadığı sentez işte bu idi.

Uzun zaman, insan, dünyanm sadece dört elementten, (toprak, hava, ateş ve sudan) oluştuğunu ve bunların birleşerek, bildiğimiz herşeyi oluşturduğunu zannetmişti. 18. yüzyılda ise Fransız kimyacısı La-voisier, tüm dünyanm çok çeşitli kimyasal ^elementlerden (örneğin suyu oluşturan hidrojen, sofra tuzunu oluşturan sodyum ve klorinden, şekeri oluşturan karbon, hidrojen ve oksijenden) oluştuğunu göstermiş ve çağdaş bir açıklama ortaya çıkmıştı.

Bundan kısa bir süre sonra da 19. yüzyılda, kendi kendini eğiten bir öğretmen olan İngiliz John Dalton bir adım daha ileri gitmiş ve kimyasal elementlerin, atom denen, parçalanması olanaksız taneciklerden oluştuğunü ve her elementin de kendine özgü bir tür atoma sahip olduğunu söylemişti.

Dalton’un atom kuramı, 80 yıl öncesine kadar bir bilimsel temel oluşturmuştu. Ve sonra, Birinci Dünya Savaşından hemen önce, bilim adamları, bazı elementlerin, yeni bulunan radyoaktivitelerinin, atomun gizli yanlarını ortaya çıkarmaya yarayacak çok güçlü bir araç olarak kullanılabileceğini buldular.

Çekirdek fiziğinin doğuşunu simgeleyen deneyi ise Yeni ZelandalI fizikçi Ernest Rutherford yaptı. Radyum ve uranyum gibi radyoaktif elementlerin yüksek hıza sahip tanecikler çıkardığım bilen Rutherford Ingiltere’nin Manchester Üniversitesinde, bu taneciklerin oluşturduğu bir ışını, çok ince bir altın yaprak üzerine yöneltti. Bu tür tanecikler bir floresan perdeye çarpınca çok kısa süren bir ışık parıltısı çıkarırlar. Rutherford perdeyi ince altm yaprağın arkasına yerleştirince altın yapraktan hemen hemen hiç sapmadan geçen taneciklerin çıkardığı çok kısa ışık parıltıları perdede göründü. Öyle anlaşılıyordu ki atom çoğunlukla boş uzaydan oluşuyordu.

Daha sonra Rutherford, perdenin, altın yaprağın önüne doğru, ama taneciklerin izleyeceği yolu kesmeyecek biçimde, altm yaprağa doğru dönük olarak yerleştirilmesini önerdi. O süre Rutherford’un asistanı, bilim adamını şaşırtacak biçimde, floresan perdede bazı kısa süreli pırıltıların yine göründüğünü söyledi. Rutherford ve arkadaşları çok geçmeden anladılar ki taneciklerin çoğu altm yapraktan geçiyordu ama, çok hızlı kurşunvari taneciklerden bazıları da sert ve geçilmez birşeye çarpmış gibi altm yapraktan sıçrıyor ve floresan perdede parıltılar oluşturuyordu. O halde, dedi Rutherford, her atomun kalbinde küçük, yoğun ve kitleli bir çekirdek yatmaktadır.
Çekirdek atom maddesinin çoğunu içerir. Bu yoğun çekirdeğin etrafmda da, bir güneş etrafındaymış gibi, her biri kendi özel yörüngesinde olmak üzere küçük gezegenlere benzer elektron’lar dolaşır. Bugün çekirdeğin de iki tür tanecikten oluştuğunu biliyoruz: Pozitif elektrik yüklü olan protonlar ve hiçbir elektrik yükü olmayan nötronlar. Protonlarla nötronlardan yaklaşık 2000 kez daha hafif olan elektronlar ise negatif elektrikle yüklüdürler. Olağan koşullarda bir atomun içindeki elektrik şarjının tamamı sıfırdır, çünkü protonların sayısı elektronların sayısı kadardır.
Maddenin bu muntazam görünümünden fizikçiler çok memnundur. Doğanın gizlerini örten peçelerden birisini daha kaldırmışlar ve altında kesinlikle uyumlu bir düzen bulmaktan memnun kalmışlardı: Makrokozmos, mikrokozmos’ta yansımıştı. Gezegenlerin, güneşin etrafmda dönmesi gibi, elektronlar da çekirdeğin etrafmda dönüyorlardı.
KUVVETLİ (BÜYÜK) GÜÇ

Hiç kuşkusuz atomlar tıpatıp güneş sistemine benzemezler. Güneş sistemim, güneşin, son derece büyük olan çekimi bir arada tutmaktadır. Halbuki atomların dağılıp gitmesini önleyen elektromagnetik güçtür. Yani pozitif protonların negatif elektronlarca tutulması. Ama bu kez yeni bir sorun ortaya çıkıyordu: “Karşıtların birbirini çekmesini sağlayan” aynı güç, “benzerlerin de birbirini itmesine”, neden olur. Çekirdeğin içine sıkıştırılan pozitif şarj yüklü tüm protonların, çok büyük bir güçle birbirini itmesi gerekiyordu. Her atomun çekirdeğini bir arada tutmak için, protonlar arasındaki itici elektromagnetik gücün, son. derece etkili bir çekici güç tarafından alt edilmesi kaçınılmazdı. Çekirdeğin derinliklerinde protonları ve nötronları birbirine bağlayan bu güce şimdi Biiyük Nük leer Güç diyoruz. Bu Büyük Güç, ne elek-tromagnetizmin, ne de yerçekiminin kura! larma uymaktadır ve protonlar arasındaki itici güçlerden 100 kez daha büyüktür Kısacası onların üstesinden gelmektedir.

Doğadaki; eléktromagnetizm, yerçekimi ve Kuvvetli Nükleer Güç’ten başka bir tek güç daha vardır. Bu dördüncü güce “Zayıf Nükleer Güç” denmektedir. Bu güç ise, şarjlı taneciklerle mıknatısların arasında ortaya çıkan bildiğimiz elektromagnetik etkileşimden 1000 kez daha zayıftır. Aslında bu zayıf güç hiçbir şeyi birarada tutmaz. Bunun yerine birkaç tür radyoaktif dağılmayı ve çekirdek değişimlerini yönlendirip idare etmektedir. Çok zayıf olmasına karşın bu Nükleer Güç, dünyada yaşamm varlığını olası yapmaktadır; çünkü güneşin göbeğinde sürekli olarak oluşan thermonükleer radyasyonlar için son derece gereklidir.

Rutherford’un atomu araştırıp çekirdeği bulduğu sıralarda, Almanya’da da Max Planck, bir ışık hüzmesinin, bilim adamlarının sandığı gibi sürekli bir eneıji akımı olmadığını ileri sürüyordu. Tam tersi ışık foton denen küçük enerji taneciklerinden oluşmaktadır. Evrende tüm maddenin çok küçük taneciklerden oluşması gibi ışığın da temelde son derece küçük ve birbirinden ayrı enerji birimlerinden oluştuğu fikrini Planck’ın çalışmaları ortaya koyuyordu. Bu kavram, “quantum mekaniği” bilimini ortaya çıkarmıştır. Buna göre, temel düzeyde “tüm” enerji biçimleri “ quanti -ze” edilmiştir, yani “quanta” denen küçük ve somut parçalardan oluşmaktadır. Bir “foton” sadece bir ışık quantum’udur.

Şarjlı tanecikler veya mıknatıslar arasında ortaya çıkan basit elektromagnetik etkileşim, quantum mekaniğinin uygulandığı ilk güçtü. Boşlukta iki elektronun birbirine yakın olarak yüzdüğünü düşünün. Her iki elektronda da negatif elektrik yükü olduğundan bunlar birbirleri üzerinde bir itme etkisi yapmakta ve bu da onlarm birbirinden uzaklaşmasına neden olmaktadır; çünkü bildiğiniz gibi “benzerler birbirini iterler”. Bu elektronların davranış biçimine neden olarak oluşan şey aslında ne-
dir? Quantum kuramma göre, elektronlar birbirinden uzaklaştıkça enerjileri de değişme durumundadır. Ama enerji quantize’ lidir, yani küçücük paketler biçimindedir. Elektronlar birbirlerini ittikçe aralarında bir enerji quanta’si alış-verişi olmalıdır. Elektromagnetik gücün quantumu, foton olduğuna göre (ki ışığa çoğu kez elektromagnetik radyasyon denmektedir) şarjlı tanecikler veya mıknatıslar arasındaki elektromagnetik güç de, en temel düzeyde bir foton değiş-tokuşu anlamına gelmektedir.
THK (»RW ITATIONAI. KORCK
V.A m
’ GRAVİTON /
&MS(:
\N’ı YERÇEKİMİ GÜCÜ
PARTK’l.h ANY PARTİCİ.!

I Mİ KI.KOTROMACM I K KORCK
£
ELEKTROMANYETİK GÜÇ
1940’larda Richard P. Feyman, Julian, S. Schwinger ve Sini tiro Tomonage tarafından geliştirilen çok başarılı bir elektro-magnetizm kuramı’nm arkasındaki temel kavram da işte bu idi. “Quantum elektro-magnetiği” denen bu kuram, elektromagnetik etkileşimi bir foton değiş-tokuşu olarak anlatan ilk kuramdı. Elektronun özelliklerini ve davranış biçimini, görülmemiş bir doğrulukla önceden bildiren bu kuram, bugüne kadar elektronu bize en kesin biçimde tanıtan kuram oldu.

Quantum elektrodinamiği o kadar biçimlidir ve o kadar başarılı olmuştur ki, bir-
çok fizikçi bu kuramm örnek olarak uygu lanması yoluyla diğer üç gücün de anlatıla bileceğini sanmaktadır. Örneğin nasıl k: fotonlar elektromagnetik etkileşimin haber .çileridir, “graviton” adı verilen eneıj quanta’ları da yerçekimi etkileşiminin ha bercileri olmalıdır. Foton değiş-tokuşu ya parak mıknatısların birbirini çekmesi gibi sizin ayaklarınız da yere çakılmış gibi basmaktadır. Çünkü vücudunuzdaki ‘madde dünyanın içindeki ‘madde’ ile sürekü olarak “graviton” değiş-tokuşu yapmaktadır.
(Devamı karşı sayfada
THK VV KAK NLCI.KAR KORCK
m PROTON ■ y # ‘¡‘-V ANTINKUTRISO^^ ELECTRON : V –

Kuzey Kutbuna yakın Tundra’da 1 Km2 deki böcek sayısının, Kuzey Amerika’daki memeli sayısından fazla olduğunu;

Vasat bir insanin kan damarları uzunluğunun 80.000 Km tuttuğunu;

Çöl salyangozunun, kabuğuna çekilerek, bir defada dört yıl süreyle uyuyabildiğim;

İnsan gözünün 17.000 renk farkını ayırabildiğini;

Halen Dünyada 1. 4 milyon tür hayvan, 500 bin tür bitki bulunduğunu; fakat bu miktarın gelmiş geçmiş tür toplamının ancak %1’i olduğunu, kalanın bu süre içinde tükendiğini;

Güneş battığı zaman gördüğünüz şeyin gerçek yerinde olmadığını; ışığın atmosferde eğilmesi nedeniyle, güneş battığı’ halde onu hâlâ ufukta gördüğümüzü;

Dağlarda 40 Km’ye varan dünyamız kabuğunun, elma ile karşılaştırılınca on unki kadar olacağını;

Bir buçuk gram’dan az olan Mavi Balina yumurtasının, döllendikten iki yıl sonra 29 tonluk bir balinaya dönüştüğünü;

Pirenin dünyada uzun atlama şampiyonu olduğunu; kendi boyunun 120 misli atladığını; insanın aynı şeyi yapması için futbol alanının iki uzunluğu kadar atlaması gerektiğini;

BİLİYOR MUSUNUZ?
Feynman, Schwinger ve Tomonaga’nm karmaşık kuramı, Planck’m basit quantum mekaniğinden bir tek adımla geliştirilmiş değ İdi. Ona gelinceye kadar birçok önemli adımlar atılmıştı. 1920’lerde P.A.M. Dirac quantum mekaniğini, Einstein’ın özel görecelik kuramıyla birleştirdi. Özel görecelik cisimlerin ışık hızına yakın hızlarda yol alması halinde olanları anlatır. Özel görecelikle quantum mekaniği arasında, bir sentez yapan Dirac, “göreceli quantum mekaniği” adı verilen ve yüksek hızlı elektronları anlatan kuramı buldu. Ama Dirac’m hesapları bir takım tuhaf sonuçlan ortaya çıkardı, çünkü kurduğu denklemlerin bir değil iki tane doğru yanıtı vardı. Yanıtlardan biri alelade, bilinen elektronları anlatıyordu. İkinci yanıt ise elektronun aynı olmakla beraber ondan bir önemli özellikte farklı ikinci bir taneciğin varlığını haber veriyordu: Bu ikinci elektron, normal elektronlardaki negatif elektrik yerine pozitif elek-
trikle yüklü olmalıydı. Böyle bir tanecik

o günlerde henüz bilinmiyordu.

Ama Dirac ünlü denklemini yazdığı zaman bunun tam anlamını kuşku ile karşıladı ve bu yüzden karşıt-maddenin (anti-matter) varlığını önceden haber verme fırsatım kaçırdı. Büyük bilim adamlarının böyle kendi buluşlarını kuşku ile karşılayıp, son kritik adımda sendeleyip düşmeleri sık-sık rastlanan olaylardandır. Örneğin büyük Einstein, Genel Görecelik denklemleri hakkındaki kuşkularryüzünden “Evrenin sürekli olarak genişlemekte olduğunu” haber verme fırsatmı kaçırmıştı. Einstein sık-sık, “hayatımın en büyük yanılgısı” derdi.

Antik çağ düşünürleri: “İnsanın elleri olduğu için mi aklı vardır, aklı olduğu için mi elleri vardır?” sorusuna, yüzyıllar boyunca yanıt aramışlardır

Cerçekten de insanı diğer memelilerden ayıran en önemli özelliği elleri olmasıdır. MOBERC bir yazısına şu cümleyi başlık olarak seçmekle bu önemi anlamlı bir tarzda ifade eder: “Fingers vvere made before forks”. (Parmaklar çataldan önce yaratılmıştır.)

Alman bilgini KANT’a göre: “El, beynin dışarıya bir uzantısıdır”, insan zekâsına ait tüm becerileri el yansıtır. “El elden üstündür” ata sözü, kişiliğin tümünü el kavramı içinde değerlendirmektedir.

El, yoklama ve kavrama organımız olduğu gibi, gelişmiş duyarlığa sahip komplike bir makina gibi de görev yapar. Bazı kere silah, bazı kere alet olarak kullandığımız ellerden, geleceğe ait bilgiler edinmek düşüncesi, falcılık sanatını yüzyıllardır meşgul eder.

El, derisinde crissta cutis denilen çizgiler, embriyonel hayatın üçüncü ayından itibaren belirlenmeğe başlarlar Bu çizgiler ontogenetik bir plana uyan şekiller yapar. Sayıları kişiye özgü olup yönleri kalıcıdır. Kimlik saptama amacı ile parmak ve el izlerine bunun için başvurmaktayız

Tilogenetik bakımından da, deri çizgileri sisteminde, cinse has özellikler bulunur. Çeşitli parmak uçlarının örnekleri, genetik faktörlere uyar. Çizgi örneklerinin ve bunların kombinasyonlarının sıklık derecesi, toplumdan topluma da farklıdır. Fizik ant-
ropoioglar bu özellikten yararlanıp, toplum karşılaştırmaları yaparlar.

Deri çizgileri sistemi kromozom hastalıkları

yönünden de teşhiste yol göstericidirler.

Bu büyük makinanın çatısını kaç kemik yapar hiç düşündünüz mü? El iskeleti 36 oynak ile biri biriyle birleşmiş 27 kemikten oluşur. Bunlar carpus (el bileği), metacarpus (él tarağı) ve phalanges (parmak kemikleri) olmak üzere üç gruba ayrılır ve belirli kinetik kurallar ile hareket ederler.

El derisi çeşitli yüzlerde değişik özellikler gösterir. El sırtında ince ve hareketli, parmakla tutularak yerinden kaldırıldığını görürüz. El ayasındaki deri ise bunun aksine kalın ve sağlamdır. Parmak uçlarındaki deri gelişmiş bir duyarlığa sahiptir. Serbest sinir uçları ağrı reseptörleri olarak görev yapar Meissner cisimcikleri ve Merkel diskleri dokunma hissini iletirler. Krause cisimcikleri soğuğu, daha derinde bulunan Ruffini cisimcikleri ise sıcağı bildirirler.

Deri altındaki yumuşak dokular ve tendonlar elin komplike çalışan diğer parçalarıdır. Çeşitli bağlarıyla birlikte küçük bir vücut parçası içinde 27 kemiğin hareketini sağlarlar.

Elimizin bu denli önemli bir yapısı olduğum; hiç düşündünüz mü? Onu nasıl koruyorsunuz» Çağımızın cerrahları el sağlığının önemini iyi bilirler, Yurdumuzda da Ortopedistler ve el cerrahlar bu organımızın medikal, teknik ve psikolojik sorunları üzerine eskisinden daha çok eğilmekteler.
Sanat, Tabiata ilâve edilmiş insan ‘dır.
Hakikat, uçurumun dibindedir.
BACON
DEMEKRİTOS Hayat; ne bir yas, ne bir bayram günüdür: İş günüdür.

VİENET
İlim cesaret verir, cehalet küstahlık!
TERRE

 

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*