Genel

XVI. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN KURUMLARI KÜLTÜR VE UYGARLIĞI

XVI. YÜZYILDA OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN KURUMLARI KÜLTÜR VE UYGARLIĞI

XVI. Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu:

Bu yüzyılda Osmanlı devleti dünyanın en büyük imparatorluklarından, birisi haline gelmiştir. Sınırlar, kuzeyde Viyana önlerinden, güneyde Büytik Sahra ve Umman denizi’ne, doğuda Azerbaycan ve Kafkasya’dan, batıda Adriyatik denizi’ne kadar uzanmıştır (bkz. Renkli harita).

Bu yüzyılda imparatorluğun nüfusu yaklaşık olarak 60 milyonu bulmuşa tu. Bunun gene yaklaşık olarak 40 milyonu Türk ve Müslüman, 20 milyonu da Hıristiyan ve Musevî idi. Türkler daha çok Anadolu ve Rumeli’de; yerleşmişlerdi.

25 — Devlet Yönetimi ve Padişahlar:

XVI. yüzyılda Osmanlı devleti mutlak ve teokratik bir imparatorluk* olmuştur. Yavuz’un Mısır seferinden dönüşünde halife sanını alması, Osmanlı.: devletine yeni bir biçim vermiş, Osmanlı padişahlan din ve dünya işlerini bir-; elden yöneten teokratik bir saltanat kurmuşlardır. Bu yüzyılda Osmanlı imparatorluğunu şu padişahlar yönetmişlerdir:

1) 1. SELİM (Yavuz) (1512 – 1520)

2) I. SÜLEYMAN (Kanunî) (1520-1566)

Maliye İşleri ve Para:
XVI. yüzyıl Osmanlı devletinin en zengin bir devridir. Bu yüzyılda gelir daha çok savaş ganimetlerinden ve yabancı devletlerden alman vergilerle artmıştır. Yavuz’un İran ve Mısır seferleri sırasında hâzinede açık vardı. Hatta Yavuz, Mısır seferine çıkarken Istanbul’lu bir bankerden borç para almıştı. Fakat seferden sonra devlet pek çok servet ve ganimet kazandı. Borçlar verildiği gibi, hazine de doldu. Hatta Yavuz bundan dolayı şöyle bir vasiyet yapmıştır: «Ben hâzineyi altınla doldurdum. Bende» sonra gelecekler akçe ile doldururlarsa hazine onların mühürleriyle mühürlensin. Yoksa benim mührümle mühürlensin». Yavuz’dan sonra hazine hep onun mührü ile mühürlenmiştir ama, Osmanlı hâzinesinin en çok altınla dolu olduğu devir Yavuz devri olmuştur.

Kanunî devrinde gelir daha çok arttı. Fakat masraf da o oranda çoğaldı. Bu devirde başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun birçok yerlerinde camiler, medreseler, kütüphaneler, hastaneler, kervansaraylar, yollar, su kemerleri ve bazı askerî tesisler yapıldı. Kanunî’nin son zamanlarında ve hele

III. Murat ve III. Mehmet devirlerinde saray israfları ve uzun yıllar devam «den savaşlar yüzünden hazînede para darlığı baş gösterdi.

28 — Ordu ve Donanma:

•) Ordu: örgüt bakımından bu yüzyılda eskisinin aynı olan Osmanlı ordusu çok kuvvetlendi. Askerin sayısı 300 000’e yaklaştı. Yavuz ve Kanunî askerî kanunlara ve disipline son derece saygı gösterdiler. Gerek kapıkulu ve gerek eyalet askerlerinin bozulmasına, tımarların hakkı olanlara verilmesine dikkat ettiler. Bu yüzyılda yeniçeriler devletin temel askeri oldular ve çok kuvvetlendiler. Eskiden yalnız Rumeli Hıristiyanlan arasından toplanan Devşirmeler Yavuz’dan itibaren Anadolu’dan da toplanmaya başlandı.

111. Murat devrine gelinceye değin orduda esaslı bir isyan görülmedi. Fakat onun yeniçeri kanununa aykırı olarak ocağa asker yazdırması (bkz. Okuma: 3), bu husustaki Kanun-u Kadîm’in bozulmasına ve zaman zaman yeniçeri isyanlarının çıkmasına yol açtı. Bu tarihten sonra Devşirme Kanunu kalktı. Bunun yerine’ rastgele kimseler asker yazıldı. Bu yüzden hem yeniçeri ocağı bozuldu, hem de askerin sayısı arttı. Bu arada Tımar sistemi de bozuldu. Tımarların dağılmasında işe rüşvet ve iltimas girdi. Mâliyenin bozulması ve bütçe açığı yüzünden tımarlar satışa çıkarıldı, ya da saraya kim çok para ve hediye verirse onlara verildi. Baza geliri fazla tımarlar ise kimseye verilmeyerek saraya mal edildi. Tımarlar bakımsız kaldı. Böylelikle tımarlı ordusu, yani eyalet askerleri de bozuldu. Tanm ve özellikle hayvancılık gerilemeye başladı. Anadolu’da asayiş ve güven kalmadı. Bu yüzden XVI. yüzyılın sonlarıyla

XVII. yüzyılın başlarında Anadolu’da yer yer isyanlar çıktı. Her taraf Celâli’ ilerle doldu (bkz. 4. Ünite Birinci Bölüm).

3) fi. SELİM (San) (1566-1574)

4) III. MURAT (1574-1595)

5) III. MEHMET (1595-1603)

Bu beş hükümdardan özellikle ilk üçü (Yavuz, Kanunî ve Sarı Selim); zamanında Osmanlı imparatorluğu çok genişledi. Devlet örgütüne ilişkin birçok kanun ve tüzükler

nıltiı iltimas ve rüşvet, hatır ve gönül dikkat nazarına alınmadı. Devlet huırıH İPtiıır değerli veziıler, komutanlar, amiraller seçildi. İşler her şeyde umıl v* K»|rnr){e. yani Kaııun-u Kadım’e göre yürütüldü. Bütün bu iyi i$ler Sokollu’ fiilıı ıılüıı.üııe dek devam etti. Fakat onun ölümünden sonra Kanuıı-u Kadim Itıı/ııldtı. 111. Murat önce orduyu bozmakla işe başladı. Saray kadınlarının pmlıjühlrir üzerindeki etkileri arttı. Maliye bozuldu. Donanmaya önem verildi*1/ ııUh», Devlet hizmetlerine atananlar daha çok hatır ve gönül, iltimas ve fllşvrt ile bu makamlara gelmeye başladılar. Sözün kısası, XVÎ. yüzyılın başın-fl« vr ortalarında dünyanın en güçlü ve kuvvetli bir imparatorluğu olun ©»ınnnlı devleti, bu yüzyılın sonunda zayıflama belirtileri göstermeye başladı.

XV!. yüzyılda devlet merkez yönetiminin temeli gene divandı. Bu yüı* yılıl t K&nunî’den sonra padişahlar çokça divana çıkmadılar. Bütün içleri eltnznmlara bıraktılar. Divan eski örgütünü korudu. Yalnız vezirlerin sayııı Piliye ^..ktı. Kaptan paşa (Kaptan-ı derya), müftü ve eskiden nişancının (talyetinde bulunan Reisülküttap (Dışişleri bakanı) divan üyeleri arasın» İnliler.

•#

– Memleket Yönetimi:

XVI. yüzyılda memleket yönetiminde esaslı bir değişiklik olmadı. Yalnıı (İllilerin genişlemesi ile yeni birtakım eyaletler meydana geldi. Bu yüzyılda ‘.mıılrket yönetimi başlıca üç kısma ayrıldı: 1) Merkeze bağlı eyaletler, ) Bağlı hükümet ve beylikler, 3) özel yönetimi olan eyaletler. Bunlardan ■,#rkcze bağlı eyaletlerin sayılan çoğaldı. Bu eyaletlerin gelirleri eskiden Iduûıı «ibi dirliklere aynlarak maaş karşılığı askere ve görevlilere verildi. JMtrkcse bağlı eyaletlerin içinde en önemlileri şunlardır: Rumeli, Bosna, Tttttcşvar. Budin, Eğri, Anadolu, Zülkadriye, Trabzon, Şam, Halep. Raka. Diyarbakır, Van, Kars, Kefe. Bu yüzyılda bağlı hükümetlerin sayıları arttı. Şuhlm: Kırım, Eflak, Boğdan, Erdel ve Hicaz idi.

XV!. yüzyılda fetihler sonunda elde edilen bazı ufak eyaletlerde özel kir yiıneıım kurulmuştur. Bu eyaletler: Trablusgarp, Tunus, Cezayir (Bu üç ıj|(*ir Garp ocakları denirdi), Mısır, Basra, Bağdat, Yemen ve Habey idi. jynlfinn jielirleri dirliklere bölünmezdi. Bu eyaletlerin valilerine ve askerlerine §!İİİ İm maaş verilirdi. Buna sâliyane denirdi. Bundan dolayı bizim tarihlerinle n/el yönetimi olan eyaletlere sâliyaneli denirdi. Merkeze bağlı eyaletler lAliyancsiz adını alırlardı.

Snliynneli eyaletlerin geliri İltizam’a verilirdi. İltizam, bu eyaletinden |Mı»k belli bir verginin daha önce devlet hazînesine yatırılması demekti, (um »ilan kimselere de Mültezim denirdi. Mültezimler, devlete verdikleri h verdileri bu gibi sâliyaneli eyaletlerden kendileri toplarlardı.

) Donanma: Osmanlı donanmasının da en kuvvetli zamanı XVI. yıizyıl i. Barbaros Hayreddin Paganın Osmanlı hizmetine girmesi deniz üstün» •lığlanmasına, usta kaptan ve denizcilerin yetişmesine yol açtı. Barba* «ınnlı imparatorluğunda kedisine özgü bir denizcilik yarattı. Onun n<l>t Akdeniz bir Türk golü haline geldi. Yetiştirdiği kaptanlar arasında linin, Salih Reis, Pirî Reis, Murat Reis, Şeydi Ali Reis, Uluç AH Ali Paşa) ün kazandılar ve her biri devlete büyük hizmetlerde Ular.

Vl. yüzyılda Osmanlı donanmasının bütün gereçleri İstanbul, İzmit v® tu tersanelerinde yapılırdı. Donanmamız kalyon (bkz. Resim: 44)* kndırga, çektin adlan ile söylenen savaş gemileri ve yardımcı gemi* kumluydu. Kanunî devnnd* Osmanlı donanmasının sayısı 300 parçayı

oldu. Kanun! kendi adıyla söylenen caminin yanında bir de aynı a medreseleri yaptırdı. Bu medreselerde özellikle matematik, astrono derslerine önem verildi.

XVI. yüzyıl Osmanlı bilim hayatının en canlı bir devri oldu, îçinde yetişen başlıca büyük Türk bilginleri içinde Zembilli A~ Efendi, ibni Kemal (Kemal Paşazade Ahmet Şemseddin Efendi), Efendi büyük ün kazandılar. Bunlardan Zembilli Ali Cemalîjj

II. Beyazıt ve Yavuz zamanlarında müftülük ettiler. Doğru sözlü, j özellikle fıkıh ilminde derin bilgisi olan bir zattı. Yavuz gibi sert ve iri padişahı yerinde yaptığı uyarmalarla haksız idam emirleri vermekte muştur. Halkın şikâyet ve dertlerini evinin penceresine astığı bu \ topladığı ve bunları cevaplandırdıktan sonra gene aynı zembille hal tığı için Zembilli Müftü diye ün kazanmıştır. İbni Kemal, Yavuz’un idi. Sonra müftü oldu. Din bilimleri (Kelâm, tefsir, hadis ve fıkıh),* ve tarihte devrinin en ileri gideni idi. Aynı zamanda çok iyi bir şairi adıyla söylenen tarihi pek ünlüdür. Kanunî devrinin ve Osmanlı imp

ğunun yetiştirdiği en büyük din âlimi ve fakihi olan Ebussuut Efendi,!

î

fıkıh ilminde çok büyük ün kazanmıştır. 28 yıl süren müftülüğü zi pek çok fetva vermiş, fakat hiç bir zaman siyasete alet olmamıştır.

XVI yüzyılda tarih, coğrafya üzerinde de çalışmalar olmuştur.

nıncitt bir köyde doğdu. Devşirme olarak orduya alındı. Birçok hizmeti bulunduktan sonra hassa miman ve ondan sonra da mimarbaşı oldu. İstanbul olmak üzere, imparatorluğun çeşitli yerlerinde 330 parça eser vüj getirdi. Bu eserlerin dökümü şöyledir:

81 camı, 50 mescit, 55 medrese, 26 türbe ve dârül-kurra (Kuran ol 14 imaret (aşevi), 3 dâr-üş-şifa (hastane), 5 su kemeri, 8 köprü, 17 luj saray, 33 saray, 6 mahzen, 32 hamam.

Sinan’ın yaptığı camiler içinde İstanbul’daki Şehzadebaşı, Süle. (bkz. Resim: 45), Rüstem Paşa, Mihrimah Sultan ve Sokullu Mehm«t camileri ile Edirne’deki Selimiye camisi (bkz. Resim: 46) en ünlifl Bunlardan Selimiye onun bir şaheseridir. Bu caminin kubbesi Ayasof büyüktür, özellikle minareleri pek ustalıkla yapılmıştır.

Mimar Sinan çok yaşamış ve pek çok usta, kalfa ve mimar yetişti» Onun kurduğu klasik Osmanlı – Türk mimarî okulunda yetişenler, kend| sonra daha bir yüzyıl bu mimarî tarzını yaşatmışlardır. Sinan 1588 98 yaşında iken ölmüştür. Süleymaniye camisinin kuzey kapısı yanında küçük ve zarif türbesinde yatmaktadır.

XVI. yüzyılda mimarînin yanında ona paralel olarak çinicilik, cılık, oymacılık, nakkaşlık, hattatlık, tezhip gibi süsleme sanatları da çc gitmiştir. Türk sanatçıları tezhip, minyatür ve yazı (hat) gibi süsleme 1 larrada çok büyük bir kabiliyet ve ustalık göstermişler ve birçok şahi meydana getirmişlerdir. Camilerimizin, sarayların ve türbelerin içleri jp nefis çiniler ve nakışlarla, kitaplar ise güzel yazılar, tezhip ve minyatj süslenmiştir. XVI. yüzyılda Şeyh Hamdullah ile Afyonkarahisarlı Al iki büyük Türk hattatı yetişmiştir (bkz. Resim: 49). Süsleyici sanatlar-i bu yüzyılda özellikle çinicilik ve camcılık çok ileri gitmiştir. Istanlj Bursa ve Kütahya’da çini ve cam, hele renkli ve yazılı cam yapan imalâthaneler (atelye) kurulmuştur. Türk çinileri renklerinin güzeliijj Iaklığı, desenlerinin ahengi ve zarafeti ile tanınmışlardır. İstanbul’daki Paşa camisi, Topkapı sarayı çinileri çok ünlüdürler (bkz. Resim: 47, 4|

Bütün bu mimarî eserler ve onların içlerini süsleyen çiniler, n| yazılar, kakmalar ve oymalar bize Türk zevkinin inceliğini, zarifli üstünlüğünü göstermektedir.
32 — Ekonomik Durum:

Osmanlı imparatorluğu yalnız askerî değil, aynı zamanda ©k<j temellere de dayanmakta, memleket halkının çoğunluğunu tarım ve cılıkla geçinen insanlar teşkil etmekte idi. Devlet, fethettiği araziyi ‘!§ onlan gelirlerine göre dirliklere ayırarak görevlilere verirdi. Tarım ve cılıkla uğraşan kimseye her türlü yardım yapılar, tokum, hayvan ve pa

t. arazinin boy bırakılmasını istemezdi. Fethedilen yerlere Anadolu’ beler getirilerek toprağa bağlanırdı. Toprağını arka arkaya üç yıl ve boş bırakan kimselerden bu arazi alınarak bir başkasına verilirdi. M büyük aakerî kolu olan eyalet askerlerinin temeli toprağa, yani mine dayanmaktaydı. Bundan dolayı tımarlılar bulundukları yerler-•re yardım ederler, kendileri de bu arada iyi cins at ve hayvan •rdi.

I, yüzyılda başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun başlıca (la sanat hayatı da gelişmişti. Bu devirde yerli sanatlardan olan doku-helıcılık, dericilik, demircilik, bakırcılık çok ileri gitmişti, imparator-‘««una ve donanmasına gereken her şey yerli tezgâhlarda yapılırdı, tophane, baruthane, demirhane, saraçhane, gibi sırf askeri amaçlarla Mtelyeleri vardı. Gene bu arada Osmanlı donanmasının her türlü rk tersane ve imalathanelerinde yapılırdı.

nlı devletinin coğrafi yeri ticarete pek elverişliydi. Asya’dan gelen Anadolu ve Kıran üzerinden Akdeniz ve Karadeniz’e inerdi. İdeniz ve İran körfezi yoluyla Hindistan’la ticaret yapılırdı. Fakat, deniz yolunun keşfinden sonra bu karayolları eski önemlerini erdir.

nlı imparatorluğu şehirleri arasında kervanlarla yapılan bir iç ticaret ‘flererası yollarda güvenliği sağlamak için kervansaraylar ve konik :imıştı. Şehirlerde ise her ticaret eşyasına özgü olmak üoere bir* hçarşılar (bedesten) vardı.

manii Türkleri daha çok askerlik, tarım ve sanatla uğraştıklarmJart İşlerine pek önem vermezlerdi. Bu işleri daha çok Osmanlı uyruğunda ılıaevî, Rum ve Ermeniler yaparlardı. Bu arada kapitülasyonlardan” B»n Fransız ve diğer Hıristiyan tacirler de ticaretle uğraşırlardı. Hatta bu konuda yabancılara birçok kolaylıklar da gösterirdi. XVI. yüzyılda etimizde ilk defa yabancı sermaye ile ticaret şirketleri kurulmasına, Imişts. Şöyle ki:

, Selim’in şehzadeliği zamanından beri tanıdığı Portekizli Yasef Na*İ

I yahudi, II. Selim padişah olduktan sonra bazı ticaret imtiyazları elde özellikle o zamanlar Lehistan’a ihraç edilen balmumu ile Girit

4in alınarak Eflak ve Boğdan’a gönderilen şarap satışının imtiyazı Yasef verilmişti. Hatta Nasi’nin şarap yüklü gemileri Boğazlardan geçerken riihi vermezlerdi. Bundan başka Nasi. saraya olan yakınlığından faydalı, halası ve aynı zamanda kayınvalidesi olan Donna Grasia Mende*

i bir kadınla işbirliği yaparak İstanbul’da Mendes Müessesesi denilen fadi kurumu ve bir çeşit banka kurmuştu. Bu kurum Osmanlı dev-( yerleşmiş olan yabancı tacirlere kredi vermekte, Osmanlı devletiyle

II ülkeler arasındaki ithalât ve ihracatta önemli bİT rol oynamakta idi. ınüessesesi aynı zamanda o zaman için OsmanM devletinde çok büyük

;nç işi olan İltizam işlerine de karışmakta idi. Bu suretle devletin birçok Mukataa ve İltizam’lan bu Yahudi müessesesinin eline geçmişti. Bu İli7i Müslüman tacirler de Mendes müessesesine ortak olmuşlardı. Onlaı kurumdan aldıkları kredilerle iltizam alış-verişine girişirlerdi.

I. yüzyılda Osmanlı imparatorluğundan Avrupa’ya daha çok pamuk, ptpağı, deri, şap, tuz ihraç edilirdi. Buna karşılık kadife, saat, ayna, gibi lüks sayılan eşya alınırdı. O zamanlar imparatorluğun en önemli merkezleri başta İstanbul olmak ‘üzere İzmir, İskenderiye, Şam, Trakitte ve Azak (Tana) şehirleri idi.

KANUNÎ’NİN FRANSA KRALI I. FRANSUVA’YA YAZDIĞI MEKTU
118
«… Ben ki sultan-üs-selâtîn ve bur-han-ül havakıyn tac bahş-i hüsrevan-ı ruy-i zemin, zıllullah-ı fil-arzeyn Akdeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ m ve Rum’un ve Vilâyet-i Zülkadriye’nin ve Diyarbekir’in ve Kürdistan’m ve Azerbaycan’ın ve Acem’in ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve külliyen diyar-ı Arab’ın ve Ye-men’in ve dahi birçok memleketlerin ki âba-i kiram ve ecdad-ı izamım emeral-lahü berahinhüm kuwet-i kahireleriyle fethettikleri ve cenab-ı celâlet – meabım dahi tig-ı ateşbar ve şemşir-i zafer – nigâ-rım ile fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Beyazıt Han oğlu Sultan Süleyman Han’ım. Sen ki Fransa vilâyetinin Kralı Françesko’sun. Der-gâh-ı selâtin penahıma yarar âdemin Frankipan ile mektup gönderüp ve bazı ağız haberi dahi ısmarlayup memleketinize düşman müstevli olup, el’an hapiste
olduğunuzu ilâm edüp halâsınız da bu canipten inayet-ü medet isti inişsiniz. Her ne ki demiş işenil pâye-i serir-i âlem – masirime arz tamam malûm oldu. İmdi padişah mak ve hapsolmak ayıp değildir, nüzü hoş tutup âzürde – hâtır ol~ Öyle olsa bizim âbâ-i kiram ve izamımız nevverallahu mera*? daima def-i düşman ve feth-i mem* seferden hâlî olmayup biz dahf tarikatına sâlik olup her zaman ketler ve-sa’b ve haşin kaleler feti gece gündüz atımız eyerlenmiş mız kuşanılmıştır. Hak sübhane hayırlar müyesser eyleyüp meşi iradâtı neye müteallik olmuş ise gele. Bâki ahval ve ahbar ne ise âdeminizden istintak olunup mal ola şöyle bilesiniz.»

1525 senesinde İst •yazılmıştır.
OKUMA:S

BARBAROS HAYREDDİN PAŞA VE KANUNÎ SULTAN SÜLEYMA
Barbaros, Midilli’de yerleşmiş olan Yakup adlı bir sipahinin oğlu olur. Asıl adı Hızır’dır. Kendisinden başka Baba Oruç, İlyas ve İshak adlarında daha üç kardeşi vardı. Bunlardan en büyükleri olan Baba Oruç, o sırada Akdeniz’in en ünlü korsanı idi. Hızır Beyle kardeşlerinden tlyas Bey de, beraber çalışıyorlardı^ Bir gün bu iki kardeş gemileri ile Yunanistan’a giderken Rodos korsanları tarafından yakalandılar. İlyas Bey, Hızır Beyin gözü önünde şehit edildi. Kendisi de yakalanarak forsaya atıldı. Bir hayli zaman gemilerde kürek çekti. Nihayet bir kolayını bularak forsadan kaçtı. Antalya’ ya gelerek II. Beyazıt’m oğlu Şehzade Korkut Sultan’a sığındı. Onun verdiği gemilerle Akdeniz’e açılarak Rodoslular-dan öcünü aldı. Bundan sonra, bu sırada Tunus’ta yerleşmiş olan ağabeysi Oruç Reis’in yanına gitti. Üç kardeş orada birlenerek korsanlığa devam ettiler. Tunus
hükümdarı bunlara gemi ve bir verdi.

Bu üç kardeş, Akdeniz’de ya korsanlıkla bir taraftan servetler ğer taraftan ünlerini artırdılar, yol, İtalyan gemileri ile çarpışa deniz’i haraca kestiler. Bir süre kuvvetlenince kendi hesaplarına yir’i alarak oraya yerleştiler. Şarl üç kardeşi Cezayir’den çıkartm büyük bir donanma gönderdi ise de ;

Oruç Reis Cezayir’de hüküme’ ken, İspanyollarla ve yerlilerle rak arazisini genişletti. Nihayet lerle yaptığı bir savaş sırasında İshak Beyle birlikte şehit düştü. “ de yalnız kalan Hızır Reis, ağabey Reisin Avrupalılarca adı olan Bab (Barbaros) adını aldı ve bundan so hep bu isimle söylendi. O da tspan ve diğer İtalyan korsanları ile sa va m etti. Fakat İspanyolların k

d» »ıhtırmaları Üzerine, o «ırada ■Ue etmiş olan Yavuz Sultan yardım istedi. Cezayir’i OsmanlIn» koymak istediğini bildirdi, «ek memnun olan Yavuz, Barba-r.»yo»l altına alarak ona 2 000 ila çok kıymetli bir kılıç hediye Anadolu’dan istediği kadar levent izin verdi. lUlntl* Osmanlı himayesi ve hiz-flrmlş olan Barbaros, bundan son-‘bul’a çağrılıncaya kadar Cezalımız bir hükümdar gibi yaşadı. FA bastırdı. Hutbede, padişahtan r.dl «dini okuttu. Nihayet Kanu-kienlz’de Şarlken’e karşı sefere ;moal üzerine, tecrübesinden ya-■k üzere İstanbul’a çağrıldı.

Kanuni’nin kendisini çağıran | »lir almaz, derhal 25 gemi ve kıymetli hediyelerle yola çıktı. IlUnbul’a geldi. Donanmasını Afinde demirledikten sonra İS Un reisi ile birlikte Kanunî’nin çıktı. Önce kendisi, sonra diğer
kaptanlar Kanunf’nirı elini flptöler. H«4I* yeler takdim ettiler. Padişah, Hnıı IUt> ve arkadaşlarının bütün maceralarımı dttf> muştu. Onun için hepsine ayrı ayn iltifat etti. Barbaros’a oturması için yor gttattt* di. Konuşma sırasında sözü Akdeniz aafa» rine ve bu arada Akdeniz’in en ünlü Oano* vali bir amirali olan Andrca Dorya’Jl getirdi. Bunun üzerine Barbaros:

— O herifin lakırdısı olur mu7 Bu kadar vakittir arıyorum! Benden kaçıyor, Padişahım emrederse, gemilerini havaya uçururum! dedi.

Barbaros’un bu sözünden çok hoşla» nan Kanunî, ona kendi korsanlık adıyla hitap ederek:

— Hızır Bey! Sen, bu dinin en Hayırlı oğlusun. Allah senden razı olsu»! Sana Hayreddin ismini verdim! dedi.

Kendisini, üzerinde Cezayir beylerbeyliği kalmak üzere, Osmanlı kaptan-ı deryalığına, yani kaptan paşalığına at*-dı. Barbaros bundan sonra ölünceye kadar bu makamda kaldı ve Osmanlı devletine büyük hizmetlerde bulundu.
YENİÇERİ OCAĞININ BOZULMASI
Kanun! ve Sokollu Mehmet Herinde dünyanın en kuvvetli bir ordusu olan yeniçeriler, So-filümünden sonra bu güçlerini nlerlni kaybettiler. Bunda, pa-Murat’m büyük bir etkisi ol-

,urat, şehzadeleri için İstanbul’ dürecek büyük bir sünnet dü-llmasım emretmişti. Bu düğüne İmparatorluğunun dört buca-fflbazlar, perendebazlar, hokka-~t«şhazlar, oyuncular, köçekler, te her türlü hüner ve oyun sa-Imlşterdi. Sultanahmet meyda-Üşahın huzurunda yapılan şen-ücelcr sırasında bu hüner sabuncular padişahı, devlet bü-ft bütün İstanbul halkını gün-dlrmişler ve heyecandan beklemişlerdi. Düğünden sonra
padişah bu sanatçıların mükâfatla*dırıl-masıriı emretti. Bu oyuncular, padişahın bu iltifatından cesaret alarak keıfdileri-nin yeniçeri ocağına yazdırılmasını rica ettiler. III. Murat, bunun doğuracağı sonuçları düşünmeden bu adamların ocağa yazılarak mükâfatlandırılmasın! buyur, du. O zaman yeniçeri ağası bulunan ve sonraları büyük bir sadrazam olan Fer. hat Ağa, Sultan Murat’ın bu emri üzerine, padişahın huzuruna çıkarak, bu emrin Kanun-u Kadîm’e, yani Yeniçeri Dev-şirme Kanununa uymadığını, bu adamlar yeniçeri ocağına yazıldıkları takdirde a»-kerin disiplin ve düzenlerinin bozulacağını, padişaha arz ederek bu emrin ger! alınmasını rica etti. Fakat III. Murat» Ferhat Ağanın bu haklı itirazına ratmanı verdiği ilk emirde ısrar etti. Bunun flza» rine Ferhat Ağa, «Ben bunu yapamam t Ecdadınızın Kanun-u

manı» diyerek yeniçeri ağalığından ayrıldı. Fakat yerine geçen yeniçeri ağaaı, padişahın dalkavuklarından olduğu için bu emri derhal yerine getirdi. Bu suretle ne idüğü belli olmayan ve askerlikle en ufak bir ilgileri bulunmayan bir sürü oyuncu, cambaz, hokkabaz, ve çalgıcı, . yeniçeri ocağına yazdırıldı.
İşte III. Murat’ın bu hareketi

çeri ocağının bozulmasına büyük bir yaptı. Bundan böyle rastgele kimseler ocağa girdiler. Gitgide Devşirme Kanu^ kaldırıldı. Bu haller, yeniçerilerin malarına, memleketin başına büyük belâ olmalarına yol açtı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir