“Yıkama ile toprak kazanma yolu, özellikle, İsrail’de de denenmiş ve başarı kazanılmıştır. Bunun için, tuzlu topraklar geçici duvarlarla çevrilmiş, duvarlar içindeki topraklar traktörlerle derin kazılmış, sonra duvar içindeki bölgeye bol su verilerek, yine makinelerle karıştırılmak suretiyle, toprak boza kıvamına getirilmiştir. Su, toprağın tuzunp içtikten sonra atılmış ve bu çalışma bir kaç kez yinelenmiştir., tuzundan böylece arman toprak, ekime çok elverişli hale getirilmiştir
Y
ukardaki satırlar “Bilim ve Teknik” Dergisinin Eylül 1977 tarihli sayısından aktarılmıştır. Yazı başlığı “Tarımda Yeni Buluşlar” ve “Toprak Çoğaltma”dır. Bir paragraflık yazı bizde pek çok çağrışımlar yarattı. Hele bizim gibi geniş toprak alanlarına tam görev verilmemiş ülkeler için özellikle önem taşımaktadır.
Gözlerimizin önünden Koçhisar – Tuz Gölü çevreleri v.s. gelip geçtiler. Ama bunlardan daha önemlisi geçrrnş dergilerin birinde yazılmış bir nefis makale idi. “Yıllar Böyle Geçti” adlı kitabın yazarı Vedat Nedim Tör tarafından kaleme alınmıştı. Tör, bu gün seksenlik bir delikanlıdır. En eski san’at ustalarımızdan biri… O, bir İsrail gezi dönüşü orada gördüklerini dile getirmiş: Yani yukardaki yazıda yapılan toprak işlemlerinden sonra bir süre arazi kendi halifte bırakılıyor. Fakat sürekli kontrol edilerek .. birgün eşelenen toprakta kıvrım kıvrım solucanlar sallanıyor. Herkeste bir bayram havası, o günü “Solucan Şenliği” olarak kutluluyorlar. Çünkü toprakta solucan gibi bir canlının varlığı, toprağın hayatiyet kazandığının en kesin kanıtı oluyor. İşte usta Tör, öyle bir günde, orada bulunmuş ve oradan getirdiği izlenimlerini dipdiri kalemiyle bizlere sunmuştu.
öteki yönünden konuya bakılırsa: İsrail’de tatlı su kıtlığı da var. Biliyorsunuz tatlısuyu, den: suyundan elde ediyorlar. Böylece de o topraklar kazanılıyor. Hele geçmiş yıllarda yurdumuza gelen İsrail mühendis’inin bize ağlar gibi bir sesle: “Ah, siz de bol su bulunuyor.. O’nunla neler yapıl ki…” dediğini asla unutamadık!..
Böylece yukardaki parçayı tamamladığımızı sanıyoruz.
N
ikel – Titanyum, Altın – Kadmiyum, Bakır – Alüminyum alaşımlarının bir belleğe sahip olduğu 10-15 yıl kadar önce anlaşılmıştı, fakat yeni bulunan Titanyum*- Nikel alaşımı (Nitinol veya TN) “bellek” bakımından daha önceki alaşımları geride bırakmıştır. TN’den yapılmış bir telle bir kelime “yazılır”, tel soğutulur ve sonra yamyassı yapılır. Alaşım moleküllerinde eski biçimin anısı kalmıştır, şimdi bu yassı tel ısıtılırsa eski biçimini alır ve aynı kelime tekrar ortaya çıkar. Erişilmesi güç bir yerde iki sac levhanın perçinlenmesi gereksin (örneğin uçağın kanatlarını gövdeye birleştirmek söz konusu olsun), eskiden bu iş için çok özel perçin çivileri gerekirdi, bunlar yerine konduktan sonra patlar ve patlama kuvveti çivileri yassıltarak perçini sağlardı. TN bu işi çok basitleştirdi : TN’den yapılmış perçin çivisi yerine konur, sonra ısıtılır, çivi daha önce yassı olduğunu hatırlayıp yassılaşıverir. Bir diğer deney: ısıtılmış bir TN teli bir helezon (yay} yapacak şekilde sarılır, soğutulur, bu yaya bir ağırlık asılınca yay uzar. Şimdi telden bir elektrik akımı geçirilir, tel ısınır ve yeniden yay biçimini alarak ucundaki ağırlığı kaldırır. Akım kesilince ağırlık yine aşağı iner, bu bir çeşit yapay kas değil midir? Daha da fazlası : bir kamyon otomobilinize çarptı ve onu yamyassı etti diyelim, eğer otonuz TN’den yapılmış ise belli bir dereceye kadar ısıtıldığında eski biçimini alacaktır. Moskova bilginleri son zamanlarda Manganez – Bakır alaşımında da bellek olduğunu kanıtladılar. TN alaşımlarının büyük miktarlarda elde edilmesi başlangıçta zordu, akademisyen Alexandre Belov’un belirttiğine göre Ti ve Ni gibi erime ısıları ve özgül ağırlıkları bu derece farklı iki metalin karıştırılması büyük zorluklar arzediyordu, başlangıçta 1 kilo TN elde edebilmek adeta bir keramet sayılıyordu, bugün SSCB Ulusal Hafif Alaşımlar Enstitü’sünde yüzlerce kilo TN elde etmek için yeni metotlar geliştirilmiştir.
CANİLERİN KROMOZOMLARI ANORMAL Mİ?
24 yaşındaki Cari Ray Millard 1975 Ocak ayında Maryland polisi ile giriştiği bir silâhlı çatışma sonunda öldürülmüştü. Millard silâhlı soygun suçundan hüküm giymişti. 1969 yılında avukatı Millard’ın kromozom anormalliğine bağlı delilik nedeniyle suç işlediğini ileri sürmüş ve beraat istemişti, bu istek gerçi mahkemece reddedildi, fakat Millard’ın kromozom yapısı gerçekten XYY anormalliği gösteriyordu. İlk XYY adamı Amerikalı John Doe idi, Doe gençliğinde çok kavgacı bir adamdı ve hâlâ kışkırtılınca kavga etmektedir. 15 yıl kadar önce bir tıbbi muayene sırasında tesadüfen Doe’nin XYY kromozomları taşıdığı anlaşılmıştı. Doe kavgacı olmakla birlikte cani değildi. XYY adamlarının cani olabileceğine dair ilk makale 10yıl kadar önce İngiltere’de çıkan Nature (Doğa) dergisinde yayınlandı. Bu makalede Patricia Jacobs İskoçya’daki bir hastahanede “geri zekâlı, saldırgan, tehlikeli ve suça yatkın” olarak bilinen erkek hastaların % 3.5’unda XYY kromozom yapısı olduğunu bildirdi. Bu makaleden iki yıl sonra biri Fransa’da, biri Avustralya’da iki cinayet davasında sanıkların XYY adamı oldukları gerekçesiyle beraatleri istendi. Fransız sanık hüküm giydi, fakat ceza azaltılmıştı. AvustralyalI sanık ise beraat etti, fakat bu beraatte geri zekâlılık, anormal beyin dalgaları, şakak lobu sarası (temporal lob epilepsi) ve diğer ruh bozuklukları da rol oynamıştı. XYY anormalliği nedir? İnsanların
hücre çekirdeklerinde kalıtımı sağlayan 46 ipçik vardır, bunlara kromozom denir. Bu kromozomlardan iki tanesi insanın seksini belirler, bunlara seks kromozomları denir. Bunlardan biri iridir ve X biçimindedir (X Kromozomu), diğeri küçüktür ve Y biçimindedir (Y Kromozomu). Normal erkeklerde bir X, bir Y kromozomu bulunur (XY), normal kadınlarda ise iki tane X kromozomu vardır (XX). Sperm hücrelerinde ve yumurtada diğer vücut hücrelerinden farklı olarak 46 değil 23 kromozom bulunur, sperm hücrelerinde ya X, ya Y, yumurtada ise daima X kromozomu vardır.
Yumurtaya Y spermi girerse XY yani erkek, X spermi girerse XX yani kız çocuk olur. Hücre bölünmesi sırasında her kromozom kendinin benzeri bir kromozom yapar (duplikasyon), sonra kromozomlar benzerlerinden ayrılarak iki hücreye taksim olur. Bu karmaşık bir olaydır, bu sırada hücreler hata yapabilir, nitekim her 20 gebelikten birinde kromozom anormalliği meydana gelmektedir. Bu gibi embriyonların çoğu kendiliğinden düşük sonucu ölür, bir kısmı ise yaşar. Böylece canlı doğan her 100 bebekten birinde ya normalden az, ya da normalden fazla kromozom vardır, örneğin 21. kromozom çiftinin
iki değil üç kromozom ihtiva etmesi MONGOLİ£M hastalığına yol açar (bebek mongollara benzer ve geri zekâlıdır). Kromozomların kendine benzer yapışı sırasında sperm’de iki Y kromozomu birbirinden ayrılamazsa (non-disjunction veya ayrılamayış olayı) bir XYY adamı meydana gelir. XYY adamları genellikle çok uzun boyludur (1.83 m/den fazla), birçoğunda erken yaşlarda yüzde ergenlik çıbanları çıkmaya başlar, iki Y kromozomu taşımalarına rağmen erkeklik hormonu (testosteron) seviyeleri normalin üstünde değildir. 129 XYY adamı üzerinde yapılan zekâ testleri sonucu bu erkeklerin normal erkeklerden daha geri zekâlı oldukları ortaya çıkmıştır, fakat bu testler yalnız hastahanelerde bulunan XYY adamlarını kapsadığından tarafsız sayılamaz, John Doe gibi pekçok XYY adamınm normal bir hayat sürmesi de mümkündür. İncelemelere göre her 1000 doğumdan birinde bir XYY adamı dünyaya gelmektedir, boyleceXYY anormalliği mongolizm’den sonra en sık görülen kromozom anormallikleri arasında yer almaktadır. Bir XYY adamının akıl hastahanesine düşme ihtimali % Tdir, yani normal bir erkeğe göre 10 kere daha büyük. Tutuk evlerinde ve akıl hastahanelerinde XYY adamlarına oldukça sık rastlanmaktadır (çok kabaca 1:300 oranında). Yeni doğan erkek çocuklarda XYY sıklığını bulmak üzere bütün dünyada çalışmalar başlamış bulunuyor. Fakat bu gibi çocuklara ne yapılması gerektiği çok tartışmalı bir konu: doğmadan önce teşhis edip düşürtmek mi, daha çocukken hastahaneye kapatmak mı, yoksa savaş ve barışta XY erkeklerinin çok daha fazla suç işlediklerini düşünerek XYYIeri kendi haline bırakmak mı? Nitekim Boston konferansında konuşmacılardan biri Amerikan tutukevlerinde karaderililerin ve erkeklerin çoğunlukta olduğunu belirtiyordu, toplumun karaderililere ve erkeklere karşı da tedbir alması gerekmez miydi o zaman?
EVRENİN BÜYÜK SIRRI: QUASAR’LAR
Quasar adı ile bilinen yıldızlar birbirine zıt özellikleri ile astronomları hayretten hayrete düşürmektedir. Quasar’lar en güçlü teleskoplarla bile açısal boyutlardan yoksun minik bir nokta olarak görülürler. Fakat her quasar galaksimizdeki 150 milyar yıldızın tümünün verdiği ışığın 100 katı kadar ışık saçar. Evrensel boyutlar yanında büyüklüğü hiç kalan bu “ateş böceği” güçlü radyogalaksi Cygnus-A kadar enerji saçar. Quasar’lar çok uzak yıldızlardır: evrenin gözlenebilen en uzak sınırlarında bulunurlar, dünyamızdan milyarlarca ışık yılı uzaktadırlar. Bir quasar’in çapı ölçülmüş ve Güneş sisteminden büyük olmadığı anlaşılmıştır. Bu müthiş enerjinin kaynağı nedir? Neden evrende en uzak yıldızlar en güçlü elektromanyetik dalgalar saçmaktadır? Neden evrenin bu “kum taneleri” milyarlarca yıldızın oluşturduğu kümelerden (galaksi) daha fazla enerji saçmaktadır? Doğa
buralarda hangi akıl almaz enerji yaratma yolunu seçmiştir? Bir noktada tüm araştırıcılar hemfikirdir:’ blı enerji yalnız nükleer reaksiyonlardan doğmuş olamaz. Bu konudaki ilk bilimsel varsayım Sovyet astrofizikçisi Nikolay Kardaşev tarafından ileri sürüldü ve bütün dünyadaki bilginlerce kabul ediljdi: t Galaksilerin merkezi sakin değildir, buralarda devamlı patlamalar, yıldız oluşumları ve yıldız çarpışmaları olur. Bu dev patlamalar supernova’ların ve pylsar’ların (nötron yıldızları) doğmasına yol açar ve inter- galaktik boşluklara enerji saçar. Fakat akademisyen Dr. Vitali Ginzburg ve fizik – matematik doktoru Leonid Ozernoy bu hipotezin quasarlar- daki müthiş enerjiyi açıklamaya yetmediğini gösterdi. Einstein’ın İzafiyet teorisine göre kütleleri güneşin en az 2 – 3 katı olan yıldızlar genel çekim güçleri etkisiyle nükleer yakıtlarını yaktıktan sonra büzülmeye başlarlar, bu sırada yıldızın içinde “siyah delikler” meydana gelir, siyah delikler Tıiç ışık saçmaz, fakat son derece güçlü yerçekimi alanları vardır, bu nedenle yakınlarından geçen bütün cisim ve ışınları derhal içlerine emerler. Eğer kütlesi güneşin milyonlarca katı olan böyle bir evrensel “canavar” bir galaksi’nin merkezinde yer alırsa büyük çekim güçleriyle yıldızlardan çıkan gazları bir araya toplar. Bu sırada ışık hızına yakın hızlarla siyah deliklere sürüklenmekte olan madde bu “genelçekim ‘mezarlıklarında yokolmadan önce güçlü radyo dalgalarına dönüşür. Herşey bu görüşe uyar gibiydi, enerji seviyeleri bile. Ne var ki teorik fizikçi Igor Novikov siyah delikli quasar’larda maximum enerji’nin ültraviyole ve görünen ışık bantlarında olması gerektiğini kanıtladı, oysa quasarlarin maximum enerjisi enfraruj bantlarında idi. Yine bir çelişki ortaya çıkmış demekti. Fakat Ginzburg ve Ozernoy’un araştırmaları evrenin bu sırrını oldukça çözdü: Her galaksi’de milyarlarca yıldız bir gaz yayar, genelçekim güçleri bu gazın galaksi merkezinde toplanmasına yol açar. 100 milyon yıl kadar sonra bu gazlar bir milyar güneş büyüklüğünde bir süper- yıldız şeklini alır. Bu süpefyıldız kendi etrafında döner ve kuvvetli bir manyetik alan gösterir. Hesaplara göre böyle bir süperyıldız bu iki özellik olmasaydı quasar ışıma şartlarında ancak 10 yıl yaşayabilirdi, iç fırtınaları ise bir milyon yıl kadar sürerdi. Bu iki ^özellik nedeniyle bu süperyıldıza .manyefoid veya rotator denmektedir. Doğa bu kadar uzun yaşayan bir rotator’u nasıl yarattı? Tabii bu “alet”in epeyce karmaşık bir işleyiş ritm’i vardır. Dönen süperyıldızın dönüş ekseni ile manyetik ekseni aynı değildir (bu iki eksen bir açı yaparlar). Plazma halindeki madde dönen süperyıldızın ekvatorundan uzağa doğru akarken çok güçlü radyo dalgalarına dönüşür. Enerji kaybeden quasar yassılaşır. Quasar’in fırtınalı dönemi bir termonükleer patlama ile son bulur, quasar maddesi bütün galaksiye dağılır. Quasarlarin bu şekilde doğuşu 100 milyon yıllık aralarla tekrarlar.’
Yıkama ile toprak kazanma yolu, özellikle, İsrail’de de denenmiş ve başarı kazanılmıştır
10
Mar