9- Bir kimseye zekâtın farz olması için onda şu şartların bulunması gere kir:
1) Zekât verecek kimse, müslüman, hür, akla sahib ve büluğ çağına ermiş
olmalıdır. Buna göre, müslüman olmayanlar, köle ve cariyeler, mecnunlar ve ço
cuklar zekât vermekle yükümlü değillerdir. Gayri müslimler zekât vermekle mü
kellef değillerdir. Öyle ki, (Allah korusun), bir müslüman bir müddet hak dinden
çıkıp ondan sonra tevbe ederek Allah’dan mağfiret dilese, dinden çıkış (irtidat)
zamanında zekât vermek ona farz olmayacağı gibi, irtidatından daha önceki zamana
ait zekât borçları da düşmüş olur. Çünkü zekâtın farzıyetinde İslâm şart olduğu gibi,
bekasında da şarttır.
Kölelerle cariyelere gelince, onlar aslen bir mala sahib olamayacakları için, zekât vermeye ehil değillerdir. Kendilerine ticaret için izin verilse de, yine hüküm aynıdır.
Mecnunlara gelince, bunlarda iki durum düşünülebilir. Birincisi, doğuştan beri mecnun (deli) bulunmaktır. Bunların bu durumu devam ettikçe, onlar zekâtla yükümlü olmazlar. Fakat bunlar büluğu çağına erdikten sonra iyileşip düzelseler, sağlığa kavuşmalarından itibaren zekât vermekle mükellef olurlar. İkincisi, büluğa erdikten sonra bir müddet mecnun olmaktır. Bu durumda bunların cinnetleri (de lilikleri) bütün bir yıl devam ederse, bu yıl için zekât vermeleri onlara farz olmaz. Çünkü bu durumda onlardan yükümlülük düşmüş olur. Fakat bu yıl içinde bir iki gün gibi kısa bir zaman iyileşecek olsalar, zekât vermeleri onlara farz olur.
Bu mesele İmam Muhammed’e göredir. İmam Ebu Yusufa göre, yılın ço ğunda sağlık üzere bulunmadıkça, o yılın zekâtı gerekmez.
Baygınlık hali ise, zekât verme mükellefiyetine engel değildir.
Çocuklara gelince, bunlar akılları başlarında olarak büluğa ermedikçe, zekât vermekle yükümlü olmazlar. Onun için bunların mallarından velileri zekât vere mez. Bunların zekât vermeleri büluğ çağına ermekle başlar. Bir sene sonunda yerine getirilmesi gerekir.
(İmam Şafiî’ye göre çocukların ve delilerin mallarından zekât verilmesi gerekir. Bunu velileri mallarından öderler. Çünkü zekât mala gereken bir haktır. Küçüklük ve noksanlık bu hakkın varlığını gideremez. Öşürde de durum böyledir.) Bize göre zekât malî bir ibadettir. Bunlar ise ibadetle mükellef değillerdir.
2) Zekât verecek kimse, temel ihtiyaçlarından ve borçlarından başka nisab mikdarı veya daha fazla bir mala sahib bulunmalıdır. Bu mikdar malı bulunmayana zekât farz olmaz.
“Nisab”, şeriatın bir şey için koymuş olduğu belli bir ölçü ve mikdar de mektir.
Şöyle ki: Zekât vermek için altının nisabı yirmi miskaldır. Gümüşün nisabı iki yüz dirhemdir. Koyun ile keçinin nisabı kırk koyun veya keçidir. Sığır ile mandanın nisabı otuz ve deveninki de otuz beşdir.
Temel ihtiyaçlar: Bundan maksad, oturacak ev ile eve gerekli olan eşya, kışlık ve yazlık elbise, gerekli silâh ve aletler, kitablar, binek hayvanı, hizmetçi, köle veya cariye, bir aylık -doğru kabul edilen başka bir görüşe göre, bir yıllık— nafaka demektir. Borç karşılığı olarak elde bulunan para da böyledir.
3) Zekâtı verilmesi gereken mal, gerçekten veya hüküm bakımından artıcı bulunmalıdır. Böyle olmayan mallardan zekât gerekmez. Nisab mikdarından fazla olması hükmü değiştirmez.
Gerçekten artıcılık, ticaret veya doğurma ve üreme yolu ile olur, ticaret için kullanılan herhangi bir eşya ve hayvan zekâta bağlı olduğu gibi, dölünü veya sütünü almak için, yılın çoğunu kırlarda otlayarak idare eden ve “Saime” adını alan hay vanlar da zekâta bağlıdır. İleride anlatılacaktır.
Hüküm itibariyle artış da, çoğalmaya ve artmaya elverişli bulunan ve sa hibinin veya vekilinin elinde olan altın ve gümüşteki geçerliliktir, altın ve gümüşün maddeleri ile ihtiyaçlar giderilemez. Bunlar ticarette kullanılmak ve malların de ğiştirilmesinde vasıta olmak yolu ile ihtiyaçları karşılar. Bu yönü ile bunlar, yaratılış bakımından artmaya ve ticarete mahsustur. Onun için elde bulunan altm ve gümüş paralar, külçeler ve süs eşyaları, kendileriyle ticarete niyet edilmese veya bunlar nafakaya ve ev satın alınmasına harcanmak üzere saklansa, bile, nisab mikdarına ulaşınca zekâta tâbi olurlar.
4) Zekâtın gereği için, tam bir mülkiyet bulunmalıdır. Bir malm mülkiyetiyle beraber onun elde de bulunması gerekir. Onun için bir kadın mehrini eline ge çirmedikçe, onun zekâtı ile yükümlü olmaz. Çünkü o mehre (nikâh bedeline) malik ise de, onu eline geçirmiş değildir.
Yine, elinde rehin mal bulunan bir kimseye, rehinden dolayı zekât gerekmez. Çünkü rehin, bir borç karşılığıdır. Bunda malikinin ele geçirip sahib olma hakkı yoktur.
Satın alınıp da henüz ele geçirilmemiş bulunan bir mal, ele geçmiş hükmünde olarak zekâta bağlıdır. Bu nisaba girer ve ondan zekât vermek gerekir.
Yolculuk halinde bulunan kimse de, malının zekâtını vermekle yükümlüdür. Her ne kadar o, malını elinde bulundurmuyorsa da, vekili aracılığı ile onu kul lanmaya gücü vardır.
5) Zekât gerekmesi için, bir mal üzerinden tam bir yıl geçmiş bulunmalıdır. Buna “Havl-i hevelân” denir. Çünkü bu zaman içinde artış ve çoğalma gerçekleşir, döllenme ve üreme olur. Mevsimlerin değişmesiyle ihtiyaçlar ve fiyatlar değişir.
Şöyle ki: En az nisab mikdarıda olmak şartı ile artmaya elverişli bir mal üzerinden tam bir kameri yıl geçip son bulmadıkça ona zekât gerekmez. Nisab mikdarı hem senenin başında, hem de sonunda bulunmalıdır. Bu mikdarm sene ortasında azalması, zekâtın verilmesine engel olmaz. Aksine olarak sene içinde artan mal da, sene sonunda diğer mal ile beraber zekâta tâbi olur.
Örnek: Bir kisenin (1364) senesi başında temel ihtiyaçlarından fazla iki yüz dirhem gümüş mikdarı artıcı bir malı olup mal, sene sonuna kadar devam etse, bundan beş dirhem zekât vermek gerekir. Bu mal, sene ortasında yüz dirheme indiği halde, sene sonunda yine iki yüz dirhem mikdarına çıkmış bulunsa, yine beş dirhem zekât gerekir.
Sene başında en az iki yüz dirhem mikdarı iken, sene içinde ticaret, bağış ve miras gibi sebeblerle dört yüz dirhem mikdarına çıkıp sene sonuna kadar devam etse, on dirhem mikdarı zekât gerekir. Fakat böyle bir mal, sene başında yüz doksan dirhem mikdarı iken sene sonunda iki yüz veya üç yüz dirhem mikdarına tçıkmış bulunsa yahut sene başında iki-üç yüz dirhem mikdarı iken, sene sonunda yüz doksan dokuz dirhem mikdarına düşse, zekât gerekmez. Ancak iki yüz dirhem olduğu günden itibaren devam edecek olan bir yıl sonunda yine aynı mikdara veya daha fazlasına erişecek olursa zekât gerekir.
İmam Züfer’e göre, nisab mikdarı, senenin başından sonuna kadar bu lunmalıdır.
(İmam Şafiî’ye göre, saime denilen hayvanlarda da hüküm böyledir. Fakat ticaret mallarında nisabın yalnız ticaret mallarında sene sounda tam bulunmazı lâzımdır. Sene başında ve ortasında nisabm noksan olması, zekâtın verilmesine engel olmaz.)
10- Zekâta bağlı bir mal üzerinden bir yıl geçtikten sonra bu mal artacak olsa, ana paraya bağlı olarak yıl sonunda zekâta girer.