İnsanın dünya sahnesine çıkarılışının gayesi, şüphesiz
ki, Cenab-ı Hakk’a (c.c.) kulluktur. Kulluğun zirvesi de
nefsin tezkiyesi, Yaratıcı ile insan arasındaki bütün mania
ve perdelerin aradan kalkmasıdır. İnsan, ister farketsin, ister
etmesin; ister inansın, ister inanmasın bütün hayatı bu ana
gaye sayesinde anlam kazanır. İnanan, kulluk yolunu
benimseyen insan, kendisine takdim edilen plân-proğrama
uyarak, gittikçe mesafeyi kısaltır ve yönü daima zirveye
doğru olur. İnanmayan insan ise, esasında hedefe varmak
için çırpındığı halde aradığı şeyin ne olduğunu bilemediğinden
ümitsiz bir arayış içindedir; yönü kulluktan, kendi
asıl cevherinden ve neticede Yaratıcı’dan kaçışa doğrudur.
Kulluktan, nefis tezkiyesinden, Cenab-ı Hakk’a (c.c) vasıl
olmaktan bahsettiğimize göre konumuz mü’mindir, Müslümandır.
İnandıktan sonra, kulluğun reçetesi mesabesinde olan
ibadete yönelmek zaruridir. İbadetin de nihâi durağı veya
en kâmil şekli zikirdir. Daha doğrusu ibadetlerin özü, mayasıdır
zikir. Resulullah (s.a.v.): “Zikirle Allah arasında
perde yoktur” (Dehlevî) buyurmaktadır.
- 55 –
Zikir, lügatte; anmak, hatırlamak, düşünmek, adı geçmek,
hatırdan çıkarmamak, hatırlayıp icra etmek mânâlarına
gelmektedir. Istılahta ise insanı, Cenab-ı Hakk’m (c.c.)
kudret ve azametini düşünmeğe, düşündürmeğe sevketmek
mânâlarını taşıdığı gibi, birçok yerde Kur’ân, namaz,
oruç, hatta peygamberler anlamına da gelir. En yaygın
olarak zikir; tekbir, tehlil, teşbih, salavat ve vird gibi dil ile
Hakk’ı anmak olarak hususi mânâda kullanılmaktadır.
Bütün bu mânâlar tahlil edildiğinde zikirde iki türlü
mânânın ağırlık kazandığı görülür: Unutulan şeyi hatırlamak,
unutmamak için sürekli hatırda tutmak. Zikirde ulaşılmak
istenen, birinci mânâ olup, İkincisi yardımcı unsurdur.
Unutulup da hatırlanmak istenen nedir?
Cenab-ı Hak (c.c.) ile kulları arasında, ruhlar ile, yaratıldığı
zaman Elest Bezmi’nde bir ahidleşme olmuştu, bir
misak gerçekleşmişti. Dünya sahnesine gelip, ruh, beden
içine hapsolup birçok perde ile de perdelenince insan,
ruhunun ilk şeklini hatırlamaz olmuştur. Zikir, insana ruhunun
misaktaki şeklini hatırlama yolunu açar. Kur’ân-ı Kerim,
“misak”ta verilen söze ters düşmeyi ahdi bozmak
olarak ifade etmektedir: “Onlar ki, söz verip bağlandıktan
sonra, Allah’a verdikleri sözü bozarlar… İşte
12 * ziyana uğrayanlar onlardır” . Bu yüzden insanlık, çeşitli
vesilelerle Elest’i yani asıl benliklerini hatırlamağa (gerçeği
zikir yoluyla kavramaya) davet edilir: “İlk yaradılışı
bildiniz, bu bir gerçek. O halde, hâlâ tezekkür etme*
yecek misiniz?”13. “Hatırlat, zikre davet et. Çünkü
hatırlatma mü’minlere fayda getirir”14 Zikirden gaye
olan hatırlama gerçekleşince insan aslî varlığı ile bütünleşir
(Y.N.Öztürk). Artık Allah ile kul arasındaki perdeler ortadan
kalkmıştır. Bütün ibadetlerin özü olan zikrin meyvelerinin
olgunlaştığını ifade eden bu noktada insan, bütün mâsiva
engelini aşmış, hatta bütün mahlukata hükmeder duruma
gelmiştir. Muhammed el-Bâkır Hazretleri: “Yıldırımlar,
mü’min, gayr-ı mü’min herkese isabet eder. Bunun - 5 6 –
tek istisnası Allah’ı zikreden kimselerdir”15 diye buyururken
bunu kastetmiştir.
İnsanı kulluğun zirvesine ulaştıran, Ahsen-i Takvim’e
seyrettiren (tabir yerinde ise) ‘zikir projesi” veya “zikir
rejimfni daha sonraki paragraflarda ayrıntılı olarak ele
alacağız.
ZİKRİN KAPSAMI İÇİNDE YER ALAN
KAVRAM ve MÜESSESELER
İbadetler, başlıbaşına birer zikirdir. Cenab-ı Hak (c.c.):
“Beni anmak için namaz kıl”16, buyurduğuna göre
namazın emredilmesinin hikmeti Allah’ı zikirdir. Cuma Suresi
- âyette Allah şöyle buyurmaktadır: “…Cuma günü
namaz için ezan okunup nida edildiği vakit Allah’ın
zikrine koşun..”. Burada namaz, “zikir” olarak ifade
buyurulmuştur. Şunu hemen ifade edebiliriz ki, namaz,
zikrin bütün çeşitlerini kâmil mânâda ihtiva eder. Bilindiği
gibi namaza “iftitah tekbiri” ile girilir.Hemen arkasından,
içinde teşbih, tahmid, tenzih, tevhid bulunan “Sübhâneke”
gelir: “Allah’ım, Sen’i her türlü eksiklikten
tenzih ederim. Hamd sanadır. İsmin ve şanın yücedir
Allah’ım). Senden başka ilâh yoktur”. Rüku’da,
“Sübhane Rabbiye’l-Azim”: “Pek büyük olan Rabb’im,
her türlü eksiklikten münezzehsin”. Secdede ise:
“Sübhane Rabbiye’l-Alâ”: “Pek yüce olan Rabb’imi
her türlü eksiklikten tenzih ederim”, denilir. Kıyam’-
dan Rüku’a, Rüku’dan Sücud’a, Sücud’dan Cülus a giderken
tekbir getirilerek Cenab-ı Hak(c.c.) zikredilir. Âyette:
“Hamd Allah’adır, de” buyurulmaktadır. Namazda Rüku’dan
sonra, “Semiallahü-limen-hamideh”: “Allah, kendisini
hamd edeni duydu. Rabbimiz, hamd Senin’-
dir”, denilir.
Cenab-ı Allah, Resulullah’a “Selâtü selâm” getirmemizi
emretmiştir. Namazda da şöyle diyoruz: “Ey Peygamber,
selâm sana. Allah’ın rahmeti ve bereketi de üzerine
olsun. Allah’ım, Muhammed ve âline salat kıl, (merhamet
et)”. Selâm verildikten sonra okunan “Allahümme
Ente’s-Selâmü…” ibaresi de zikir kelimelerinden başka
birşey değildir. Namazdan sonra otuz üçer defa “Sübhanallah”,
“Elhamdülillah”, “Allahüekber” demenin
sünnet olduğu da bütün mü’minler tarafından bilinmektedir
(Müslim).
Ayrıca Kıyarn da iken okunması farz olan Kur’ân âyetleri
de zikirdir. Kurân’m zikir olduğuna dair âyet-i kerimelerden
birisinde şöyle buyurulmaktadır: “O zikri (Kur’ân’ı)
biz indirdik, biz; onun koruyucusu da elbette bizı-
zw 17
Açıkça görüldüğü üzere namaz ibadeti, Cenab-ı Hakk-
’ın (c.c.) mü’minlere emir buyurduğu bir zikirler mecmuudur.
Huşu ile ve ihsan halinde kılındığında içindeki zikir
sayesinde tecellilere mazhar olan “Mü’min için Namaz
mi’râ c’dır”. Ve “dinin direği” (Ebu Davut) olan namazın
özü zikirdir. “Namaz olmadan zikir olmaz ve zikir
olmadan da namaz olmaz. Kalb zikirle dirilir ve ruh
onunla yücelir”18
Oruç ve Hac da zikirdir.
Oruçtan bahseden Bakara Suresi 185. âyet-i kerimede
şöyle buyurulmaktadır: “Size doğru yolu gösterdiğinden
dolayı Allah’ı tekbir etmenizi ister…” Hac farizası
yerine getirilirken de Cenab-ı Hak (c.c.) Müslümanlara
zikretmeyi emretmektedir: “Sayılı günlerde Allah’ın ismini
ansınlar”19. Şeytan taşlamadan bahsedilirken de:
“Sayılı günlerde Allah’ı anın”20,buyurulmaktadır.
O halde zikir, ibadetlerin ruhudur.
Kur’ân-1 Kerim, zikirdir.
- 5 8 –
“İşte bu Kur’ân da, bizim indirdiğimiz feyz kaynağı
bir zikirdir. Şimdi siz . mi bunu inkâr etmektesi- nız»21
“…İşte benimle beraber olanların zikri (kitabı) ve
işte benden önce gelenlerin zikri (kitabı)…”22.
“Şüphe yok ki o Kur’ân senin için de, kavmin
için de kesin bir zikirdir. Siz ondan sorumlu tutulacaksınız”
23.
“Peygamberler de hem birer zikirdir, hem de zikir
yoluyla eğiten, zikir eğitimiyle belletip kavratan birer
mürebbidirler”24.
“Habibim, sen onlara hiç durmadan zikir yoluyla
öğüt ver. Sen sadece bir müzekkir (zikir yoluyla eğitensin”
25′
“Allah’tan korkun ey gönül erbabı! Allah size
gerçek bir zikir indirmiştir. O zikir, iman edip de
güzel ve temiz amellerde bulunanları karanlıklardan
aydınlığa çıkarmak için, Allah’ın her şeyi açık
açık bildiren âyetlerini size okuyup duran bir resuldür…”
26.
Gerçek ilim ve gerçek ilim sahipleri de ‘zikir olarak
ifade edilmiştir:
“…Eğer bilmiyorsanız zikir erbabına sorun” .
Gerçek âlimler; Allah’ı bilenler, marifetullaha ermiş olanlardır.
Cenab-ı Hakk’ı en çok bilenler de zikrin hakikatine
erebilenlerdir28. Bunlar akıl üstü bir ilme ve kavrama
gücüne sahip olan, ledün terbiyesi görmüş mânâ erleridir29.
“…Sadece lübb (gönül) sahipleri zikir yoluyla
kavrayabilirler” 30.
Demek ki, Kur’ân’m en mükemmel müfessirleri, veliler
ve yine Kur’ân’m en doyurucu tefsiri de onların söz ve
halleridir. - 5 9 –
ZİKR’İN ÖZEL ve TASAVVUFİ MÂNÂSI ÜZERİNE
Kur’ân-ı Kerim’de zikir ve zikir kelimeleri, yetmiş sure ve
ikiyüz ellialtı yerde geçmektedir. Bu âyet-i kerimelerden bir
kaçı şöyledir:
Ol
“Rabb’ınm ismini zikret, yalnız O’na yönel” .
“Sabah ve akşam Rabb’mm ismini zikret” 32
“…Haberiniz olsun ki, kalbler, Oa Oncak Allah’ı zikirle
(yatışır sakinleşir) tatmin olur”
“Ey iman edenler, Allah’ı çok zikredin” 34
“Namazı kılıp bitirdiğiniz zaman, ayakta iken,
otururken ve yanlarınız üzerinde iken, Allah’ı zikrediniz”
35
“Ben’i zikredin ki, Ben de sizi zikredeyim…”
Bütün bu açık delillerden sonra bütün ibadetlerin özü
olan zikrin inkârı şöyle dursun, kul için zikrin bir vecibe
olduğundan şüpheye düşmek, iz’an ve akıl sahibi mü’minler
için mümkün değildir.
Şöyle bir düşünce de yanlış ve çok tehlikelidir: “Zikretmekten
maksat; namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek,
Kur’ân okumaktır. Bunların dışında özel bir şekilde belirli
zamanlarda, belirli virdleri, belirli sayılarda tekrarlamak
şeklindeki zikir yapma uygulaması bid’attır”.
Böyle bir düşünce Kitap, Sünnet, İcmâ-i Ümmet önünde
bâtıldır ve İslâm’ın bidayetinden günümüze kadar yaşanmış,
sonuçları açıkça görülmüş hatta tarihin hayır hanesine
yazılmış olanlarda en büyük katkının sahibi olan tasavvuf
ve tasavvufî hayatla asla bağdaşmaz.
Yukarıda meâlini verdiğimiz A’raf Suresi 205. âyet-i
kerimede geçen “yüksek olmayan bir sesle” tabiri zikre özel
-60-
bir tarz tarif etmekte, “sabah ve akşam”dan söz edilmekle
de, bu özel zikir için günün faziletli saatleri belirtilmektedir.
Yine Nisâ Suresi 103. âyet-i kerimesinde “Namazı kılıp
bitirdiğiniz zaman… Allah’ı zikrediniz” buyurulması,
zikrin özel olarak farz olan namazdan ayrı olarak da yapılmasının
emredildiğine dair delildir. Ankebut Suresi 45.
âyet-i kerimesinin meâli şöyledir: “Muhakkak ki namaz,
insanı her türlü kötülükten men eder (çeker). Allah’ı
zikir en büyüktür”. Bu âyet-i kerimede de, namazla ilgili
beyanat bittikten sonra “Allah’ı zikir”den bahsedilmesi
meşrepler tarafından günümüze kadar uygulana gelen
zikir metodları ve zikrî eğitimin Kur’ânî olduğunu gösteren
bir diğer delildir.
Asr-ı Saadet’e, Resulullah’m ve Ashab’ınm hayatına
bakıldığında, bu özel zikrin sayısız örneklerine rastlamak ve
hatta her bir sahabînin ayrı bir “zikir meşrebi*4 olduğuna
dair deliller bulmak elbette mümkündür. Özellikle Peygamber
Efendimizin Hulefâi Râşidin olan Hz. Ebu Bekir, Ömer,
Osman, Ali’ye (r.a.); Hz. Safiyye, Cüveyriye, Ümmühâni,
Ümmü Süleym, Şeddat b. Evs… gibi Ashabın ileri
gelenlerine bugünkü tabirle “ders tarif ettiği” ve her birinin
meşreplerine uygun vird verdiği tarihi vesikalarla kayıtlıdır.
Bu sebeple birkaç hadis-i şerif ile yetineceğiz:
“Zikrin efdal ve üstünü ’Lâ ilâhe illallah’, duanın
efdal ve üstünü de ‘el-Hamdü li’llah’dır” 37.
Huzayfetu’l-Yemân der ki: “Dilimin çirkin ve acı
sözlülüğünden Resulüllah’a şikayet ettim:
-Ya Resulellah, dilim beni yakıyor, dedim.
Resulullah:
-İstiğfardan yararlanılırken sen neredeydin? Ben
günde yüce Allah’a yüz kere istiğfar ve O’na tevbe
ediyorumdur, buyurdu” 38.
Peygamberimiz: “Bir kimse hizb’ini (virdini, dersini)
veya onun bir cüz’ünü okumadan uyur da, onu sabah
namazı ile öğle namazı arasında okursa, kendisine
onu gece okumuş gibi sevap yazılır” buyurmuştur.
Zikrin bu kadar önemli olmasının sebebi nedir?
Resulullah (s.a.v.): “İman, içinizde elbisenin yıprandığı
gibi yıpranır. Kalplerinizde imanın yenilenmesi
için Allah’a dua ediniz” 40′
“İbn-i Abbas (r.a.) şöyle buyurmuştur: Her mü’minin
kalbinde bir şeytan bulunur. Fakat mü’min, zikr-i
ilahi ile meşgul olursa şeytan küçülür. Zikr-i İlâhi ile
meşgul olmayı unutunca şeytan vesveseye devam
eder’41.
“Kul, Lâ ilâhe illallah, dediği zaman rububiyyet
iddia eden nefs, heva ve şehveti; uluhiyet izhar eden
ilahları red ve inkân kasteder… İşte zikreden kul, ‘lâ
ilâhe’ ifadesindeki ‘ nefiy’ bölümü ile kendisine düşman
olanların arzularının saltanatına son verir.
İspat bölümünü ifade eden ‘İllallah’ kısmı ise
Hakk’m ve O’nun askerleri durumunda olan kalp,
ilim, Kur’ân, Sünnet ve ilhamın hakimiyetlerini ortaya
koyar… Zikir bir nurdur. Kalbi kapladığı ve
hakimiyeti altına aldığı zaman kalbi de kalb gözlerini
de nurlandırır… HakTeâlâ: İşte senden perdeyi
kaldırdık. Bugün gözün ne kadar keskindir (Kâf:22)
buyurmuştur” 42
İşte bu noktada zikretmenin amacı tahakkuk etmiş, Elest
Bezmindeki rûhî safiyete ulaşılmış olur. Bütün ibâdetlerden,
emirlere uymak ve yasaklardan kaçınmaktan amaçlanan
nihâi sonuç da bu değil midir?