wiki

MUKÂTAA

mukataaMUKÂTAA; hazînenin gelir kaynaklarından biri. Devlete ait bir arâzi veya vâridâtm (gelirin) bir bedel mukâbilinde kiraya verilmesi veya geçici olarak temlikidir. İslâm devletlerinde mukâtaa usûlü eskiden beri kullanılmakta idi. OsmanlIlarda mukâtaalar, devlete âit gelirlerin tahsili veya bir tekel hâline getirilen herhangi bir kuruluşun işletme hakkı veya yeraltı servetlerinden devlet payına düşen kısmı toplamak veya gerektiğinde bu kaynaklan işletenlerden çıkardıkları mâdeni satın alma tekeli kurmak şekillerinde işletilen üretim birimleridir. Devlet, uygun gördüğü her türlü zirâî, ticârî ve smâî kuruluşu, mukâtaa. konusu edebilirdi. Kara ve deniz gümrükleri, darphâneler, mâdenler veşaphâneler buna örnek verilebilir. Gelirleri çoğunlukla devlete âit olmakla birlikte, vakıflara tahsis edilen, ulûfe karşılığı veya ocaklık olarak verilebilen veya has olarak tahsis edilebilen mukâtaalar da vardı. Mukâtaa gelirlerinde ve bunların toplam bütçe gelirlerine oran- lannda bâzı dalgalanmalar görülmüştür. Bunların bütçe içerisindeki payı yüzde 24 ile yüzde 37 arasında değişmiştir. Devlete gelir getiren kaynakları kiralayanlara ise “mültezim” ismi veriliyordu. Mukâtaanın önemine göre, mültezim, bir şahıs olabileceği gibi, bir ortaklık da olabilmekte veya birkaç mükâtaâ topluca bir mültezime verilebilmekteydi. Mukâtaalar genel olarak üç yıllık süreler içindi. Mukâtaa gelirlerinde fevkalâde bir artış olması durumunda, istendiği taktirde, mukâtaa daha yüksek bedel teklif eden bir başka mültezime verilebilirdi. Böylece devlet, mukâtaalan için daha kârlı bir teklif geldiği zaman, üç yıllık iltizâm süresini istediği yerde keserdi. Mültezim parasını peşin ödemişse, kalan dönem için olan miktân kendisine iâ- de edilirdi. Mukâtaanın mültezime taksitle verildiği durumlarda hazîneye ipotekli sayılirdı. Bu durumda mültezimler tahvîl süreleri içinde hiçbir şeylerini satamazlar, başkasına devredemezlerdi. İltizâm bedelini zamânında ödemeyen mültezimlerin, gerekirse kefillerinin mallarına el konurdu. Osmanlılar mukâtaalan işletmede üç usul kullanırlardı. Bunlar; iltizâm, emânet ve 17. yüzyılın sonlarından îtibâren mâlikânedit. İltizâm usûlü mukâtaalar: Osmanlı Devletinde iltizâm usûlü kuruluş yıllarından îtibâreh görülmüş ve timar sistemiyle bir bütünü tamamlayan unsur olarak varolmuştur. On altıncı yüzyılın ortalatma doğru iltizâm usûlü para ekonomisinin gittikçe değer kazanması sonucunda timar sistemini de içine alarak daha yaygın bir duruma geldi. Önceleri ticâret maddelerine konan resimler Ve pâdişâh haslarının gelirleri, hâsılâtı nakit olarak temin etmek amacı ile iltizâma verilirken, sonraları bütün dirlik sâhipleri tasarrufları altındaki gelir kaynaklarını iltizâma vermeye başlamışlardı. İltizâm usûlünde; mâden ocağı, tuzla, darphâne, gümrük, ispençe, dalyan vb. mukâtaalarm yıllık gelirinin asgarî değeri, mâliye tarafından tesbit edilip, hazîne defterlerine kaydedilirdi. Sonra bu mukâtaalarm muayyen bir yıl için temin edebileceği âzamî kıymeti de düşünülerek, arttırma usûlü ile peşin veya kısmen peşin, kısmen taksitle belli bir meblağ karşılığında satılacağı (iltizâma verileceği) umûmî efkâra îlân edilirdi. Bu gelirleri satın almak isteyen kişiler (mültezimler) artırma konusu olan mukâtaayı; getireceği gelir, se- beb olacağı masraf ve bırakacağı kâr hakkındaki yaptığı araştırmaların sonucuna göre, kıymetlendirdikten sonra, devlete yıllık olarak ödemeyi kabul edebilecekleri miktân ihtivâ eden tekliflerini yaparlardı. Hazîne ise; öncelikle âdil, iyi tanınmış ve iyi bir terbiye ile yetişmiş olanları1 seçer, bunlar arasından da en yüksek teklifi yapan mültezime, genellikle üç senelik bir devre için o mukâta- ayı vergilendirme hakkını devrederdi. Verilen bu süre içerisinde mültezim, devletin sağladığfmâlî, idâri ve adlî kolaylıklardan faydalanarak, kânunların çizdiği sınırlar içinde tam bir müteşebbis gibi hareket eder, arttırmada belirlenen miktân ha
zîneye ödedikten sonra kalan kısmım kendi şahsî v6 meşrû kârı olarak kazanırdı. Emânet usûlü mukâtaalar: Devletin iktisâdî hayâtınm istikrarsız olduğu yıllarda zarar ihtimâli bulunduğundan, mukâtaalar için mültezim bulma zorlaştı. Bu durumda Devlet, mukâtaalan kapat- maktansa emânet yoluyla işletmeyi tercih etti. Çoğu defâ böyle durumlarda işletme başma gelen kimseler, emin kalmak şartıyla belli bir meblağm ödenmesini üzerine alırlardı. Böylelikle iltizâm yoluyla emânet (emânet ber-vech-i iltizâm) adını alan karma bir düzen mef dana getirilip, işletme başında biılunan kişi de kendinde memûriyetle özel teşebbüsü birleştirmiş olurdu. Emîn sıfatıyla maaşlı bir meriıûr, belli bir meblağı ödemeyi üzerine aldı- ğındah, işletmenin kâr veya zarânndan sorumlu bir kişi olarak görünürdü. Mâlikâne usûlü mukâtaalar: Muhtelif gelir kaynaklannıri bir kimseye vâridâtından hayâtı boyunca istifâde etmek, lâkin satamamak şartıyla verilmesine, denilmektedir. On yedinci yüzyılın başlarından îtibâren; mültezimlerin, vergi kaynaklarının korunması ile ilgilenmemeleri sonucunda, mukâtaalar İktisadî bünyeyi tahrib edici bir şekil almıştı. Bu sebeple gelecek yıllann mâlî kaynaklan- nı yıpranmaktan korumak ve reâyânm güvenliğini sağlamak için bâzı mukâtaalar kayd-ı hayat şartıyla iltizâma verilmeye başlandı. Bu sistemde mukâtaa gelirleri bir miktar peşin (muaccele) ve her yıl ödenecek taksitler (müeccele) karşılığında özel kesime satılmaktaydı. Nitekim bu sistemin uygulanması ile reâyânm ve toprağm korunması, zirâî verimin artması sağlandığı gibi, savaş harcamaları için ek bir finansman imkânı da ortaya çıktı. 1695’ten başlayarak yüz-yüz elli yıllık OsmanlI mâlî ve iktisâdî târihinin gelir getiren önemli bir kaynağı olarak hayâtiyetini sürdüren mâlikâne sistemi, ilk olarak, ömür boyu zirâî iltizâmların öteden beri geçerli olduğu Mısır’a yakın Sû: riye, Güney ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde uygulamaya kondu, zamanla yaygınlaştı ve eyâletlere mâlikâne verilmesine kadar genişledi. Nitekim 1746 yılında sırasıyla Adana, Trablusşam eyâletleri, Aydın muhâssıllığı (vergi tahsildârlığı), Rakka eyâleti, Kıbrıs ve Mora muhassıllıklan mâlikâne olarak özel şahıslara verilmişti. Mâlikâne sistemi mâdenlerden esnaf kethü- dâlığmâ, tuzlalardan damga resmine kadar; cizye ve avârız hâriç, devletin vergi aldığı bütün faâli- yetlere yayılmıştı. Fakat kısa süreli iltizâm dönemlerinde, taâhhüd ettiği iltizâm bedelini kârıyla çıkarmaktan başka şey düşünmeyen mültezimin, işletmesiyle ilgilenmesini, üretimi arttırmak ve çeşitli yatırımlar yapmasını sağlamak için uygulamaya konulan mukâtaa sistemi de istenilen şekilde uygulanamadı. Ömür boyu tasarruf etmek için mukâtaayı alan mâlikâneci 1er, işletmeleri başına gitmeyerek mâlikânelerini ikinci şahıslara iltizâma verme yoluna gittiler. Böylece mâlikâne sisteminde de bir iltizâm kademelenmesi ortaya çıktı.ve mukâtaa sistemiyle düzeltilmesi düşünülen aksaklıklar giderilemedi. Mukâtaadan hâsıl olan gelirler günü gününe tutulur, mukâtaa kâtipleri bunları mukâtaa defterine işlerler, sonra da rüznâmçe kalemine teslim ederlerdi. Mukâtaa defterleri kubbe altında bitişik bi- nâda saklanırdı. Bunların muhâfazasmdan sır kâtibi sorumlu idi. İltizâma verilen mukâtaa beratları üzerine ise, kubbe vezirleri tuğra çekerlerdi. Mukâtaa gelirleri 1826 yılında yeniçeri ocağının kaldırılması üzerine, yerine kurulan Âsâ- kir-i Mansûre-i Muhammediyye ocağının giderlerine ayrıldı. Tanzimâttan sonra 1858 yılında çıkarılan arâzî kânûnu ile mîrî arâzinin halka tapu karşılığı satılmasıyla, tımar ve zeâmet sâhipleri, mültezim ve muhâssıllar yerine resmî devlet memurları ikâme edilerek mukâtaa sistemi kaldırıldı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir