24 MOTORUN İTME GÜCÜ

24 MOTORUN İTME GÜCÜ

Tam 24 motorla itilen Enzmann aracı, ışık hızının % 9’una varan bir hıza ulaşabilecek. Bu da, aracın Alpha Centauri’ye yaklaşık 60 yılda erişmesi demektir.
1953’te Alman uzay bilimcisi Eugen Sanger tarafından önerilmiş bulunan “Karşıt madde roketi” ise diğer bir itici sistemdir. Bu sistem, madde ve karşıt maddeyi, bir anda birbirlerini yok edip, bir enerji şimşeği oluşturmaları için birleştirir.
Karşıt maddenin evrende, en azından evrenin bizim yaşadığımız bölümünde bulunmadığını ve büyük enerji harcayan bir işlemle yapılması gerektiğini göz önüne almayacak olursak, bu sistem yeterince basit gibi gelebilir.
En çok ümit veren karşıt madde roketlerinden birinde, proton ve antiprotonlar kullanıla-
caktır. Bu karışımdan “pron” adını alan bir enerjili parçacıklar serpintisi oluşacak ve bir manyetik alan içine toplandığında itme gücü olarak kullanılabilecek.
Fizikçi Robert Bussard’ın yıldızlar arası “Mahmuz Jeti” ise diğer uzay gemilerinden çarpıcı bir şekilde ayrıdır. Yolu boyunca, ateşlendiğinde teorik olarak gemiyi ışık hızına dek hızlandırabilecek olan yıldızlar arası boşluktaki hidrojeni toparlayacak bu uzay aracı, yakıtı tükenme kaygısı olmaksızın, galaksi içinde her yere dolanabilecektlr.
Mahmuz jet motorları çalıştırılmadan önce,
2 kilometre uzunluğundaki bir kuleye benzeyen aracın, Daedalus tipi motorlar ile ışık hızının % 1 ’ine varan bir hıza eriştirilmesi gerekiyor. Ancak bundan sonra, dev bir huniyi andıran bir manyetik alan, uzayda seyrek halde bulunan hidrojenden yeterli miktarı toplamak üzere geminin önüne yöneltilecek. Bu alanın kilometre lerce çapta olması gerekiyor. Gemi, hızlandıkça yakıtı daha hızlı toplayıp, mahmuz jetin daha İyi çalışmasına yol açacak.
Mürettebat ilgi çekici bir yer bulduğunda, yavaşlamak üzere birleşme enerjili (füzyon) motorları susturulacak ve manyetik alan, yıldızlar arası maddeleri emerek, yerine yansıtmak üzere ters’me çevrilecek.
Robert L. Forward ise, dev “İşık Yelkeni”
DAEDALUS : Bernard yıldızına gitmek’ üzere Neptün ve uydusu Triton’un yanından geçiyor. Dev tanklarda 50 bin ton yakıt var ve ilk iskelede saniyede 250’yi bulan nükleer mini patlamalar yüzünden beyaz bir ışık parlıyor. İkinci iskelede is» 450 ton cihaz ve uzay robotları var.
Yapı
Boşluğu
Apartman modülleri
İç yüzey
apı ve koruyucu duvarı
İKİ ENZMANN UZAY GEMİSİ buzlu, kayalıklı uyduları döteryum rafineleri için hanv maddb sağlayan halkalı bir gezegenin yörüngesinde seyrediyor. Yakıt tankları tamamen dolduğunda gemi yoluna devam edecek. Yolcular, sadece gövdenin altına yığılmış üç silindirde yaşıyorlar.
projesi ile Bussard’dan bir adım daha ileriye gidiyor. Hiç yakıt taşımamasının yanı sıra bu uzay gemisinin motoru da yok. Bunların yerine, Güneş’e yakın bir yörüngede seyreden birkaç güneş enerjili laser, bu yelkeni uzaya üflemek üzere yoğun bir ışın demeti gönderecek.
Forward’ın bürümcük kalınlığındaki alüminyum zardan yapılma yelkeninde, her birinin çapı laser ışını dalga boyundan küçük milyonlarca delik olacak ki, yelkenin yansıtıcı yüzeyi korunurken, kitlesi etkin bir şekilde azalsın. Kuramsal olarak ıbu yelken, merkezinde insanlı bir uzay aracı olmak üzere, ışık hızının c/c 50’sine varan bir hıza erişebilecek.
Ancak yelken hedefine ulaştığında, arka yüzüne odaklanmış bir laser demeti olmaksızın
nasıl yavaşlayacak? Bunun bir çözüm yolu, yelkenin kargo ve merkez bölümünü diğer bölümlerden ayırıp, bu bölümleri geriye kalan halka şeklindeki yelkenden odaklanacak laser demeti ile durdurmaya çalışmak olacak.
Uzay gemilerinin olası şekillerinin sonu gelmeyecek, çünkü çalışma alanları onları yıldızlar arası çalışmalara iten bilim adamları ve mühendisler, daima pek çok değişkenle oynamak zorundalar.
İnsanoğlu meraklı bir türdür. Göçlerin boyutları ise gitgide büyüdü. Kamptan kampa, kıtadan kıtaya, gezegenden gezegene ve yakınca yıldızdan yıldıza. Hedefler geceleri başımız ^ üstünde parıldıyorlar.
Science Digest’dan Çev.: Semih KESK .
4
BİLİM ve TEK– i
İMMÜN SİSTEM VE BAĞIŞIKLIK
Dr. Aydın BİLGİÇ*
D ütün canlılar, kendilerinden olmayan ve ya-^ pısı kendi vüout yapısına uymayan her türlü yabancı maddeyi vücutlarından uzak tutmaya çalışırlar. Canlılarda, bunun için alınmış birçok önlem vardır. Örneğin: Derimiz, burun, boğaz, nefes yollarımızın iç yüzünü örten zar ve salgı maddesi, kendisine ulaşan yabancı cisimleri vücuda sokmamak için kurulmuş ilk engeldir. Bu maddelerden (solunum ve sindirim işinde olduğu gilbi) bize yararlı olanlar önce bir işleme sokulup, vüouda uygun hale getirilir, son-
ra içeriye alınıp, gerekli yerlere gönderilmek üzere dolaşıma verilirler.
Her şeye rağmen, başta mikroplar olmak üzere, birçok hayvansal ve bitkisel yapılar vücuda girer veya kaçaklar yapabilir. O zaman da bunları yakalayıp, etkisiz hale getiren başka sistem ve mekanizmalar harekete geçer. Bunlardan bir tanesi de bütün genişliğince vücuda yayılmış ve çok iyi örgütlenmiş olan immün (bağışıklık) sistemidir. Bu sistemin üreme ve toplanma merkezleri (kemik iliği, dalak, lenf düğümleri) ve çok iyi eğitilmiş öğeleri (hücreleri) vardır. Doğumdan önce bu sistem hücrelerine, İçinde bulunduğu canlının (insan ya da hayvan türleri olarak) vücut yapısı tanıtılır. Böylece hücre, kendinden olanı tanımış olur ve doğumdan sonra ‘karşılaşacağı her yabancıyı (kendinden olmayanı) vücuttan uzaklaştırmaya çalışır.
Şimdi, canlı veya cansız yabancı bir çişimin herhangi bir yoldan vücuda giriş yaptığını düşünelim. Bu parçacık, immün sistemin lenf dokusunun bir gezici hücresi olan mikro veya mak-rofajlar (küçük veya büyük yutucu hücreler) tarafından kuşatılıp yutulur. Bu kuşatma işleminde, yine aynı »İstemin ürünü olan antikorlar (bağışıklık maddeleri) yardımcı olurlar. (Şekil 1). Sonra bu yutulan cisim parçalanarak, bir incelemeye tabi tutulur, ölçülür biçilir, önemli özellikleri ortaya çıkarılır, bu özellikler iyice tanınır ve ondan sonra lenfosit adını verdiğimiz İmmün sisteminin bir başka elemanına iletilip, tanıtılır. Bu tanımayı yapan hücre, hemen işleme geçerek, o kalıba uygun antikor dediğimiz, esas maddesi proteinden oluşan ve o ya-
* Dahiliye y© Allerji Hst. Üzmen;
ÜRTlKER
ANJÎYO-ÖDEM
EKZEMA
bancıya özel bağlantı bölgeleri olan, büyük molekül parçacıkları meydana getirir. Bir benzetme yapacak olursak bu parçacıklar, bir anahtarın sadece ait olduğu kilide uyması gibi, sadece o parçacığı oluşturan ana maddeye uyar ve adeta onu ‘kilitler, bağlar. Böylece, daha sonra vücuda giriş yapan aynı yapıdaki mikrop ya da yabancı cismi, bu kilit bölgelerinden yakalayıp, zararsız hale getirmeye çalışır. Böylece, vücutta bir bağışıklık kurulmuş olur.
DUYARLILIK HALİ VE ALLERJİK TEPKİLER
Aynı sistemin, başka şekilde hareket eden bir başka yönü daha vardır. Yine yabancılara karşı, aynı ıhücrelerde üretilen başka türden antikorlar, bu yabancı cisimle tekrar karşılaştıklarında, üzerinde tutundukları bir vücut hücresini (Mast hücreleri) uyararak, burada depolanmış bazı etkin maddelerin serbest hale gelmesine neden olurlar (Şekil II). Histamin ve başka adlar altında kana karışan bu çeşitli maddeler, vücuttaki ince kan damarlarını genişletici, bazı salgıları (burun, gözyaşı) arttırıcı ve nefes yolları bağırsak düz kaslarını kasıcı etkiler yapar, işte bu tepkilerdir ki, çeşitli organlarda allerjiye özel belirtileri doğurmuş olur. Böylece, allerjik nezlesi olanlarda burunda kaşıntı, kızartı, akma ve aksırmalar, gözlerde sulanma; astımlılarda nefes darlığı, öksürük ve hırıltılı nefes alıp vermeler oluşabilir. Sindirim yolu allerjisi olanlarda
bulantı, kusma, karın ağrıları, deride kaşıntılı kabartılar (ürtiker) ve egzemalar, bazen eklemlerde romatizmal ağrılar, ender fakat tehlikeli şekillerde tansiyon düşüklüğü ile birlikte anaflak-tik şoklar ve daha birçok hastalık halleri ortaya çıkabilir. Bu yapıda olan kimseler, doğal yollardan kendilerine ulaşan, yiyecekler, çeşitli tozlar (ev tozları, çiçektozları, mantar küfleri vb.) ve dokundukları şeylere (sabun, makyaj malzemesi, boyalar, takılar vb.) karşı böyle bir takım tepkiler verirler. Bu yapı ve davranışlar, çoğu kez kalıtsal fırsi) bir özellik de gösterir.
• Şimdiye kadar, bir kez zarar gördü mü, onarılması olanaksız gözüyle bakılan organımız olan beyinde doku nakli alanındaki çalışmalar sürdürülüyor. Bilim adamları beynin bağışıklık sisteminin ayrıcalık tanıdığı bir organ olduğu görü> şündeler. Çünkü beyin doku parçalarını, vücudun diğer organlarına oranla daha az reddedebiliyor. Kabul gören parçalar belki de, binlerce nörolojik hastalığın çaresini oluşturacaklar.
6
“”»«»e TEKNİK
GUGUK KUŞU
Uta HENSCHEL
Aç karnına ilk gelen guguk sesini duyan kişi büyük bir felakete uğrarmış. Buna inanan Lapon-yalıların sabahları kalktıklarında ilk İşleri, biraz bir şeyler atıştırmak olurmuş. Araştırmacı Kars-ten Geartner İse uzun süre, ilik gelecek göçmen guguk kuşunun sesini duyabilmek için pencereleri açık uyumuş. Oniıki yıl bu şekilde uyanan K. Geartner, sabahları uykulu gözlerle gözlem defterini karıştırdı durdu.
Kuş araştırmacısı bu arada, tarihleri ve yerleri işlenmiş 1.700 gözlem kartı doldurmuştur. Bu notlardan öğreniyoruz ki, dişi gugukun anne olması, sanki zamanla bir yarışmadır. Çiftleşmeden sonraki 6-8 haftalık yumurtlama dönemi içinde dişi guguk, devamlı uyanık ve dikkatlidir. Yapraklar arasında gizlenerek, yuva yapan diğer kuş türlerini gözetlerler. Her dişi guguk, her yıl yuvasına yumurtasını bıraktığı belli bir kuş türünü izler ve gözetim altında tutar.
Türlerin kendi soylarını sürdürmeleri için ilk koşul olan kendi türünü tanıması ve çiftleşmesi, guguk kuşlarında doğuştan kazanılmış bir yetenektir. Gözlendiği kadarıyla guguk yavruları, yuvada hiçbir zaman eşclnsleri ile tanışma-makta ve onların nasıl bir görüntüye sahip olduklarını öğrenememektedirler. Kışı geçirdiği Güney Afrika yolunu ve binlerce km. uzunluğundaki uçuş güzergâhını da guguk kuşları üvey
“‘vv x ~ i
ebeveynlerinden öğrenmezler. Tüm bu yeteneklere guguık doğuştan sahip olur.
On iki günlük bir kuluçka devresinden sonra yumurtasından çıkan guguk yavrusu, 4 gün sonra gözlerini ilk kez açtığında çok müşfik ebeveyinleri ile karşılaşır. Fakat bunlar gerçek anne ve baba değildir. Bakıcı ebeveyinler yavruyu kendi başına yaşayabileceği 6 ncı haftaya kadar büyük bir gayretle beslerler. Bu bebekliK ve gençlik yaşamı guguk dişisinin ilerdeki yaşamını etkiler. Dişi guguk ilerde yumurtaların, bu iyi bakım gördüğü kuş türü yuvalarına yapmaya özellikle dikkat eder.
Dişi guguk daha önceden iyi tanıdığı kuş türünün yuva yaptığını gördüğünde, artık yavru-
HERKESİN TANIDIĞI GUGUK KUŞUNUN NE KADAR ACIMASIZ OLDUĞUNU BİLİYOR MUSUNUZ?
GUGUK, yabancı yuvalara yumurtlayıp yavrularını büyüttürmekle atasözlerlne geçmiş bir kuştur. Fakat çok kişinin bilmediği Şey, gugukun belirlemiş olduğu ba-kıcı ebeveyinleri nasıl kurnazca ve gizlilik içinde izleyip, amacına ulaşmasıdır. Avrupa’da yaşayan tür guguk kuşu, yuva sahibi kuşun yuvasını terkettiği bir anda gelip saniyesinde yumurtasını bırakabilir.
Dişi guguk kendi yumurtasını yapmadan önce de yabancı yuvadaki yumurtalardan Ç£k hkx tasssfeL Bu olay, bakıcı olarak seçilen kuşu şaşırtmak için bir oyun mu, yoksa yumurtlamadan önce kuvvetli bir besin alma isteği midir bilinmemektedir. Tek bilinen şey dişi gugukların çok obur oldukları ve bir günde 5 kadar çalınmış yumurta yiyebildikleridir.
sunun nerede büyüyeceğini bildiği gibi, ne zaman yumurtlaması gerekeceğini de kestirmeye başlar. Bu şekilde belirlenen bakıcı kuş, daha kendi yumurtaları üzerinde kuluçkaya yatmaya başlamadan önce, dişi gugukun yumurtayı yuvaya bırakması gerekmektedir. Sadece, Dişi gu-
Ekim 1983
guk, ancak tam zamanında yumurtladığı taktirde guguk yavrusu diğer üvey kardeşlerinden önce yumurtadan çıkacak ve böylece henüz yumurtadan çıkmak üzere olan üvey kardeşlerini beşikten aşağıya atabilecektir.
Karsten Geartner’in özenle tuttuğu guguk günlüğü notlarından anlaşıldığına göre anne guguk, yavrusunun iyi ve güvenilir bir hayata atılması için şaşılacak kadar mükemmel bir strateji ve zamanlama yapmaktadır. Çünkü dişi guguk, bir mevsimde sadece bir değil, 20 yumurta yapar. Buna uygun olarak, çok sayıda ba’.ıcı ebeveyin saptayıp onları gözetlemesi ve yu-

Rate this post
Rate this post

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*