Hindistan
Asya’nın güney kesiminde devlet. Dünyanın Çin’den sonra nüfus bakımından ikinci, yüzölçümü bakımından da yedinci büyük ülkesi olan Hindistan (Hintçe Bharat) Güney Asya’da, Hindistan yarımadasında yeralır. En geniş yeri yaklaşık 3 000 km olan ülkenin bir yarımada oluşturma özelliğinden ötürü, doğuda Bengal körfezinden batıda Umman denizine kadar uzanan kıyılarının uzunluğu 7 000 km’yi bulur. Yaklaşık 5 700 km uzunluğunda bir kara sınırıyla da batıda Pakistan ve Afganistan’dan, kuzeyde Çin (büyük bölümü Tibet), Nepal ve Bhutan’dan, doğuda Bangladeş ve Birmanya’dan ayrılır. Sekizinci komşusu, yarımadanın güney ucunun açığında bulunan Sri Lanka’dır. Ülke toprakları içine giren Bangladeş, Hindistan’ın kuzeybatı kesimini ülkenin geri kalan kesimlerinden ayırır. Batı kıyısının açığındaki Lak- kadiv adaları ile Bengal körfezinin doğu kesiminde ye- ralan Andaman ve Nikobar adaları da Hindistan’a bağlıdır.
HİNDİSTAN CUMHURİYETİ
GENEL BİLGİLER. Yüzölçümü: 3 287 590 km^. Başkenti: Yeni Delhi (17 174 735 nüf.; 1991). En büyük kenti Bombay (9 901 547 nüf.; 1991). TOPLUM YAPISI. Nüfusu (1993 tah.): 897 400 000; nüfusyoğunluğu: Km^’ye 273 kişi. Nüfus da- ğılımı (1993): Kentlerde % 26, kırsal kesimde % 74. Yıllık nüfus artış hızı (1993): % 2,1. Resmî dili: Hintçe. Başlıca dinler: Hindu, Islâm, hıristiyan, sih dini, buddhacılık, caynacılık.
EĞİTİM VE SAĞLIK. Okunda yazma oranı (1992): Yetişkin nüfusun % 52’si. Üniversite sayısı (1990): 150. Hastane yatak sayısı (1990): 649 417. Hekim sayısı (1990): 365 000. Ortalama ömür (1992): kadınlarda — 59; erkeklerde — 58. Bebek ölüm oram (1993): 1 000 canlı doğumda 91. EKONOMİ. GSMH(1991): 226,5 milyar dolar; ki- şi başına ulusal gelir: 638 dolar. Etkin nüfus dağılı- mı (1992): Tarım — % 52; ticaret ve hizmetler — % 13; sanayi — % 19; yapı sanayisi % 8; ka- mu hizmetleri — % 8. Dışticaret(1992): Dışsatım-19,4 milyardolar; dışalım — 17,8 milyar dolar. Ticaret yaptığı başlıca ülkeler: ABD, Japonya, Al- manya, Büyük Britanya. Para birimi: 1 rupi=100 paısa.
YÖNETİM. Türü: Cumhuriyet. Yasama gücü: Parlamento. Yönetim bölümlenmesi: 25 eyalet, 7 bağlı “toprak”.
Hindistan 15 Ağustos 1947’de, yaklaşık 200 yıllık bir sömürge döneminden sonra, Ingiltere’den bağımsızlığını elde etmiş, aynı tarihte Hindistan yarımadasının kuzeybatı ve kuzeydoğu uçlarındaki müslümanların çoğunlukta olduğu bölgeler, Pakistan devletini oluşturmuştur. Günümüzde Hindistan 25 eyaletten (Andhra Pradeş, Arunaçal Pradeş, Assam, Bihar, Goa, Gucerat, Haryana, Himaçal Pradeş, Cammu ve Keşmir, Karnata- ka, Kerala, Madhya Pradeş, Maharaştra, Manipur, Meg- halaya, Mizoram, Nagaland, Orissa, Pencab, Rahan, Sıkkım, Tamil Nadu, Tripura, Uttar Pradeş, Batı Bengal) ve yedi “bağlı” topraktan (Daman ve Diu, Pon- diçeri, Andaman ve Nikobar adaları, Çandigarh, Dadra ve Nagar Haveli, Delhi, Lakkadiv adaları) oluşan federal özellikli bir cumhuriyettir. Eyaletlerin sınırlarının dil bölgelerine göre yeniden biçimlendirilmesi konusundaki İsteklerin şiddetlenmesi üstüne, bölgesel kültürlerin ve özelliklerin korunması amacıyla, 1956’da Hindistan haritasında önemli değişiklikler yapılmış ve eyaletlere önemli boyutlarda özyönetim hakkı tanınmıştır.
Günümüzde Hindistan dünyanın en büyük 10 sanayi ülkesinden biridir; ama çok büyük nüfusu, özellikle de dev boyutlu kırsal nüfusu ekonomiyle aynı hızla geliştiği için, aynı zamanda da dünyada kişi başına ulusal gelirin en düşük olduğu ülkelerden biridir.
YÜZEYŞEKİLLERİ VE DOĞAL KAYNAKLAR Hindistan üç temel bölgeye ayrılabilir: Kuzeyde Himalaya dağları sistemi; kuzey-orta kesimde İndus, Ganj ve Brahmaputra ırmakları tarafından sulanan kuzey ovaları; güneyde Hindistan yarımadası.
Himalaya dağları (ya da Himalayalar) Hindistan’ın batıda Pakistan, Afganistan ve Tibet’le, doğuda Nepal, Bhutan ve Tibet’le sınırlarının bir bölümünü oluşturur. Yüksek dağlar arasında kenarları dik vadilerin yeraldığı bu kesimde, en yüksek dağlar yükseltileri 7 300 m’nin üstünde 30’dan çok doruktaşıyan Karakurum dağlarındadır. Karakurum dağlarının güneyinde yeralan Büyük Himalayalar’ın arasında dar yukarı İndus vadisi uzanır. Büyük Himalayalar’ın güneybatısında ve bu dağlar ile Himalaya dağlarının daha alçak uzantıları arasında, merkezinde Srinagar kentinin yeraldığı Keşmir vadisi yeralır. Doğuda Himalayalar, Sıkkım ve Arunaçal Pradeş eyaletlerinin büyük bölümünü kaplar.
Kuzey ovaları, batıda Pakistan’dan doğuda Bangladeş’e (eski Doğu Pakistan) kadar uzanan geniş düzlüğün bir bölümünü oluştururlar. Ovaların kuzeyinde Himalayalar’ın etekleri, Brahmaputra havzasının güneyinde Hasi tepeleri ve Şillong yaylası yeralır. Indus-Ganj ovasının güneyindeyse Hindistan yarımadasının dağlık bölgeleri uzanır. Doğudan batıya uzunluğu yaklaşık 1 600 km, genişliğiyse 320 km kadar olan kuzey ovaları, batıda Indus’un kolları Beas ve Satlec ırmakları tarafından, doğuda Brahmaputra tarafından, Hindistan’ın geri kalan kesiminde de Ganj ile pek çok kolu tarafından akaçlanır. Büyük bölümü Himalayalar’da doğan büyük ırmakların taşıdıkları alüvyon tortuları kuzey ovalarında birikir.
Hindistan yarımadası, yerbilim bakımından Hindistan’ın en eski kesimidir. Bölgenin büyük kesiminin altında eski billursu kayaçlar ve başkalaşma kayaçları yeralır; ama Dekkan yaylasının bazı kesimleri bazalt lavlarıyla (püskürük kayaçlar) örtülüdür. Topografya bakımından, batı kıyısında yükselen dağlık bölgeler doğuya ve kuzeye doğru alçalır. Yükseltileri 2 500 m’yi aşan söz konusu dağlık bölgeleri, Batı Gatlar ve Nilgiri dağları oluşturur. Yarımadanın kuzey kenarında, biraz daha alçak bir bölge yükselir; batıda Aravalli dağlan, doğuda cangılla ka^lı Çota Nagpur yaylası. Batı Gatlar ile Umman denizi arasında çok dar bir kıyı ovası, doğu kıyısın- daysa Cauveri, Krişna, Mahanadi ve □amodar ırmakla deltalarını içeren daha geniş ovalar yayılır. Toprak. Hindistan toprak çeşitleri bakımından da dörde ayrılabilir: Dağ toprakları, alüvyonlu topraklar, püskürük topraklar ve kırmızı topraklar/’Dağ toprakları, sarp dağlık bölgelerde yeralır ve doku olarak kurak Aravalli’deki kumlu topraklardan, daha yağışlı Himalaya- lar’dal؟¡ killere kadar, çeşitlere ayrılır. Alüvyonlu topraklar Indus-Ganj vadisinin kenarındaki ve Brahmaput- ra havzasındaki geniş taşkın alanlarını, yarımada keşimindeki daha küçük akarsu vadilerini ve deltalar ile kıyı ovalarını kaplar; kumlu çamurdan kile kadar çeşitler içeren bu topraklar genellikle verimli, ama akaçlamanın yeterli olmadığı kesimlerde tuzludurlar. Püskürük topraklar, yarımadanın bazalt lavlarıyla örtülü kesimleri ile batıdaki ve güneydeki bazı bölgeleri kaplayan verimli kara topraklardır. Yarımadanın büyük bölümünü kaplayan kırmızı topraklarsa, daha az verimli, besleyici maddesi yetersiz olan lateritli topraklardır.
İklim. Hindistan’ın kuzeybatı kesimindeki Racasthan’ın yarı çöl iklimi etkisinde olmasına karşılık, ülkenin büyük bölümünde, yağışlıkurak tropikal iklim özelliğinde muson iklimi ağır basar. Yazın ülke ısınınca, yarımadanın üstünde alçak basınç alanları oluşur ve çevresindeki denizlerden karaya doğru yaz musonları eser. Bu nem yüklü rüzgârlar kıyıya varınca ya da dağlarla karşılaşarak yükselmek zorunda kalınca, bol yağışa yol açarlar; dolayısıyla da, yazlar yağışlı ve çok sıcak geçer (ortalama sıcaklıklar 27 °C-32 °C arasında değişir). Kış mevsimindeyse, yarımadanın üstünde yüksek basınç alanları oluşmasıyla, rüzgârlar öncelikle karadan denize doğru eserler; bu yüzden de kış mevsimi (aralık ortasından mart ortasına kadar) genellikle yağışsız ve serin geçer (ortalama sıcaklıklar 21 °C dolayındadır). Yaz ve kış mevsimleri arasında, mart ayından haziran ortasına kadar süren, sıcak ve kurak musonöncesi mevsimi gözlenir (ortalama sıcaklıklar 38 °C-43 °C arasında değişir). Musonlar sona ererken, eylül ortası ile aralık ortası arasında, zaman zaman az miktarda yağışlı muson sonrası mevsimi yeralır (ortalama sıcaklıklar 25 °C’tır). Himala- yalar’daysa daha serin, ılıman iklim koşulları ağır basar; yükselti azaldıkça, bu koşulların etkisi azalır.
Yıllık yağış miktarları Tar çölünde 0 ile dünyanın en yağışlı yerlerinden biri olan Sillong yaylasında 10 870 mm arasında değişir. Yağışlar kıyıda ve yüksek alanlarda genellikle daha şiddetlidir; iç kesimlerdeyse azalır. Yağış miktarları, özellikle iç kesimlerde yıldan yıla büyük değişiklikler gösterir; kurak yıllar çoğunlukla yaygın kötü hasatlara yol açar. Kuzeybatı rüzgârları ve Bengal körfezi hortumları da, Doğu Hindistan’ın bazı kesimlerinde ve çoğunlukla mayıs ayı ile haziran başında, dolu fırtınaları,؛şiddetli sağanaklar,!fırtınalar biçiminde,؛hasada daha az ölçüde de olsa zarar verir.
Akaçlama. Hindistan’ın başlıca ırmağı, Himalayalar’da doğup, kuzey ovalarında geniş ve kıvrıntılı bir yatakta aktıktan sonra Bengal körfezinde denize dökülen Ganj’dır (Hintçe Ganga). Ganj’ın büyük bölümü, denize Bangladeş’te, çok sayıda kola ayrılarak dökülür. Hindistan’da Ganj’dan ayrılan en önemli kol Kalkü- ta’dan geçen Hugli ırmağıdır. Ganj’a katılan en önemli kollarsa, Bangladeş’te denize dökülmeden az önce Ganj’la birleşen Brahmaputra ile Yamuna, Gogra, Gan- dak ve Kasi ırmaklarıdır. Hindistan’ın kuzey kesiminde, başlıca ırmak havzasını İndus ırmağı oluşturur. İndus havzasının büyük kesimi Pakistan’da olmakla birlikte, İndus’un yukarı kolları ve en büyük kollarından ikisi olan Sutlec ile Beas’ın bir bölümü Hindistan’da akar ve geniş alanların sulanmasını sağlarlar. Yarımada kesimindeki ırmakların başlıcaları arasında da Çam hal, Son, Mahanadi, Godavari, Krişna, Cauveri, Narmada ve Ta- pi sayılabilirler. En büyük göller Çilka, Kolleru, Pulikat, Logar, Puşkar ve Vular’dır. Ganj deltasının kenarında, kıyı bataklığı Sundarban yayılır. Umman denizi kıyısında, Hindistan’ın kuzey kesimi ile Pakistan’ın güney kesiminde, Kuç Ram tuzlu bataklığı yeralır.
Yeni Delhi i
Çizimlerde kırmızı dikdörtgenlerle Hindistan’da altı kentteki sıcaklık ortalamaları, mavi dikdörtgenlerle de yağış ortalamaları verilmiştir. Ülkenin orta-kuzey kesiminde yeralan başkent Yeni Delhi’de, kuzeydoğu kesimde Himalayalar’ın eteklerinde yeralan Darciling’de, doğu kıyılarının ortalarında yer alan Kalküta’da ve güney kesimdeki Madras liman kentinde, yağışlı-kurak tropikal iklim egemendir. Koçin liman kenti, muson iklimi etkisindedir. Kuzeybatı kesimindeki Bikaner’de bozkır iklimi ağır basar.
Hindistan’da ırmakların yıllık akış rejimleri iklim koşullarına bağlıdır. Himalayalar’dan akan ırmakların suları yılda iki kez yükselir: Dağlarda karların erimesiyle yaz başında; muson yağmurları nedeniyle yaz sonunda. Öbür ırmaklardaysa sular, yalnızca musonlar sırasında yükselir; muson yağmurları sona erince ırmakların suyu azalır ve birçok küçük akarsu kurur. Akarsuların akışında mevsimlere bağlı bu değişikliği dengelemek için, kuzey ovalarında ve yarımadadaki delta bölgelerinde yeraltı sularından yararlanılır; ayrıca, ırmakların akışını düzenlemek ve suları sulama kanalı ağlarına dağıtmak amacıyla, bpyük ırmakların üstünde çok sayıda baraj yapılmıştır.
İnançları gereği için Canj ırmağına giren hacılar. Hindistan’ın kuzey kesimindeki ovalarda akan binlerce yıldan yana, hindu dinine inananlar tarafından kutsal sayılmaktadır.
Bitki örtüsü ve hayvan topluluğu. Hindistan yarımadasında yedi ayrı bitki örtüsü bulunmakla birlikte, doğal bitki örtüsü binlerce yıldır insanlar tarafından değişikliğe uğratılmıştır. Himalayalar’ın batı kesiminde, alçak kesimlerde yapraklarını döken ağaçlardan oluşan bitki örtüsünün yerini, yükselti arttıkça, kozalaklı ağaçlardan oluşan ormanlar, ağaç çizgisinin üstündeyse, yüksek dağlara özgü bitki örtüsü alır. Himalayalar’ın doğu kesiminde, yapraklarını döken ağaç ormanları daha yaygındır. Hindistan’ın kuzey kesiminde, Bangladeş’in doğusunda, bitki örtüsü yağışlı vadilerdeki yapraklarını dökmeyen tropikal ağaçlardan başlar, daha serin bölgelerdeki yapraklarını döken ılıman iklim ağaçlarına kadar uzanır. Yarı kurak Pencab-Racasthan-Gucerat bölgesinde, bitki örtüsü büyük ölçüde orman altı bitkilerinden oluşur. Büyük bölümünde tarım yapılan Ganj ova- sında, tarım yapılan alanların ortasında yapraklarını döken ağaçlarla ve çalılıklarla kaplı alanlar, “adalar” oluturur. Yarımadadaki dağlık belgelerdeyalaklarını ken ağaçlar ve ormanaltı bitkilerinden oluşan tropikal muson ormanları yeralır; Batı Gatlar’ın daha çok yağış alan yamaçlarındaysa yapraklarını döken ağaçlardan oluşan tropikal muson ormanları, yer yer de, yapraklar dökmeyen ağaçlardan oluşan bir bitki örtüsü yayılır.
Hmdıstan-Nepal sınırı yakınında, Batı Bengal eyaletinde yeralan Darciting, çevresindeki yamaçlarda yetiştirilen yüksek nitelikli çayla dünyaya ün salmıştır. 1835’te Ingiliz sömürge yöneticileri Darciling’i Sıkkım racasından satın alarak, Bengai’de üslenmiş Ingiliz askerleri için bir tatil yeri olarak kullanmışlardır
Hindistan’daki hayvan topluluğu 500 kadar memeli türü ile 2 000’i aşkın kuş türünü içerir. Filler, Hint bizon- ları, gergedanlar ve kaplanların büyük bölümü yağışlı ve ormanlık bölgelerde yaşar. Himalaya dağ keçisi ve aslanlara. Gir ormanında rastlanır, ülkede yaban hay- vanların korunması amacıyla kurulmuş 7 ulusal park, 135 yaban hayvanı rezervi ve 24 hayvan parkı vardır. Gelir kaynakları. Hindistan’ın yeraltı gelir kaynakları zengin ve çeşitlidir. Yarımadanın doğu kesimindeki Çota Nagpur yaylasında birbirine yakın çok sayıda maden- kömürü ve demir yatağı, ayrıca bol miktarda manganez, linyit, bakır, boksit, siyanit, ateş kili, mika ve kireç yatakları vardır. Bombay’ın açıklarında, Assam’da ve Gucarat’ta, küçük petrol yatakları işletilir.
Hindistan’ın yüzölçümünün % 20,5’i ormanlarla kaplıdır; % 41,6’sında tarım yapılır; % 7,6’sı nadasa bı- rakılmıştır; % 3,9’u sürekli otlak olarak kullanılır; % 1,5’undaysa çay ve meyve ağaçları yetiştirilir, ülkenin 1,07 milyon km’lik bir alanı sulamaya yeterli potansiyeli bulunmakla birlikte, günümüzde bunun yalnızca % 43’ünde sulama yapılmaktadır.
TOPLUM YAPISI
Hindistan etnik açıdan dünyanın en karmaşık ülkelerin- den biridir; gerçekten de, başlıca ırkların büyük bölü- mü, ülkede temsil edilir. Günümüzden binlerce yıl önce sayılamayacak kadar çok sayıda etnik topluluk, bu dev boyutlu yarımadaya göçmüş ve içlerinden birçoğu çağlar boyunca farklı kültürlerini korumuştur.
İlk Hintlilerin, Avustralya’dan ve Büyük Okyanus’un güney kesimindeki adalardan geldikleri sanılmaktadır. Sonraki toplulukların büyük bölümüyse kuzeybatıdaki dağlardaki geçitleri aşarak gelmiştir. Bu birbirini izleyen göç dalgaları sırasında önemli bir etnik, ırksal ve kültürel karışma olmuştur. Çevreden kopuk yaşayan kabile öbekleri dışında, dil ve kültür uygulamaları, ırk ölçütlerinden çok daha önemli sınıflandırma temelleri oluşturur.
Banliyöleriyle birlikte 9 milyonu aşkın nüfuslu bir yerleşme merkezi ve Hindistan’ın en büyük kenti olan Kalküta’da, bir cayna dini tapınağı. (Sağda) Kalküta sokaklarından görünüş.
Diller. Hindistan’da 200’ü aşkın dil konuşulur ve dilsel çeşitlilik, Hint uyg؟rlığının anlaşılmasında önemli bir anahtar oluşturur, ülkede dört büyük dil grubu vardır. Bunların en önemlileri Hint-Avrupa grubunun (Avrupa’daki en önemli dil ailesi) Hint-Ari kolu (Bk. HİNT- İRAN DİLLERİ) ile Dravid dil grubudur. Konuşan insan sayısı bakımından dünyada dördüncü dil olan Hintçe (ya da Hindi) nüfusun % 30’u tarafından konuşulur ve Hindistan’ın resmîdilidir. Hintçe ile öbür Hint-Ari dilleri (Assamca, Bengali, Gucerati, Keşmir؛, Marathi, Oriya, Pencabi ve Urduca) daha çok ülkenin kuzey kesiminde konuşulur; yazılarsa ölü bir dil olan Sanskritçe’den gelmedir. Dravid dillerinin başlıcaları (Tamilce, Telugu, Mayalam ve Kannada) dört eyalette konuşulur. Çin Tİbet ve Güneydoğu Asya dilleriyse genellikle küçük ve çevreye kapalı bölgelerde varlıklarını sürdürmektedir.
Hindistan’daki eyaletlerin sınırları büyük ölçüde konuşulan dillere göre çizilmiş, anayasada Hintçe ve ingi- lizce’nin yanı sıra 14 dileyer verilmiştir. Nüfusun yalnızca % 3’ü tarafından konuşulmasına karşın, İngilizce devlet örgütünde, eğitimde ve bilimde önemini korumaktadır. (Bk. HİNTÇE; HİNT-ARİ DİLLERİ.)
Din. Hindistan Hindu dini, buddhacıiık, caynacılık ve sih dinlerinin doğmuş oldukları ülkedir. Günümüzde Hindistan laik bir devlettir ve anayasayla bütün dinsel topluluklara hoşgörü tanınmıştır. Hindu dininden olanlar nüfusun yaklaşık % 83’ünü oluşturur. Nüfusun % 11’i de müslümandır (Hindistan dünyanın en büyük dört müslüman ülkesinden biridir). Hıristiyanların ve sih dininden olanların nüfustaki payları % 2’şer, caynacıların ve buddhacılarınki % 1’in altındadır. Pencab’da toplanmış olan Sihlerin ve Bombay bölgesindeki Pars¡lerin (zerdüşt dinine bağlıdırlar) dışında, Hindistan’da dinsel toplu luklar gölgelere göre belirli bir dağılım göstermez (Bk. HİNDİSTAN, DİN).
Hindu dininin önemli bir özelliği olan kast sistemi, insanları doğumlarına göre sınıflandıran önemi! bir toplumsal sistemdir. Kast ile sınıf aynı şey değildir ama, el emeğiyle çalışanlar aşağı kast gruplarının büyük bölümünü oluşturur ve ekonomide beceri istemeyen işlerin çoğunu yaparlar. £skiden “dokunulmazlar” diye adlandırılan haricanlar, her zaman toplumun en alt basamağını oluşturmuşlardır. Hindistan Anayasası’na göre kastlara göre ayrım yapmanın yasak olmasına karşılık, gene anayasayla okullarda, yasama organında ve işyerlerinde kotalarla haricanlara (nüfusun % 1 5 kadarı) ve kabile topluluklarına yer ayrılmıştır. Bütün yasaklara karşın, kast bilinci önemini korumaktadır.
Nüfus. Çin’den sonra dünyanın ikinci büyük nüfuslu ülkeşi olan Hindistan’ın nüfusunun XX. yy’ın sonundan önce bir milyarı aşacağı hesaplanmıştır. 1940 yıllarının sonundan 1980 yıllarının sonuna kadar nüfus iki kat artmıştır ve yılda yaklaşık 15 milyon kişiyle artmayı sürdür- mektedir. Doğum oranı, denetim altına alınmış olmakla birlikte, hâlâ yüksektir. Sağlık hizmetlerinin iyileşmesiyle ölüm oranının düşmesi, ortalama ömrü uzatmıştır.
Hindistan nüfusunun çoğunluğu, başlıca geçim kaynağı tarım olan 500 000’i aşkın köyde toplanmıştır. Sömürge döneminde kurulan ticarete dayalı yeni kentler, ülkenin nüfus bakımından en büyük kentleri haline gelmiştir. Bu yeni kentler arasında, nüfus büyüklüğü sırasıyla, Kalküta, Bombay, Yeni Delhi ve Madras sayılabilir. Nüfusu bir milyonu aşan öbür kentler Bangalor Ahmedabad, Kanpur, Nagpur ve Puna’dır. ülkede ayrıca, nüfusu 20 000’i aşan 2 500 kadar kent ve kasaba vardır.
Eğitim ve sağhk. 1950 – 1988 arasında Hindistan’da okuma-yazma oranı iki kattan çok artmıştır.Okuma- yazma bilen erkeklerin sayısı, kadınlarınkinden fazladır; aynı biçimde kentlerde okuma-yazma oranı da, kırsal alanlardakinden daha yüksektir. Eğitim hem merkezî hükümetin, hem de eyalet hükümetlerinin sorumluluğundadır: Merkezî hükümet ana eğitim siyasetini belirler; eyaletler bu siyasetlerin uygulanmasından sorumludur. Eğitim sistemi (8 yıllık ilköğretim, iki yıllık ortaöğretim ve iki yıl üst düzeyde ortaöğretim) üniversiteye kadar bütün çocuklar için ücretsiz ve herkese açıktır. İki eyalet dışında bütün eyaletlerde, eğitim 6-14 yaş arasındaki bütün çocuklar için zorunlu olmakla birlikte, bu yaş grubundan çocukların önemli bir bölümü okula gitmemektedir.
Sağlık hizmetlerini genellikle eyalet hükümetleri sağlar; merkezî hükümetse, salgın hastalıklara ve geleneksel yetersizliklerin yol açtığı hastalıklara karşı hazırlanan programları yürütür. Son yirmi yıl içinde, çiçek hastalığı gibi önemli bulaşıcı hastalıklar ortadan kaldırılmış, kolera da eski yaygınlığını yitirmiştir. En önemli halk sağlığı sorunları olan ileri sa؛ğlık hizmetlerinin yetersizliği ve kötü beslenme konularındaysa, henüz önemli sayılabilecek bir başarı elde edilememiştir.
İleri sağlık hizmetleri, büyük kentlerde kırsal kesime oranla çok daha fazladır. Ülkenin bağımsızlığa kavuşmasından bu yana doğum kontroluna ağırlık veren bir aile planlaması merkezî hükümet tarafından desteklenmiştir. Ne var ki, 1975-77 arasındaki zorla kısırlaştırmaların halkta yaygın protestolara yol açmasından sonra, hükümet aile planlaması programına yaptığı yardımları büyük ölçüde azaltmıştır.
Güzel sanatlar. Bağımsızlıktan bu yana güzel sanatlar da devlet tarafından ciddi biçimde desteklenmektedir. Görsel sanatlarda Hint halk resimleri sanatında canlanma olmuş, Acanta-Ellora, Racasthan, Dekkan, Moğol ve Kangra resim okulları geleneğine yeniden ilgi uyanmıştır. Eskiçağ’daki ve.Ortaçağ’daki görkemli gelenekler üstüne kurulu olan mimarlık ve heykelcilik, Batı etkileri ile geleneksel etkilerin bağdaştırılmasıyla Hindistan’da yeni bir anlatım gücü kazanmaktadır. Dokumacılıkta, ağaç ve fildişi oymacılığı, metal eşya yapımı, çömlekçilik gibi XVIII. yy’da Avrupalı tüccarların ürünlerini Avrupa’ya taşıdıkları geleneksel el sanatları da, yeniden canlanmaktadır. (Bk. HİNDİSTAN, SANAT VE MİMARLIK.)
Sahne sanatlarında klasik Hint müziği ve Karnataka müziği ciddi biçimde güçlenmiş ve Bharta Natyam, kat- hak gibi birçok bölgesel dans biçimi yeniden saygınlık kazanmıştır (Bk. HİNT MÜZİĞİ). Modern Hint tiyatrosunda yeni temalar ve biçimler geleneksel diller ve deneyimlerle dile getirilmekte, çoğunlukla modern yaşamın stresleri ve Batı geleneklerinin etkisi vurgulanmaktadır. Ayrıca Hindistan günümüzde, dünyada sinema sanayisinin (Bombay ve Madras’ta toplanmıştır) en yaygın olduğu ülkedir.
Racasthan eyaletindeki bir köyde yemek yiyen köylüler. Hindistan’da yoksul çiftçiler, pahalı olduğundan gübre alamamakta ve tarımda sulama sistemlerinden yararlanamamaktadırlar.
EKONOMİ
Bağımsızlıktan bu yana Hindistan yönetimi, hem serbest pazar özelliklerini, hem de sosyalist planlamanın özelliklerini taşıyan karma bir ekonomi siyaseti izlemeye çalışmıştır. Demiryolu, otomobil yapımı gibi önemli sanayi kolları ve bankacılık, devlet yönetimindedir. Ama çok sayıda tüketim eşyası sanayisi ve tarım, özel mülkiyettedir. Planlı ekonomi, İngilizlerden kalma sömürge ekonomisi yapısının devletin eline geçmesi için olumlu koşullar yaratan bir dizi beş yıllık plana dayandırılmış, Hindistan’ın ilk başbakanı Cavaharlal Nehru döneminde hazırlanan planlarda çoğunlukla, tarıma zarar verecek biçimde, öncelik ağır sanayiye verilmiştir. Günümüzde Hindistan, dünyanın en önde gelen on sanayi ülkesi arasında yer almaktadır ve orta sınıf (yaklaşık 100 000 000 kişi), gün geçtikçe güçlenmektedir. Ne var ki, bağımsızlıktan bu yana ekonomide önemli gelişmeler elde edilmiş olmasına karşın, sağlanan gelirlerin büyük bölümünü, nüfus artışı alıp götürmüştür.
Sanayi ve madencilik. İngiliz yönetimi döneminde Hindistan’da sanayinin engellenmiş olmasına karşın, bağımsızlıktan bu yana Hindistan sanayide kendi kendine yeterliliğe yaklaşmıştır. Günümüzde kimyasal maddeler, otomobil, çelik, dokumacılık ürünleri, hattâ bilgisayar ve televizyonların çoğu Hindistan’da üretilmektedir. Çelik üretimi 1906’dan bu yana iki kattan çok artmıştır.Hindistan ayrıca, demir ve kömür gereksinmesinin tümünü ülke içinden karşılamaktadır; buna karşılık dışardan gelen petrola iyice bağımlıdır.
Enerji. Hindistan’ın önde gelen enerji kaynakları ma- denkömürü (% 26), petrol (% 49) ve elektriktir (% 25)1990’da üretilen 245 milyar kw saat elektrik, gereksin- meyi karşılamaktan uzaktır; Hindistan köylerinin yal- nızca % 65’inde elektrik vardır; elektrik kesintileri, bü- yük kentlerde yaşamın ayrılmaz bir özelliği haline gel- miştir. Başlıca elektrik enerjisi kaynaklan termik ve hidroelektrik santrallardır. Hükümet ayrıca nükleer enerji alanına da yatırım yapmakta ve günümüzde toplam enerji üretiminin % 3’ünden biraz çoğu, nükleer santrallarda üretilmektedir.
Tarım, ülke halkının büyük bölümünün geçimini sağladığı tarımdan, ulusal gelirin yaklaşık % 35’i el^e edilir. Toplam yüzölçümün yaklaşık yarısı tarıma elverişlidir; ayrıca suyun ve iklimin elverdiği yerlerde sık sık yılda iki kez ürün alınır. Başta gelen yaz musonu (“harif”) ürünleri pirinç ve darı, başlıca kış (“rabi”) ürünleri buğday ve baklagillerdir: Hindistan dünya pirinç üretiminde ikinci, buğday üretiminde dördüncüdür. AyrıCa, pamuk, jüt, şekerkamışı, çay, kahve, yağ çıkarılan bitkiler ve tütün gibi ticarete yönelik ürünler de yetiştirilir: Hindistan dünya çay ve şeker üretiminde birinci sırada yeralmak- tadır. Ülkede dünyanın en büyük sığır sürüsü (bunda hindu dininde ineğin kutsal sayılmasının payı önemli- dir) beslenmektedir ve Hint sığırları az ürün vermekle birlikte, Hindistan Asya’nın en büyük süt, tereyağı ve deri üreticisidir.
Tarımda verimi artırmak amacıyla yeni tohum çeşit- lerinin ve tarım tekniklerinin (sulama, gübre ve zararlı ot-böcek ilaçlarının yaygın biçimde kullanılması; vb.) uygulamaya konmasını sağlayan “yeşil devrim”, 1967’den bu yana tarım üstünde önemli rol oynamış, ١986’da toplam tahıl üretimi 150 milyon ton olmuş ve önceki iki yıl muson yağmurları yağmamış olmasına karşın Hindistan, kendisine yetecek miktarda besin üretmeyi başarmıştır. Pencab ve Haryana’daki buğday üretiminden, dünyanın hektar başına en yüksek verimi alınır. “Yeşil devrim”in pirinç üretimi üstündeki etkileriyse aynı derecede başarılı olamamıştır; bunun nedenleerinden biri, Hintlilerin geleneksel pirinç çeşitlerini yeme alışkanlıklarını sürdürmeleridir.
Toprak “ağalığı” kuramsal olarak kaldırılmış ve eyaletlerin çoğunda toprak mülkiyeti sınırlandırılmıştır. Hükümetin toprak reformu yapma girişimleriniyse, in- gilizlerin yarattığı iyice yerleşmiş ve siyaset bakımından güçlü büyüktoprak sahipleri sınıfı engellemektedir. Ayrica, “yeşil devrim”, büyük toprak sahiplerine sermaye sağlayarak, yeni tohumlar ve teknikler almalarını sağlamıştır. Daha yoksul çiftçilerse, çoğunlukla pahalı güb- releri alamamakta ve sulama sistemlerinden yararlanamamaktadırlar. Bu arada tarımda makine kullanımının gün geçtikçe artmasıyla birlikte, daha çok sayıda küçük köylü, topraklarını yitirip göçerek, heryıl Kalküta, Bombay ve Delhi gibi kentlerde umutsuzca iş arayan mil- yonlarca işsize katılmaktadır.
Ormancılık ve balıkçılık. Ormancılık ve balıkçılık ulusal gelirin sırasıyla yalnızca % 1,3’ünü ve % 0,8’ini oluştururlar bununla birlikte bazı eyaletlerde, önemlidir. Hükümet ormanlık alanların oranını % 33,3’e yükseltmeye çalışmakta ve kereste üretimini geliştirmektedir. Balıkçılık Kerala’da ve bazı delta alanlarında yerel önem taşımaktadır. Makineleşme, yeni derin su balıkçılığı gemilerinin kullanıma sokulması, daha iyi koruma ve pazarlama teknikleri sayesinde, balık üretimi 1947’den bu yana üç kat artmıştır.
Ulaşım. Bağımsızlıktan bu yana demiryolu ve karayoluyla taşınan mal miktarı büyük ölçüde artmıştır, ülkenin iç kesimlerine uzanan, gemi ulaşımına elverişli su yolları da önemli birer ulaşım olanağıdır. Ayrıca, hava ulaşımı büyük kentlerden çoğuna ulaşmaktadır; devlet mülkiyetindeki Air İndia da düzenli uluslararası uçuşlar yapmaktadır.
Ticaret. Devlet dış ticareti desteklemiş ve sömürge ekonomisinden kalma tarım ürünleri İle hammadde dışsatımından, İşlenmiş ürünler dışsatımına geçme siyaseti uygulamıştır. Başlıca dışsatım ürünleri arasında pamuklu kumaş, demir, işlenmemiş jüt, jüt ürünleri, kahve, elektrikli gereçler, deri, el sanatları ürünleri, elmas ve kimyasal ürünler sayılabilir. ؛ Günümüzde Hindistan, dünyanın başlıca ham elmas ve İşlenmiş elmas dışsa- tımcısıdır. Son yıllarda Hindistan, yurt dışına çok sayıda mühendis ve teknisyen (özellikle Ortadoğu’ya) ile ABD ve İngiltere’deki hastanelerde çalışan binlerce doktor göndermlştlr.Ülkenin başlıca dışalım malları arasındaysa ağır makineler, petrol, bakır ve çinko sayılabilir. Bağımsızlığına yeni kavuşmuş ülkelerin çoğunda olduğu gibi, Hindistan da, olumlu bir dış ticaret dengesi sağlayamamıştır.
DEVLET YAPISI
1950’de kabul edilen anayasayla, Hindistan’da parlamenter yönetime dayalı federal bir sistem kurulmuştur. Egemenlik,lmerkezî؛hükümet ile eyaletler arasında bölüşülmüştür; ama merkezî hükümetin yetkileri çok daha geniştir. Cumhurbaşkanlığı büyük ölçüde temsilidir; gerçek yetkiler başbakan ile parlamentoya karşı sorumlu olan bakanlar kurulundadır. Bununla birlikte cumhurbaşkanının, anayasaya göre, bir eyalet yönetiminin düzeni koruyamaması durumunda o eyaleti kendi yönetimine alması, ülkede olağanüstü durum İlan edip parlamentonun yetkilerini elinden alma gibi önemli haklan vardır. Nitekim, 1970’ll ve 1980’li yıllarda bir dizi eyalet cumhurbaşkanının yönetimine alınmış, 1975’te de dönemin başbakanı Indira Gandhi’nln isteğiyle ülkede olağanüstü durum İlan edilmiştir.
Parlamento iki meclisten oluşur: Racya Sabha (Eyaletler Meclisi), Lok Sabha (Halk Meclisi). Gerçek gücü elinde tutan Lok Sabha’nın üyeleri tek dereceli genel seçim sistemiyle, 5 yıl için seçilirler.
Hint ulusçu hareketiyle büyük ölçüde özdeşleşmiş Hint Ulusal Kongresi adlı parti, bağımsızlıktan bu yana, üç yıl dışında, merkezî İktidarı elinde tutmayı başarmıştır.
Eyalet valileri, cumhurbaşkanı tara؛ından atanırlar. Her eyaletin başbakanı ile eyalet hükümeti yürütme gücünü elinde tutar ve eyalet yasama meclisi karşısında bulunur.
İndus uygarlığı kentlerinden Mohenco-Daro’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan bir belgedeki bu damganın, tüccarlar tarafından mallarını damgalamakta kullanılmış olduğu sanılmaktadır.
Hindistan (tarih)
Binlerce yıl boyunca birbirini İzleyen çeşitli İstilalar Hindistan yarımadasında büyük bir kültür çeşitliliği ve kar- maşasına yol açmıştır. Yarımadanın XX. yy’da 3 devlete (Hindistan, Pakistan ve Bangladeş) bölünmüş olması da bu çeşitliliği yansıtmaktadır. Bütün bu karmaşıklığa kar- şın, yarımadanın tarihinin temel özelliklerinden biri, söz konusu uygarlık öğelerinin zaman içinde kaynaş- mış olmasıdır.
ESKİÇAĞ’DA HİNDİSTAN
Hindistan yarımadasında coğrafi açıdan büyük bir çe- şitlilik gözlendiği için, Eskiçağ’da Hindistan’da en azın- dan iki ayrı uygarlığın gelişmiş olması hiç de şaşırtıcı de- ğildir. Arkeoloji buluntularına dayanılarak, yarımadaya ilk göçlerin günümüzden 400 000-200 000 yıl önce ya- pıldığı düşünülmektedir. Söz konusu ilkel halkların ba- zılarının, Hindikuş dağlarını aşarak günümüzde Pakis- tan”ın kuzey kesimini oluşturan bölgeye yerleştikleri, öbür halkların Afrika’nın doğu bölgelerinden deniz yoluyla günümüzdeki Hindistan’ın güney kesimine yerleştikleri sanılmaktadır.
İndus uygarlığı. Dünyanın en eski ve en büyük uygarlıklarından biri İ.Ö. yaklaşık 3000-2500 yılları arasında, Hindistan yarımadasının adının kaynaklandığı indus ırmağının vadisinde gelişmiştir. Bu uygarlığın kalıntılarına Harappa ve Mohenco-Daro’da (her ikisi de günümüzde Pakistan’dadır), Hindistan’ın doğu kesimindeki Sim- la ve Bikaner kentleri ile güneydeki Kathiavar yarımadası ve Gucerat bölgesi kıyıları gibi yerlerde yapılan ka- zılarda rastlanmıştır. Eskiçağ’ın en gelişmiş uygarlıkla- rından biri olan indus (ya da Harappa) uygarlığı birçok bakımdan, aynı dönemde Mezopotamya’da gelişmiş uygarlıklarla benzerlikler göstermektedir. Harappalıların tuğladan yapılmış iki-üç katlı evlerden oluşan, iyi planlanmış sokakları ve akaçlama sistemleri bulunan kasabalarda yaşadıkları, bakır, tunç ve taştaft yapılmış aletler, gelişmiş çanak-çömlekler kullandıkları anlaşılmıştır. Pek çok simge ve şekilden oluşan (“resimyazı”) Harappa yazısı, henüz çözülememiştir.
Ari uygarlığı. Harappa uygarlığı İ.Ö. yaklaşık 1500 yılın^^sürı^ş, o tarih ind vahşini İran yaylalarından gelen Arilerin istila etmeleriyle sona ermiştir. Yarı göçebe olan, Sanskritçe’nin (Bk. HİNT-İRAN DİEEERİ) ilkel bir biçimini konuşan Arilerden günümüze kent, mezar, sanat yapıtı ya da zanaat eşyası gibi şeyler yapıştır. Bu halkla ilgili bilgiler Veda adı verilen dinsel metinlerden, özellikle de Rig Veda’dan edinilmektedir. Başlangıçta sözlü olarak aktarılan Veda’larda, çok sayı- da tanrıya, zengin bir mitolojiye ve ateşe kurban vermeye dayalı ayin törenleri çok gelişmiş bir kültürden sözedilmektedir. Ayrıca, sonradan kast sisteminin kay- naklandığı “varnalar” (ya da sınıflar) sisteminin adı da geçmektedir. Dört “varna”yı oluşturanlar brahmalar (ya da din adamları), yöneticiler ve savaşçılar sınıfını oluşturan “kshatriyalar”, tüccar ve çiftçilikle geçinen “vaishyalar” ve zanaatçılıkla geçinen “şudralar”dır. Veda’lar ve kast sistemi, Hindistan’ın başlıca toplumsal ve dinsel sistemi olan hind□ dininin de merkezinde yeralmaktadır, dolayısıyla, Arilerin temel kurumlarının ve kültürlerinin pek çok öğesinin Hindistan’a damgasını vurduğu olduğu söylenebilir.
İlk kültür ayrıiıklar. Bir kurama göre, at sırtında dolaşan savaşçı bir halk olan Ariler, Kuzey Hindistan’da yaşayan ve “dasa” adını verdikleri daha esmer ve daha ufak tefek halkların çoğunu güneye itmişlerdir. Bu kuram kanıtlanmamış olmakla birlikte, zaman zaman kuzeydeki Ari dil grupları ile güneydeki Dravid dil grupları arasındaki bölünmeyi açıklamak için kullanılmıştır. Günümüzde de güneydeki bazı ayrılıkçılar, Dravid dili konuşanların ülkeye Ari istilacılardan daha önce yerleştiklerini ileri sürmektedirler. Ama henüz Dravid dili konuşanların Güney Hindistan’a gelişlerinin tarihini belirlemeye yeterli ölçüde dilbilimsel kanıt yoktur. Kuzey ile güney arasındaki kültür ayrılıkları, çağdaş Hindistan’da da sürmektedir.
Arilerle ilgili dinsel metinlerden, kendilerini ırk ve kültür bakımından üstün gördükleri “dâsa”ları küçümsedikleri anlaşılmaktadır. Arilerin egemen olduğu kuzey bölgesinde, “dasa” sözcüğü, “köle” ya da “toprak kölesi” anlamında kullanılmıştır. Arilerin etkisi altında gelişen, sınıflara ayrılmış toplumda, “dasa”ların hoşa gitmeyen, ama yapılması zorunlu görevlerin çoğunu yerine getirdikleri sanılmaktadır.
Brahma rahipleri sınıfının üstünlüğüne karşı çıkmalar.
Arilerin yavaş yavaş doğuya, Ganj ovasına kaymalarıy- la, Kuzey Hindistan’daki Ari öncesi kültürleri ile Ari kül- türü yüzyıllar geçtikçe birbirleriyle kaynaştılar. Ganj ovasındaysa Eskiçağ Hindistanı’nın ikinci büyük kent uygarlığı gelişti; Pataliputra (günümüzde Patna yakınında), Kas¡ (günümüzde Varanasi) ve Ayuthia gibi kentler önemli kentlere dönüştüler. VI. yy’da Bihar bölgesinde zengin bir tüccar sınıfı (“vaishyalar”), geleneksel inançlara karşı çıkan görüşleri desteklemeye başladı. Sözgelimi,o dönemden kalma Upanlşadlar’da (Vedalar’a dahil,ama daha önce yazılmış el yazması metinler), brahma rahiplerinin geleneksel üstünlüğüne karşı çıkılmaya başlandı. Ari etkisinin nispeten zayıf olduğu kuzeydoğu kesiminde, !.٥. yaklaşık 500 dolaylarında caynacılık ve buddhacılık ortaya çıktı: Hindistan’ın do- ğu kesimindeki tüccar ve toprak sahibi soyluların geniş ölçüde destekledikleri bu dinlerin ikisi de, bir ölçüde, brahma rahipleri sınıfının üstünlüğüne birer başkaldırı sayılabilir.
Maurya veGupta dönemleri. İ.Ö. 326’da Büyük isken- der ordusuyla İndus vadisini işgal edince, zaten siyasal bakımdan parçalanmış olan yarımadada, hiçbir Hintli hükümdar, İskender’in ordularını durduracak kadar güçlü bir fil ve piyade gücünü bir araya getirmeyi başa- ramadı. Gene de Büyük İskender, bu uçsuz bucaksız yarımadayı denetim altında tutmanın güçlüğü ve asker- lerinde anayurt bölgesinden uzaklaşmanın oluşturduğu hoşnutsuzluğun gün geçtikçe artması sonucunda. Hindistan’dan çekilmek zorunda kaldı.
İskender’in işgalinden kısa süre sonra, İ.Ö. yaklaşık 321’de, Çandragupta Maurya (Maurya sülalesinin kurucusu), Hindistan’ın ilk büyük imparatorluğunu (merkezi Pataliputra’ydı) kurdu. Torunu Aşoka’nın döneminde, imparatorluk orta Hindistan’da □ekkan yaylasının güneyinden batıda Belucistan’a ve günümüzün Afganistan’ına kadar uzanıyordu. İ.Ö. 261’de doğudaki Kalinga devletini de topraklarına katan Aşoka, buddhacılık ile hindu dinini ve öbür dinleri biraraya getirerek bir devlet dini oluşturmaya çalıştı, imparatorluğunun dışına buddhacı rahipler göndererek, buddhacılığın evrensel bir din durumuna gelmesini (buna karşılık buddhacılık Hindistan’da geriledi) sağladı. Aşoka’nın ölümünden (İ.Ö. 232) kısa süre sonra, imparatorluğun- dan geriye Magadha devletinden başka şey kalmadıysa da, soyundan gelenler, ¡.٥. yaklaşık 185’e kadar iktidarda kalmayı başardılar.
Maurya’lar ve onları izleyen sülaleler döneminde, aşağı yukarı 800 yıllık bir dönem boyunca, Hindistan’da günümüzde de varlığım büyük ölçüde sürdüren bir uygarlık gelişti. Kastlar kurumu sağlam bir biçimde yerleşti. Hindu felsefesi ve yasaları pekiştirildi.
Gupta sülalesi dönemi (i.s. yaklaşık 320-yaklaşık 540) genellikle Hindistan’ın klasik dönemi sayılır. Bu dönemde Hint mimarlığı, heykelciliği, resmi, dansı ve müziği büyük ölçüde gelişmiştir.
ORTAÇAĞ’DA HİNDİSTAN
Gupta sülalesinin parlak döneminden sonra Hindistan, siyasal akımdan bir dizi küçük krallığa bölündü. Bilgeli- ğin yerini skolastik aldı; din iyice bağnazlaştı; sanatlarda dagenel olarak yaratıcılıktan yorumculuğa ve diyalekti- ğe geçildi. Kuzeybatıdan pek çok istila ve göçün olduğu bu dönemde, aynı zamanda, daha ileri uygarlıklar olan Arap ve Çin uygarlıklarıyla ilişkiler de bir ölçüde kesildi. Bu dönem XVI. yy’da Türk-Hint imparatorluğu’nun ku-rulmasına kadar sürdü.
VII, VIII. ve IX. yy’lardaki kargaşa dönemi sırasında Hindistan’da ortaya çıkan küçük devletlerin başlıcası, Racputların Hindistan’ın orta ve kuzey kesimlerinde kurdukları askerler soylu sınıfına dayalı devlet oldu. Hindistan’ın güney kesiminde de ırk, kültür ve dil bakımından farklı Dravid krallıkları gelişti: Günümüzdeki Haydarabad’ın çevresindeki alanda yeralan Andhralar Krallığı; Hindistan yarımadasının güney ucunda Pandyaların kurdukları Tamil devletleri; günümüzde Madras adıyla bilinen bölge Çolaları güneybatı kıyısında da Çeraların kurdukları devletler. Hintlilere özgü pek çok düşünce ve uygulama, bu yerel krallıklar aracılığıyla Endonezya’ya ve güneydoğu Asya’nın öbür bölgelerine yayıldı. Bölgede sımrlı bir sömürgeleştirmeyi destekleyen ve VI.yy’dan VIII.yy’a kadar Güneydoğu Asya’da egemen bir rol oynamış olan Pallava sülalesinin kökeni, tam olarak aydınlatılamamakla birlikte, büyük bir olasılıkla Kuzey Hindistan’dı. Sanatçıları koruyan Pallavalar aracılığıyla, Hint-Ari Sanskrit kültürünün öğeleri Güney Hindistan’da iyice yerleşti.
Hint uygarlığı temelde bir bütün oluşturmakla birlikte, Ortaçağ dönemi boyunca genel kural, siyasal çeşitli- lik oldu. Çok farklı büyüklükte birçok devlet kurulurken, sınırlarda sürekli bir dalgalanma yaşandı; kral ve mihraceler, federal biçimlerde bile bir araya gelmeye yanaşmadılar. Küçük kişisel krallıklar sık sık yıkılıp, yerlerine yenileri kuruldu.
Bu arada Hindistan yarımadasındaki kutsal kentler ve hac yerleri, geniş kapsamlı Sanskrit sözlü edebiyatı ve mitolojisi geleneği, brahma rahipleri ile siyasal önderler arasındaki işbirliği, kültür birliğini büyük ölçüde destekledi. Hindu dininin yeni halkları ve düşünceleri, kimliklerine zarar vermeden kendine uydurabilme yeteneği de, bu ortak kültürün sürmesine yardımcı oldu.
İSLÂM ETKİSİ
İslâm, Hindistan yarımadasına i.s. 711’de, genç bir Arap komutam olan Muhammet Bin Kasım’ın savaşa- rak indus vadisine ulaşmasıyla girdi. Sind devleti İslâm imparatorluğu’na katılıp, halkı da İslâm dinini benimsediyse de, müslümanların Hindistan’ın içlerinde ilerle- mesi için bir sıçrama tahtası işlevi görmedi. Buna karşı İlk, IX. ve X. yy’larda Arap tüccarları, güneybatı kıyısındaki limanlarda çok sayıda hinduya İslâm dinini benim setmeyi başardılar. Kültürel etkilerse iki yönlü oldu.
Bu gelişmelere karşın, Hindistan’ın müslümanlartarafından fethi, Araplar tarafından değil, İslâm dinini benimsemiş orta Asya halkları (Türkler, Afganlar, İranlılar ve Moğollar) tarafından gerçekleştirildi. Gazneli Mah- mut (998-1030), günümüzde Afganistan topraklarında bulunan, Türk boylarının egemenliğindeki Gazne’den Pencab bölgesine bir dizi akın düzenleyerek, Hindistan yarımadasına birgiriş yolu açtı. Gazneliler Hindistan’da ilerledikçe, aşağı kastlardan pek çok hindu ve buddhacı (özellikle Bengal’de ve öbür doğu bölgelerinde), daha eşitlikçi birtopluma katılma ve güçlü orduların koruma- sı altına girme umuduyla İslâm dinini benimsediler. Delhi Sultanlığı. Hindistan’daki ilk İslâm imparatorluğu 1206’da Delhi’de Kutbettin Aybek (ölümü 1210) tarafından kuruldu. Sınırları sürekli değişen bir devlet olan Delhi Sultanlığı ayrı sülalelerden (Muizziler, Halaclar, Tuğluklar, Seyyitler ve Ludiler) 34 sultan tarafından yönetildi. Tuğluk sülalesi döneminde Timur, sultanlığın her yanını yakıp yıktı (1389-99). 1526’ya kadar süren Ludiler sülalesi dönemindeyse, Delhi Sultanlığı batıda Pencab’dan doğuda Bihar bölgesine kadar yayıldı. Türk-Hint imparatorlumu. Hindistan tarihinin en büyük ٠ imparatorluğunu kuran (1526’ya d. -1530) Babur’dan sonra, oğlu Hümayun ve soyundan gelenler, 1707’ye kadar imparatorluğun sınırlarım önemli ölçüde geniş- lettiler. Sülalenin başlıca hükümdarı Ekber Şah döneminde (1556’ya d.-1605), günümüzde Hindistan’da hâlâ yürürlükte olan pek çok uygulamanın temelini oluşturan bir yönetim örgütü kuruldu. Son derece hoş- görülü bir imparator olan Ekber Şah, yalnızca hindulardan vergi alınması sistemine son verip, mimarlık, sanat, edebiyat ve müzikte hindu ve İslâm motiflerinin biraraya getirilmesi için büyük çaba harcadı.
Ekber Şah’ın oğlu Cihangir ve torunu Şah Cihan, eğ- lenceye ve içkiye düşkün kişiler olmakla birlikte. Şah Cihan büyük bir bayındırlık çalışması (Tac Mahal, vb.) başlatıp, bir yandan da Dekkan yaylasını imparatorluk topraklarına kattı. Ne var ki, yerine geçen oğlu Evrengzib’in ölümünden (1707) sonra, Türk-Hint imparatorluğu hızla parçalandı. Bununla birlikte, sülalenin hükümdarları, 1858’e kadar Delhi’yi ellerinde tutmayı başardı.
XVII. yy’dan kalma bu minyatürde, Ekber Şah’ın, Racput kalesi Çitor’u kuşatması carılandırılmıştır
AVRUPA ETGİSİ
AvrupalIların Hindistan’la geniş kapsamlı ilişkileri, Portekizli denizci Vasco da Gama’nın 1498’de üç küçük gemiyle, güneybatı kıyısındaki Kaliküt’e ulaşmasıyla başladı. XVI. yy’da gerek Portekizliler, gerek HollandalIlar, Hindistan’ı sömürgeleştirmeye uğraştılarsa da, büyük bir başarı sağlayamadılar. Hintlileri zorla hıristiyanlaştırmak gibi yanlış bir siyasetin bedelini ödeyen Portekizliler, sonunda Hindistan’da yalnızca birkaç küçük toprak (Goa, vb.) elde edebildiler. Yerel dinlere karşı hoşgörülü olan Hollandalılar, Hollanda Doğu Hindistan Şirketi aracılığıyla (Bk. HİNDİSTAN ŞİRKETİ, HOLLANDA DOĞU) bir ticaret tekeli oluşturmaya çaba gösterip, büyük bir başarı elde edemeyince, XVII. yy’ın ortalarında çabalarını bütünüyle Endonezya’ya yönelttiler.
AVRUPA ETKİSİ
İngiliz Hindistan İmparatorlüğu özel bir şirket tarafından kuruldu. Parlamentonun onayıyla İngiliz Doğu Hindistan Şirketi (kuruluşu 1600;Bk. HİNDİSTAN ŞİRKETİ, İNGİLİZ DOĞU), 1639’da Madras kıyısında dar ve kumluk bir şerit satın aldı; 1668’de kral Charles ll’den Bombay limanını kiralayıp, 1690’da da Evreng- zib’den, çamurlu bir kıyı ovasında daha sonra Kalkü- ta’ya dönüşerek bir yerleşme merkezi kurma izni aldı. Bu üç kıyı yerleşmesinde birer kale yapan İngilizler, ticaret etkinliklerini buralardan yürüttüler.
Fransızlar Hindistan’da bir ticaret imparatorluğu kurma girişimlerine yavaş başladılar. Gerçekten de, Fransız Doğu Hindistan Şirketi (Bk. HİNDİSTAN ŞİRKETİ, FRANSIZ DOĞU), İngilizlerinkiyle oranlanabilecek bir ticaret hacmi yaratmayı hiçbir zaman başaramadı.
XVII yy’da Büyük Britanya da, Fransa da, Türk-Hint İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla doğan iktidar boşluğunu doldurmak için yerel hükümetlerle ittifaklar oluşturarak ticari çıkarlarını korumaya çalıştılar. Fransızların Joseph François Dupleix’ln komutasında Mad- ras’ı ele geçirmelerdik¡ Avrupa devletinin, Avusturya Veraset savaşlarının bir parçası olarak, 1746’da Hindistan’da karşı karşıya gelmesine yol açtı. 1761 ‘de, Yediyıl Savaşları sırasında Fransızlar, Pondiçeri’yi İngilizlere bırakmak zorunda kaldılar ve 1763 barış antlaşmasından sonra, Hindistan’daki topraklarının büyük bölümünü yitirdiler.
İngilizlerin Fransızlara karşı yürüttüğü savaşların kahramanı Robert Cilve, 1740 yıllarında genç bir muhasebeci olarak Ingiliz Doğu Hindistan Şirketi’nde çalışmaya başlamış bir serüvenciydi. Clive en büyük zaferini Plassey çarpışmasında (1757) Türk-Hint İmparatorluğu valisini yenilgiye uğratarak kazandı. Plassey zaferiyle Ingilizler, Ganj vadisindeki büyük zenginliklere siyasal açıdan fiilen egemen olurken, Doğu Hindistan’ın büyük kesimindeki toprak gelirlerini toplama hakkını da elde ettiler.
Ingiliz Doğu Hindistan Şirketinin bazı yöneticileri Hindistan’ın doğu kesimini oluşturan Bengal’¡ kendi yerleştirdikleri kukla hükümdarlar aracılığıyla yönetmeyi yeğleyip, bölge zenginliklerini kişisel çıkarları için kullandılar. Şirkette yolsuzlukların artmasını önlemek ve Hindistan yönetiminde reform yapmak amacıyla İngiltere parlamentosu, 1773’te bir kararname çıkardı ve Bengal valiliğine getirilen Warren Hastings, bu kararnameye dayanarak, İngiliz egemenliğinin idari temellerinin atılmasına yardımcı oldu. Hastings daha sonra da Hindistan genel valiliği (1773-85) yapıp, Clive’ın elde etmiş olduğu toprakların büyük bölümünde İngiliz egemenliğini sağlamlaştırdı. Türk-Hint Imparatorluğu’nun bütünüyle çökmesinden sonra İngilizlerin en önemli rakibi haline gelen Marathaların içişlerine müdahale etmek için İngiliz yasalarından yararlanmaya çalıştı. 1780 yıllarının başında Malsur kralları Haydar Ali ve oğlu Tip- pu Sultan’ın direnmelerini kırmayı başardı. Daha sonra ağır suç işlemekten ve görevini kötüye kullanmaktan parlamento önünde yargılandıysa da, aklandı (1795); ama uzun süren yargılanması, şirketin yolsuzluklara son vermek için ciddi girişimlerde bulunmasında önemli rol oynadı.
İNGİLİZ HİNDİSTANI
1786-1793 arasında Hindistan genel valiliği yapan Lord Cornwallis, İngiliz egemenliğini sağlam kurallara bağlayarak yerleştirdi. Şirketin yönetim ve ticaret işlevlerini birbirinden ayırdı; sivil hizmetler kurdu; ücretleri yolsuzluklara başvurmayı gerektirmeyecek ölçüde yükseltti; şirket memurlarının özel ticaret yapmalarını engelleyecek disiplin önlemleri aldı.
” Ayrıca, yolsuzlukların yüksek boyutlara ulaşmasının Hintlilerle yakın ilişkilerden kaynaklandığına inandığından, üst yönetim görevlerindeki Hint kökenlileri uzaklaştırdı. Bu siyaset XIX. yy. boyunca İngilizler ile yanlarında çalışan Hintliler arasındaki toplumsal-ekonomlk uçurumun derinleşmesine yol açtı. Barışın sağlanmasından ve bütün Hindistan yarımadasında sağlık hizmetlerinin kurulmasından sonra nüfus artışında başlayan hızlanma da, Hintlilerin yoksullaşmasında önemli rol oynadı. İngilizlerin Hindistan’da geniş kapsamlı bir sanayileşmeyi engellemeleri yoksulluğu daha da artırdı (İngiltere, sömürgeleri ekonomik bakımdan kendisine bağımlı kılan sistemi sayesinde, dünya çapında bir sanay¡ ülkesi haline gelmiştir).
1798-1805 arasında valilik yapan Lord Wellesey’in başlattığı yayılma siyaseti, İngiliz Doğu Hindistan Şirketinin Hindistan’ın beşte üçüne egemen olduğu, geri kalan beşte ikisininse İngiliz yönetimine iyice bağımlı 562 yerel yönetici tarafından yönetildiği XIX.yy’ın ortalarında, doruk noktasına ulaştı. Ne var ki, İngiltere’nin yayılma ve ayrıcalık siyasetine Hint geleneklerine ve dinlerine önem verilmemesinin de eklenmesiyle, ilk gerginlikler de başladı. Hintli seçkinler arasında İngiliz egemenliğine karşı düşünceler, özellikle, Lord Dalhou- se’un valiliği sırasında (1848-56) arttı. 1857’de, patlak veren büyük Hindistan ayaklanması, 1858’de İngilizler tarafından bastırıldı. Bu arada ayaklanmanın dolaysız bir sonucu olarak, İngiltere, İngiliz Doğu Hindistan Şir- keti’nin yetkilerinden çoğunu geri aldı. Ayaklanma ayrıca, Hintliler ile İngilizler arasındaki güvensizlik duygularının yaygınlaşmasına da yol açtı. Sonraki yüzyılda Hintlilerin yoksullaşması, ülkedeki İngiliz sömürgecilerinin zenginleşmesi arttıkça, bu duygular iyice kök saldı.
ULUSÇU AKIM
Modern bir Hindistan devletinin Hindu ve Batı kültürlerinin en iyi yanlarını birleştireceğine inanan bir din reformcusu olan Rammohoun Roy’un XIX. yy’ın başındaki yazıları, Hindistan’da ulus bilincini başlattı. İngilizle- rin yönetiminde reformlar yapılmasını isteyen ilk örgütler de yüzyılın başında kuruldu. Bu örgütler 1885’te, emekli bir İngiliz görevlisi olan Allan Octavian Hume (1829-1912) ile Bengalli önderler tarafından Hindistan Ulusal Kongresi adlı partide birleştirildi.
Hindistan Ulusal Kongresi (HUK), başlangıçta oldukça ılımlı isteklerde bulunarak Hintlilere yasama organlarında daha çok yer verilmesi, daha çok okul açılması, vb. reformları savundu. XX. yy’ın başlarında, İngiltere de, Hintlilerin siyasete katılımlarını artırarak, HUK’nin isteklerini yerine getirme konusunda bazı girişimlerde bulundu. Ama HUK’nin aşırı kanadı, gün geçtikçe daha çok hak ve sonunda da tam bağımsızlık istemeye koyuldu. 1907’de parti, Copal Krişna Gohale’nin (1866- 1915) önderliğini yaptığı ılımlı grup ile Bal Gangadhar Tilak’ın yönetimindeki militan gruba bölündü. Aşağı yukarı aynı tarihlerde, HUK’de hinduların ağır basmasından hoşnut olmayan müslüman önderler de kendi ayrı ulusal örgütlerini (Müslümanlar Birliği) kurdular.
Hindistan’daki çeşitli ulusçu topluluklar, Birinci Dünya Savaşı’nda Büyük Britanya’yı desteklemek için 1916’da geçici olarak birleştiler. Ne var ki, ağırlığını gün geçtikçe artıran militan kanat, Ingiltere’nin Hindistan’a ileride özyönetim hakkı tanınacağı yolundaki vaadini yeterli bulmamaktaydı. Üstelik, 1919’da siyasal etkinlikleri sınırlayan yasalar çıkarılması ve Amritsar’da sivil Hintlilere İngiliz birliklerinin ateş açması, İngilizlere karşı olanların sayısını hızla artırdı. 1920 yıllarında HUK, pasif direnişi (“satyagraha”) yaygınlaştırdı. Gene 1920 yıllarında, müslümanların çoğu HUK’den ayrıldılar; ayrıca 1920 yıllarının sonunda Muhammet İkbal gibi müslüman önderler, ayrı bir müslüman devleti kurulması isteklerini başlattılar.
ikinci Dünya Savaşı sırasında, bağımsız devletlerinin (Pakistan) kurulmasını isteyen Muhammet Ali Cin- nah’ın önderliğindeki müslümanlar, İngilizleri desteklediler. HUK’yse, “Hindistan’dan çıkın” sloganını benimseyerek İngiltere’nin Hindistan’dan çekilmesi isteklerini yinelerken, 1942’de Japonların Hindistan yarımadasına düzenledikleri saldırıya karşı hindular İngilizlerle işbirliği yapmayı reddedince, İngilizler çok sayıda önderi tutukladılar ve HUK’yi yasadışı ilan ettiler. Bu arada, Subhas Çandra Bose’nin yönetimindeki bir grup aşırı İngiliz düşmanı Hint ulusçusu, Birmanya’da ve Hindistan’da, Japonların yanında savaştı.
Savaş bittikten sonra Ingiltere, Hindistan’a özyönetim hakkı tanıdı. Ama 1946 seçimlerindeıMüslümanilar Birliği, müslümanların oylarının çoğunu alarak, yarırrîa- danın müslüman ve hindu devletlerine bölünmesi sürecini hızlandırdı. Gandhi’nin bölünmeyi önleme çabalarına karşın, Ağustos 1947’de Hindistan ve Pakistan bağımsızlıklarını elde ettiler. Beş ay sonra Gandhi’nin bağnaz bir hindu tarafından öldürülmesiyle, Hindistan’ın ilk başkanlığına Cavaharlal Nehru getirildi. O sırada Doğu Pakistan ve Batı Pakistan’dan oluşan müslüman Pakistan’ın genel valiliğine de Cinnah atandı. (Ayrıca Bk. BANGLADEŞ; PAKİSTAN.)
(Solda)
Resimde 1912’de Ingiliz kral naibi Lord Hardinge’e aşırı bir topluluk tarafından düzenlenen bombalı suikast canlandırılmıştır. (Altta)
“Hindistan’dan çıkın” sloganının kabul edildiği (7 Ağustos 1942) Tüm Hindistan Kongre Komitesi’nin toplantısında, Cavaharlal Nehru ve Mahatma Gandhi.
BAĞIMSIZLIKTAN GÜNÜMÜZE Hindistan’ın egemen bir devlet olarak tarihi, 15 Ağustos 1947’de, Hindistan yarımadasının iki devlete ayrılmasıyla başladı. İngiliz Hindistanı’nın ikiye bölünerek, altı aylık bir süre içinde iki ayrı devlet oluşturulması kararı, kanlı olaylara yol açtı. Bağımsızlıktan sonra 17 milyon kadar hindu ve müslüman, doğdukları topraklardan ayrılıp, yeni vatanlarına doğru yürüyüşe geçtiler. Modern Hindistan’ın kurucusu olan Mahatma Gandhi’nin huzuru sağlama çabalarına karşın, bunu izleyen dinsel şiddet olaylarında en az bir milyon kişi yaşamını yitirdi ya da yaralandı. Gandhi de, 200cak 1948’de, müslümanlara gereğinden çok yumuşak davrandığını düşünen militan bir Hindu tarafından öldürüldü.
1947’de başbakanlık görevini üstlenen ulusçu önder Cavaharlal Nehru, 1964’te ölünceye kadar görevini sürdürdü. Yeni yönetim, 500’ü aşkın küçük mihraceliği yeni bir devlette birleştirmeyi başarıp, 1962’de Portekiz’den Goa, Daman ve Diu’yu Fransızlardan da Pondiçeri, Karikal, Mahe ve Yanam’ı devralarak, sömürge döneminin son kalıntılarını da ortadan kaldırdı. Nehru, Hindistan’ı ekonomik bakımdan kendine yeterli bir devlet haline getirme çalışmalarını başlatıp, sonradan bağımsızlıklarını kazanan çok sayıda eski sömürgenin bir model olarak benimseyecekleri bağlantısız dış siya- set çizgisiyle, uluslararası alanda gücünün çok ötesinde bir rol oynadı. Bununla birlikte, Çin’le olan toprak an- laşmazlıkları ٦ 962’de kısa bir sınır savaşına yol açarken, Nehru yönetimi, komşusu Pakistan’la da yakın ilişkiler geliştirmeyi başaramadı. Hindu bir mihrace tarafından yönetilen, halkının büyük bölümüyse müslüman olan kuzeydeki Keşmir devleti için verilen savaşım, bu iki ül- ke arasındaki çok sayıdaki silahlı çatışmadan (Bk. HİNDİSTAN-PAKISTAN SAVAŞLARI) ilkine (1947-49) yol açtı. İçteyse, nüfusun % 40’ından çoğu, resmî yoksulluk sınırının altında kaldı.
Nehru’nun ölümünden sonra, başbakanlığa seçilen HUK partisinin başkanı Lal Bahadur Şastri, 1966’da, Keşmir yüzünden Pakistan’la yapılan ikinci savaşı bitiren barış antlaşmasının imzalanmasından kısa süre son- ra ölünce, yerine Nehru’nun kızı İndira Gandhi parti başkanlığına ve başbakanlığa getirildi. Koyu bir ulusçu olan IndiraGandhi, Hindistan toplumunun yapısı konu- sunda babasından biraz daha gerçekçi davrandı ve emekçi sınıflar ile küçük köylülerin desteğini sağladı. Ayrıca Nehru’nun bağlantısızlık siyasetinin ilkelerine bağlı kalmakla birlikte, ABD’nin 1954’te soğuk savaş stratejisinin birgereği olarak aldığı Pakistan’a önemli öl- çüde askerî yardım yapma kararı nedeniyle, SSCB’yle ilişkileri sıklaştırdı. Bu arada Pakistan iç savaşında Hin- distan’ın Doğu ؛Pakistan’ı (günümüzde bağımsızBan[g- ladeş) ؛desteklemesiyle, Hindistan-ABD ilişkileri 1971’de en gergin noktasına geldi. Gandhi’nin görev süresinin ilk on yılında, tarım üretimi arttı; Hindistan ilk nükleer bombasını patlattı (1974); Sıkkım Hindistan’ın bir eyaletine dönüştürüldü (1975). Bu arada bir türlü çözülemeyen ekonomik ve toplumsal sorunlar, marks- çı partilerin güçlenmesine (Kerala ve Batı Bengal eya- !etlerinde iktidara geldiler) ve aşırı maocu Naksalit Parti- si’nin yandaşlarını az da olsa artırmasına yol açtı. İndira Gandhi’nin 1971 ‘de yeniden başbakanlığa seçilmesin- den sonra, Gayaprakaş Narayan gibi muhalefet önderleri, başbakanı yolsuzluk ve görevini kötüye kullanmakla suçlayıp, protesto yürüyüşleri düzenlediler ve iç huzursuzluklar çıkacağı tehdidinde bulundular. Buna karşılık, Haziran 1975’te Gandhi, cumhurbaşkanı Fahrettin Ali Ahmet’e olağanüstü hal ilan ettirmeyi başarıp, neredeyse diktatörce yetkiler elde etti. Muhalefet önderleri yargılanmaksızın cezaevine kapatıldı ve pek çok anayasal özgürlük kısıtlandı.
Mart 1977’de, belki de olağanüstü hal ilanıyla elde ettiği yetkileri yasallaştırmak için erken seçime giden İn- dira Gandhi, hiç beklemediği bir yenilgiye uğradı. İdeoloji açısından sosyalistlerden tutucu hindulara (Canata Partisi) kadar uzanan bir partiler koalisyonu iktidarı ele geçirdi. Gandhi’nin eski muhaliflerinden Monarci De- sai başbakanlığa getirildi. Aynı yıl cumhurbaşkanı Fahrettin Ali Ahmet’in ölümüyle, cumhurbaşkanlığına Ne- elam Sancavi Reddi seçildi. Ne var ki, sorunları çözmeyi bir türlü başaramayan Desai’nln Temmuz 1979’da, yerine geçen Çeran Singh’ln de ؛ağ.ustoista istifa etmesinden (ama Ocak 1980’e kadar vekâleten bu görevini sürdürdü) sonra, Ocak 1980’de yapılan seçimlerde Gandhi yeniden iktidara gelmeyi başardı.
1982’de Zail Singh’ln cumhurbaşkanlığına seçilmesiyle (ülkenin ilk sih cumhurbaşkanıdır) sihlerin Pencab’a daha çok özerklik istekleri ve bağnaz sih gençlerinin ayrı bir sih devleti (Halistan) kurmak için şiddet uygulamaları başladı. Yıllarca süren sih eylemleri, Haziran 1984’teAmritsar’daki(Altın؛Tapınak’a ordu birliklerinin girmesiyle, ardından da Gandhi’nin muhafız birliğindeki sih koruyucuları tarafından 31 Ekim 1984’te öldürülmesiyle, doruk noktasına ulaştı. Hükümet Pencab’da gün geçtikçe tırmanan siyasal bunalıma çare aramaya çalışırken, Gandhi’nin o tarihe kadar siyasetle ilgilenmeyen büyük oğlu Raclv Gandhi başbakanlığa getirildi.
Cavaharlal Nehru (solda) ve kızı İndira Candhi (sağda) dünyanın en büyük nüfuslu demokrasisini, bağımsızlığı izleyen otuz yıl boyunca yönetmişler, her ikisi de, Hindistan’ın Üçüncü Dünya devletleri arasındaki önder konumunu güçlendirmek için çalışmışlardır. Bağımsızlık hareketinin önderlerinden Nehru, 1947’den 1964’e kadar başbakanlık yapmıştır. İndira Gandhi’yse 1966’dan 1977’ye ve 1980’den 1984’te öldürülünceye kadar, başbakanlıkta bulunmuştur. İndira Gandhi’nin yerine geçen büyük oğlu Raciv Gandhi, 1989’a kadar başbakanlık yapmış, o tarihte muhalefete geçip, 1991 ‘de, bir seçim kampanyası sırasında öldürülmüştür.
Raciv Gandhi’nin Kongre Partisi’nin Aralık 1984 genel seçimlerini ezici çoğunlukla kazanmasından sonra, 1987’de Ramasvami Venkataraman cumhurbaşkanı seçildi. Ne var ki çok geçmeden, Raciv Gandhi’nin yakın çevresinin yolsuzluklara karıştığı konusunda söylentiler yayılmaya başladı. 1987’de ve 1988’de muson Afganistan’ın kuzeybatı kesiminde kent. Heri Rud’un hemen kuzeyindeki vadide, yaklaşık 915 m yükseltide yeralan, aynı adlı eyaletin merkezi olan Herat’ın nüfusu 177 390’dır. Önemli bir elsanatları (ipekli kumaş, halıcılık)
Eski Yunan tarihçisi (Halikarnassos [Bodrum] İ.Ö. 484’e d.- Thurium İ.Ö. 420’ye d.). Yerel siyasal çekişmelere karışan Herodotos (Herodot da denir), Yunanlılar ile öbür Akdeniz halkları arasındaki çatışmanın nedenleri konusunda bir araştırma yapmaya karar vererek, Kolk- his’ten Mısır’a, Anadolu’dan Babil’e kadar birçok yolculuk yaptı. Bu yolculuklar sırasında Doğu (özellikle de Mısır) halklarının gelenekleri, yaşayışları, dinleri konusunda, önemini yüzyılımıza kadar koruyan değerli bilgiler topladı. Şairlerin ve mitolojinin verdiği bilgilere inanmasına karşılık, Delphoi’ye yaptığı yolculuk sırasında derlediği anlatıları değiştirmeden aktardı. Tarih felsefesini, “kibir yüzünden günah işleyen ve insanların yaşama koşullarının çok fazla üstüne çıkan kişi, tanrıların kıskançlığının kurbanı olur ve yere serilir” inancına dayandırıp, 446’ya doğru Atina’ya yerleşti. Perikles ve Sophokles’le dostluk kurup, Thurioi’yi kurmaya giden Yunanlılara eşlik etti ve Büyük Yunanistan’ın bu kolonisinde öldü. 9 ciltlik tarihi (Herodot Tarihi) nedeniyle “tarihin kurucusu” ve Batı’nın ilk tarihçisi sayılan Hero- dotos’un yapıtının en ilgi çekici bölümleri, Med savaşları oldu.
İ.Ö. V. yy’da yaşamış eski Yunan tarihçisi Herodotos, özellikle Med savaşlarını anlattığı 9 ciltlik tarihiyle, tarih biliminin kurucusu sayılmaktadır.Yapıt Herodotos’un Mısır ve Mezopotamya ‘ya yaptığı birçok yolculukta derlediği bilgilerle süslenmiştir.
Çin’in orta-doğu kesiminde il. Kuzey kesiminden geçen Huanghı ırmağının aşağı çığırında yeralan Hınan (Çince Henan ) ilinin yüzölçümü 167 000 km2, nüfusu 85 509 535, merkezi Cıngcou’dur. Batı kesimi dağlık olan ilin, Kuzey Çin ovasının bir bölümünü oluşturan yoğun nüfuslu doğu kesiminde, tarım (buğday, mısır, pamuk, tütün, patates, vb.) önemli ölçüde gelişmiştir. Az sayıda yeraltı gelir kaynağına (alüminyum, demir, kurşun, vb.) dayalı sanayiler de gelişmektedir.
Hidrojen bombasının gelişmesi. İlk hidrojen bombaları, bir atom bombası ile hidrojen izotopları taşıyan bir sıvıdan oluşuyordu. Atom bombası, füzyon için gerekli ısıyı sağlayarak, tetik görevi yapıyordu. Atomlar sıvı içinde, gazlardakine oranla birbirlerine daha yakın durduklarından, başlangıçta sıvı hidrojen izotopları kullanıldı; ama sıvı hidrojen izotoplarının çok kararsız ve tehlikeli olmaları nedeniyle, bu tür bombaların saklanması çok güçtü.
Modern hidrojen bombaları, bir atom bombası ile onun çevresine sarılı bir lityum döterür (lityum-6 ve döteryum bileşiği) örtüsünden oluşur. Lityum döterürün iki temel işlevi vardır. Birincisi, döteryum çekirdeklerini birbirine çok yakın tutarak, gereken ısı sağlandığında çekirdeklerin en uygun uzaklıklarda bulunmasını sağlar. İkincisi, lityum-6 nötronlarla bombardıman edildiğinde, trityum oluşturur ve trityum, döteryumla füzyona girer. Bu süreç için gerekli nötronlar, atom bombası tarafından sağlanır; dolayısıyla, tetikleme sırasında, birden çok işlev yerine getirilmiş olmaktadır. Ana tepkimeleri oluşturan döteryum-döteryum ve döteryum- trityum füzyonlarından başka füzyonlar da patlamaya katkıda bulunur. Sözgelimi, lityum çekirdeği, döteryum çekirdeğiyle birleşerek enerji açığa çıkarır.
Bu tür hidrojen bombası, büyük miktarda radyoaktif artık oluşturmadığı için, “temiz bomba” diye tanımlanır. Aylar, hattâ yıllar boyu radyoaktif kalabilen artıkların temel kaynağı, tetikleme sırasında oluşan radyoaktif ürünler ve yanmamış trityumdur. Ancak, tetik görevi yapan atom bombası çok küçük olduğundan, bunlar büyük miktarları bulmaz.
Bazı hidrojen bombalarının çevresiyse bir uranyum (U238) tabakasıyla sarılır. Bu tabaka, hem bir kılıf işlevi görür, hem de nötron bombardımanı sırasında füzyon süresinin daha da uzamasına yol açarak, ikinci bir füzyon enerjisi kaynağı yerine geçer. Fisyon-füzyon-fisyon tepkimesinin oluştuğu bu tür bombalara, çevreye önemli miktarda radyoaktif artık saçtıklarından, “kirli bomba” denir.
İlk hidrojen bombası I Kasım 1952’de Bikini adasında patlatılmış, bu denemede 5-7 megatonluk bir patlama elde edilmiştir.