FRANSAYA OKKALI BİR TÜRK KAHVESİ
Kanuni Sultan Süleyman’ın Fransa Kralı Fransuva’yı Kutsal Koma Cermen imparatoru Şarlken’in esaretinden kurtarışının üzerinden 144 yıl geçmişti. Bu sefer Fransa tahtında On Dördüncü Louis bulunuyordu ve muhtemel bir Alman saldırısına karşı OsmanlI dostluğuna ihtiyacı vardı. Fakat Fransa, yirmi beş yıl süren (1645-1669) Girit muhasarası sırasında ikiyüzlü davranarak el altından ¥enediklilere yardım etmiş, bu yüzden Fransa-Osmanlı münasebetleri sekteye uğramıştı. Fransa kralı, arayı düzeltmek ve eski anlaşmaların yeni maddeler ilavesiyle yenilenmesi hususunu görüşmek üzere Marki Dö Novantel adlı özel elçisini İstanbul’a yolladı. Dördüneü Mehmed Han durumu sadrazam Köprülü Fazıl Ahmed Paşa ile müzakere etti. Paşa: “Evvelemirde Bâbıâli’den Fransa’ya bir elçi gönderip, kralın efkârını ve meramını anlayalım. Ondan sonra anlaşmaya ilâvesi istenilen maddelerin görüşülmesi münasip olur.” dedi. Sultan Mehmed Han sadrazamın mütalaasını uygun buldu ve 1669 yazında adı sam duyulmamış ve rütbesi ancak yüzbaşı olan Süleyman Müteferrika, Kahveci Kirkor ile birlikte 20 kişilik maiyetiyle yola çıktı.
Fransa Kralının Osmanlı Elçisini Karşılama Hazırlığı
Ulaşımın zorluğu ve haberleşme vasıtalarının sınırlı olması sebebiyle ülkeler arası irtibatın yegâne yolu elçilerden geçiyordu. Sefaret heyetlerinin güzergâhlarında yapılan merasimler, gittikleri ülkelerde gördükleri saygı, ağırlanma ve kabul merasimleri, devletlerin birbirlerine karşı tavırlarım da gösteren unsurlardı. Bu sebeple Osmanlı elçisine karsı çok dikkatli olunmalı ve her şey mükemmel organize edilmeliydi. Kral evvelâ kendisine sonra da bütün saray mensuplarına milyonlar sarf ederek yeni elbiseler sipariş ettirdi. Kralın merasim sırasında giydiği elbise, kıymetli taşlarla süslenmiş, mücevherat vitrini gibiydi. Gözleri kamaştıran bu elbise saray kuyumcusunun belirttiğine göre 14 milyon frank değerindeydi. Fransız sarayındaki kabul merasiminde şaşaa, yalnız On Dördüncü Louis’nin elbisesinden ibaret değildi. Saray mensuplarının her biri sırtlarında birer çiftlik değerinde zengin elbiselerle dolaşıyorlardı. Sarayın içi de dışı da büyük masraflarla yeniden süslenmiş, kralın oturacağı taht yenilenmişti. Salonların mefruşatı değiştirilmiş, yeni konsüller, vazolar, ipek perdeler göz alıcı bir dekorla hazırlanmıştı. Türk Elçisi Kr alla Görüşüyor Fransızlara, ikiyüzlü davranarak Girit muhasarasını uzatmalarının hesabı sorulmalıydı. Bunun için Süleyman Ağa biçilmiş kaftandı. Süleyman Ağa vakarlı ve aynı zamanda çok zarif biriydi. Kralın topraklarında şimdilik zarafete gerek yoktu. Bu yüzden Marsilya’da kendisini karşılamaya gelen belediye başkanma önem vermedi hatta atından bile inmedi. Bu tavrı elçiliği boyunca devam etti. Kendisi ile görüşmek isteyen Fransa Hariciye Nazın’nı kabul etmedi. Fransa protokolüne göre önce Hariciye Nazırı ile görüşmesi gerekiyordu fakat o “Ben buraya Fransa’nın nasıl yönetildiğini öğrenmeye gelmedim, kralınıza name getirdim” diye diretince elçiyi kral ile görüştürmeye mecbur kaldılar. Fransız sarayının ve kralının bu kadar hazırlığına karşı, Süleyman Ağa, çok sade kaldı. Onun basit ve sade kıyafeti, kral ile maiyetindekileri büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Üstelik kralın yanma girdiğinde ne diz çöktü, ne reverans yaptı. Sade başı ile kralı selâmlayıp Dördüncü Mehmed Han’ın mektubunu uzattı. Ellerini birbirine kavuşturup, yapılan merasim hakkında herhangi bir takdir kelimesi de kullanmadı. On Dördüncü Louis o kadar üzgündü ki, maiyetindekilere mektubun uzun olduğundan bahisle, orada okunmasına lüzum görmediğini söyledi. Okutup cevabının verileceği soğuk bir dille Süleyman Ağa’ya bildirildi. Dahası da vardı. Fransa hükümeti, Süleyman Ağa’nın gerçek rütbesini ilan etmeye cesaret edemedi. Çünkü krallarıyla görüsen Osmanlı elçisinin rütbesi yüzbaşıydı. Hükümet tebliğinde onun bostancıbaşı olduğu yalanı yer aldı. Bu suretle Fransızlar Yüzbaşı Süleyman Aga’yı orgeneral rütbesine terfi ettirmiş oluyorlardı. Çünkü bostancıbaşının rütbe karşılığı beylerbeyi, yani orgeneraldi. Türk elçisinin Fransa’da sergilediği gurur, saray erkânının gözünden kaçmamıştı. Siyasi veya fiili olarak karşı bir harekât mümkün olamazdı. Bunun üzerine On Dördüncü Louis, Moliere’den Türklerle alay eden bir oyun yazmasını istedi. Moliere de Bourgeois Gentilhomme (Kibarlık Budalası) adlı oyunu yazmaya başladı. Müteferrika Süleyman Ağa ile alay eden oyun 1670’de tamamlandı. Alaylar, kahkahalar ve alkışlar eşliğinde sahnelendi. Fransızlar kendilerince Osmanlı’dan intikam almış oluyorlardı.
Tophane’de bir kahvehane, (Meilingİ)
Süleyman Ağa Fransa’ya Kahveyi Tanıtıyor…
Süleyman Ağa, Şark’ın büyük sultanının temsilcisi olarak Paris’e vardığında ahali çatılara, pencerelere ve mazgallara çıkmış; onun geçişini izlemiş ve bu tarihî âna şahitlik etmeye çalışmıştı. Halkın elçiye olan ilgisi, kabul merasiminden sonra da bitmedi. Ağa, öncelikle maiyetini Paris’te güzel bir eve yerleştirdi. O, yalnız padişahın nâmesini getirmekle kalmamış. Batının merak ve heves duyduğu Şark âdetlerim de Paris’e taşıyarak Fransa’da alaturka hayatın başlamasına öncülük etmişti. Osmanlı’nın kudretli olduğu kadar yaşayışıyla da gıpta edilen bir devlet olduğunu gösterme vakti gelmişti artık. Ağa, misafirlerini kabule başlamıştı. Halılar, vazolar, minderler, sedirler ve içeriye hâkim l؛،g suyu kokusu, eve Şarklı bir hava katmtst¡. Minder üzerinde bağdaş kurma ve içilen kahveler f’ransaııın günlük mevzuu oldu. Herkes bu evi görmek için e111 ؛ atıyordu. Süleyman Aga’nın ؛ralrâktemzih gelenlere kahve ikram ediyorlardı. Oyle oldu ki Süleyman Ağa’nın evi, Paris’teki sosyetenin uğrak mahalli oldu ve gelenler ilk defa kahve ile tanıştı. Süleyman Ağa’ııııı ikramıyla kahveyi tanıyan Fransızlar, bunu yıllarca moda olarak gördüler. Sonra da kahve, günlük hayatlarından bir parça haline geldi. Süleyman Ağa, Türkiye’ye dönerken kahvecisi Kirkor Paris’te kaldı Önceleri seyyar çalışan Kirkor, iki yıl sonra “Kahve Evi” adıyla bir dükkân açtı ve kısa sürede zengin oldu. Paris’teki bu kahvede, Fransa’nın en meşhur şairleri, diplomatları, ıralrâk؛anas asırlar boyunca kahvelerini yudumlayarak kahveyi getiren bu Türk sefirini andılar.