Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye-i Aliyye’mn on sekizinci halkası
Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s.) Hazrederi, Silsile-i Sâdât-ı Nakşibendiyye-i Aliyye’nin on sekizinci halkasıdır. Silsilenin on yedinci halkası olan Ya’kûb Çerhî (k.s.) Hazretleri’nin halifesi ve on dokuzuncu halka olan Muhammed Zâhid Bedahşî (k.s.) Hazretleri’nin üstazıdır.
Babası Hâce Muhammed, dedesi ise Hâce Şihâbuddîn’dir. Asıl ismi Nâsıruddîn Ubeydullah Ahrâr Şâşî Semerkandî’dir. Hâce Hazretleri, 806 senesi Ramazan ayında (M. Mart 1404) Taşkend’in Bağistan Köyü’nde doğdu. Annesi Hz. Ömer’in (r.a.) neslindendir.
Hâce Ubeydullah Hazretleri yirmi iki yaşında iken dayısı Hâce İbrahim onu Taşkend’den ilim tahsili için Semerkand’a gönderir. İki sene boyunca Mâverâunnehir âlimlerinin meclislerini dolaşırlar. Yirmi dört yaşında Herat’a gider. Beş yıl kadar da Herat’taki büyük zâtların meclislerinde bulunduktan sonra yirmi dokuz yaşında asıl vatanına döner. Hâce Ubeydullah Hazretleri, Ya’kûb Çerhî (k.s.) (v. 851/1447) Hazretleri’nin tasav ؟fuv terbiyesinde yetişmiştir. Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, devrin sultanlannın itibar ettiği bir zattı. Sultanlara hep nasihatlerde bulunmuş, Mirzalar arasında arabuluculuk yapmış, onlara mektuplar göndererek ülkedeki iç huzurun temin edilmesine önemli katkılan olmuştur.
Timurlu Emîri Mirza Ebû Saîd rüyasında Ahmed Yesevî Hazretleri’nin işareti ile Ubeydullah Ahrâr Hazetleri’nin kendisi için fatiha okuduğunu görür. Mirza Ebû Saîd, Ahmed Yesevî Hazretleri’ne kendisine Fatiha okuyan zatın adını sormuş ve simasını zihninde tutmuş. Uyanır uyanmaz Hâce Haz- retleri’ni araştırmaya başlamış. Taşkent’te böyle bir zatın bulunduğu haber verilince hemen maiyeti ile beraber yola çıkmış. Hâce Hazretleri’nin Firket kasabasında olduğunu öğrenince hemen oraya gidip kendisi ile karşılaşır karşılaşmaz “İşte rüyamda gördüğüm zat” diyerek ayaklarına kapanır. Ubeydullah Ahrâr Hazretleri de Mirza Ebû Saîd’e alâka gösterir ve onunla sohbet ederler. Mirza, Hâce Hazretleri’nden kendisi için Fatiha okumasını isteyince Ubeydullah Ahrâr Hazretleri “Fatiha bir defa okunur” buyurarak Mirza’nın gördüğü rüyaya işaret etmiştir.
Bu göşmeden sonra Mirza Ebû Saîd’in etrafında birçok asker toplanmış ve Semerkand ‘ı almak istemişti. Bu arzusunu arz etmek üzere tekrar Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin yanına geldi ve maksadını anlatarak yardımlarını istedi. Hâce Hazretleri “Niyetiniz İslamiyet’e hizmet etmek ve tebaaya şefkat göstermek ise zafer sîzindir” buyurdu. Mirza bunları yerine getireceğine söz verdi ve “Zafer sîzindir” cevabını aldı. Bundan sonra yapılan savaşta Mirza Ebû Saîd, Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin tavsiyelerini yerine getirerek Mirza Abdullah’ı mağlup etmiş ve Semerkand’ı ele geçirmiştir. Fetihten sonra Mirza Ebû Saîd Ubeydullah Ahrâr Hazretleri ‘nden Semerkand’a teşrif etmesini istemiş o da bunu kabul ederek Taş- kend’den Semerkand’a gitmiştir. Mirza Ebû Said’den sonra yerine geçen oğlu Sultan Ahmed Mirza da Ubeydullah Ahrâr (k.s.) Hazretleri’ne tam bağlılık göstermiş ve onun yardımlarını elde etmiştir. Ubeydullah Ahrâr Hazretleri, H. 895 (M. Şubat 1490) Rebîülev- vel ayının son günlerinde Kemânkerân’da vefat etmiştir. Sultan Ahmed Mirza, Ubeydullah Hazretleri’nin hastalığının arttığını duyunca cuma sabahı bütün devlet erkânı ile yola çıkmış ve akşam vakti Kemânkerân’a ulaşarak Ubeydullah Ahrâr Hazreüeri’ni son kez görmüştür. Vefat ettiği gecenin sabahı Ubeydullah Hazretleri’nin naaşım Semerkand’a getirtmiştir. Cenaze namazı burada kılınmış ve Kefşir Mahallesi’ne defnedilmiştir. Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin iki oğlu vardır. Büyük oğlu “Hâcegân” lakabı ile tanınan Muhammet! Abdullah’dır. Diğer oğlu ise Mevlâna Hâce Muhammed Yahya’dır. Ubeydullah Ahrâr (k.s.)’m eserlerinden bazıları şunlardır. Risâle-i Vâlidiyye, Fıkarât ve Şerh-i Havrâiyye.
Ubeydullah Ahrâr (k.s.)’ın talebeleri ve müridleri onun hayatı ve menkıbelerine dair eserler kaleme almışlardır. Farsça olarak kaleme alınan bu eserlerden bazıları şunlardır; Muhammed Kâdı Semerkandî Silsi- letü’l-Ârifin ve Tezkiratü’s-Sıddîkîn, Mir Abdülevvel Mesmûât, Mevlâna Şeyh Menâkıb-i Hâce Ubeydullah Ahrâr, Fahreddin Ali Safi Reşehât-ı Aynü’l-Hayat. Reşehât müellifi, eserin mukaddimesinde bu eserini 889 (1484) ve 893 (1488) senelerinde Şeyhi Hâce Ubeydullah Ahrâr’ın (k.s.) sohbetlerinde işittiklerinden ayrıca diğer Nakşibendiyye şeyhlerinden işittiklerinden ve muteber kitaplarda gördüğü bilgilerden yazdığını, yazmasındaki asıl maksadının Ubeydullah Ahrâr (k.s.)’in hayatı ve menkıbelerini anlatmak olduğunu ifade eder.
“Babam Fatih Sultan Mehmed Han bana şöyle anlattı”
Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s.)’ın torunu Hâce Muhammed Kasım anlatıyor: “Ubeydullah-ı Ahrâr (k.s.) bir gün, öğleden sonra, âniden atının hazırlanmasını istedi ve binip Semer- kand’dan süratle çıktı. Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup tâkip ettiler. Biraz yol aldıktan sonra, Semer- kand’ın dışında bir yerde talebelerine: ‘Siz burada durunuz.’ dedi. Sonra atını Abbas Sahrâsı denilen y’ere doğru hızla sürdü. Mevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet daha onu takip etti. Bu talebesi, gördüklerini şöyle anlattı: ‘Hâce Ubeydullah Ahrâr Hazretleri ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı. Sonra birdenbire gözden kayboldu.’ “Ubeydullah-ı Ahrâr (k.s.) daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sordular. O da ‘Türk sultanı Muhammed Han, (Fatih Sultan M ehmed) harp ediyordu. Benden yardım istedi. Ona yardıma gittim. Allâhü Teâlâ’nın izniyle gâlip geldi, zafer kazanıldı.’ buyurdu.” Hâce Muhammed Kasım, babası Hâce Abdülhâdi’nin şöyle anlattığını nakletmiştir: “Anadolu’ya gittiğimde,
Fatih Sultan Mehmed Han’ın oğlu Sultan İkinci Bâyezid Han, bana babam Ubeydullah Ahrâr’ın simasını ve şeklini tarif etti ve: ‘O mübarek zâtın beyaz bir atı var mı idi?’ diye sordu. Ben de târif ettiği bu zâtın, babam Ubeydullah Ahrâr olduğunu ve beyaz bir atının olup, bâzen ona bindiğini söyledim. Bunun üzerine Sultan Bâyezid Han ,Babam Fatih Sultan M ehmed Han bana şöyle anlattı: “İstanbul’un fethinde muhâsaranın en şiddetli bir ânında, Şeyh Ubeydullah Hazretleri’nin imdadıma yetişmesini istedim. Şu vasıfta ve şu şekilde ve beyaz bir atın üstünde bir zât hem en yanıma geldi ve bana ‘Korkma!’ buyurdu. Ben de ‘Nasıl korkmayayım, bir türlü kale düşmüyor.’ dedim. Elbisesinin yeninden bakmamı söyledi. Baktım, büyük bir ordu gördüm. ‘İşte bu ordu ile sana yardıma geldim. Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defa kös vurdur ve orduna hücum emri ver.’ buyurdu. Emirlerini aynen yerine getirdim. O da bana gösterdiği ordusuyla hücuma geçti. Böylece düşman mağlup oldu ve İstanbul’un fethi m üyesser oldu.” buyurdu.
Kaynaklar: Fahreddin Ali Safî b. Hüseyin el-Vâiz, Reşahât Aynu’l-Hayât(Trc. Kazânî, Muhammed Murad el-Minzelevî, el-Mektebetü’l-Mahmûdiyye, İstanbul ts.; Muhammed Kâ- dî, Silsiletü’l-Ârifîn ve Tezkiratü’s-Sıddîkîn, Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmud Efendi, nr. 2830; Abdülmecid b. Muhammed Hânî, el-Hadâiku’l-Verdiyye fî Edllâi’s-Sâdeti’n-Nakşi- bendiyye, Dârü’l-Beyrûtî, ts.; Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadî- katü’l-Evliyâ, 1318; Abdurrahman b. Ahmed el-Câmî (Molla Câmî), Nefahâtü’l-Üns min Hadarâti’l-Kuds, Dâru’l-Kütü- bi’l-İlmiyye, 2003; Yusuf b. İsmail en-Nebhânî, Camiu Kerâmâti’l-Evliyâ, Dâru’l-Kütübi’l-llmiyye, 2002; Taşköprüzâde, eş-Şakâiku’n-Nûmâniyye fi Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye, İstanbul ts.; Lâmi-i Çelebi, Nefehâtü’l-Üns min Hadarâti’l- Kuds, Tercüme ve Şerhi, İstanbul 1980.