ANTROPOLOJİNİN TARİHİ
Antropolojiye benzer çalışmaların kökeninin, Mısır,
Mezopotamya, Çin, Hindistan, Orta Amerika gibi eski
uygarlıklara, çiftçi ya da göçebe topluluklar olarak çevrede
yaşayan ve imparatorluk tarafından egemenlik altına
alınıp yönetilen insanların bulunduğu dönemlere
kadar dayandığı kuşku götürmez: Eski Yunanlılar ve
Romalılar döneminde, uygarlığın sınırlarında yaşayan
“ilkel” insanlarla ilgili ciddi gözlemlerin kayıtları tutulmuştur.
Batı antropolojisinin tarihiyse, doğrudan doğruya
Aydınlanma dönemi Avrupa düşüncesine ve felsefeci
eğitimcilere, özellikle de, uzak insanlar konusunda,
insanın yapısı,uygarlık ve toplum konusunda düşünmek
için parçalar halinde raporlardan yararlanan JeanJacques
Rousseau’ya dayanır.
Avrupa’nın Yeni Dünya’ya doğru genişlemesi de,
günümüzde hâlâ antropoloji klasikleri arasında yer alan
kapsamlı raporlar yazılmasını sağlamıştır. Meksika’nın
İspanyollar tarafından sömürgeleştirilmesi, korkunç bir
yıkımın yanı sıra, Aztek kültürüyle ilgili görkemli etnografya
bilgileri de sağlamıştır. Kuzey Amerika’daki ilk
cizvit rahipleri de Kızılderili kültürü konusunda zengin
Şempanzeler konusundaki araştırmalarıyla tanınan
Jane Goodall, primat davranışı konusunda zengin bir bilgi
katkısı sağlamış, bunun sonucunda, birçok antropolog,
yaşayan primatların ve atalarının zeka ve öğrenme
konusundaki kuramlarını yeniden gözden geçirmişlerdir.
kayıtlar tutmuşlardır. “Bilinmeyen dünya”da Avrupalı
nüfus arttıkça, yabancı insanlar ve gelenekleriyle ilgili
kayıtlar (gezginler, ama özellikle de misyonerler tarafından
üretilmişlerdir) da, zaman içinde artmıştır.
Antropoloji kuramının gelişmesi. XIX. yy’ın ikinci yarısında,
“ilkel” diye adlandırılan insanlarla ilgili bilgiler yığını,
bir ölçüde toplum felsefesindeki ve biyolojideki