Okçuluğun Son Büyük Padişahı İkinci Mahmud Han
Ateşli silahların yaygınlaşması ile okçuluk sahasında büyük bir gerileme oldu. Ancak bu kez silahlarla yapılan atışlarda elde edilen başarılar çeşitli nişan taşlarıyla taçlandırıldı. Uzun yıllar baş ok meydanı unvanım taşıyan ve günümüzde de bu isimle amlan Okmeydam’nm en son parlama ve yükseliş devri Sultan ikinci Mahmud Han yıllarına tekabül etmektedir. Kendisi güreş yapmak gibi ok atmadan da geri kalmayan padişah adına dikilmiş pek çok menzil taşı bugün binalar arasında atıl vaziyette bulunmaktadır. Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un fethi sırasında karargâhını Kasımpaşa sırtlarına kurmuş, özellikle Haliç’te cereyan eden deniz savaşlarım buradan yönetmişti. Padişah aynı zamanda burayı okçular için talimhane olarak kullanmış, fetihten sonra da burayı okçulara tahsis etmişti. Meydanın sınırlarının belirlenmesine padişahın hocası Akşemseddin Hazretleri nezaret etti. Smu taşlarının dikilmesi işiyle de Faik ve Midillili Davut subaşı meşgul oldu.
Günümüze üç tanesi ulaşabilmiş olan kitabeli on dokuz sınır taşıyla meydanın sınırları belirlenmiş ve bu sahanın ihlalinin önüne geçilmişti. O tarihten beri bu 1100 dönümlük Haliç, Kasımpaşa, Hasköy ve Piripaşa deresi ile sınırlı sahaya Okmeydanı denilmişti. Okmeydam’nda geçmişten günümüze kemankeşlerin ihtiyacına cevap vermek için pek çok bina yapıldı, fakat ata yadigârı yapıların hoyratça kullanımı hususunda son derece cömert davranışımızı Okmeydanı ve buradaki tarihi yapılardan da esirgememişiz. Benzer durum menzil taşları için geçerlidir. Okmeydam’nda ilk defa menzil taşı diktiren kişi Okçubaşı Hasan Ağa’nın babası olan Bahtiyar isimli bir kemankeştir. Meydanda tespit edilmiş 132 abideden günümüze ancak 55 tanesi ulaşabilmiştir. Bu taşlar içinde isimleri tarihe geçmiş nice yiğitler, sanat ve ilim adamları vardır. Okmeydam’nda 1000 gez (600 m.) üzerinde ok atan kemankeş içinde rekor 845.66 m. ile Tozkoparan Ahmed’e aittir. Sultan İkinci Bayezid, İkinci Selim, Üçüncü Ahmed, Dördüncü Murad, Üçüncü Selim ve İkinci Mahmud Hanlar okçuluk sahasındaki başarılarını diktirdikleri taşlarla taçlandıran şahsiyetlerdir. Burada dikkat çeken bir husus da Okmeydanı’ndaki padişahlar adına dikilmiş olan taşların yukarıdaki isimlerle sınırlı olmasıdır. Eğer ki Osmanlı padişahları kendilerinin üstünde kural tanımayan şahsiyet olsalardı Fatih Sultan Mehmed Han’dan son padişaha kadar bu meydanda nişan veya menzil taşlarının olması icap ederdi. 19. asra gelindiğinde Okmeydanı ve okçuluğa gereğinden fazla ehemmiyet gösteren şahsiyet Sultan İkinci Mahmud Han olmuştur. Hem en her sahada yenilikler yapan bu padişah okçuluğu da ihmal etmemiştir. Kendisi de iyi bir kemankeş olan padişah, eski atış yerlerini tekrar ortaya çıkarmış, eski okçuların adlarını tespit ettirmiş, yarışmalara katılmış, başarılı okçulara pek çok ihsanlarda bulunmuş ve bir de okçuluk mektebi açtırmıştır. Kendisinin yaptığı atışlar günlükler halinde kayda geçirilmiş, kazandığı başarılar alkışlar ve dualarla yâd edilmiştir. O nun yaptığı atışlardan birinde bulunan Amerikan elçisi bile padişahın bazusunun kuvvetine hayran kalmıştır. Sultanın okçuluğa hizmeti sadece bu kadarla sınırlı değildir. Ayrıca okçuluk tarihi hakkında yazılmış eserleri inceleyen padişah, bunların yetersiz olduğunu görmüş ve Mustafa Kani Efendiye “Telhîs-i Resâ‘ilât-ı Rumât” adlı meşhur eseri hazırlatmıştır.
Tapuda hala Fatih vakfiyesi olarak kayıtlı olan ve sınırları asırlardır ilk günkü gibi muhafaza edilen bu araziyi ne yazık ki 1950’li yıllarda kör kazmaya kurban vermişiz. Atalarımızın asırlardır üst üste inşa ettiği yapıları koruyamamış, tarihin canlı şahidi menzil ve nişan taşlarını balyozlarımızın altında kırmış ya da toprağın altına hapsetmişiz. Dahası da var. Bugün Okmeydanı’nda labirent gibi iç içe girmiş gecekondular arasında dolaşacak olursak duvar diplerinde, temel taşlarında, balkon atlarında ok taşları görülür. Temennimiz odur ki son zamanlarda yapılan “kentsel dönüşüm ” projesiyle meydan tekrar eski kimliğine kavuşur, şeklen ihya edilmiş okçular tekkesi de tarihteki gibi bazusu kuvvetli pehlivanlar, rüzgârdan h،zh ok savuran kemankeşler yetiştirmeye başlar. Bu konuda okçular tekkesinin açılması ve di§er binaların tamiri veya yeniden ihya edilmesi güzel bir gelişme fakat bu yeterli değil. Son devrin kemankeş hartalarından Mahmut Şahin’in de belirtti§i gibi düzenlenmiş olan atış meydanının büyüklüğünden dolayı sadece hedef atışı yapılabiliyor. Menzil atışı için ise daha büyük bir sahaya ihtiyaç var. Bunun için Okmeydanı tarihi kimliğine kavuşturulamıyorsa en azından Okmeydanı’na yakın bir yerde yeni bir meydan düzenlenebilir. Bu çalışma yine ümit ederiz ki Bursa, Amasya, Gelibolu gibi diğer şehirlerdeki tarihi miraslarımıza da sahip çıkmamıza vesile olur. Çünkü bizi spor sahaşında dünyaya tanıtan sırtı yere getirilemeyen pehlivanlarımız, şimşekten hızlı ok çakan kemankeşlerimiz ve rüzgârdan hızlı at süren biniçilerimizdir. Ve bütün bu sporcularımızın yetiştiği yer de Okmeydanı gibi spor tekkeleridir. Bize düşen vazife de bize ait olanı her zamankinden daha fazla sahip çıkmak.
Kaynaklar: H. Baki Kunter, “Atıcılar Kanunnamesi”, Tarih Vesikaları, Sayı 10, Ankara 1942, s. 253-74; ünsal Yücel, Türk Okçuluğu, Ankara 1999; Atıf Kahraman, Osmanlı Devleti’nde Spor, Ankara 1995; Süleyman Kani irtem, Türk Kemankeşleri, İstanbul 1939; Caner Arabacı, “Osmanlı Spor Tekkeleri”, Din ve Hayat Dergisi, Sayı 17, İstanbul 2012, s. 126-131; Feridun Bey, Münşeatü’s- Selâtin, İstanbul 1274;MevlanaMehmed Nesri, Târîh’i Cihannumâ, (Haz. Necdet öztürk), İstanbul 2008; o. c. Busbecq, Türk Mektupları, (Çev. Hüseyin Cahid Yalçın), İstanbul 1939; El’Cahiz, Hilâfet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri, (Çev. Ramazan Şeşen), Ankara 1967; Mustafa Kânî Efendi, Telhîs-i Resâilât’1 Rumât, (Haz. K. Yavuz’ M. Canatar), İstanbul 2010; Erdem Yücel, “Okmeydanı’nda Yok Olan Şeyh Hamdullah’ın Menzil Taşı”, Hayat Tarih Mecmuası, Sayı 9, Eylül 1974, s. 31-33; Nebi Bozkurt, “Ok”, DİA, c. 33, İstanbul 2003, s. 333-35; Filiz Gündüz, “Okmeydanı”, DİA, c. 33, İstanbul 2003, s. 339-40; Necdet isli, “OkçularTekkesi”, DBİA, c. 6, İstanbul 1994, s. 124; Cem Atabeyoğlu, “Okçuluk”, DBİA, c. 6, İstanbul 1994, s. 125.