Kâtib Çelebi 400 Yaşında
2009’da 400. yaşını dolduran Kâtib Çelebi, 17. yüzyıl ilim dünyasının en önemli simalanndandır. Tarih, coğrafya ve bibliyografya alanlarında kıymetli eserler vermiş, gerek Osmanlı Devleti’nde gerekse yurt dışında büyük ilgi toplamıştır.
Kâtib Çelebi, on yedinci yüzyıl Osmanlı ilim dünyasının önde gelen ve çok sayıda eser telif eden şahsiyetlerinden biridir. Kaleme aldığı değişik türdeki çalışmalarıyla “Kâtib Çelebi” adı, son derece müstesna bir yere sahiptir. Hicrî yıl esasına göre elli, miladî takvime göre ise kırk sekiz yıl yaşamıştır. O, bir ilim adamı olarak, ilgilendiği konuların çeşitliliği ve derinliği bakımından “mütebahhir”, verdiği eserlerin çokluğu bakımından da “velûd” sıfatlarını şahsında birleştirmiş mümtaz bir şahsiyetti.
17• yü2yıl Osmanlı ilim ve kültür hayatına damgasını vuran Kâtib Çelebi, ilgilendiği konuların çeşitliliği ve derinliği bakımından “mütebahhir”, verdiği eserlerin çokluğu bakımından da “velûd” sıfatlarını taşıyan kıymetli bir âlimdi.
Çocukluğu, Eğitimi ve Göreve Başlaması
1609 Şubat’ında (Zilkade 1017) İstanbul’da dünyaya geldi. Divan kâtipleri arasında Hacı Halife, ilim meclislerinde ise Kâtib Çelebi olarak tanınmıştır. Asıl adı Mustafa, babasının adı Abdullah’tır. Enderun’da yetişen babası,bir taraftan divan kalemindeki görevine, diğer taraftan da ilme olan alâkasından dolayı âlimlerin meclislerine devam ediyordu. Kâtib Çelebi, beş yaşma geldiğinde İsa Halîfe el-Kırımî’den ilk dinî bilgilerini aldı. Kur’ân-ı Kerîm’i yarısına kadar ezberledi. Îlyas Hoca’dan dil bilgisi, Böğrü Ahmed Çelebi’den hat dersi aldı.
On dört yaşına geldiğinde babası ona kendi maaşından 14 dirhem harçlık bağladı. Bu tarihlerde, Baş- muhasebe Kalemi ,ne bağlı Anadolu Muhasebesi Kalemi’ne stajyer (şâ- kird) olarak giren Kâtib Çelebi, kısa sürede buradaki kâtiplerden muhasebe kurallarını, rakamları ve siyâkat yazısını öğrendi (1032 – 1623). Bir yıl sonra babasıyla birlikte Abaza Paşa isyanım bastırmak için Serdar-ı Ekrem Çerkeş Mehmed Paşa maiyetinde Erzurum’a gönderilen orduya kâtip olarak katıldı. Bu sefer neticesinde Abaza Paşa bozguna uğratıldı. Mevsimin kış olması sebebiyle Erzurum’un kuşatılmasından vazgeçildi; Osmanlı ordusu Tokat’a çekildi. Bu sırada Şah Abbas’ın Bağdat’ı ele geçirmesi sebebiyle ordu, İran üzerine sefer için hazırlanmaya başladı. Kâtib Çelebi, hazırlıklar sırasında vefat eden Çerkeş Mehmed Paşa’nın yerine tayin edilen Hâfiz Ahmed Paşa ile birlikte 1625 (1034)’te başarısızlıkla sonuçlanan Bağdat harekâtına katıldı. Dönüş yolunda Osmanlı ordusunun bu diyarlarda çektiği bin bir türlü sıkıntıya şahit oldu.
Diyarbakır’da bulunduğu esnada ilim meclislerine giden Kâtib Çelebi, bibliyografya ve biyografi sahasında yazmayı planladığı kitaplar hakkında ilk malzemeleri, gittiği sahaf dükkânlarından toplamaya başladı.
Babasını 1626 Ağustos’unda kaybetti ve onu Musul’da defnettikten bir ay sonra da amcası, Nusaybin’de vefat etti. Orduyla beraber bir süre Diyarbakır’da kalan Kâtib Çelebi, ardından 1627’de Abaza Paşa’nın ikinci isyanının bastırılması harekâtına katıldı. İsyanın bastırılmasından sonra Aralık 1628’de ordu ile İstanbul’a döndü. Çelebi, İstanbul’da bulunduğu aylarda, düzgün bir ifadeye ve tesirli bir hitabet gücüne sahip olan Kadızade Mehmed Efendi’nin derslerine devam etti. İki yıl sonra da Osmanlı ordusunun Hemedan ve Bağdat üzerine yaptığı yeni bir sefere katılmak üzere Serdâr-ı Ekrem Hüsrev Paşa ile birlikte İstanbul’dan ayrıldı. Sadrazamın orduyla Halep’te kışladığı sırada Kâtib Çelebi, hac farizasını yerine getirmek için Hicaz’a gitti. Hac dönüşü mevsimin kış olması sebebiyle Diyarbakır’da kışladı. Burada bulunduğu esnada ilim meclislerine giden Kâtib Çelebi, bibliyografya ,e biyografi sahasında yazmayı planladığı kitaplar hakkında ilk malzemeleri, gittiği sahaf dükkânlarından toplamaya başladı.
1635’te Sultan Dördüncü Murad Han’la birlikte Revan Seferi’ne katıldı. Ertesi yıl padişahla birlikte İstanbul’a döndü. Bir daha sefere katılmamaya, kendini ilme vermeye karar verdi. Kendisine kalan mirası ve elindeki imkânların tamamını kitap almak için kullandı. Daha çok tarih ve biyografi türü kitapları hem okuyor hem topluyordu.
On yıl kadar geceli gündüzlü ilimle uğraşan Kâtib Çelebi, çalışmaları sırasında her şeyi unutur, kendini kitaba verir, güneşin doğuşuna kadar odasında mum yanar, bu çalışmadan hiç yorgunluk duymazdı.
Babasının vefatından yaklaşık on yıl sonra annesini de kaybetti. Ondan kalan mirasın tamamıyla kitap satın aldı. İki vıl sonra varlıklı bir tüccar akrabasından kendi hissesine kalan mirasın üç yük (300.000 akçelik) kadarını yine kitap alımına ayırdı. Kalan para ile de Fatih Camii’nin kuzey tarafında, bu cami ile Yavuz Sultan Selim Camii arasında bulunan evini tamir ettirdi ve evlenmek için gerekli eşyaları tedarik etti. İlmî çalışmalarını özür beyan ederek Dördüncü Murad Han’ın 1638 (1048)’deki, Bağdat’ı geri almak için çıktığı sefere katılamadı.
On yıl kadar geceli gündüzlü ilimle uğraşan Kâtib Çelebi, çalışmaları sırasında her şeyi unutur, kendini kitaba verir, güneşin doğuşuna kadar odasında mum yanar, bu çalışmadan hiç yorgunluk duymazdı. Aynı zamanda kendisinden ders almak isteyen talebeleri de ihmal etmezdi. Eğitimde; basitten zora, parçadan bütüne gitme usulünü tatbik ediyordu. Ona göre bir ilme vâkıf olmadan diğer ilme geçmek pek fayda sağlamazdı.
Kâtib Çelebi, hayatı boyunca kitaplardan hiçbir zaman kopmamış, en çok tarihî ve biyografik eserler üzerinde çalışmıştır. Tarihî bir hadiseyi aydınlatmak için pek çok kitabı okumuştur ki; Arapça Fezleke’sini yazmak için 1300 tane kitaba baktığını belirtmektedir.
Yazdığı Kitapların Konuları
Kâtib Çelebi, yeni fikirler veya yenilikler peşinde koşmamıştır. O daha çok yaşadığı devirde ya da daha önce ortaya çıkarak devlet ve toplum düzenini sıkıntıya sokan meselelerle uğraşmıştır. Bu meselelerin halline öncelik vermiştir. İçinde bulunduğu toplumun ihtiyaçlarını çok iyi tespit etmiştir. Bundan dolayı hakkında yazı yazdığı hemen her konu, o devirde yaşanılan sıkıntıya derman olması için kaleme alınmıştır. Meselâ, 1645 (1055) Girit Savaşı’nın başlamasıyla coğrafyaya merak saran Kâtib Çelebi, harita çizimi ile ilgili kitap ve risaleleri inceledi. Deniz seferi söz konusu olduğundan Piri Reis’in Kitâb-ı Bahriyye’sini temel alarak ve yaşadığı yüzyılın bilgilerini ekleyerek Müntehâb-ı Bahriyye adıyla yeni bir kitap hazırladı. Bir ara rahatsızlanan Kâtib Çelebi kendi hastalığını tedavi etmek için tıp kitaplarının yanında manevî çareler aramak için esmâ ve havâs kitaplarını da okudu.
Çalışmalarında Gösterdiği Titizliğe Güzel Bir Numune: “Fezleke”
Gerek devrin kaynaklarında, gerekse hayat hikâyesinde kitaba çok düşkün olduğu kaydedilen Kâtib Çelebi, en çok tarihî ve biyografik eserlerle meşgul olmuştur. Tarihî bir hadiseyi aydınlatmak için pek çok kitabı karıştırmıştır. Arapça Fezleke’sini yazmak için elinden 1300 tane kitap geçtiğini belirtmektedir. Ona göre serdarların savaşlarda yenilmesinin en büyük sebebi tarih ilminden yoksun olmalarıdır. Coğrafya ilminde İslam dünyasının son zamanlarda batıdan geri kaldığını dile getiren Kâtib Çelebi, bu noksanı telafi edebilmek için Cihannü- ma adlı coğrafya kitabını yazmıştır. Müellif, kâinattaki haldkati anlamak hususunda astronomi ilmi üzerinde durmuş, bu ilmi bilmeyenlerin Allah’ı tanımaktan aciz kalacağını belirtmiştir.
Bin C iltten Fazla Tarih Kitabı Kâtib
Çelebi, seferlerde bulunduğu esnada da, sahafları ziyaret ederek birçok kitap topladığı gibi kendisine akrabalarından kalan mirasın önemli bir kısmını da kitaba vermiştir. Bazı kaybolmuş sanılan kitaplara sahip olduğundan iftiharla bahsetmektedir. Bir gün Şeyhülislam Yahya Efendi sohbet sırasında Kâtib Çelebi’ye, kendisinde bin ciltten fazla tarih kitabı bulunduğunun doğru olup olmadığını sorar. Kâtib Çelebi, doğru olmak gerektir diye cevap verir. Fakat Şeyhülislam’ın inanmadığını sezince, ertesi gün on katıra birbirinden ayrı bin üç yüz cilt tarih kitabı yükleterek getirir ve “Evdeki ciltsiz kitaplar, bundan da fazladır.” der.
Tuhfetü’l-Kibar’ın giriş kısmında bulunan ve devrin uleması tarafından yazılan takrizler (Topkapı Sarayı Kütüphanesi, Revan bölümü)
Kâtib Çelebi, 27 Zilhicce 1067 (6 Ekim 1657) Cumartesi sabahı kahve içerken füc’eten (aniden) vefat etti. O gece yediği ham karpuz ile sabahleyin soğuk suyla yıkanmaktan korkuya düşerek, daha önce hanımına ve uşağına “Ne acep birbirine muhalif işler etdik, bir zarardan Allahu Te’âlâ hıfzey- leye.” dediği rivayet edilmektedir. Kâtib Çelebi’nin mezarı, Zey- rek’de Unkapanı’na inen caddenin solunda ve Kâtib Çelebi İlköğretim Okulu’nun altındaki sebilin bitişiğinde bulunan hazirededir. 1953’te kitabe ve mezar yeniden yaptırılmıştır. Onu yakından tanıyan Şeyhülislam Yahya Efendi’nin yeğeni Rumeli Kazaskeri İzzeti Mehmed Efendi’nin yazdıklarına göre Kâtib Çelebi himmet sahibi, iyi huylu, az konuşan, hakim meşrepli bir zattı. Uşşâkizâde onu “zâhidle zâhid, küçükle küçük, büyükle büyük” olarak nitelemektedir.
Vefatının Dört Yüzüncü Yıl Dönümünde Kâtib Çelebi
17. asır Osmanlı ilim ve kültür hayatına damgasını vuran Kâtib Çelebi, ülkemizde olduğu kadar Batı dünyasında da büyük takdir ve şöhret kazanmış; eserlerinden hayranlık derecesine varan ifadelerle bahsedilmiştir. Nitekim Franz Babinger onu Osmanlıların Suyûtî’si olarak nitelemiştir. Bilhassa Keşfü’z-Zünûn, Batı’da İslam araştırmaları yapan hemen herkesin başvuru eseridir. Bunun yanında pek çok eseri batı dillerine tercüme edilmiştir. Ayrıca, doğumunun 400. yılı dolayısıyla ve Keşfü’z-Zünûn adlı muhteşem eserine hak ettiği değeri vermek için Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), 2009 yılını “Uluslararası Kâtip Çelebi Yılı” olarak ilan etmiştir.
Yirmiden fazla eser telif eden Katip Çelebi’nin bazı eserlerinin isimleri şunlardır:
Tarihe Dair Eserleri: Fezleke- tü’t-Tevârih, Fezleke, Takvîmü’t- Tevârih, Tuhfetü’l-Kibâr fî Esfâri’l- Bihâr, Düstûrü’l-Amel, Târih-i Kos- tantıniyye ve Kayâsıre, Mülûk-ı Küffâr Tarihi
Coğrafyaya Dair Eserleri: Ci- hannümâ, Levâmiu’n-Nûr, Münte- hab-ı Bahriye,
Bibliyografya ve Biyografiye Dair Eserleri: Keşfü’z-Zunûn, Sülle- mü’l-Vusûl ilâ Tabakati’l-Fuhûl, Câ- miü’l-Mütûn min Celli’l-Fünûn Dinî Eserleri: Mîzanü’l-Hak fî İh- tiyâri’l-Ehakk, Ilhâmü’l-Mukaddes. Sosyal, Kültürel Eserleri: Tuhfe- tü’l-Ahyâr fi’l-Hikem ve’l-Emsâl ve’l- Eş’âr, İrşâdü’l-Hıyâra ilâ Târîhi’l-Yu- nân ve’r-Rum ve’n-Nasârâ, Dürer-i Münteşire ve Gurer-i Münteşire