Geçmişten Geleceğe Beypazarı
Kültürümüzün güzelliğini, zevkini ve zarafetini yansıtan şirin bir ilçedir Beypazarı… 3500 yıllık tarihi, ahşap evleri ve el sanatları gibi önemli değerleriyle görülmesi gereken beldelerden birisidir.
Beypazarı, kültürümüzün güzelliğini ve zarafetini yansıtan şirin bir Anadolu ilçesidir. Ankara’nın 100 km. kuzeybansında yer alan Beypazarı ve çevresi, Anadolu’nun Selçuklu hakimiyetine girdiği tarihlere kadar, bir Bizans şehriydi. 1071 Malazgirt zaferinden sonra 1073 yılında Ankara’nın Selçuklu hâkimiyetine girmesiyle birlikte Beypazarı ve civarı Türk topraklarına komşu olmuş fakat fethedilememiştir.
Beypazarı’nın Anadolu Beylikleri Devri’nde, Germiyanoğlu Yakup Şah’ın veziri Dinar Hezâr tarafından BizanslIlardan alındığı ve daha sonra Osmanlı topraklarına katıldığı bilinmektedir. Şehir, önceleri “Germiyan Hezari” olarak adlandırılırken sonradan “Dinarhezar” ismiyle anılmıştır. “Beypazarı” adının; bugünkü Beytepe Mahallesinde her cuma günü kurulan önemli ve büyük bir pazardan geldiği kabul edilmektedir.
Beypazarı, Orhan Bey’iıı Ankara’yı alması ile Hüdavendigar (Bursa) Sancağı’na bağlanarak Osmanlı idaresine geçmiştir. 1868 yılından itibaren siyasi yönetimde yer değişikliği ile Ankara’ya bağlı bir kaza olarak önemini sürdürmüştür.
1573’te Beypazarı şehir merke- zi 10.000 nüfusa sahiptir. O dönemde ilçeye bağlı 120 köyle birlikte ise toplam nüfus 36.000 olmaktadır. Beypazarı 16. yy.da hem merkez olarak, hem de köyleri ile Anadolu’nun en büyük kazalarından biridir.
1618’de Beypazarı’na gelen Polonyalı seyyah Simeon, şehirde bol miktarda meyve yetiştirildiğini söylemekte ve bunların içinde kavun karpuzun İstanbul’a (saraya) götürüldüğünden bahsetmektedir.
1648 yılında Beypazarı’na gelen Evliya Çelebi şehri şöyle anlatmaktadır:
“İlk kurucusunu bilmiyorum. Fakat ilk fatihi Kütahya beylerinden Germiyanoğlu Yakup Şah’m veziri Dinar Hezar’dır. Onun için şehre “Germiyan Hezar” da derler… Haftada bir gün güzel süslü bir pazar kurulup, bütün kıymetli eşyalar bulunur. Halkının uğraşları tiftik keçisi olduğundan, pazarında sof çok satılır. Müşterisi vardır. Senede bin kantar sof ipliği satılır.
“Pazanna her hafta etraf köylerinden 10 bin insan toplanır… Kalesi bir dere içinde olup, iki tarafı balıksırtı gibi kaya üzerindedir. Genişliğini bilmiyorum… Aşağıda şehir iki geniş dere içinde olup 20 mahalle 41 mihraptır. Fakat öyle mükellef camileri yoktur. Çarşı içindeki cami güzeldir. Hepsi 3060 tane iki katlı evleri vardır. Duvarları kerpiçtendir. Yüzeyleri tahta ile kaplıdır… Halkının çoğu bilginlerdir. Hepsi renk renk sof giyerler. Türk şehri olduğundan halkı Oğuz taifesidir. Yani Türk kavmi demenin güzel bir ifadesidir. Yedi tane hanı vardır. Çarşı içindeki güzel bir han yanmıştır. Hamamları, 600 dükkânı vardır.Çarşıda kasaplar içinden akan dere kenarında hafta pazarı olur.”
1834’de Beypazarı’ndan geçen Fransız mimar-seyyah Charles Texier ise, evlerin ahşap malzeme ile inşa edildiklerini ve damlarının da tahta kiremitlerle kaplandığını belirtir. Texier, kervanların konaldama yeri olmasından dolayı kentteki ticari hayatın canlı olduğuna, burada öküzlerin dahi nallanarak yük taşımacılığında kullanıldıklarına işaret eder ve Beypazarı’nın modern bir yapıya sahip olduğunu söyler.”
Ankara’yı Ayaş ve Nallıhan üzerinden İstanbul’a bağlayan eski yol(İpek yolu) Beypazarı’ndan geçmektedir. Günümüzde, kentin tarihi dokusunu oluşturan mahalleler (Beytepe, Kurtuluş, Cumhuriyet, Rüstempaşa, İstiklâl ve Zafer mahalleleri) İstanbul volunun kuzeyinde, yeni yapılaşma ise yolun güneyindedir. Yapılaşmadaki bu durum nedeniyle, Beypazarı’ndaki tarihi dokunun korunmasında, şehrin ortasından geçen eski Ankara-İstanbul yolunun önemi büyüktür. Beypazarı’nda 1869 yılında Beytepe Mahallesi tamamen, 1884’te Nerdübandede (Riistem Paşa Mahallesi) ve Karcıkaya mahallerinin dışındaki bütün mahalleler ile çarşının bir kısmı, 1894’te ise çarşının tamamı yanmıştır.6 Bu yangınlardan sonra Beypazarı adeta yeniden inşa edilmiştir.
“Hepsi bir şekilde, bir boyda, bir ende yüzlerce dükkân… Buralarda hararetli bir faaliyet içinde zamanın geçişini ve akışını duymayan esnaflar, sanatkârlar… Terziler, kunduracılar, yemeniciler, demirciler, semerciler, fırınlar, bakkallar, yemişçiler…”
“Beypazarı: Limana Sığınmış Bir Transanlantik…”
1931’de kenti ziyaret eden Seyyah Kandemir’in Beypazarı hakkında söylediği şu sözler kentin 20. yüzyıldaki görünümünü çok iyi özetlemektedir: “Tamamiyle rüsubi (tortul) tabakalardan ibaret, sert meyillerle, dik uçurumlarla dolu biirkânî (volka- nik) arazi ortasında Beypazarı, limanına sığınmış bir transatlantik halinde sakin ve miitevazi yatıyordu. “Dik meyilli bir tepenin üzerinde, hemen üst üste yığılmış denecek kadar birbirine yakın beyaz cepheli, irili ufaklı evler arasından geçerken kendimi Dördüncü Mıırad devrinde yaşıyor zannettim. Büyük taşlı kaldırımlar, fazla çıkık şahnişli, büyük pencereli evler, آve dar sokaklar; gürül gürül akan çeşmeler yanında abdest almakla meşgul be- yaz sakallı ihtiyarlar ve bütün çarşıyı kaplayan asırlık ağaçlar. Sonra dükkânlar, dükkânlar… Hepsi bir şekilde, bir boyda, bir ende yüzlerce dükkân… Bu- ralarda hararetli bir faaliyet içinde zamanın geçişini ve akışını duymayan esnaflar, sanatkârlar… Terziler, kunduracılar, yemeniciler, demirciler, semerci- ler, firıniar, bakkallar, yemişçiler…”
Sultan Alaaddin Camii
13. yy Selçuklu dönemine kadar uzanan geçmişiyle Beypazarı’nın Ulu Camisi olan yapıda Sakal-ı Şerif muhafaza edilmektedir. Beypazan’nın ahşap direkli tek camisidir. Halk arasında “Paşa Camii” olarak anılan yapı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafindan 2008 yılında restorasyonu tamamlanmış ve kullanılmaktadır. Avlusundaki asırlık çınar ağacı ve yanındaki hamamı ile ilk yapıldığı dönemde muhtemelen bir külliye şeklinde idi.
Taş Mektep ve hemen yanında bulunan Kurşunlu Cami Dış görünümü ile geleneksel bir Türk evini yansıtan yapı, 1970’e kadar mektep ve ilkokul, daha sonra kurs binası olarak hizmet vermiştir. Yakın zamanda restore edilerek Beypazarı’nın geleneksel yemek kültürünün sunulduğu bir turizm işletmesine dönüştürülmüştür.
Akşemseddin Camii ve Baloğlu Camii aynı yerinde, aynı temeller üzerine üçer kez yeniden yapılmıştır. Bütün bu onarımlardan sonra eski Beypazarı’ndan günümüze çok fazla yapı ulaşmamıştır. Asırları taşıyan bu beldeyi tam manasıyla anlatabilmek bu sınırlı sayfalarda elbette mümkün değildir.
1685 yılına ait Beypazarı’nın kubbeli tek yapısı olan Kurşunlu (Evsat Hoca Nazır) Cami, Sadrazam Na- suh Paşa’nın yaptırdığı Suluhan gibi birbirinden eşsiz yapılar Beypazarı’nın her tarafına yayılmıştır. Ayrıca; İmaret Camii, Boğazkesen Türbesi, Yeni Cami, Yediler Türbesi, Tabakhane Camii, Baloğlu Camii, Karcıkaya Mescidi, Karadavut Türbesi, sokak çeşmeleri ve ahşap konaklar Beypazarı’nda günümüze ulaşan diğer önemli tarihi eserlerdir. Tarihî yapıları ile birlikte tarihi dokusunu da koruyarak günümüze gelen Beypazarı’nda son yıllarda turizm amaçlı restorasyon faaliyetleri hız kazanmıştır. Çoğu 19. yy.,dan kalma tarihi yapılarıyla birlikte tipik bir Osmanlı şehri hüviyetindeki Beypazarı, yok olmaya yüz tutmuş geleneksel el sanatlarının yeniden canlandırılması ve yemek kültürüyle de adından söz ettirmektedir.