İç Savaş sonrası dönem, kabaca, gerçekçiliğin ortaya çıkışıyla başlar ve natüralizmin gelip çatmasına, yani Birinci Dünya savaşına kadar uzanır. İç savaşın kendisi, edebiyatı, onun sonucunda ortaya çıkan sınaî büyümeden daha az etkilemiştir. Gene de savaş, Melville, Emerson, Lowell ve Whitman’in şiirlerinin ve Thomas Wentworth Higginson, Charles François Adams Jr. ve Ulysses S.Grant’in imzasını taşıyan daha da anlamlı otobiyografik anlatıların temelini oluşturuyordu. Mark Twain, akımı, Amerikan rönesansına özgü romantizmden, gerçek yerler ve durumları jele alan |dünye|vi bir gerçekçiliğe, doğru götürdü.(Diyaloglarında, Amerikan konuşma tarzının daha önce deneme yolunda hiç çaba gösterilmemiş eşdeğerlerini yarattı. Twain, yapıtlarında kendi kişisel deneyimlerinden büyük ölçü de yararlandı: The Innocents Abroad (Yurtdışındaki Masumlar, 1869) ve Roughing İt (Güçlüklere Katlanarak, 1872) için kendi seyahatlerinden; Life on the Mississippi de {M\ss\ss\pp\’de Yaşam, 1883) ırmak gemisinde çalışırken geçirdiği günlerden; Tom Sawyer (Tom Sawyer’in Başından Geçenler, 1876) ve The Adventures of Huckleberry Finn’de (Huckleberry Finn’in Başından Geçenler, 1884) kendi gençliğinden büyük ölçüde yararlandı. Huckleberry Finn, çoğu eleştirmen tarafından ilk modern Amerikan romanı olarak kabul edilir. Bu yapıt, büyükjDİr olasılıkla en iyi bilinen kitabıdır. Samuel Clemens, XIX. yy’da yazan Amerikalı mizah çılar arasında sık sık görülen bir uygulamayı izleyerek Mark Twain takma adını seçti. Augustus B. Longstreet’in Georg/a Scenes’inden (1835) sonra, James Russell Lowell, Hosea Bigelow adıyla; Joel Chandler Harris, Uncle Remus (Remus Amca) adıyla; David Ross Locke, Petroleum V. Nasby adıyla; Charles Farrar Browne, Artemas Ward adıyla; Finlay Peter Dunne da Mr. Dooley adıyla yazdılar. . Romancı ve eleştirmen olarak, William Dean Howels ve Henry James, romanstan gerçekçiliğe geçişe katkıda bulundular. Howells’in The Rise of Silas Sapham’\ (Silas Lapham’ın Yükselişi, 1885), servet sahibi olup Boston’a taşınan, ama ruhi yükselişe ancak servetini kaybedince erişebilen sıradan bir çiftçi üzerinedir. Howells, çok yapıt veren bir yazardır gerçe, ama asıl önemi edebi eleştirilerinden ve Amerikan edebiyatında taşralılığa karşı çıkışından kaynaklanır. James ise, taş ra dünyasından daha da fazla uzaklaşmıştır. Daisy Mil- ABD (EDEBİYAT) 411 Walt Whitman Mark Twain Henry James (1819-92). (1835-1910). (1843-1916). ler’da (1879) ve onun psikolojik gerçekçilik alanındaki zaferi olan The Portrait of a Lady de (Bir Hanımefendinin Portresi, 1881), bir Avrupa mekanındaki sürgün Amerikalıların portrelerini çizdi. Buna karşılık da, James, The Europeans’ da (Avrupalılar, 1878), bir Yeni İngiltere artyetişimine karşı AvrupalIların tepkilerini sundu. The Bostonians’ da (Bostonlular, 1886), Yeni İngiltereli (-reformcuları ve hayırseverleri hicvetti. Howells kadar bol kitap yazan James, aynı zamanda eleştirisini kendisine de yönelten bir eleştirmen ve bir gerçekçilik savunucusuydu. Son romanları, özellikle The Golden Bowl (Altın Kâse, 1904) için yeni, karmaşık bir dil vesembolizm yaratarak, modernizm çağının habercisi oldu.Ancak bölgecilik,yani ülkenin belirli bölümlerinin edebiyatı da gelişiyordu. Bu tür gerçekçi yerel rengi kullanan yazarların çoğu kadındı. Aralarında VVilla Cather, Kate Chopin, Mary E. Wilkins Freeman, Ellen Glasgow, Sarah Orne Jewett ve Edith Wharton vardı. Dönemin, bölgeci olarak kabul edilen diğer yazarları ise Ambrose Bierce, Hamlin Garland ve Bret Harte’tır. Zenci Amerika edebiyatının çoğu, koşulların zorlaması sonucu, mekansal olarak bölgeci özellikler taşıyordu. Charles Chesmutt ve William Wells Brown, ilk zenci romancılar arasındaydı. Şair ve romancı Paul Lawrence Dunbar Lyrics of Lowly ¿/Ye’ta ( 1896), merhamet ve sempati ile mizahı harman ederken lehçeden de yararlandı ve mütevazı mekanlar kullandı. Zenci Amerikalıların en güçlü yapıtlarının bir kısmı otobiyografik yapıtlardır. İç savaş sonrası dönemde, zenci Amerikalıların deneyimlerini tanımlayan yapıtlar arasında The Narrative of the Life o f Frederick Douglas, an American Slave (Amerikalı Bir Kölenin, Frederick Douglas’ın Yaşam Öyküsü, 1845), Booker T. Washington’in yazdığı Up from Slavery (Kölelikten Kurtuluş, 1901), James Weldon Johnson’un Autobiography o f an Ex-Colored Man’\ (Eski Bir Karaderilinin otobiyografisi, 1912), ve W .E.B. du Bois’nın yazdığı The Souls o f Black Folk (Siyah İnsanların Ruhları, 1903) vardır. 1890’lı yıllarda, gerçeğe karşı daha sert bir bakışı vurgulayan romanların ortaya çıkışı, Amerikan gerçek çiliğinin başlangıcını işaret etti. Stephen Crane’in Maggie, A Girl of the Streets’ i (Maggie: Sokakların Kızı, 1893) pek farkedilmedi ama Red Badge of Cou rage’\ (Cesaret Madalyası, 1895), hemen bir klasik olarak kabul edildi. Frank Norris, özellikle Me Teague (1899), The Octopus (Ahtapot, 1901) ve The Pifte (Çukur, 1903), natüralizmin özelliklerini Crane’den daha fazla sergiledi. Norris’in, çoğu kez Darwin’e özgü bir varlığı nı sürdürme|mücadelesi üzerine kurulu yapıtları insanın açgözlülüğü, ahlak bozukluğu ve ızdırap çekmesi üzerinde odaklanır. Theodore Dreiser Sister Carrie {Kızkardeşim Carrie, 1900) ile başlayıp, An American Tragedy (İnsanlık Suçu, 1925) ile sona eren en çarpıcı natüralist yapıtları yaratmıştır. Dreiser’in kitapları sevecenlik ile insan dürtülerine yönelik bir anlayışı yansıtır. Dramatik bir kavrayışla çağdaş toplumda bireyin çıkmazını tahlil ederler. Toplumsal protesto ve ütopyacılık da natüralizm ile elele gitti. Upton Sinclair, The Jungle’ da (Chicago Mezbahaları, 1906) et sanayiindeki acıklı koşulları gözler önüne serdi; Jack London ‘ otobiyografik romanı Martin Eden’de (1909) toplumu reddetti; ve Jacob Rus, How the Other Half Lives’de (Öbür Yarı Nasıl Yaşıyor, 1890) fotoğraflar ve kelimelerle yoksul göçmenlerin yaşamlarını anlattı. Henry Adams, The Education of Henry Adams’da (Henry Adams’in Eğitimi, 1918), toplumsal, tarihi ve ekonomik değişiklik karşısında anlam arayışını eleştirel ve ironik bir yaklaşımla araştırdı. XX. yy’ın başlarındaki Amerikalı şairler, edebi modernizmi geliştirmeye öncülük ettiler. Vachel Lindsay ve Carl Sandburg, serbest nazımda ve Amerika’nın yü- celtilmesinde, Whitman’in geleneğini izlediler. Edgar Lee Masters da/Spoon / R iv ç r Anthology sinde (Spoon River Antolojisi, 1915) bir ölçü Je aynı şeyi yaptı. Edgar Arlington Robinson’ın ve özellikle Robert Frost’un yapıtlar, biçim açısından daha gelenekçi ama, psikolojik olarak daha etkileyiciydi. Frost 1930’lu yıllarda, Amerika’nın en tanınan ve en sevilen yerli şairi olmuştu. Londra’daki iki Amerikalı sürgün, Ezra Pound ile T .S. Eliot, yüzyılın önde gelen şairlerinden oldular. Eliot’un The Waste Land’\ (Çorak Ülke, 1922) modern şiirde karma şıklık ve derinliğin en uç noktasını temsil eder. Eliot’ın çağdaşlarından ikisi, Wallace Stevens ile William Carlos Williams, ortaya çıkan genç şairler üzerinde belki de Eliot kadar etkili oldu. Özellikle Williams, Whitman’in Amerikan temaları ve ritmleri üzerinde sürdürdüğü araştırmayı imgeciliğe kadar uzat
İÇ SAVAŞ SONRASI EDEBİYAT
04
Eyl