Bir gün bir çiftçi, beldenin kadısına gidip, “Efendim bugün öküzlerimden biri kaza ile sizin bir koyununuzu öldürdü. Size gelmemin sebebi, koyununuzun değeri ne ise ödemek içindir.” demiş.
Kadı:
“Aferin, sen hak tanır bir adammışsın. Oyle ise haydi koyunumun yerine bir koyun getir. Zira kanuna (şer‘-i şerife) göre bir şeyin tıpkısı olmak gerekir.” diye fetvasını vermiş.
Çiftçi
“Pek güzel efendim. Benim meramım da bu işin kanunî yönünü anlamaku. Mademki kanun böyle emreder, öyle olunca işin hakikati şudur: Benim öküzüm sizin koyununuzu öldürmedi. Sizin öküzünüz benim koyunumu telef etti. Emrediniz de koyunumun yerine bir koyun versinler.” demiş.
Kadı efendi, biraz düşündükten sonra:
“Sahi mi, benim öküzüm senin koyununu helak etti öyle mi? Eğer böyle ise fetvaya bakalım!” deyince çiftçi:
“Acayip! Adalet denilen şey böyle midir? Bir insan kendi hakkını nasıl tanırsa başkalarının hakkını da öylece tanımalıdır. Zannedersem kanun da böyle emreder.” diyerek kadının âdil olmadığını meydana koymuş.
Tarihimizde Mehmed Hakkı Paşa isminde özü sözü bir, adaletli, padişaha sadık, kalemi ve kelâmı kuvveüi fakat sert, doğrulan söylemekten çekinmeyen, büyük bir vezir yaşamıştır. Bu değerli devlet adamı, ihtimal yukarıda anlatılan çiftçiy e zulmeden kadı misalinde olduğu gibi yaptığı bir haksızlıktan dolayı Silivri kazasında kadı vekilliği yani naiplik yapan efendiye öyle bir mektup göndermiştir ki edebiyat tarihimize sözde îcâz (kısalık ve özlük); manada kuvvet, kesinlik ve şiddete misal olarak geçmiş ve her daim hatırlanmıştır.
Mehmed Hakkı Paşa, on sekizinci yüzyıl sonlarıyla on dokuzuncu asır başlarında yaşamış; Koca Hakkı Paşa, Hacı Hakkı Paşa, Deli Hakkı Paşa gibi isimlerle anılmış meşhur devlet adamlarımızdandır. 1747 tarihinde doğmuştur. Babası “Sopasalan” lakabıyla meşhur Vezir Ahmed Kâmil Paşa’dır. Paşa, Babıâli’den yetişmiş, reisülküttap vekilliği ve sadaret ket- hüdalığında bulunarak 1795’te ve zirlikle Rumeli valiliğine getirilmiştir. Haydutları tepelemekte büyük başarılar gösteren Hakkı Paşa’y، Üçüncü Selim Han sadrazamlığa getirmek istemişse de kendilerine zararı dokunacağından korkanlar, “Hakkı Paşa delidir, sizin için de tehlike olur.” diyerek padişahı bu düşüncesinden vazgeçirip onu Halep valiliğine tayin ettirmişlerdir. Paşa, buraya giderken yolda kendisini kabul etmek istemeyen Söğüt kasabasına zorla girdiği için vezirliği alınarak İstanköy’e sürülmüş fakat sonra tekrar Rumeli valisi olmuştur (1800). Bu ikinci Rumeli valiliği de evvelki gibi uzun sürmemiş ve azli üzerine Sakız’a sürgün gitmiştir. Daha sonra Akdeniz (Çanakkale) Boğazı muhafızlığı ve Girit valiliklerinde bulunarak sadakatle hizmet eden Hakkı Paşa, Eğriboz valisi iken 1811 yılında burada vefat etmiştir. Hakkı Paşa Kadiri tarikatına mensup olup Bedir Efendi isimli bir şeyhe bağlıydı. Şer‘-i şerifi ve kanunları her şeyin üstünde tutar, verilen emri kayıtsız şartsız yerine ge- tirirdi. Kendisine gönderilen bir fermanda Kuran-1 Kerim hükümlerini çok iyi bildiğinden bahsedildiğine göre, aynı zamanda ilim sahibi olduğu anlaşılıyor. İcraatları çıkarlarına dokunan devlet adamları ve ayanlar, kendisine hiçbir yerde iş yaptırmayıp derhal azlettirmişler ve birkaç defa da sürgüne göndertmişlerdir. Kendisi, şiddetli icraatları sebebiyle Köprülü Mehmed ve Kuyucu Murad Paşalara benzetilmiştir.
Vezir olmadan önce merkezde birtakım mühim hizmetlerde bulunan açık sözlü, zeki ve kıymetli bir adam olduğundan bahisle, bir fırsat bulunarak vezirlikle İstanbul’dan uzaklaştırılıp bir daha oraya ayak bastırılmadığım ifade eden tarihçi İsmail Hakkı Uzunçarşılı, paşa hakkında şu değerlendirmelerde bulunuyor: “Hakkı Paşa Arapça ve Farsçaya vâkıf, şark usulü tahsilini iyi görmüş, kalem sahibi, çok doğru, namuslu, iş anlar ve bilir, uzağı görürdü. Fakat gururlu, çabuk kızan, icraatında affetmeyecek derecede şiddetli ve icabında eğilmek bilmez, sağım solunu kollamaz bir vezirdi. Kendisinin arşiv dairesinde yüze yalan mektubunu okudum. Hükümdara da takdim edilen bu mektuplarda her şeyi açık yazmış ve hiçbir şeyi gizlememiştir.
“Gördüğüm ve okuduğum vesikalara göre şurasını çok açık olarak söyleyeyim ki mektuplarında dikkat çektiği veya tavsiye ettiği yahut da işaret ettiği şeyler, hadiseler sonradan hep dediği gibi olmuştur. Vakaları tahlil etmekte ve hüküm vermekte çok isabetli idi. Fakat maalesef ateş saçan lisan ve kalemi sebebiyle etrafını gücendirdiğinden vezirliğinde kendisinden beklenen başarıyı gösterememiş ve siyasetle iş görecek yerde kılıç sallamıştır. Nizam-ı Cedid hakkında Sultan Üçüncü Selim’e takdim edilen layihalardan birisi de bunun olup içinde çok isabetli ve pratik düşünceler vardır.”
Sözü daha fazla uzatmadan Mehmed Hakkı Paşa’nın Silivri naibine gönderdiği tehditkâr mektuba gelelim. Hadisenin sebebini bilmiyoruz. Naip kim bilir nasıl bir haksızlık yaptı, hangi mazlumun canını yaktır Yahut da nasıl bir yanlış karaimza attır Buraları meçhulümüz. Büyük vezir, ilâmı yani kadı vekilinin verdiği mahkeme kararım görüp okuduğunda öyle kızmıştıki… Derhal eline “ateş saçan” kalemini alarak bütün hiddetiyle işte şu mektubu karaladı:
Bu anlaşmaya bugünkü nesil için sadeleştirelim mektubu: “Ey Silh’ri’de nâhiplik yani kadılık vekilliği yapan ve
şeriata yani kanunlara hainlik eden herif! Mahkemeye müracat eden bir şahsa vermiş olduğun ilamını (mahkeme kararı bir tür belge)gördüm ve kahkahayla güldüm.Zira içi saçma sapan şeylerle dolu ve hükmü kur’an-1 – Kerim hükümlerine aykırı.Padişahımızın bana vermiş olduğu yetkiyle söylüyorum seni hıyanet ettiğin mahkemenin kapısında sallandırırım!.”
Mehmed Hakkı Paşa’nın bu kısa ve müthiş mektubundan başka beyan ve kelam kuvvetine dair Rumeli valisi bulunduğu sırada Tepedelenli Ali Paşa’ya göndermiş olduğu emir name ileyine bu görevden henüz azledildiği bir sırada Edirne – bostancıbaşısı Kolçak Mustafa Ağa’ya gönderdiği buyruldusu meşhurdur. Edime bostancıbaşısıııa yazdığı buyrultuyu sadeleştirmek suretiyle verip paşanın kuvvetli kaleminden bir parça daha okuyarak sözümüzü noktalayalım:
”İzzetlü Edirne Bostancısı Ağa”
”Tarafından hitaben gelen yüce mektupta,masraflar dışında mevcut olan cephaneyi almaya
memur ediliyorsun.Hâlbuki sen benim kendi akçem ile’ aldığını yimi yük eephanenıi zaptetmişsin. Eğer malımın zaptına dair sende bir emir varsa semi‘nâ ve eta،nâ (işittik ve iman ettik); şimdi bütün malımı şeriata uygun olarak sana teslim ederim. Fakat elbette emiri ibraz edip şimdi tarafima gönderesin. Yok emir olmadiği takdirde bu cesarerine son derecel hayret olunmuştur. Emir olmadan sana değil bir kimseye kürdan bile vermem. Benim malımın dışında devlete ait mühimmatı niye zaptetmiştin? Benim teslim ettiğimi gösteren defterini mühürlüyerek onuda tarafıma takdim edersin.