wiki

İBN-I ÂBİDlN

İBN-I ÂBİDlN:

Alûüddtn Haakefî’nin “Dürr-ül-muh- tar” kitabının kapak sahifesi. Kitap, hâşiyesi tbn-i Abidin ile berâber basılmıştır.

Alûüddtn Haakefî’nin “Dürr-ül-muh- tar” kitabının kapak sahifesi. Kitap, hâşiyesi tbn-i Abidin ile berâber basılmıştır.

Şam’da yetişen âlimlerin en büyüklerinden. Osmanlılann en meşhûr fıkıh âlimi olan Ibn-i Âbidîn’in ismi, Seyyid Muhammed Emîn bin Ömer bin Abdülazîz’dir. 1198 (m. 1784) senesinde Şam’da doğdu. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretlerinin sohbeti ile şereflenerek kemâle geldi. O vilâyet güneşinin Şam’da cenâze namazım Ibn-i Âbidîn hazretleri kıldırdı. Çok kitap yazdı. “Dürr-ül-mahtâr” a yaptığı hâşiyesi beş cild olup, “Redd-ül- muhtâr” adı ile birkaç defâ basılmıştır. Hanefî mezhebinde en sağlam fikıh kitabıdır, tbn-i Âbidîn 1252 (m. 1836) senesinde Şam’da vefât etti. İbn-i Âbidîn, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberledi. Bir müddet babası ile birlikte ticâretle meşgûl oldu. Bu sırada bir taraftan da Kur’ân-ı kerîmi okumaya devâm ediyordu. Birgün dükkânlarının önünde Kur’ân-ı kerîm okurken, oradan geçen biri; “Burada bu şekilde Kur’ân-ı kerîm okuman uygun değildir. Hem okumam da daha iyi bir şekilde düzelt” dedi. Bunun üzerine babasından izin alarak, o zaman Şam’ daki meşhûr kırâat âlimlerinden Şeyh-ül-Kurrâ Sa’îd-ül-Hamevî’ye gitti. Ondan tecvîd ilmine dâir “ Meydâniye” , “ Cezeriyye” ve “Şâtıbıyye” kitaplarım okudu ve ezberledi. Kur’ân-ı kerîmin doğru ve tam okunmasını bildiren kırâat ilmini iyice öğrendikten sonra, sarf, nahiv ve Şâfiî fikhım öğrendi. Bu ilimlere dâir ana metinleri de ezberledi. Bundan sonra, o zamâmn en meşhûr âlimlerinden olan Seyyid Muhammed Şâkir Sâlimî’nin derslerine devâm etti. Fen ve sosyal ilimlerin, yamsıra, tefsîr, hadîs ve fikıh ilimlerini de öğrendi. Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin tavsiyesi üzerine, Hanefî mezhebine geçti. Daha onyedi yaşında iken, fikıh kitaplan üzerine hâşiye ve şerhler (açıklama ve îzâhlar) yaptı. Kıymetli eserler yazmaya başladı. Hadîs ilminde de, Şam’da bulunan muhaddis Kuzberî’den icâzet (diploma) aldı. İlimde o kadar yükseldi ki, daha hocaları hayatta iken büyük bir şöhrete kavuştu. İbn-i Âbidîn (r.aleyh), zâhir ilimlerini öğrendikten sonra, kelâm ve tasavvuf ilimlerini de zamâmn en büyük âlimi ve tasavvuf ehli, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den öğrendi. Onun sohbeti ile şereflenerek kemâle geldi. İbn-i Âbidîn’in ilimdeki üstün derecesini, ahlâkım ve hizmetlerini oğlu Alâeddîn Muhammed şöyle anlattı:

“Babam uzun boylu, heybetli ve vekârlı idi. Yüzünde nûr parlardı. Vaktini, devamlı, ilim öğretmek ve talebe yetiştirmekle, ibâdet ve tâatla geçirirdi. Geceleri devamlı kitap yazar, az uyurdu. Gündüzleri ders okutur ve sorulan sorulara cevap (fetvâ) verirdi. Ramazanda her gece hatim okur ve gözyaşı dökerdi. İnsanlara faydalı olmak husûsunda çok titiz davranır, hiç abdestsiz durmaz ve vaktini boşa geçirmezdi.” İbn-i Âbidîn hazretlerinin dîne uymaktaki hâlleri meşhûr olup, kerâmetleri ve menkıbeleri çoktur. Haramlardan, mekruhlardan ve şüphelilerden kesinlikle uzak durur, mübahlan çok az kullanır, ibâdetlerinde sünnetlere, müstehablara, edeblere uymakta son derece titiz davranırdı.

Beş vakit namazda, tahıyyâtı okurken, Resûlullah efendimizi (s.a.v.) baş gözü ile görürdü. Göremediği zaman o namazı yeniden kılardı. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin kıymetli talebelerinden olan İbn-i Âbidîn, ondan ders aldığı sıralarda, birgece rü’yâda Resû- lulîahın (s.a.v.) üçüncü halîfesi Hz. Osman’ın vefât ettiğini ve Câmi-i Emevî’de mmssnrsi, kendisinin kıldırdığım gördü. Sabahleyin  derse gidip Mevlânâ Hâlid-i Bagdâdl hazretlerine bu rü’yâyı olduğu gibi anlatınca, o da; “Senin rü’yânın ta’biri, Allahü teâlâ bilir ki şöyledir “Ben yakında vefât ederim, sen benim cenâze namazımı Cami-i Emevî’de kıldırırsın, Çünkü ben, Hz. Osman’ın torunlanndamm” buyurdu. Aradan birkaç gün geçince Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî tâ’ûn (vebâ) hastalığından şehîd olarak vefât etti. Namazım Ibn-i Âbidîn kıldırdı. îbn-i Âbidîn hazretleri, fakirlere pekçok sadaka verir, akrabâsmı ziyâret eder, annesine, babasına çok iyilik ve hürmet ederdi.

Onun meclisinde boş söz konuşulmazdı. Şam’da ve diğer şehirlerdeki şer’î mahkemelerde ihtilaflı hüküm verilse, derhal ona mürâcaat olunarak düzeltilirdi. En mühim ve zor mes’ eleler ona sorulurdu. İhtilaflı birşey hakkında ona mürâcaat edilmeden hüküm verilmezdi, ilim kitapları üzerine kendi güzel yazısıyla öyle açıklamalar kordu ki, böylece en zor mes’eleler kolaylıkla anlaşılırdı. Kendisine sorulan sorulara verdiği cevaplan güzel bir üslupla yazardı. Birçok talebe yetiştirip icâzet (diploma) vermiştir. Başlıca talebeleri, kendi kardeşi Allâme es-Seyyîd Abdül- ganî, akrabâsmdan Emîn-ül-fetvâ Ahmed Efendi, Sâlih ibni Seyyid Hasen Âbidîn, İstanbul’da ikinci derecede Mecidiye nişanı (ilim rütbesi) almış olan ve o zaman Medîne’de kadılık yapan, ilimde parmakla gösterilen Câbi-zâde de tbn-i Âbidîn’den ders alarak çeşitli ilimleri öğrendi. Bunlardan başka; tasavvufda ve diğer ilimlerde meşhûr olan eş-Şeyh Yahyâ Serdest, “Kudûrî” ve “Akîdet-üt-Tahâvî”yi şerh eden Allâme Abdülganî Güneynî el-Meydânî, Hanefî fıkhında icâzet alan Hasen el-Baytar, “Dürer” i şerheden İstanbullu Ahmed Efendi, Şam’da mîrâs hesaplan ve taksimi (ferâiz) işlerine bakan Seyyid Hasen er-Resâme, fen, sosyal ve dînî ilimlerde birçok kıymetli ldtaplar yazan Yûsuf Bedred- dîn el-Magribî, Allâme Muhammed Cukıllî, İzmir ulemâsından ilim pâyesi (rütbesi) sâhibi Muhammed Efendi, “Elfiye” ve “Dürr-ül-Muhtâr” kitaplanm geniş olarak açıklayıp yeni bir kitap yazan Abdülkâdir Hallâsi, Dımeşk müfüliği yapmış olan Ali Murâdî Efendi, Şam kadılığı yapmış olan Anadolu kadıaskeri Abdülhalîm Efendi, Hasen bin Hâlid Muhammed Tillovî, Muhyiddîn Yâfiî, zamâmnda Şeyh-ül kurrâ olan Ahmed Mahlâvî el- Mısrî, Bağdat’ın meşhûr âlimlerinden Molla Abdürrezzâk Bağdâdî, “Mecelle” yi hazırlayan komisyonda bulunan oğlu Alâeddîn Muhammed gibi daha birçoklan, Ibn-i Âbidîn’in derslerine devâm ederek icâzet (diploma) almışlardır.

îbn-i Âbidîn, fıkıh âlimlerinin yedinci tabakasmdandır. Ya’nî önceki tabakalarda bulunan fikıh âlimlerinden doğru olarak nakil yapanlar derecesindedir. Hocası Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’ nin (r.aleyh) kendisine yazdığı bir mektup aşağıdadır.

“Her sözü sened olan büyük âlim Mevlânâ Muhammed Emin Abidîn’e en güzel duâlanmı ve en latif medhle- rimi bildiririm.

Sizinle görüşüp buluşma arzumuz çoğaldı. Size olan muhabbet ateşimiz arttı. Şeyh îsmâil Enârânî’nin sizden tarafa gitmesini vesîle ederek bu mektubu yazıyorum. Yazdığınız pek kıymetli eserlerle Islâm âlemine yaptığınız büyük hizmet için, pekçok duâlara mazhar oldunuz.

Siz de bizim hâlimizi sorarsanız, sevdiklerimizden uzak kalmamızın acısı içindeyiz. Allahü teâlâdan dileğimiz, sizin de öyle olmanızdır. Hâllerinizi bize bildirmeyi ihmâl etmeyiniz. Allahü teâlâmn izni ile, her sıkmtıda bütün gücümüzle size yardım eeğiz. JSelâm eder, bütün gaibim ve Fhumla yanınızda olduğumu ildiririm.” ‘ îbn-i Âbidîn, 1252 (m. 1836) senedinde ellidört yaşında iken Şam’da efât etti. Vefât haberini duyan müslü- nanlar, böyle büyük bir âlimi kaybet- nelerinden dolayı çok üzülüp gözyaşı döktüler. Cenâzesine gelenler görülmemiş bir kalabalık teşkil etti. Tabutu parmaklar üzerinde taşındı. Cenâze namazı Sinân Paşa Câmii’nde kılındıktan sonra, Şam’da “Bâb-üs-sagîr” denilen yerdeki kabristana götürüldü. Vefâtından yirmi gün önce, hocalarının ve büyük zâtların kabirlerinin yamnda kendisi için kazdırmış olduğu kabre defnedildi.

Eserleri: En meşhûr eseri Redd-ül- muhtâr’dır. îbn-i Âbidîn bilhassa bu eseriyle tanınmıştır. Bu kitabı, Dürr-ül- muhtâr kitabına yaptığı beş dldlik hâşiyesidir. Kitap, “îbn-i Âbidîn” ismiyle meşhûr olmuştur. Bu eseri Hanefi mezhebindeki fikıh kitaplarının en kıymetlisi ve en faydalısıdır. Fukahâ (fikıh âlimleri) tarafından, üzerinde söz edilmiş her mes’elenin hülâsası, bütün İslâm âlimlerinin kabûl ve takdir ettiği bir şekilde bu kitapta toplanmıştır. Hanefî mezhebinde kendi zamâmna kadar yazılmış olan fikıh kitaplarının sanki bir özetidir. Bu kitaba kendi oğlu tarafından “Kurret -ül-Uyûn-il-ahyâr” adında bir tekmile yazılmıştır. Şam âlimlerinden Ahmed Mehdî Hıdır da, îbn-i Âbidîn kitabının bir fihristini hazırladı ve 1962’de basıldı. Bundan başka; Tefsîr-ül- Beydâvî hâşiyesi, El-îbâne, El-Ukûd- üd-dürriyye, Ithâf-üz-zekî, Bugyet-ül- menâsik, Tahrîr-ül-îbâre, Tahrîr-ün- Nükûl, Şifâ-ül ’alîl, Ukûd-ül-le’âlî, îcâbet-ül-gavs, Sell-ül-hisâm-il-Hindî li Nusreti Mevlânâ Hâlid en-Nakşibendî (Bu eserinde Mevlânâ Hâlid hazretlerine dil uzatanlara cevap vermekte, kerâmetin hak olduğunu isbat etmektedir), El-îlm-üz-zâhir, El-Fevâid-ül- Adbe, Menhel-ül-Vâridîn (bu kitap, İstanbul’da îhlâs AŞ. tarafından ofset o- larak yayınlanmıştır), El-Ukûdü Resm-il- müftî Nesemât-ül-eshâr gibi daha birçok kıymetli eserleri vardır. Dört mezhebin inceliklerine vâkıf, derin âlim, veliyyi kâmil ve mükemmil seyyid Abdülhakîm Efendi; “Hanefî mezhebindeki filah kitaplannın en kıymetlisi, en fâidelisi “îbn-i Âbidîn” dir. Her sözü delîl, her hükmü senettir…” buyurdu. îbn-i Âbidîn hazretleri, her sözünü, her hükmünü müctehiellerden, onlar da îmâm-ı a’zamdan, o büyük imâm da Kitâbdan ye sünnetten almıştır, îbn-i Âbidîn’in bildirdiği hükümlere tâbi olan her müslüman, Kitâba ve sünnete tâbi olmaktadır. Ona uymak istemeyen kendi hevâsma, nefsinin arzularına tâbi olmuş demektir. Böyle kimsenin Cehenneme gideceğini Kur’ ân-ı kerîm ve hadîs-i şerifler haber vermektedir. Derin fikıh âlimi olan îbn-i Âbidîn hazretlerinin kitaplarından ba’ zı fikıh hükümleri aşağıdadır: Redd-ül-muhtâr, beşinci did, beşyüz- yirmidördündi sahifede buyuruyor ki- “Resûlullahı vesîle kılarak, Allahü teâlâya duâ etmek güzel olur, önce ve sonra gelen âlimlerden hiçbiri buna karşı birşey demedi. Yalnız îbn-i Tey- miyye bunu kabûl etmedi. Hiç kimsenin söylemediğini söyleyerek, ortaya bir bid’at çıkarmış oldu. Böyle olduğunu, îmâm-ı Sübkî güzel açıklamaktadır.” Üçüncü did, “Cihâd” bahsinde şöyle buyurmaktadır: “ Düşman hücûm ettiği veya hücûm korkusu olduğu zaman, her müslümamn harb etmesi farz-ı ayndır.” Beşinci cild, ikiyüzaltmışdoku- zuncu sahifede şöyle buyurulmuştur “Anayı, babayı ve kadının zevdni, adlan ile çağırması tahrîmen mekrûhdur, büyük günahdır. Ta’zîm ile, saygı anlatan kelimeler ile ve yamna giderek çağırmalan lâzımdır. Uzakdan, yüksek sesle çağırmam alıdır.” Birind cildin kırkyedind sahife- sinde şöyle buyurulmuştur: “Hanefî mezhebinin bilgileri, sonraki âlimlere üç yoldan gelmiştir: l-“Usûl” haberleri olup, bunlara zâhir haberler de denir. Bunlar, Hanefi mezhebinin sâhibi olan îmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe’den ve talebesinden (r.aleyhim) gelen haberlerdir. Bu haberler, îmâm-ı Muhammed’in altı kitabı ile bildirilmektedir. Bu altı kitap; El-Mebsût, Ez-Ziyâdât, El-Câmi’ us-sagîr, Es-Siyer-üs-sagîr, El-Câmi’ kebîr, Es-Siyer-ül-kebîr kitaplara Bu kitaplan îmâm-ı Muhammed ‘ güvenilir kimseler getirdiğ“Zâhir haberler” denilmiştir. Usûl haberlerini toplayan Hakîm Şehîd Muhammed’dir. Bunun “Kâfi” kitabı meşhûrdur. Kâfi’nin şerhleri çoktur.
2-Nevâdir haberleri olup, yine bu imâmlardan gelen haberlerdir. Fakat, bu haberler, o alü kitapda bulunmayıp, îmâm-ı Muhammed’in; El- Kîsânıyyât, El-Hârûniyyât, El-Cürcâ- niyyât, Er-Rukiyyât adındaki kitapları ile bildirilmişdir. Bu dört kitap, yukandaki altı kitap gibi, açıkça ve sağlam gelmiş olmadığından, bu haberlere “Zâhirî olmayan haberler” de denir. Ayrıca, îmâm-ı a’zamm talebesinden Hasen bin Ziyâd’ın “Muharrer” adındaki kitabı ve îmâm-ı Ebû Yûsuf un “Emâlî” adındaki kitabı ile bildirilmişlerdir.

3-Vâkı’ât haberleri, üç imâmdan bildirilmiş olmayıp, bunların talebelerinin ve talebesi talebelerinin ictihâd ettikleri mes’elelerdir. Böyle haberleri ilk toplayan, Ebü’l-Leysi Semerkandî olup “Nevâzil” kitabını yazmıştır.”
Birinci cildin otuzbeşinci sahifesinden: “Fıkıh bilgisi, ekmek gibi, herkese lâzımdır. Bu bilginin tohumunu eken, Abdullah ibni Mee’ûd (r.a.) olup, Eshâb-ı kirâmın yükseklerinden ve en âlimlerinden idi. Bunun talebesi Alkâma bu tohumunu sulayarak, ekin hâline getirmiş ve bunun talebesinden olan îbrâhim Nehâî, bu ekini biçmiş, ya’nî bu bilgileri bir araya toplamıştır. Hammâd-ı Kûfî, bunu harman yapmış ve bunun talebesi olan îmâm-ı a’zam Ebû Hanîfe öğütmüş, ya’nî bu bilgileri kısımlara ayırmıştır. Ebû Yûsuf hamur yapmış ve îmâm-ı Muhammed piş irmiş tir. Böylece hazırlanan lokmaları, insanlar yemektedir. Ya’nî, bu bilgileri öğrenip dünyâ ve âhıret saâdetine kavuşmaktadırlar. îmâm-ı Muhammed pişirdiği bu lokmaları dokuzyüzdoksan- dokuz kısım bilgi grubu hâlinde talebesine bildirmiştir. Altı kitabından, sagîr (ya’nî küçük) dediğinde, îmâm-ı Ebû Yûsuf vâsıtası ile öğrendiklerini bildirmiş, kebîr dediği kitaplarda, yalmz mâm-ı a’zamdan işittiklerini bildirmiştir.”

“Yedi yaşındaki çocuğa, namaz kımasını emretmek, on yaşında kılmaz ise, el ile döğmek lâzımdır. Mektebdeki muallim, talebesini çalıştırmak için  el ile üç kerre döğebilir. Daha fazla ‘ vuramaz. Sopa ile döğemez. Bu yaştaki çocuklara, başka ibâdetleri de öğretmek ve yapmağa alıştırmak, günahlardan menetmek lâzımdır.

”Namazın mekrûhlannı anlatırken buyuruyor ki: “Kâfirlerin yaptıkları ve kullandıkları şeylerden birisi, âdet olarak, ya’nî her kavmin, her memleketin âdeti olarak yaptıkları şeylerdir. Bunlardan haram olmayıp, insanlara fâi- deli olanları yapmak ve kâfirlere benzemeği düşünmeyerek kullanmak hiç günah değildir. (Pantolon, çeşitli ayakkabı, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yemek, herkesin önüne tabaklar içinde koymak, ekmeği bıçak ile dilimlere ayırmak, çeşitli eşyâ ve âletleri kullanmak hep âdete bağlı şeyler olup mubâhdırlar. Bunlan kullanmak, bid’at olmaz, günah olmaz.) Resûlullah (s.a.v.) papazlara mahsus olan ayakkabıyı kullanmıştır. Bunlardan, fâideli olmayanları, çirkin ve mezmûm olanları kullanmak ve yapmak haram olur. Fakat, iki müslüman bunlan kullanınca, “Âdet-i İslâm” olur ve üçüncü kullanan müslümana haram olmaz. Birinci ve ikinci müslüman günahkâr olursa da, başkalan olmaz. (Kâfirlerin kullandıklan şeylerin ikinci kısmı, ibâdet olarak yaptık- lan ve kâfirlik alâmeti olan, îslâmiyeti inkâr etmek ve inanmamak alâmeti olan, tahkîr etmemiz vâcib olan şeylerdir ki. bunlan yapan ve kullanan îmânsız olur. Bunlar, ölümle veya bir uzvun kesilmesi ile veya bunlara sebep olan; şiddetli dayak, hapis, bütün malım almak ile tehdit edilmedikçe kullanılamaz. Bunlardan meşhûr olanlarım bilmeyerek veya şaka olarak veya herkesi güldürmek için yapan da îmânsız olur. Meselâ, papazlara mahsus zünnân kullanmak küfür olur. Buna “Küfr-i hükmî” denir. Onlara mahsus olan şeyleri kullanmanın küfür olduğu, İslâm âlimlerinin temel kitablannda yazılıdır.)

Aşağıdaki yazının hepsi, “Dürr-ül- muhtâr” dan ve bunun hâşiyesi olan İbn-i Âbidîn’in “Redd-ül-muhtâr” ından alınmıştır.
“İhtiyâcı olan eşyâdan ve borçlarından fazla olarak, zekât nisâbı kadar malı, parası bulunan her hür müslü- mamn, Ramazan bayramının birinci günü sabahı, tan yeri aydınlanırken, fitra vermesi vâcib olur. Fitra ve kurban nisâbı hesâbma katılacak malın ticâret için olması şart olmadığı gibi, elinde bir yıl kalmış olması da lâzım değildir. Bayramın birinci günü sabah namazı girdiği anda, nisâb mikdân kadar mala mâlik olmak şarttır. O ândan sonra nisâba kavuşanın, dünyâya veya îmâna gelenin fitra vermesi vâcib olmaz. Misâfîr olamn da fitra vermesi lâzımdır. Ramazân-ı şerîfde veya Ramazan’dan önce ve bayramdan sonra vermesi de câizdir. Hattâ, bir kimse, fitra veya zekât, keffâret veya nezr ettiği (adadığı) şeyi vermeden ölürse ve verilmesini vasiyet etmedi ise, vârislerinden birini, kendi malından (ölünün malından değil), bunlan fakirlere vermesi câiz olur. Fakat vâris, bunlan vermeğe mecbur değildir. Eğer, vasiyet etmiş ise, bıraktığı malın üçte birinden verilmesi lâzım olur. Mal bırakmadı ise, vasiyeti yapılmaz. Bayram namazından önce verilince, sevâbı daha çok olur. Şâfiîde Ramazan’dan önce, Mâlikîde ve Han- belîde ise bayramdan önce verilmez. Bir kişinin fitrası, bir fakire veya birkaç fakire verilebildiği gibi, bir fakire birkaç kimsenin fitrası da verilebilir. Küçük çocuğun ve delinin mallan varsa, bunlann fi tr al an da, mallarından verilir. Velîleri vermezse, çocuk büyüdükde, deli iyi oldukda, eski fitra- lannı da kendileri verir. Bâliğ olmayan çocuklann malı yoksa, bunlann fitrasım babalan, kendi fitrası ile birlikte verir. Ya’nî kendi zengin ise verir.

Zevcesi için ve büyük çocuklan için vermez. Fakat verirse sevâb olur. İhtiyaç eşyâsı demek, kıymetlen ne kadar çok olursa olsun, bir ev, bir aylık yiyecek, her yıl üç kat elbise, çamaşır, evde kulandan eşyâ ve âletler, hizmetçiler, binecek vâsıtası, meslek kitaplan ve ödeyeceği borçlandır. Bu eşyâmn mevcud olması şart değildir. Eğer mev- cud iseler, zekât, fitra ve kurban için nisâb hesâbma katılmazlar. Ticâret için olmayan, ihtiyâcından artan eşyâ, kirâdaki evler, evindeki süs eşyâsı, yere serili olmayan halılar, kullanılmayan fazla ev eşyâsı, san’at ve ticâret âletleri, burada ihtiyaç eşyâsı sayılmaz. Bunlar fitra ve kurban için, nisâb hesâbma katılır. Oturduğu ev büyük ise, ihtiyâcından fazla, kullanılmayan odalann nisâba katılması sahîhdir.” Abdestin farzian sonunda diyor ki: “Elinde, yara, yank bulunan kimse, suyu kullanamaz ise, ya’nî ellerine su alamaz ve yüzünü, başım, kulaklannı ayaklanın suya sokamaz ise, teyemmüm eder. Kolundan, ayağından bir kısmı kesik olan kimse, kalan yerin yüzeyini yıkar.”

“Kaynamayan sıcak suda bırakılan, içi boşaltılmamış tavuğun yalmz derisi necs olur, yolunup, içi boşaldıktan sonra, üç kerre, soğuk su ile yıkanınca, heryeri temiz olur. İşkembe de, böyle üç kerre yıkamakla temiz olur.” (Su, deniz seviyesinde yüz derecede kaynar.)

Gasbı anlatırken diyor ki: “Gasb, bir kimsenin malım zor ile almak veya kendindeki emânet malı inkâr etmektir. Büyük günahtır. Malda değişiklik oldu ise, sâhibi, malı ile kıymetindeki değişikliği veya yalmz kıymetini ister. Gasb ettiği yerde ödemesi lâzım olur. Tazminden sonra kullanması câiz ise de, satarak ettiği kâr yine helâl olmaz. Kân sadaka vermesi lâzımdır. Muhtelif kimselerden gasb ettiklerini, birbirleri ile veya kendi mülkü ile kanşdınr ve bunlar aynlamazlarsa, hepsi kendi mülkü olur. Fakat, tazmin etmedikçe, bu karışımı kullanması helâl olmaz. Tazmin etmekle, gasb günâhından kurtulmaz.”
“Cünüb olan her kadının ve erkeğin, hayzdan ve nifâsdan kurtulan kadmlann, namaz vaktinin sonuna o namazı kılacak kadar zaman kalınca gusul abdesti alması farzdır.

”Cünüp iken kasıklar traş etmek mekruhtur.”

”Allahü teala Kur’an-ı kerimi harf ve kelime olarak gönderdi.Bu harfler mahluktur.Bu harf ve kelimelerin manası,kelemı ilahiyi taşımaktadır.Bu harflere kelimelere kuran denir.

1056

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir