“Sur dışındaki Otakçılar Mahallesi kasabasının vasıfları: Fatih Sultan Mehmed zamanında Rum tarafına giden Osmanlı otağlarını kurmakla görevli çadırcılar, burada çadırlarını kurup yerleştiklerinden ‘Otakçılar’ derler. Havası ve suyu hoştur. Bağlı bahçeli iki binden fazla süslü saray ve ev vardır. Eyüp mütevelliliğine** bağlıdır; fakat ayrı bir subaşısı vardır. Eğrikapı’nın batısında bin adım uzaklığında yüksek bir yerde, havadar, gönül açıcı ve Otağ Meydanı namıyla bir çimenlik, gezinti yeri vardır. Keyfine düşkün olanlar ikindiden sonra o gönül açıcı yere gidip gezinirler. Dört camii, on yedi mescidi, altı tekkesi vardır; en mamuru Emîr Buharî Tekkesi’dir. Üç hanı vardır. Çarşı camiinin cemaati çoktur. Otakçılar Mescidi’ni Fethi Çelebi olarak bilinen Fethullah Efendi yaptırmıştır. Kendisi de burada med- fundur. Yakınındaki mescidi yaptıran Mehmed Bey bunun amcasıdır. Zamanla mescit ve vakfından eser kalmayınca Babüsaade Ağası Gazanfer Ağa yenileyerek bina ve vakfı diriltmiş, yanına bir de kuyu kaz- dırmıştır. Kuyunun suyu tatlıdır. Yanında sebili de vardır. Tarihi Hükmî’nindir:
Sâhibü’l-birr ü râgıbu’s-sadâkât Sâhibü’l-hayrât mâilü’l-hasenât
Kapı ağası fahr-i ehl-i vefâ Ya’ni kim Hazret-i Gazanfer Ağa
Kesserâhü hayrehü ve sakkâh Bi-miyâhi’n-naîmi fî ukbâh
Etdi bu camiinde bi’r-i cemîl Teşnegân-ı tarîka yaptı sebîl
Suyun içip cemi’-i bay u gedâ Eylesin sâhibine hayr duâ
Görüp onu dedi bu abd-i zaîf Târîh olsun sebîl-i hûb u latîf 1008
Şairler sultanı Bakî de bu tarihte vefat etmiştir. Hatta Hâdî-i Bağdadî, Bakî’nin vefatına şu tarihi söylemiştir:
“Gitti Bâkî 1008’de cennete”
Bu tarihî gerçek ortada dururken Edirnekapı dışında Emir Buharî yolu üzerinde, soldaki set üstünde bulunan mezar taşı kitabesinde:
“Ulemâdan ve sultân-ı şuarâdan merhûm Abdülbâkî Efendi’nin ruhu için fâtiha – 1062″
ibaresi ve tarihi kimsenin gözüne ilişmiyor. Ne diyelim! Bu da geçmişimiz hakkındaki duygusuzluğumuza bir işarettir.” Bu civarda, Otakçılar yolundaki Mustafa Paşa Tekkesi de İstanbul tarihinde meşhurdur. Tekke içerisindeki camiyi yaptıran, sadrazamlıktan azledildikten sonra Midilli’de katledilen Mustafa Paşa’dır (H. 11 78). Vakfedenin müderris olan bir oğlu örf* ile orada medfundur ki babası ile aynı ayda vefat etmiştir. İstanbul’da Havuzlu Cami adıyla bilinen mescidi yaptıran Lala Hüseyin Paşa bu tekkenin bitişinde bulunan çeşmenin yanında medfundur. Mustafa Paşa Tekkesi’nin yeri aslında Haşimî biraderi Ali Efendi’nin bahçesidir. Adı geçen vezir burasını satın almış ve bir cami ile Nakşibendî fakirlerine sunulmak üzere büyük bir tekke yapımı için H. 1166 Cemaziyelevvel’inin yedinci günü temel atımına başlanmıştır. Yüz yedi gün geçtikten sonra bina bitirilmiş ve şeyhliğe Şeyh Muradzade Ali Efendi getirilmişti. Çömlekçiler’e inen yokuşun başında ve bu tekkenin kapısı bitişiğinde Meşreb Efendi’nin torunu, büyük müderrislerden Şatırzade Emin Efendi’nin oğlu Şeyhülislâm Mehmed Arif Efendi medfundur (doğumu: H. 1206; vefatı: H. 1275 Cemaziyelevvel’i, Pazartesi günü). Arif Efendi’nin ayrıntılı hayat hikâyesi mermer sandukanın etrafına kazınmıştır. Camiin müştemilâtından olan medresenin kapısı üzerindeki mermerde yalnız şu mısra kazılıdır:
“Sadr-ı esbak Mustafa Paşa vezîr-i âlî-şân”
Diğer mısralar hafif mürekkeple yazılmış, fakat zamanla okunamaz hâle gelmiştir. Büyük bir ihtimalle tarihin kazınması, Paşa’nın Midilli’de katli zamanına rastladığından alt tarafı terk ve ihmal edilmiştir. Zaten bizde öyledir. Her şey şahısla ayakta durur. Keçecizade İzzet Molla’nın, Mehmed Said Hâlet Efendi’nin Konya’da idamı üzerine söylediği şu meşhur beyit bu gibi konularda bizim zihnimizin güzel bir yansımasıdır:
Bir kere ölme yoksa cihân eder ferâmûş Âkil ümmîd eder mi fevtinde mâtem olsun
Edirnekapı yoluyla Mustafa Paşa Tekkesi’ne gelirken tekkeye varmadan sağda, yolun köşesinde örf ile mermer sandukalı bir kabir vardır ki birçok zatın rivayetine göre ‘Tekbîr’i besteleyen meşhur Itrî burada medfundur. Başındaki örf denilen sarığı pek sanatlıdır. Edirnekapı dışındaki şehitliği düzenlemeye memur olan Yüzbaşı Mustafa Efendi bu kabri tamir ettirmiş ve kabrin sahibinin Itrî olduğuna dair sandukasının caddeye bakan yüzüne bir de mermer levha koydurmuştur.
Davutpaşa semtine Emir Buharî Tekkesi yoluyla gidilir. Bu tarihî semt hakkında yeri geldiğinde bilgi verilecektir.
İsmi geçen Gazanfer Ağa bilim adamlarını daima takdir eder ve ödüllendirirdi. Bu sebeple birçok bilim ve gönül adamı Ağa’ya ithafen bazı faydalı ve makbul eserler yazmıştır.
Kapı Ağası Gazanfer Ağa, Eğri fatihi Sultan Üçüncü Mehmed zamanında Anadolu’da ortaya çıkan eşkıya meselesinde “Bir gün ayak divanında, bilginlerin ve vezirlerin toplandığı yerde, bazı kimseler devlet vekillerinin ihmal edilmesi ve saltanat sırlarının açıklanması, Anadolu’nun karışmasına sebep olduğundan her birinin cezası malûmdur, başkalarına itibar etmeye de sebep olmak önemlidir” diyerek iddiaların sunulmasında ittifak edip aynı şeyleri söyleyince Hüsrev Paşa ve onun benzeri kötü niyetliler, malî hırs ile kötü işler yapıp saltanat namusunun yırtılmasına sebep oldukları için Kapı Ağası Gazanfer Ağa ve Darüsaade Ağası Osman Ağa padişahın huzurunda öldürüldüler (Ravzatü’l-Ebrâr, s. 942). Gazanfer Ağa Kırkçeşme yakınında, Vefa’dan Fatih’e, yani eski Tezgâhçılar’a giden caddenin solunda ve köşe başında inşa ettirdiği medrese içinde müstakil türbede medfundur. Medresenin köşesinde sebili de vardır. Kapı Ağası Gazanfer Ağa’nın öldürülmesinde, altı ay kadar sadrazamlık yapıp H. 1006 Ramazanında katledilen Hadım Haşan Paşa’nın parmağı vardır. Hatta Hadîkatü’l-Cevâmi”de (s. 98) deniliyor ki: “Adı geçen vezir, başlangıçta Saray-ı Hümayun’da hazinedarbaşı olup H. 988 senesinde Mısır valisi olduktan sonra Yedikule’de bir müddet hapsedilmiş (991), sonra suçu affedilerek Sultan Sultan Üçüncü Mehmed ile Eğri Seferi’ndeyken İstanbul kaymakamı olup 1006 Rebiülevvelinde İbrahim Paşa’nın yerine sadrazam tayin edilmişti. Ancak o işte rüşvet kapısını açtığı, zulme başladığı, Valide Sultan Hazretleri’ni tamaha düşürdüğü ve bunlardan başka Kapı Ağası Gazanfer Ağa’yı katlettirmeye çalıştığı sebepleriyle aynı yıl Ramazanında balta ile öldürülmüştür. Sadrazamlık müddeti altı aydır. Yerine Cerrah Mehmed Paşa vezir olmuştur. Şuur sahibi fakat aç gözlü ve mağrur bir vezirmiş (Allahü teala rahmet eylesin). Hadım Haşan Paşa, Cağaloğlu’nda Ziraat Bankası’nın karşısındaki köşede yaptırdığı medresenin altında çeşme ve sebil yanında medfun iken yol düzeltmelerinde türbesi yıkılarak Haşan Paşa’dan kalanlar Topkapı dışına taşınarak defnedildiğini Hadîkatü’l-Cevâmi’de gördüm. Otakçılar’da Gazanfer Ağa Mescidi yanında müstakil bir sofada; Mora İhtilâli’nde, Tepedelenli Ali Paşa olayında büyük bir nüfuz ve etki gösteren, meşhur devlet kethüdası Mehmed Said Hâlet Efendi’nin babası medfundur. Taşında “Ricâl-i Devlet-i Aliyye’den Sâbıkan Tevkî’-i Divan-ı Hümayun Mehmed Said Hâlet Efendi’nin pederi, eşrâf-ı kuzât-ı kirâmdan merhûm ve mağfûru’l-muhtâci ilâ Rabbihi’l-Gafûr Kı- rımî Hüseyin Efendi. Ruhı-çün el-fâtiha: 1197” yazılmıştır. Bu türbe de tıpkı Mevlevîhane Kapısı dışında,
vlevihane Caddesi üzerinde, Kule Kapısı Mevlevî Dergâhı postnişîni Kudretullah Efendi merhumun babası adı daha önce geçen Yenikapı Mevlevîhanesi aşçıbaşısı (ser-tabbâh) Seyyid-i Sahîhü’n-Neseb Ahmed Dede Efendi’nin türbesi gibi çatısı ve etrafı demir parmaklıklı, mermer sütunludur. Her iki türbeyi, adı geçen Hâlet Efendi yaptırmıştır. Çünkü kendisi, Sahîh Ahmed Dede’nin dervişiydi.
Kırımî Hüseyin Efendi’nin haziresinin* bitişiğinde Hâlet Efendi’nin kızkardeşi Nefise Hanım ve sak- soncu cemaatinden Kırımı Hacı Musa Ağa (H. 1159), yanında atmacacıbaşı merhum Mustafa Ağa’nın oğlu, padişahın silâhşörlerinden merhum Beşiktaşlı Said Ağa (H. 13 Muharrem 1245) da gömülüdür.
Bu civarda bir de Yanık Minare Mescidi vardır ki bu da birkaç asrın hatırasıdır. Bu mescidi Şeyh Ahmed Nakşibendî yaptırmıştır. Aslen Taşköprülüdür. H. 900 tarihinde kardeşi İbrahim Efendi ile İstanbul’a gelmişler ve öldüklerinde Yanık Minare yanına defnedilmişlerdir. Mescit bir ara yanmış, vakfı da müsait olmadığından nice zaman harap kalmış, hatta yerine küçük iki menzil** inşa ettirilmişti. Sultan Üçüncü Osman tahta çıktığında Ebâ Eyyûb Ensârî’de kılıç kuşanmak için gösterişli bir alay ile geçerken emir buyurarak adı geçen haneler satın alınıp yerine cami-i şerif yaptırılmıştır.
Otakçılar ile Edirnekapı arasında Emir Buharî Camii ve Tekkesi vardır ki, büyük bir tekkedir. Burayı yaptıran, Kanunî Sultan Süleyman’dır. İlk şeyhi, Mahmud Çelebi Efendi’dir ki hemen karşısında medfun- dur. İstanbul’da bulunan Emir Buharî, Şeyh Seyyid Ahmed Efendi’nin damadı idi. Seyyid Ahmed Efendi vefat edince yerine Mahmud Efendi tayin edildi. Cami ve tekke, Mimar Sinan’nın eseridir.
“Sur dışındaki Nişancıpaşa kasabası: Surun batı tarafında, havadar ve yüksek bir dağ üzerine bina edilmiş, bağ ve bahçeli üç bin kadar mamur, bayındır büyük konaklan içine alan geniş bir mahalledir. Camilerinin içinde Nişancı Paşa Camii en güzel ve bayındır olanıdır. Cemaati çoktur. Yüksek bir tepe üzerine yapılmış, etraftan bakıldığında rahatça görülebilen, süslü bir camidir.” Camii yaptıran, Kanunî devrinde Nişancı olan Mustafa Paşa ibn Celâledin Tosyalı’dır, mezarı da oradadır. Mezar taşındaki tarih şudur:
“İlâhî rahmet eyle Mustafâ’ya” 975
Kardeşi Salih Efendi ile Nişancılar diye meşhurdular. Camiin yanındaki okulu ve cami- i Sultan İkinci Mustafa’nın saltanatının son zamanlarında, yani H. 1115 senesinde veziriazam bulunan Rami Mehmed Paşa yaptırmıştı. Mehmed Paşa’nın Eyüp civarında ismine mensup çiftliği bugün Rami semti adıyla bilinir ki burada sonradan -mekânı cennet olsun- Sultan İkinci Abdülhamid devrinde Boş- naklar bir köy kurmuşlardır. Bugün Hamidiye Karyesi adıyla adlandırılır. Keçecizade İzzet Molla’nın sürgün edilmek üzere bir seher vakti Rami’den kaldırıldığı, Meclis-i Vâlâ başkanlığında bulunmuş olan Sadık Rıfat Paşa’nın özel bir mecmuasında görülmüştür.Kanunî Sultan Süleyman’ın sadrazamlarından İbrahim Paşa, bazı vazifelerle Mısır’a gönderildiği esnada Nişancı Mustafa Paşa divan efendisi olmuş, sonra nişancılık görevi de ona verilmiştir. Kanun koymada ve işlerin çoğunda kendisine güvenilip danışılan biri olarak divanın temel direği sayılmıştı. H. 964 yılında emekliliğini istemiştir. Meâricü’n-Nübüvve adlı kitabı Farsçadan Türkçeye tercüme edip Tabakâ- tü’l-Mesâlik fî Derecâti’l-Memâlik adını vermiştir. Ahlâka dair Mevâhibü’l-Hallâk fî Merâtibü’l-Ahlâk adlı başka bir eseri daha vardır. Kanunî Sultan Süleyman ölüp İkinci Selim tahta çıkınca tekrar nişancı olarak görevlendirildi. Bu görevdeyken vefat etti. Gerek Mustafa Paşa ve gerek biraderi Salih Efendi çok bilgili insanlardı. Salih Efendi, Halep ve Mısır kadısı olmuş, azledildikten sonra Şehzade Bayezid bin Süleyman-ı Kanunî emriyle Câmi’ü’l-Hikâyât adlı kitabı Farsçadan Türkçeye tercüme edip Eyüp müderrisi olmuştur. Gözleri kör olunca emekliliğini istemiş sonra da vefat etmiştir. Kardeşine yakın olan evinin mezar için hazırlanan bölümüne gömülmüştür. Vefatına Bursalı Kandî Efendi şu tarih mısraını söylemiştir:
“Kabr-i Sâlih cennet ola yâ İlâh”