İstanbul ve boğaziçi
Bugün, en az ilgi gösterilen tarihlerden biri de, Doğu Roma Devleti tarihidir. Bununla beraber, bunun ka
dar merak edilen ve ibret alınan, bunun kadar dokunaklı ve hüzünlü bir tarihe daha tesadüf edilemez. Orta
çağ boyunca, Bizanslılar gibi büyük savaşlarda bulunmuş, sık sık ihtilâller görmüş, mezhepler arası mücade
lelerle huzursuz ve sıkıntılı dönemler yaşamış hiçbir millet görülmemiştir.
Şarlman devri dışında, beşinci asırdan on birinci asra kadar Avrupa, vahşet ve dehşet içindeyken, Doğu
Roma İmparatorluğu’nda henüz bir medeniyet mevcuttu denilebiliyor. Güzel sanatlarda, eski zamanların es
tetik geleneğini yalnız Rumlar1 muhafaza etmiş ve ilk olarak sekizinci asrın sonunda ve daha sonra on birin
ci asırda batıda, bu sanatın uyanışı ancak onlar sayesinde olmuştur.
On beşinci asrın ortasında, İstanbul’un fethinden sonra İtalya, Bizans’tan göç edenleri himayesine kabul
etmişti. Uygun bir süreden beri Doğu Roma Devleti’nde çöküş belirtileri ortaya çıkmasına rağmen bu yüce
şehir, bazı âlimleri himaye ve muhafaza etmişti. Bunlar, eski edebiyatlarının zengin eserlerini beraberce İtal
ya’ya götürdüler ve eski Yunan dilinin diriltilmesi noktasındaki ilk güzel çalışmaları ortaya koydular. İşte bun
lar sayesinde İtalya kütüphaneleri, Ortaçağ’daki Bizans tarihçilerinin bıraktıkları nadir birçok yazma eseri ka
zanmış oldu.
On yedinci asırda, tarihî araştırma ve incelemelere duyulan zevk ve merak tekrar uyanınca, Ortaçağ ile
Eskiçağ tarihi arasındaki geniş boşluğu doldurmanın çok gerekli olduğu anlaşıldı. Bu uzun süreçte Doğu Ro
ma İmparatorluğu tarihi, temel araştırma ve incelemelerde önemli bir yer tutuyordu. Dolayısıyla, Yunan ve
Lâtin dillerini öğrenmeye çalışan âlimler de, Bizans tarihçi ve vak’anüvislerinin henüz haberdar olamadıkla
rı yazma eserleri aramaya ve bunları Rumca’dan Lâtinceye tercüme etmeye ve yorumlamaya başladılar.
Bazı uzmanlar2 bu büyük ve zahmetli işe katıldılar ve Bizans tarihçileri koleksiyonunun ilk yazarları ol
dular. Bu işe daha sonra, birçok Yunan bilim adamı tarafından devam edilerek 1644-1711 senelerinde adı geçen kitap büyük boy sayfa ve otuz altı cilt olarak Lour şehrinde yayımlandı. Bu bilim adamlarının en tanın
mışı olan Du Cange, birçok yazarın tercümelerinden ayrı ve başlı başına olarak Bizans Tarihi (Historia Byza-
nina) adıyla fevkalâde önemli bir eser ortaya koydu. Bu eser, iki kısma ayrılmıştır. Birinci kısım, Doğu Roma
Devleti’nin kısaca yazılmış tarihinden ve imparatorların şecerelerinden; ikinci kısım ise Hristiyan imparator
lar zamanında İstanbul’un durumundan bahseder.
İşte, bu önemli eserlerin yardımıyladır ki, Lebeau, Bizans Devleti’nin tarihini, Gibbon da, Doğu Roma İm-
paratorluğu’nun çöküş tarihini ve Roma Devleti’nin sona erişini yazabilmiştir.
Saint-Martin tarafından tekrar gözden geçirilip genişletilen Lebeau’nun eseri, Doğu Roma Devleti’nde
meydana gelmiş önemli tarihî olayların tam bir tarifi ve hikâyesidir. Gibbon’un eseri ise, tarihin felsefî ve ahİ lakî yönlerini de araştırır ve inceler. Araştırma ve incelemelere esas olabilecek eldeki bu araçlara rağmen, on bir asırlık hayatında insanlığın istifadesini sağlayacak bir levha demek olan Bizans tarihi, tamamıyla ihmal edilmiş ve yalnız birkaç bilim adamının bilgisi dahilinde kalmıştı. Fakat Yunanistan’ın kuruluşundan bu yana, son yıllarda doğuda cereyan eden olaylar, bütün dikkatleri yine doğuya yöneltti ve eski BizanslIların toplumsal hayatlarını araştırma ve in
celeme isteği Avrupa’da şiddetli bir ilgiye sebep oldu.
Tarihin araştırma ve incelenmesinde, arkeoloji biliminin yardımına ihtiyaç vardır. Bizans zamanında, pek
güzel eserler meydana getirilmiştir. Ayasofya’nın ve başka Bizans mabetlerinin plânları Salzenberg tarafından
büyük bir özenle çizilmiştir ki, bu güzel levhalar sayesinde bu eski mabedin vaktiyle nasıl süslendiği ve bo
yandığı anlaşılabilmiştir.
Charles Teksie’nin Küçük Anadolu’su, Brunet de Presle’nin İstanbul imparatorlarının mezar ve medfenle-
ri hakkındaki mükemmel mektupları, Bizans mimarîsine dair Albert Lenoir’in hatıratı; daha birçok yazarın
eserleri, hayli olayın anlaşılmasını sağlamıştır. Fakat, bu eserlerin hemen hepsi mimarî araştırmalarla ilgilidir.
Ancak, Bizans mimarlarının, Bizans saray ve kiliselerinde kullandıkları süsleme sanatı tarzını ihmal etmemek
şartıyla, İstanbul’da meydana gelmiş olaylara dair Rum tarihçilerinin yazmış oldukları eserleri, daha açık bir
dil ve ifade ile aktararak tarihe büyük bir hizmet sunulmuş olan Labart’tır. Aslında saray ihtilâlleri Bizans Dev
leti tarihinde büyük yer işgal eder. Her asırda, birçok büyük ihtilale rastlanır.
Tarihçiler genellikle, önemli tarihî olayların meydana geldiği yer olarak sarayın bazı kısımları ile civarın
dan bahsediyor. Fakat, bu eserlerde adı geçen yerler hakkındaki bilgisizlikten dolayı, açıklamalar ve anlatı
lan olaylar okuyucular için şüpheli noktalar bırakıyor.
Bunun için, Bizans eserlerini tercüme eden Lâtin yazarlarının kitaplarında amaca ters düşen birtakım ifa
de ve anlatımlara rastlanır ki, bunlar da sadece zikredilen olayların cereyan ettiği yeri bilmemekten meyda
na gelmiş hatalardır.
Eski Roma şehri hakkında yapılanlar, ne yazık ki bütünüyle eski İstanbul hakkında yapılamaz. Esasen, her
gün meydana çıkarılan önemli enkaz ve ayakta kalan eserler sayesinde Roma’nın August zamanındaki hâli
tanımlanabildi. Bu sayede şehrin genel meydanlarındaki eserler ve abideler tamamen tekrar tasvir edilebildi.
Hâlbuki, İstanbul için bu böyle değildir. İmrahor Camii olan St. Jean-de-Studion ile Küçük Ayasofya (Sergius
ve Baküs Manastırı) ve Justinianus tarafından inşa edilen Ayasofya ile Aya İrini, Fenarî İsa (Libys = Mere-de
Dieu-de-Lips) ve Pantokraturos (Zeyrek Kilise Camii) mabetleri ve Tekfur Sarayı, Dikilitaşlar ve Theodosius
Sütunu hariç olmak üzere, Kostantiniye’de kayserlerin on bir asır boyunca meydana getirdikleri o güzel eser
ve binalardan eser kalmam ıştır.
Kostantin tarafından tekrar yapılıp Justinianus’un hemen esasından denilecek derecede yeniden inşa ede
rek ve birçok kayser tarafından da süslenerek, II. Justinianus ile Theophilos ve MakedonyalI Basile zamanla
rında önemli ilâvelerle genişletilen o muhteşem sarayın enkazı bile mahvolmuştur.
Bu sarayın mahvoluşu tarihini, İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethi zamanına atfetmemelidir5. Daha
on birinci asrın ortalarından itibaren bu saray, kayserler tarafından tamamıyla ihmal edilmiştir. Gerçi onun
cu asrın ikinci yarısında Nikiforos6 Fokas tarafından sağlamlaştırılmışsa da, bunu çevreleyen surun genişliği,
iç ayaklanmalar ve düşmanların devletin yıkılışına kadar devam eden aralıksız saldırıları karşısında, canları
nı korumaya mecbur olan kayserler için oldukça emin bir yer teşkil edemiyordu.
Bunun için, Emanuel Comnenos (1143-1180), şehrin kuzey batı tarafının en ucunda, Haliç üzerinde bu
lunan Blacherna Sarayı’nı, fevkalâde bir şekil ve muhteşem bir tarzda yaptırdıktan sonra, hakikî bir kale hâ
line getirdi ve orada ikamet etti. Bununla beraber, Kostantin, sarayını henüz tamamıyla terk etmemiş, Kudüs
i Şerif Kralı Birinci Amauri, Sultan Selahaddin Eyyûbî’ye karşı, Roma Kayseri’nin yardımını talep etmek üze
re Kostantiniye’ye geldiği zaman onu (1170) konuğunu Kostantin Sarayı’nda7 kabul etmiş; fakat bu sarayda
birkaç gün ikametten sonra misafiri ile birlikte yine Blacherna Sarayı’na geçmişti.
O zamanın tarihçilerinden Tudelalı Benjamin,8 İstanbul’u tarif ederken Kostantin Sarayı’ndan artık bah
setmiyor. Yalnız, Blacherna Sarayı’nı zikrederek oranın muhteşem sütunlarını, süsleme tarzını tarif ediyor.
Muhtemelen eski saraydaki eserler ve süs eşyaları, daha önce, kısmen Ortaçağ’ın bu kalesine (Blacherna Sa-
rayı’na) nakledilmek üzere oradan alınmıştır.
Kudüs Kralı Amauri’nin İstanbul’u ziyaretinden otuz üç yıl sonra, Fransız ve Venedik haçlıları İstanbul’a
geldikleri zaman (1203), Kostantin Sarayı, artık imparatorların ikametgâhı değildi; hapishaneden çıkarılan Isa
ac, Blacherna Şatosu’na götürülmüştü. Cals Şerir tekrar hükümdar olduğundan dolayı kendisini tebrike ve oğ
lu Alexios zamanında imzalanan antlaşma hükümlerinin uygulanması talebine gelen haçlı delegeleri, Isaac’ı
Şerir hükümdar olduğu hâlde bu sarayda görüşmüşlerdi.
Birkaç ay sonra, 1204 senesi Martında, Haçlılar hücum edip İstanbul’u zaptederek Flandre Dükası Ba-
udouin’i imparator ilân ettikleri zaman Isaac, Bukoleon Sarayı’na gelmişti. Bununla beraber, anlaşıldığına gö
re Fransız imparatorları bazen Pantokraturos9 Manastırı’nda oturmuşlardır.
İmparator Sekizinci Michel Paleologos’un komutanı, İstanbul’u Lâtinlerden geri aldığı zaman (1261)
Kostantiniye’deki son Lâtin imparatoru olan İkinci Baudouin (1237-1261), Blacherna Şatosu’nda oturuyordu.
Bununla beraber, o tarihte eski Kostantin Sarayı henüz mevcut ve sağlamdı. Hatta, Baudouin denize daha ya
kın olmak ve kolay kaçabilmek için Blacherna’dan Kostantin Sarayı’na çekilmişti.
Michel Paleologos10 İznik’ten İstanbul’a döndüğü zaman, Kostantin’in sarayına (SultanAhmed’teki) götü
rülmüştü. Çünkü, Pahimere’in söylediğine bakılırsa, Blacherna Sarayı Baudouin zamanında mutfak, duman
ve islerin tesiriyle simsiyah olmuş, berbat ve dolayısıyla iç tarafında oturulmaz bir hâle gelmişti.
Böyle olmakla beraber çok geçmeden Blacherna, kayserlerin yine ikametgâhı olmuştu. Kantakuzenos11,
ordusuyla İstanbul’a girip hükümetin emrine girdiği zaman (1347), Birinci loannes Paleologos ile annesi İm-
paratoriçe Anna bu sarayda oturuyorlardı. Yeni kayserin taç giydirme töreni Blacherna Sarayı’nın kilisesinde
icra edilmişti. Hiç şüphe yok ki Kostantin’in eski sarayı terk edilerek yeni yapılan saraylara malzeme yetiştir
mek üzere yavaş yavaş yıkılmıştı.
Floransalı Christof Bondelmonti, bu olayların meydana geldiği tarihten yetmiş beş yıl sonra (1322) ve İs
tanbul’un Fatih Sultan Mehmed tarafından fethinden otuz yıldan fazla bir zaman önce burayı ziyaret ettiğin
de, bu saraydan artık hiçbir şey kalmamıştı.
Eski İstanbul’a dair önemli bir eseri bulunan Pierre Gilles12, Kostantiniye’yi ziyaretinde (1550), yani Os
manlIların bu beldeyi başşehir yaptıkları tarihten tahminen yüz yıl sonra, Kostantin’in eski sarayından hiçbir
iz bulamamıştı. Bu kişi, yalnız Atmeydanı’nda (Hipodrom) kalan eserleri zikrettikten sonra, İmparatorluk Sa-
rayı’nın, denize kadar uzanan arazide kurulmuş olduğunu ilâve ederek ve bu sarayın kurulmuş olduğu birin
ci bölgenin sınırlarını tayin etmenin zor olduğunu ifadeyle burada vaktiyle mevcut olan eserlerden hiçbir şey
kalmamış olduğunu ileri sürüyordu.
Bizans İmparatorlarının oturdukları saray hakkında Labart’ın ilk kez 1861 yılında yayımlayıp, uzun süre
ilgi gören eseri, birçok bilim adamının dikkatini çekerek, bu konudaki araştırma ve incelemelere zemin ve
vesile teşkil etmiştir. İstanbul’un büyük sarayı, asırlarca hükümdarlık merkezi olmuş ve Kitâbü’l-Merâsim’de
ayrıntıları ile anlatıldığı gibi, şaşaa ve debdebe hep bu merkezden yayılmıştır. Sanat ve ihtişamın eşi benzeri
olmayan bütün parlaklığı bu şaşaalı, debdebeli merkezde yıllarca hüküm süren ve yüksek bir anlayışla tertip
edilmiş olan görkemli ve tantanalı merasimler, Konstantin Porphirogenete’nin kendi sözleriyle, “Padişahı, kâi
nat nazarında daha güzel ve daha hayret ve şaşkınlık verici bir hâle getirirdi.1**” Zikredilen hükümdar-tarih-
çinin dediği gibi, adı geçen saray hakkındaki araştırmalar “bazılarınca gereksiz ve yararsız gibi görülebilirse
de aslında, temel bir önemi vardır.
Bizans’ın tarih, medeniyet ve sanatında saray hayatının çok önemli bir yeri vardır. O zamandan kalma
manzume ve destanlardan, kayıt altına alınmış her türlü iş ve hareketlerden, müzakere tutanaklarından Bi
zanslIların, Basile’in, yani imparatorun şahsına, kudret ve azametine ne derece önem verdikleri açıkça bel
li olur.
Alaylarda, resmî kabul ve ziyafetlerde, dinî görevliler, mülkiye ve askeriyenin derece ve rütbelerine göre
teşrifatı usulü gerçekten görülmeye değerdi.
Mozayiklerle, değerli kumaşlarla, göz kamaştıran kıymetli taşlarla, gümüş ve altınlarla süslenmiş olan bu
sarayda, doğu Hristiyan sanatlarının hayret verici yepyeni güzellikleri göze çarpardı. Bizans’ın bu şaşaalı ke
siminde – bugün tamamıyla ortadan kalkmış olan göz alıcı parlaklığı, âhlak ve âdetleri, resmî giysilerin şaşa
asını – düşüncede ve hayalde diriltmek için Kitâbü’l-Merâsim’i dikkatle okumalıdır. Bu sebeple, Ebersolt’un
bu hususta büyük bir gayret ve zor bir işe kapılmış olmasına hayret etmemelidir. Bu adamın en büyük mezi
yeti, saray imparatoru hakkında birçok bilinmeyen noktayı açığa çıkarmak, kesin bilgiler edinmek ve zaman
zaman yaptığı keşifler sebebiyle öncekilerden hiçbirine nasip olmayan birtakım belgeler elde etmeyi başar
mış olmaktır. Bunun yanında, Ebersolt, İstanbul imparatorlarının ikametgâhını ihya ederken, esas mesaîsine
bir prensip de getirmiştir ki o da, tarihî olayların kronolojisine riayet etmektir. İşte bu yeni metot sayesinde
Ebersolt, asırlar içerisinde çoğaltılarak ve genişletilerek meydana getirilen Saray-ı Mukaddes’in yapılış tarih
leri bakımından çeşitli binalarını inceleme ve sınıflandırma imkânı bulmuş; bu sayede eserler yazabilmiş ve
daha önceki yazarların anlaşılmazlık ve bilinmezliği içinde apaçık ve sağlam bir şekilde çizilmiş bir yol ta
kip edebilmiştir. Şüphe yoktur ki, günün birinde yapılacak kazıları umutla beklemek, bugün tarihî eser ola
rak ayakta kalmayan herhangi bir abidenin diriltilmesi noktasında, tahminler ve varsayımların yeterli olduğu
nu hatırdan çıkarmamak gerekir.
Ebersolt’un, eski İlmî eserleri inceleyerek elde ettiği sonuçları bir dereceye kadar özetleyen La-
bart’ın büyük sarayı ihya eden plânı incelenirse apaçık bir değerlendirme ve memnuniyet verici şu ih
ya keyfiyetinde, tahminlerinde ve takdirlerinde – genel çizgileri itibarıyla hakikate daha çok yaklaş
tığı görülüyor.
Bizans eserlerini araştırıp inceleyenler için bu temel bir hizmettir. Bu hizmetin faydalarını, kazandırdıkla
rını, inceleme ve araştırmadaki zorlukların derecesini takdir edenler, bu hizmetten dolayı kendisine şükran
borçlu olsalar yeri vardır.
Kitâbü’l-Merâsim’i okumuş olanlar, bunun anlaşılması ne kadar zor ve bundan dolayı değerlendirilmesi
nin ne kadar zahmetli olduğunu itiraf ederler. Ebersolt, bu muğlak kitap içinde yine faydalanılabilecek bazı
esaslar bel irtebilmiştir.
Özetle, adı geçen kişinin eseri, Kitâbü’l-Merâsim’i15 okumak isteyenler için bir rehber görevi görür.
Eski, büyük yazar ve tarihçilerden Theophilos16, Kostantin Porphirogenete17 Acominatus18, Zonaras19,
Georgios Pahimere20, Phrantzes21, Michel Ducas22, Codinus23, Kantakuzenos2^, Du Cange25, Müller, Mich-
lozic, Georgie Dolfin, Sathas, Bandori İstanbul hakkında önemli eserler yazmışlardır. Bunların hepsi Avrupa
kütüphanelerinde ve Müze-i Hümayun Kütüphanesi’nde bulunmaktadır.
İstanbul’un ve diğer bazı doğu şehirlerinin çeşitli görünüşlerine dair haritalı atlas tarzında eser yayımla
yanlar arasında Grelot’un26 1 680 yılında Fransa kralına sunduğu İstanbul Seyahatine Dair Yeni Hatıralar ad
lı eserindeki manzara ve resimlerin görünüşünden de anlaşıldığı gibi, eski Osmanlı İstanbul’u gerek binaları
ve gerekse manzaraları ile bugünkü hâlinden çok daha çekiciydi.
Hammer’in Kostantiniye ve Boğaziçi27 başlığıyla 1822’de iki cilt olarak yayımladığı eser de değerli ve fay
dalı bir araştırmadır.
Fransa’nın İstanbul’da otuz dördüncü elçisi olan, Topçu Mirlivalarından Kont Andreossy28, Kostantiniye
ve Boğaziçi adı altında 1812-1826 yıllarında, İstanbul’da meydana gelen olaylara; saray ve Bâbıâli’deki
olaylara ve teşrifat merasimine; Divan-ı Hümayun’a, İstanbul’un ekonomik, sanatsal ve toplumsal hayatına;
Boğaz’m görünüş ve meydana gelişine dair eskilerin ve sonrakilerin fikir ve değerlendirmelerine; bentlere, su
yollarına, su hâzinelerine ve bunlarla ilgili emir ve fermanlara; kısacası İstanbul’umuzun hayatı, özel ve res
mî ilişkileri, ve çeşitli konularına dair belgeler içeren önemli bir eser yayımlamıştır (1228). İstanbul patrikle
rinden Kostantinus da İstanbul hakkında Rumca kısa bir kitap yazmış ve bu kitap Kostantiniad adıyla 1846’da
Fransızcaya ve Bâb-ı Vala-yı Seraskerî Tercüme Odası çalışanlarından Rum Ligotti Alkon’un oğlu Yorgaki Pe-
terpolu Efendi tarafından da düzgün ve akıcı bir üslûpla Türkçeye çevrilmiştir. Adı geçen kişi, kitabın girişin
de kendi hakkında “abd-i zayıf u ahkar, bendegân-ı Devlet-i Aliyyeden …” ve müellif hakkında da: “Esbak
Rum milleti patriki ve fazi u irfanı cihetiyle akranının sebeb-i müfâhareti olan Kostandius” tabirlerini kullanı
yor. Eserin, müellif hattıyla yazılmış olan Türkçe nüshasını Keçecizade Reşat Fuat Beyefendi’nin kütüphane
sinde gördüm.
Viyana’da sergilenen eserlerin Osmanlı sanat eserleri bölümüne bakmak üzere kurulan komisyonun baş
kanı ve Nafia Nazırı Raşid Paşa’nın emriyle o tarihte Müze-i Hümayun müdürlüğünde bulunan Doktor Det-
hier 1873’te Bosphore ve Kostantiniye2? adında, şehrimizin tarihî oluşumu, eski eser ve müesseseleri ile meş
hur Osmanlı abideleri hakkında oldukça kısa bir eser yazmış ve Rum Cemiyyet-i Edebiyyesi üyelerinden Ka
ra Theodori ile Demetriadis Efendiler tarafından 1881 ‘de İstanbul’da yayımlanan İstanbul’un Kara Tarafında
ki Surlarının Arkeoloji Plânı başlıklı eseri de, ayrıntılı bir plânda resmedilmiş olarak basılmıştır.
Miladî on sekizinci asır İstanbul’unun plrcanını gösteren ve Londra Müzesi’nde saklanan bir plân da ince
lemeye değerdir. Bu plânı müzedeki aslından bir kopyasını çıkararak basan Suter isminde bir kişidir.3°
Çoğunluğu tarihî olaylardan bahseden adı geçen eserlerin yazarlarının emek ve çalışması övgüye lâyık ol
makla beraber, özellikle eski eser ilminin zamanımızda kazanmış olduğu önem, bilimsel bir şekil alarak ba
tılı büyük bilim kurumlarının önemli bilim adamları gözünde eşsiz bir yer kazanmış olması ve düşüncenin
terbiyesi ve özellikle uluslararası bilgi yakınlaşmasının kurulması noktasında aşikâr olan öneminden dolayı
adı geçen eserler, eski eser araştırmacısı birçok alim için düşüncenin aydınlanmasına yeterli görülmüyor. Bu
gün, eski eserler araştırmalar birçok ilmin yardımına muhtaçtır.
Bir memleketin tarihî müesseselerini sadece anmak, eski eser âlimlerinden beklenen faydaları sağlamaz.
Bu gerçeğe istinaden, son zamanlarda eski eser uzmanları, özellikle Bizans tarihi uzmanları, İstanbul’un es
ki toplumsal hayatına ve tarihî dönemlerine ait oldukça detaylı incelemelerde bulunarak kıymetli eserler mey
dana getirmişlerdir.
İstanbul’daki imparatorluk sarayı ve müştemilâtıyla ilgili ilk incelemede bulunan ve eser yayımlayan La-
bart’tır (1861) ki, bu kişinin hükümdarlık sarayı ve civarındaki daireler ve binalar, bu noktada Ayasofya ma
bediyle Augusteon ve At Meydanları’na dair Kostantiniye’nin Büyük İmparatorluk Sarayı ve Civarı adlı eseri,
birçok kez eski eser âlimlerine dayanak noktası olmuştur.
Bu konuda ilk olma şerefin Labart’dan sonra, Doktor Mordtmann milâdî 1892 tarihinde Kostantiniye’nin
Topografi Taslağı3i adlı dikkate değer bir eser kaleme almıştır. Bazı eleştirilere uğramakla beraber bu eser, İs
tanbul’un tarihî topografyası noktasında birçok değerli bilgi içermektedir.
İstanbul Fransız Başkonsolosu ve buradaki Rum Cemiyyet-i Edebiyyesi üyelerinden M. A. Belin’in32 İs
tanbul’da Lâtinliğin Tarihi adıyla 1893’te, Paris’te yayımladığı eser, ta Bizanslılar zamanından beri,
Kostantiniye’de yaşayan Lâtin kavimleri hakkında – Eser, sahibinden önceki yazarların beyânlarına, rivayet
lerine ve belgelerine dayanmaktadır – birçok önemli ve şehrimizin eski topografik durumu itibarıyla değer
lendirilmesi gereken ayrıntıları içermektedir.
Parmantier’in, Albüm Tarihi adı altında 1897’de yayımladığı kitapların Ortaçağ’dan bahseden birinci ve
ikinci ciltlerinde, birçok kavmin yanı sıra Araplarla Bizanslıların, Rusların, Türklerin dördüncü asırlardaki top
lumsal hayatlarına, sanatsal ve edebî müesseselerine ait belgelere dayanan kıymetli bilgiler yer aldığı gibi,
1907 yılında Jean Gottwald’in Galata Surları ve Doktor Mordtmann’ın Boğaziçi’nin Tarihî Resimleri ve mer
hum Müşir Golç Paşa’nın İstanbul adlarındaki Almanca eserleri faydalı çalışmalardandır.
Fransa M aarif Nezareti tarafından İstanbul’a getirilip buradaki eski eserlere ve abidelere dair bilim sel in
celem elerde bulunan heyetin, incelem e sonucunu içeren, İstanbul M uhipleri Cem iyeti üyelerinden Jean Eber-
solt 1909’da İstanbul’un Topografyası ve Âsâr ve Âbidâtı Hakkında Tedkikat adıyla33 ve 1910 tarihinde de
Kostantiniye’nin Saray-ı Kebîri ve Kitâbü’l-M erâsim ve İstanbul’un Ayasofyası; Angelo Zanotti, İstanbul Sur
ları Etrafında (Autour des M urs de Constantinople) başlığıyla 1 91 1’de Paris’te önem li eserler yayım lam ışlar
dır. Zanotti’nin eserinde, İstanbul’un, özellikle M arm ara sahilindeki bazı binalar ve eski önem li yerleriyle il
gili eski bilim sel eserler açısından oldukça önem li bilgiler vardır. Yazar eserinde, eski yazar ve tarihçilerin ifa
delerini, düşüncelerini ve değerlendirm elerini inceleyerek ve birtakım mantıklı deliller gösterip, ispat ederek
sonuca ulaşm aya çalışm ıştır.
Konstantiniye’nin Saray-ı Kebîri ve Kitâbü’l-M erâsim , topografik ve arkeolojik incelem eler açısından
önem li bir eserdir. Ö zellikle, Bizans tarihinde çok önem li siyasî ve sosyal yeri olan Kayser Sarayı’na ve Bi
zanslIların adap ve görgülerine, merasim ve protokol usullerine, o tarihteki m illî ve dinî m üesseselerine, özet
le Bizans’ın genel ve özel hayatına dair gerçekten dikkate değer ve her yönden faydalı konu ve kaynakları
içeren eser, bizler için incelenm eye lâyık eserlerdendir. Pek çok konuda BizanslIlarla bizim aram ızdaki dav
ranış ve görgü birlikteliği ve protokol tarzları yönünden bu önem li eserin dilim ize tercüm e ettirilmesini M aa
rif Nezaretinden beklem ekteyiz.
Ö zetle, Bizans’ın o tarihlerdeki sosyal ve siyasî hayatı hakkında doğru düşünce elde etmek isteyenlerin
Ebersolt’un bu eserini incelem elerini faydalı bulm aktayım.
Yine 1910 yılında, Paris Edebiyat Fakültesi hocalarından Charles D iehl, Bizans güzel sanatlarına dair ya
yım ladığı resim li bir eserinde34 çeşitli zam anlardaki Bizans güzel sanatlarına ve İstanbul, Trabzon, Selânik,
A ynaroz gibi eski doğu şehirlerindeki sanatlara ve bilhassa İtalya’da gelişen eski Yunan sanatına ve bu nok
tada Justinianus devrindeki büyük eserlere, özetle Bizanslılar zam anındaki dinî ve sivil m im arî tarzına, çeşit
li usullerde boyam a ve resme, m ozaiklere, dokum alara, m adenlere ve çeşitli taşlar üzerine yapılan oym a ve
heykeltıraş işlerine, el yazılarına, süslem e tarzına, heykeltıraşlığa, ikonograflığa, altın ve güm üş kapkacak
üzerine m ine işlem eciliği tarzına, cam ve cam benzeri taş işlem eciliğine ve on üçüncü asırdan on altıncı as
ra kadar Bizans güzel sanatları üzerinde yabancı tesirin ne derece ve ne tür olduğuna ve doğu etkisinin sona
erm esine dair pek önem li ve cidden yararlı bilgiler verilmiştir. Cornelius Gurlitt35 tarafından da İstanbul sur
larının eski hâline ve cam i, türbe, medrese, han, çarşı ve pazarlarla, eski evlerin resim ve plânlarına dair, kıy
metli resim ve levhalardan oluşan büyük ebatta iki cilt üzerine bir albüm ü de günüm üz insanının yararına su
nulm aktadır (1912). Bu önem li eserde, surların eski hâli -bazen kurgu ve hayalî olsa bile yine de görülm eye
değer çizim lerdendir.
Ö zellikle, cam ilerim izin, bazı büyük ve önemli medreselerim izin, hanlarım ızın resim ve plânları, büyük bir
onur ve gurur duygusuyla seyredilm eye ve incelenm eye lâyıktır. Erdemli kalemlerin itiraf ve tasdik ettiği üzere,
O sm anlı Türklerinin ilim ve medeniyet sahasında meydana getirdikleri sayısız eserlerin ve abidelerin önem li bir
kısmını olsun, bu şekilde takdire sunan bilgin insanlara, yayım larından dolayı teşekkürün borç olduğunu söy
lem ekle beraber, kendi m edeniyetim izi kendi kalem im izle dünya bilginlerine tanıtmak konusundaki acizlik ve
uyuşukluğu utanarak, aydınlarım ız adına büyük bir eksiklik saymaktan çekinm em . Dünyada ilmin, erdemin,
medeniyetin milliyeti olam ayacağı için, bu gibi uzmanların çalışm aları her zam an övgüye lâyıktır.
1914 yılında M eyers’in36 Balkan ve İstanbul adlı eserinde de şehrim ize ait oldukça yararlı bilgiler vardır.
Bizde, İstanbul’a dair yazılan Türkçe eserler37 içinde, bazı hata ve abartmaları ile beraber Evliya Çelebi Seyahatnamesi değerli ve ders alınacak bilgilerle doludur. Özellikle, geçmiş dönemlerdeki toplumsal hayatı
mıza dair verdiği ayrıntı, diğer hiçbir eserimizde kayıtlı değildir. Bazılarımızın alaylı gülüşlerle okudukları bu
eseri, bazı Avrupa dillerine tercüme edenler elbette, kıymetini bilmektedirler.
Sultan Ü çü n cü Selim Han olayında, Büyükdere’de kaçarken katledilen Reisü’l-küttâb Raif Efendi’nin M u
savver Kitab’ında, H adîkatü’l-cevâm i’ ile Mir’at-ı İstanbul, Tarihnam e-i İstanbul’da38, Feth-i Kostantiniye ve
Tarif-i Ayasofya’da da, şehrim ize dair bir hayli ayrıntılı bilgi bulunm aktadır. Ö zellikle, Feth-i Kostantiniye ve
Ta’rîf-i Ayasofya’da hücum hazırlıklarına, İstanbul’un fethine, İslâm askerinin şehre girişine, Ayasofya’ya ve
diğer yönlerine dair epeyce kıymetli bilgi vardır.
Bu eserlerin ne büyük çabalarla, ne yorgunluk veren incelemelerle meydana getirildiğini itiraf ve kabul
etmekle, övgüyle karşılamakla beraber, demin ifade ettiğim gibi, eski eser ilminin bugünkü geniş anlamı ve
kapsadığı alan ve önemi dikkate alınırsa, adı geçen eserlerin bu açıdan yetersiz kaldığı anlaşılır.
Şehrim izin eski devirlerinden ve çeşitli tarihî aşam alarından bahsetm esi itibarıyla dikkate alınm ası ve in
celenm esi gereken son dönem lerde yazılan eserler içinde Askerî M ü ze M üdürü em ekli bölük komutanı
M uhtar Paşa H azretleri’nin Feth-i Celîl-i Kostantiniye’si, Kadıköy Belediye Dairesi eski m üdürü ve Eski Eser
leri Korum a Encüm eni d aim î üyelerinden Celâl Es’ad Bey’in Eski İstanbul ve Eski G alata’sı büyük bir çab a
nın ürünüdür.
İstanbul’un eski devirleri ile O sm anlı eserleri ve abideleri hakkında yıllardan beri incelem e ve yazım da
bulunuyorum . Bu hususta araştırma yapanların kabul ettikleri gibi, uzun süren ve yorgunluk veren bir çalış
m anın ürünü olan bu eserim e başlarken Kostantiniad’ı39 temel alm ışsam da, araştırma ilerledikçe, bunun ye
tersizliği anlaşıldığından, Fransızca, Rum ca ve A lm anca bazı eserleri gerek doğrudan doğruya incelem ek ve
gerek önem li m adde ve bölüm leri tercüm e ettirmek suretiyle kitabımı genişlettim.
Osmanlı devrine ait bazı sanat eserlerine ve Boğaziçi’nin lacivert renkli sahillerine bir zamanlar hoş göl
geler veren eski binalar hakkında İngilizce yazılmış resimli eserlerden^0 yararlandım. İstanbul’un topografya
noktasından tarihini, eski durumunu araştırmak için de Mordtmann, Ebersolt ve Labart’ın eserlerini özellikle
inceledim.
Bin beş yüz küsur yıllık varlığı esnasında geçirdiği büyük, ibretli ve üzüntü veren değişikliklerden, sık sık
meydana gelen depremler ve özellikle yangınlardan dolayı gözle görülen hâzinesinden ancak pek küçük bir
kısmını saklayabilmiş olan bir şehirde, eskiden yazılmış eserlerin mükemmelliğine rağmen, geriye kalanlar
dan doyurucu sonuçlar almak ne kadar zor ve belki de imkânsız olduğunu uzmanlar kabul ve itiraf ederler.
Şurası da dikkatlerden uzak tutulmamalıdır ki, bugün kalıntıları kalmayan veya pek önemsiz kalıntıları var
olan eski binalar hakkında ne kadar inceleme ortaya konulmuş, ne derece mantıklı ve mukayeseli fikirler yü
rütülmüş olsa da – yazarların çoğunluğunun tasdik ve kabul ettikleri üzere – çoğunlukla tahminler ve varsa
yımlar dairesini geçemiyor. Bu gibi problemlerde kesin bir hüküm vermenin tarih nazarındaki ağır sorumlu
luğunu ise tekrar ifade de ve açıklamanın gereği yoktur.
Yer yer güzelliklerin, bölge bölge eşi ve benzeri olmayan mükemmel ve yeni şeylerin beşiği olan İstan
bul, ta ilk çağlardan son çağlara kadar cihanın belki en bayındır bir beldesi olup, taşına, toprağına varıncaya
kadar her yönden incelenmeye lâyıktır. İstanbul hakkında önce ve sonra yazılmış eserlerin sayısı ve kıymeti,
bu şehrin gönlü cezbeden tarihine dünyaca verilen öneminin derecesini gösterir.
Ö zellik le, daha önceki yazarlarım ızın m eydana getirdikleri büyük ebedî eserler, irfan denizim izi ve m e
deniyetim izi dolduracak, süsleyecek derecede bol ve kıym etlidir.
Hâlâ geçerli olan eserlere dayanarak abartısız söyleyebilirim ki, büyük fetihle başlayan yeni İstanbul’da
atalarımızın bıraktığı eserlerin kıymet ve mahiyetlerini sefil ve art niyetli kalemler inkâra çalışsalar bile, tari
hin sayfalarına geçen bu sanat eserlerini oradan silemezler…