CİHÂD; insanların İslâmiyeti işitmeleri, Müslüman olmakla şereflenmeleri, yâni İslâmiyeti yaymak, yâhut Müslümanların dînine, vatanına, nâmusuna saldıran düşmanları kovmak için yapılan harp, savaş. Lügatte söz ve fiille bir iş için bütün kuvvetini sarf etmek demektir. Cihâd edene “mücâhid”, cihaddan sağ olarak dönene “gâzî” denir. Ölen şe- hid olup, âhirette yüksek derecelere kavuşur. Cihâd zamâna ve şartlara göre değişir. Düşmana karşı silâhla olduğu gibi, mal, söz, fikir, gazete, dergi gibi basın-yayın ve daha başka vâsıtalarla da yapılır. Cihâd, Kur’ân-ı kerîmde pekçok âyet-i kerîme (Nisâ 95; Enfal 72; Tevbe 19, 20,41; Hac 78; Hu- curât 15) ve hadîs-i şerifle Müslümanlara emredilmiştir.
îlk Müslümanlar (Eshâb-ı kirâm), bu emirlere uyarak ordular tertib edip Asya, Afrika ve Anadolu’ya seferlere çıktılar. Gittikleri yerlerdeki insanlara İslâm dînini tebliğ ettiler. Kabûl edenler, bozuk inançlarını bırakarak hak din olan İslâ- miyete kavuştu. Kabul etmeyenler İslâm idâresi altında, cizye vermek sûretiyle, emniyet, adâlet ve huzûr içinde kendi inanç ve ibâdetleriyle başbaşa kaldılar ve hayatlarını öyle sürdürdüler. Daha sonra gelen İslâm devletleri de İslâmiyeti dünyânın dört bir tarafındaki insanlara ulaştırmak, haber vermek; kendilerine ve vatanlarına saldıran Müslüman olmayan kuvvetlere karşı koymak için cihâd yapmışlardır. Bunlar arasında bütün Kuzey Afrika’yı baştanbaşa geçtikten sonra atını önüne çıkan Okyanus sularına sürüp; “Yâ Rabbî! Eğer önüme bu deniz çıkmasaydı, senin adını daha ötelere götürürdüm!” (Abdurrahmân el-Gâfıkî) diyenler, Malazgirt Ovasında alnını secdeye koyup; “Yâ Rabbî! Senin rızân için savaşıyorum, niyetim hâlistir. Bana yardım et, niyetim hâlis değilse beni kahret!” (Alparslan Gâzi) diyerek yalvaranlar, Haçlı ordularına yaklaşık iki asır yılmadan karşı koyanlar (Selçuklular ve Eyyûbîler) ve kendilerini İslâmiyeti müdâfaa ve yaymakla vazîfelendi- renler (Osmanlılar) ve daha niceleri çıkmıştır. İslâm dîninde cihâddan maksad insanlara iyilik etmektir. Onlara Hak dîni haber vererek âhirette ebedî azaptan kurtulmalarını ve ebedî saâdetleri- ni temin etmektir. Yoksa onların canlarına, mallarına, mülklerine, ırz ve namuslarına ve sâhib oldukları diğer varlıklarına kasdetmek, göz dikmek değildir. İslâm dîninde cihâda ait hükümlerin hepsinde asıl maksad açıkça ifâde edilir. Bu maksadın hâsıl olması için lüzumlu hâl, şart, vâsıta ve öteki hususlar da, âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve dînin diğer kaynaklarına dayandırılarak teferruatlı olarak îzâh edilir. Bunların bir kısmı cihâdın ehemmiyeti ve kıymeti, bir kısmı da uyulması şart olan hususları beyân eder. Bu kaynaklarda belirtildiği gibi silahla cihâdı hükümet yapar. Milleti sulh zamânında cihâda hazırlamak, yetiştirmek hükümetin vazifesidir.
Müslümanların cihâd yapması, cihâd sevâbına kavuşması, hükümetin cihâd yapmak veya cihâda hazırlanmak için yaptığı dâvete, çağrıya ve kuman* danlann emirlerine itâat etmesi, askerlik vazifesini yapması demektir. Hükümetin izni ve kumandanının emri olmadan herkesin başkasına saldırması, cihâd olmaz. Çapulculuk, eşkıyâlık olur. Bu ise İslâmiyette büyük günahtır. Cihâda katılmak farz-ı kifâyedir. Müslümanların bir kısmı bu farzı yerine getirince diğerlerinden düşer, herkes katılmadıkları için günahkâr olmazlar. Düşman, bir İslâm beldesine (ülkesine) hücûm eder umûmî (genel) seferberlik (harp) îlan edilirse, eli silâh tutan herkesin savaşa iştirak etmesi farz-ı ayn olur. Cihâda beden ile iştirâk edemeyenlerin mal ve duâ ile iştirâk etmeleri lâzımdır. Çünkü, duâ ordusu gazâ ordusunun (savaşan askerlerin) rûhu gibidir, denilmiştir. İlimle, yazı ve her türlü neşriyatla, propagandayla cihâd etmek, yâni İslâmiyeti insanlara duyurmak ise, her zaman yapılır ve kıyâmete kadar terk edilmez. Cihâdın cihâd olması ve cihâd yapanların vâ- dedilen fazîlet ve üstünlüklere kavuşabilmesi için yapılan işlerin yalnız Allahü teâlânın makbûlü olması lâzımdır. Bu ise İslâmiyetin cihâd ile ilgili hüküm ve emirlerine tam uymakla temin edilir. İslâm hukûku (fıkıh ve fetvâ) kitaplarında cihâdla ilgili hükümler, cihâdın ehemmiyeti ve fazîleti geniş olarak bildirilmiştir. Meselâ, her türlü işkence, zulüm, kadın ve çocukların, yaşlıların, savaşçı olmayan çiftçi ve köylülerin öldürülmesi, yapılan antlaşmalara aykırı hareket edilmesi yasaklanmıştır. Düşmanla karşılaşınca, önce Müslüman olmaya çağrılmaları, kabul etmezlerse cizye vermelerinin teklif edilmesi, onu da kabul etmezlerse o zaman savaşılması emredilmiştir. Ayrıca bir^de Cihâd-ı Ekber (Büyük Cihâd) vardır.
Peygamber efendimiz bir harpten döndüklerinde; “Küçük cihâddan döndük, cihâd-ı ekbere (büyük cihâda) geldik.” buyurmuştur. Bu cihâd, insanın kendisi yâni anâsır-ı erbea (dört temel madde) denilen su, ateş, toprak ve havadan meydana gelen bedeninin arzu ve isteklerine uymayıp, İslâmiyetin emirlerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak husûsundaki gayretine denir. Bu cihâd bir ömür boyu sürer. Bu insanın, Müslüman olduktan sonra vücûdunda, bedeninde mevcut çeşitli unsurları ve bunlardan doğan şehvet, hırs, kibir, gazap (gadap) gibi hisleri ile bu hislerin değişik tezâhür- lerini (görünüşlerini) İslâmiyete uydurmak ve İslâmiyetin hükmü altına sokmak için yapılır.