DONANMA-YI HÜMÂYÛN; Osmanlı deniz
kuvvetleri. Medeniyet dünyâsına eski ve târihî
hayâtiyetini veren, Akdeniz’e hâkimiyet cihângirlik
dâvâsmın başlıca unsurlarından biriydi. Roma’nın
bu denize hâkimiyeti, onun cihângirlik vasıflarındandı.
Bu sebeple onlar Akdeniz’e Mare
Nostrum (Bizim deniz) diyorlardı. Şarkî Roma
(Bizans) İmparatorluğu da İslâmiyetin zuhûruna
kadar bu hâkimiyeti elinde tuttu. Görülen lüzum
üzerine hazret-i Muâviye’den îtibâren Müslümanlar
süratle denizciliğe başladılar. Az zamanda Akdeniz
hâkimiyetini ele geçirdiler ve bir kısım kuzey
sâhilleri müstesnâ, bütün kıyılarına hâkim oldular.
Müslümanların fetihleri ve medeniyetleri gibi Akdeniz’e
hâkimiyetleri de o derece kuvvetli olmuş
ve asırlarca sürmüştür.
Ancak 12 ve 13. yüzyıllarda vukûbulan Haçlı
saldırıları donanma faaliyetlerinin uzun süre
aksamasına sebeb oldu.On üçüncü ve on dördüncü asırlarda Mısır-Suriye
Türk Memlûkleri, Akdeniz’in doğusunda ancak
mevzî bir kudrette deniz kuvvetine sâhip bulunuyorlardı.
Bununla berâber Türkler, Anadolu’ya
gelişlerinden bir müddet sonra denizlere hâkim
olmanın lüzûmunu duydular. İlk teşebbüse, İzmir’de
küçük bir devlet kuran Çaka Bey tarafından
girişildi. Çaka Bey, büyük bir gayretle vücûda getirdiği
donanmayla adaları zaptetti ve İstanbul
muhâsarasına hazırlandı. İlk Türkiye Selçuklu
Sultanı Süleymân Şahın ölümünden sonra İznik
Türk beyleri de Marmara’da Bizans’a karşı bir donanma
inşâsına başladılar. Fakat imparatorun deniz
kuvvetleri bu tesisleri tahrib etti. Türkiye Selçukluları
ancak 13. asır başlarında Akdeniz’de
Antalya ve Alâiye, Karadeniz’de ise Sinop ve Samsun
limanlarında tersâne kurup, donanmalar ortaya
koydular. Daha sonra Karadeniz’de Sinop beyleri,
Adalar (Ege) Denizinde Aydınoğulları ve Karesioğulları,
Akdeniz’de Antalya beyleri denizcilikte
bir hayli ilerlediler. Bilhassa Aydınoğulları deniz
gazâ ve seferleriyle adaları ve sâhilleri hâkimiyetleri
altına aldılar.
Osmanlı Devletinin ilk zamanlarında İzmit,
Gemlik taraflarının ve daha sonra Karesi ilinin elde
edilmesi OsmanlIları tabiî olarak denizle alâkadar
etti. Nitekim Karesi Beyliği gemilerinden
de istifâde edilerek Rumeli’ye geçildikten sonra,
1390 yılında Gelibolu’da ehemmiyetli bir tersâne
vücûda getirildi. Bu ilk devirler Osmanlı denizciliğinin
acemilik zamânı olup, denizde pek
kuvvetli ve mâhir olan Venediklilerle boy ölçüşebilecek
kudrette değildi. Bununla berâber bâzı
muvaffakiyetsizliklere rağmen, günden güne tecrübeli
bir Osmanlı denizciliği vücûda gelmekteydi.
Çünkü İkinci Murad Hanın gösterdiği ihtimam
neticesinde Osmanlı donanması, Trabzon-
Rum İmparatorluğunu denizden tehdid edecek
kadar kuvvetlenip, deniz harekâtına alışmıştı.
Fâtih Sultan Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra,
burayı Akdeniz’den gelecek bir tehlikeye karşı
muhâfaza için Çanakkale Boğazını tahkim etmekle berâber donanmaya da ehemmiyet verdi.
Nitekim donanmanın desteğiyle, İmroz, Limni,
Taşoz, Semendirek, Midilli ve Eğriboz adaları
fethedildi. Sakız ve Sisam vergiye bağlandı. Bilâhare
Akdeniz’de korsanlık eden Türk leventleri
reislerinden meşhur Kemâl Reisin Osmanlı
Devleti hizmetine girmesi, donanmaya yeni bir
canlılık kattı. Akdeniz’deki deniz seferleri İspanya
sâhillerine kadar uzadı. Sultan İkinci Bâyezîd
döneminde gemicilik daha da gelişti. Antalya
Vâlisi Şehzâde Korkut, Akdeniz’de yelken
açan Müslüman denizcilerin hâmisi oldu.
Yavuz Sultan Selim, İslâm dünyâsına hâkim
olunca, Avrupa’nın fethine girişmek maksadıyle
büyük bir gemi inşâ faaliyetine ve tersâneler yapılmasına
başladı ve bir donanma kurmaya yöneldi.
O tarihe kadar OsmanlIların asıl tersânesi olan
Gelibolu’dan başka, Haliç’te de mükemmel bir tersâne
inşâ ettirdi. Eldeki yüz kadırgalık donanmayı
kâfi görmeyerek gemileri çoğalttı. Yüz kadırga,
yirmi fosta, yirmi bir barça, üç büyük yelkenli ve altı
perkendi olmak üzere mevcut miktara yüz elli gemi
daha ilâve etti. Böylece o, karadaki zaferlerine
paralel olarak denizcilikte Akdeniz hâkimiyetini
elde etmek yoluna gitti. Fakat bu büyük tasavvurlarını
gerçekleştirmeye ömrü kifâyet etmedi.
Yavuz Sultan Selim’in bu niyeti, oğlu Kânûnî
Sultan Süleymân tarafından gerçekleştirildi. Kânûnî
zamânmda Akdeniz hâkimiyetinin elde edilmesinde,
başlangıçta Osmanlı Devletinin emrinde olmayan Barbaros Hayreddîn ve arkadaşlarının çok
büyük rolü oldu. Kânûnî Sultan Süleymân Macaristan’da
zaferler kazanırken onlar da aynı yılda yâni
1525’te Akdeniz’in kuzey sâhillerini vurup, pekçok
Hıristiyan gemilerini esir alıyorlardı. İmparator
Şarlken’in Barbaros’a karşı gönderdiği Kaptan
Andrea Doria mağlub oldu ve Septe Boğazını aşarak
kaçtı. Türk denizcileri İspanyolların zulmüne
uğrayan 70.000 Endülüs Müslümanmı Kuzey Afrika
sâhiline çıkardı. Bu büyük zafer üzerine Kânûnî,
Barbaros’u 1533’te İstanbul’a dâvet etti. Hayreddîn
Paşa, merâsimle karşılandığı huzûrda, kendisini
ve Cezâyir beyliğini pâdişâhın emrine verdiğini
bildirdi. Kânûnî Sultan Süleymân da bu büyük
denizciyi donanma umûm kumandanlığı ile
berâber Cezâyir Beylerbeyliğine getirdi. Ayrıca
tersâneyi yeni tesisât ve ilâvelerle genişletti.
Barbaros Hayreddîn Paşa, Osmanlı Devleti
hizmetine girdikten ve bir takım muvaffakiyetlerden
sonra, İspanyolların meşhur denizcisi Andrea
Doria kumandasında bulunan büyük Haçlı
donanmasını 27 Eylül 1538’de müstesnâ bir zaferle
imhâ etti. Pâdişâh her tarafa fetihnâmeler göndererek
şenlikler yapılmasını emretti. Osmanlı Devleti
bu sûretle karadaki hâkimiyetine ilâveten deniz
hâkimiyetini de tam elde etti (Bkz. Preveze Zaferi).
Öte yandan Kânûnî, Süveyş’te kurduğu donanma
ile Kızıldeniz’i ve Arabistan sâhillerini emniyete
aldı. AvrupalIları Hindistan sâhillerinden
uzaklaştırdı. Hadım Süleymân Paşa kumandasında
büyük toplarla donatılmış Süveyş donanması harekete
geçerek Aden’i ve Arabistan sâhillerini kurtardıktan
ve Portekizlileri mağlub ettikten sonra,
Gücerât sâhillerine kadar vardı ve Hind Denizindeki
bu faâliyetler, Pîrî Reis, Murâd Reis ve Şeydi Ali
Reis dönemlerinde de devâm etti.
Osmanlı donanmasının en büyük âmiri önceleri
kaptan veya kapudan paşa ve 16. yüzyıl başlarında
da kapudan-ı deryâ veya kapdân-ı deryâ denilen
deryâ beyi idi. Ancak eski kaptanlardan Kemâl
Reis, Pîrî Reis, Murâd Reis, Şeydi Ali Reis,
Turgut Reis, Sâlih Reis gibi meşhur denizcilerimize
16. asırda kaptan denilmeyip, reis denilmiş, daha
sonraları kaptan tâbiri tamâmiyle yerleşmiştir.
Kaptan olan reisleri diğer reislerden ayırmak
için hassa reisi denilirdi. On altıncı yüzyıldan sonra
ise, bir harp gemisini idâre edenlere reis ve bir
filoya kumanda edenlere de kaptan denilmeye başlandı.
1682 senesinden îtibâren donanmanın kaptan
paşadan sonra gelen büyük amirallerine sırasıyla;
kapudâne, patrona ve riyâle isimleri verilip
diğer kalyon ve şâire süvârileri kaptan diye anılmaya
başlandılar.
Donanmada kalyon kullanılmaya başlanmadan
evvel kürek devrinde hassa kaptanlan, gemi azabları
bölükbaşıları olan reislerden tâyin edilirlerdi.Her gemideki efrâd, kaptanın emri altındaydı.
Bunlar gemilerine fener takarlardı. Bu devirde
kaptan olabilmek için cenkte düşman gemilerinden
birini zaptetmek şarttı.
Osmanlı harp gemileri Gelibolu ve İstanbul tersânelerinden
başka, Karadeniz, Marmara ve Akdeniz
sâhillerindeki birçok iskele ve mevkilerde yapılırdı.
Donanmaya olan ihtiyâç sebebiyle bu tersânelerde
yapılacak gemilerin miktar ve nevileri hükümet
tarafından o mahallin kâdılanna bildirilir ve
müddeti de tâyin olunurdu. Bunların inşâsı için îcâb
eden malzeme ile mühendis ve ustalar ya mahallinden
tâyin olunur veya gönderilirdi. On yedinci asruı
ortalarına kadar her sene kırk kadırga yapmak kânundu.
Ancak ihtiyaç hâlinde bu sayı daha da arttırılabilirdi.
Nitekim İnebahtı mağlûbiyetinden sonra
Osmanlı Devleti, bir kış esnâsmda, yâni beş ay zarfında
İstanbul ve Gelibolu tersâneleri de dâhil olmak
üzere evvelkisinden daha muazzam ve bütün levâzımatıyla
teçhiz edilmiş bir donanma yaptırmıştı.
Sonraki târihlerde bu kânun terk edilmiş ve kalyon
inşâsı ehemmiyet kazanmıştı. f
Osmanlılann kullandıkları gemiler, muâsın olan
denizci devletlerinki gibi kürekli-yelkenli ve yalnız
yelkenli olmak üzere iki kısımdı. Kürekle yürüyen
gemilere umûmî tâbirle çekdiri denilirdi. Çektirildin
en küçüğü karamürsel, en büyüğü ise baştarda
idi. Çektirilerin büyüklerinden olan kadırga, yelken
devrine, yâni kalyonculuğun biruıci safa geçtiği târihe
kadar Osmanlı donanmasının esâsını teşkil
ederdi. Ancak 18. asır başlarından îtibâren kadırgalar
eski ehemmiyetlerini kaybetmiş ve tedrici sûrette vazifelerini
kalyonlara devretmeye başlamışlardı. Bunun
için Üçüncü Ahmed devrinden başlayarak sayılan
azaltılan kadırgalar, Birinci Abdülhamîd devrinde
sona erdi ve kadırga nevinden olarak yalnız
kaptan paşa baştardası kaldı.
Osmanlı donanmasında hizmet eden azaplar,
leventler, kürekçiler, aylakçılar, kalyoncular, gabyarlar
ve sudagabalar gibi muhtelif hizmet efrâdı
vardı. On altıncı yüzyılda, Türk korsan gemilerinde
çalışan ve Akdeniz’de faaliyette bulunan güçlü
kuvvetli denizcilere levend denilirdi Bu sebeple
korsan Türklerden Osmanlı donanması hizmetine
girmiş muhârip askere “levend” ismi verilmiştir.
Dâimî bahriye sınıfından olan leventlerin muayyen
maaşları vardı. Leventler gemilerde karakollukçuluk
eder ve muhâfaza hizmetinde bulunurlardı.
Osmanlı donanması 16. yüzyıl boyunca, 17.
yüzyıl ortalarına kadar Karadeniz ile Akdeniz’in hâkimi
olarak, ihtişamlı bir şekilde denizlerde seyrediyordu.
Ancak onu ileriye dönük işler yapmaya
sevk edecek sebepler ve ihtiyâçlar yok gibiydi.
Buna karşılık Karadeniz ve Akdeniz’deki ticâret ve
gelirlerini kaybeden Avrupa ülkeleri, açık denizlerden
doğuya ulaşıp, buraların zenginliklerindenfaydalanma yollarını arayıp buldular ve Uzakdoğu
ülkelerine birçok seyahatlerde bulundular. Bu seyâhatleri
sırasında denizcilik sâhasında pekçok
bilgi ve tecrübe kazandılar. Donanmalarını bu bilgi
ve tecrübeleri ile geliştirip tamâmen kalyonlarla
teçhiz ettiler ve denizcilik mektepleri açtılar.
Bu durum, denizlerdeki üstünlüğün Venedik’e geçmesine
sebeb oldu. Ancak 17. yüzyılın sonlarına
doğru Amcazâde ve Mezomorta Hüseyin paşaların
kaptanlığı dönemlerinde adedi artırılan kalyonlar
sâyesinde donanmada üstünlük tekrar ele geçirildi.
Sakız Adası, Venediklilerden geri alındı. Bu üstünlük
1770 senesindeki Çeşme mağlûbiyetine kadar
80 sene müddetle devâm etti. Bu târihte yakılan
donanmamızda 5000 denizcimiz şehid düştü.
Bunun üzerine 1773’te donanmaya personel yetiştirecek
ve gemi yapacak ustalar ile mühendisler yetiştirmek
üzere yerli ve yabancı hocalann ders verdiği
Bahriye Mektebi açıldı.
Üçüncü Selim zamânında 1787-1792 Türk-
Rus Harbinden sonra çekirdekten denizci olan
Küçük Hüseyin Paşa kapdân-ı deryâ olunca OsmanlI
donanmasının modernize edilmesinde önemli
adımlar atıldı. Bu gelişmeler Sultan Abdülmecîd
Han zamânında da devâm etti. Kuvvetli bir donanma
gücüne sâhib olmadıkça savaşlarda netice
alınamayacağını bilen Sultan Abdülazîz Han, Osmanlı
bahriyesine husûsî bir alâka gösterdi. Bu
zamanda donanma, asrın teknik gelişmelerine göre
teçhiz edilerek, personel eğitimine ehemmiyet
verildi ve tersanelerde buharlı gemiler yapıldı.
Bu sâyede Osmanlı donanması İngiltere ve Fransa
donanmalarından sonra dünyânın en kuvvetli
donanması durumuna geldiNitekim donanmanın bu gücü sâyesinde OsmanlI
denizcileri İkinci Meşrûtiyet döneminde
Türk-İtalyan Savaşında denizaşırı uzak bölgelere
önemli ölçüde silah taşımıştır. Denizcilerimiz,
Balkan Harbinde bir yandan gemilerini onarıp,
öte yandan ordunun ikmâl nakliyâtını başarmışlar
ve Birinci Dünyâ Harbinin dört yılında bitmez tükenmez
bir enerji ile çalışmışlardır. Kurtuluş Savaşında
da cephenin ihtiyâcı olan cephâneyi bulup
taşımışlardır. Donanma bu faaliyetleri yürütürken,
tamâmen Sultan Abdülazîz zamânında ulaştığı
muazzam gücünden istifâde etmiştir.
DONANMA-YI HÜMÂYÛN
16
Eki