P E D A G O J İ; Aim. Pâdagogik (f), Erziehungswissen
schaft, Fr. Pedagogie (f), İng. Pedogogy.
Tâlim ve terbiye, çocuk terbiyesi ilmi. Lâtince bir
kelime olan pedagoji, çocuk eğitimi faaliyetlerinin
bütününü içine alır. Hattâ bunun için, “eğitime
yön verici kuralların bütünü” olarak da târif edilmektedir.
Pedagoji, hem ilim ve hem de sanattır.Pedagoji, belirli prensiplere sâhip olduğu, birçok
deneylerin sonuçlarına dayanan müşâhedelerden
(gözlemlerden) faydalandığı için bir ilimdir.
Bu ilmin, çocuğu en iyi şekilde yetiştirmek gibi
bir gayesi vardır. Prensiplerden hareket ederek
istidlal (akıl yürütme)ler yapar, tecrübelerden hareket
ederek neticelere, kesin hükümlere (kaziyyelere)
ulaşır.
Eğitim bir tatbikat işi olduğundan bir sanat niteliği
arzeder. Eğitimci (anne, baba, öğretmen…), tâlim
ve terbiye edeceği, talebelerin durumuna, yaşlarına
göre çeşitli metodlar uygulamak ve gerektiği
zaman takibettiği yolda değişiklikler yapmak
mecbûriyetindedir. Böyle bir faaliyet, güzel sanatlarda
olduğu gibi bir tekniğe, bir kabiliyete ihtiyaç
gösterir. Hakîkî pedagoglar (eğitimciler), yaratılıştan
var olan kabiliyetleri ve sonradan kazandıkları
genel kültürleri ve özel sahadaki eğitimlerle
elde ettikleri ihtisasları sâyesinde, eğitimde başarılı
sonuçlara ulaşabilmektedirler. Bu pedagojik formasyon
olmadan, pedagojinin bütün kuralları öğrenilebilir,
fakat iyi bir terbiyeci olunamaz.
Terbiye, insana mahsus bir faaliyettir. Nerede
bir insan grubu varsa, İçtimaî bir müessese olarak,
orada mutlaka bir tâlim ve terbiye işi var demektir.
İnsan, tabiatla yetinmeyen bir canlı varlıktır.
İnsan, sâhip bulunduğu biyolojik, psikolojik ve
sosyolojik değerleri sebebiyle statükosunu beğenmeyen,
dolayısıyla hem içinde yaratıldığı tabiat
çevresini hem de kendi tabiatını geliştirip değiştirmek
isteyen bir yaratılıştadır.
İnsan, ilim ve teknikle, din, ahlâk ve hukukla,
güzel sanat gayretleriyle hem çevresini, hem kendini
sürekli geliştirmek istemektedir. Onun için, insan,
bitmez-tükenmez bir yücelme gayreti içindedir.
Tâlim ve terbiye âlemşümûl bir faaliyettir ve
bütün beşer (insanlık) târihi boyunca mevcut olmuştur.
Onu, şu veya bu şekilde anlamak, yorumlamak
ve tatbik etmek mümkündür, fakat, inkâr ve
ihmâl etmek mümkün değildir.
Bütün insan grupları, kendine mahsus bir pedagojik
sistem, bir tâlim ve terbiye nizâmı bulmuş,
içinde yaşadığı zemine ve zamâna göre, bunu tatbik
de etmiştir. Ancak, bunun felsefesi, muhtevâsı,
programı, tatbikatı, metod, vâsıta kadro ve müesseseleşmesi
farklı olmuştur. Bu faaliyetler, zamana,
zemine, ferdin ve cemiyetin yapısına, cemiyete
hâkim olan dîne veya felsefî ideolojilere göre
biçim kazanmışlardır.
İlimle hiçbir din, hiçbir felsefe ve hiçbir ideoloji
çatışmak istemez. Her biri, büyük bir hırsla
ilme sarılmakta ve onu kendi safında tutmaya çalışmaktadır.
Esâsen ilim ve teknik başlı başına bir
ideoloji olmaksızın, bütün dinlere, felsefelere ve
ideolojilere yardımcı olabilmektedir.Çeşitli pedagojik sistemler: Her cemiyette,
bir talim ve terbiye faaliyeti mevcuttur. Dün olduğu
gibi, bugün de Hinduizmin, Yahûdîliğin, Hıristiyanlığın,
Müslümanlığın kendine mahsus bir tâlim
ve terbiye anlayışı vardır. Yine, günümüzün felsefî
cereyanlarına uygun olarak, materyalist, idealist,
realist, slpirtüalist amprist, pragmatist tâlim ve
terbiye sistemleri mevcut bulunmaktadır. Bütün
bunların yanında, siyâsî ve ideolojik kamplaşmalara
göre biçimlenen maarif sistemleri de vardır.
Bunlara örnek olarak individüalist (ferdiyetçi),
sosyalist (cemiyetci), demokratik ve otokratik talim
ve terbiye anlayışları sayılabilir.
İslâm tâlim ve terbiye sistemi: İnsanlığın
dünyâ ve âhiret saâdetini kazanmaları için Peygamberimiz
Muhammed aleyhisselâm vâsıtasıyla
gönderilen son gerçek İlâhî din olan İslâmiyetin de
tâlim ve terbiye sistemi vardır. Bu sistem, koyduğu
temel inançları, getirdiği tefekkür biçimi, geliştirdiği
ahlâkî ve güzel sanat ürünleri, verdiği ilim
zihniyeti ve eserleri, müfredatı, teşkilâtı ve usûlleri
îtibârıyla tamâmen orijinaldir. Çünkü, bu sistem,
doğrudan doğruya yüce ve mukaddes kitabımız
Kur’ân-ı kerîm’den, sevgili Peygamberimizin
hayat ve tecrübelerinden, O’nun izinden giden
yüce Sahâbî kadrosunun ve hakîkî din âlimleri
olan Ehl-i sünnet büyüklerinin tespit ve tatbikatından
kaynaklanmış bulunmaktadır.
İslâm terbiye sistemi, hazret-i Muhammed’in
yirmi iki yıldan fazla süren peygamberlik hayâtı
boyunca başarılan verimli uygulamalarıyla gelişmiştir.
Peygamberimizin sallallahü aleyhi ve sellem
ferdî, İçtimaî ve hususî hayâtı, arkadaşları ve
yakınları tarafından, bütün ayrıntılarıyla tâkip
edilmiş ve nakil olunmuştur. Kur’ân-ı kerîm ve
hadîs-i şerîfler ve siyer kitapları, İslâm eğitiminin
ana kaynaklarıdır. İslâm fakihleri (dînî hükümleri
ana kaynaklardan anlayıp çıkaran büyük âlimler)
o kaynaklara göre, bu dînin hükümlerine inanmış
ve bağlanmış mükellef bir insanın, bütün faaliyetlerini,
işleyişlerini gereği gibi değerlendirmek
için ölçüler çıkarmışlardır.
Bu ölçüleri bir araya toplayan hükümlere de
”e f al-i mükellefin” demişlerdir. Onların ortaya
koydukları sekiz ölçü şunlardır: Farz, vâcip, sünnet,
müstehab, mübah, haram, mekruh ve müfsit.
İslâmiyet, gerek ferdi ve gerekse cemiyeti,
yukarıda sayılan ölçüler içinde murâkabe eder.
Dolayısıyle İslâm terbiye sistemi de bu ölçülere
uyularak teşekkül eder. İslâmda terbiye süresi,
sevgili Peygamberimizin de buyurdukları gibi Beşikten
mezara kadar süren bir faaliyetler bütünüdür.
İslâm terbiye sisteminde maksat, müminleri,
İslâmın koyduğu normlara intibak ettirmek, fert ve
cemiyet olarak insanın Allahü teâlâdan gayrısma
kul olmasını önlemek, bu dünyâda refah, huzur vegüven içinde, kardeşçe yaşamaya dâvet etmek bütün
insanlara ebedî saâdetin sırlarını vermektir.
İslâmda tâlim ve terbiye işi, bütün müminleri
kavrayan bir meseledir. Bununla birlikte, bu işi
husûsî bir vazife edinmiş bir öğretmenler ve mürebbiler
(terbiyeciler, eğitimciler) zümresinin bulunması
da ayrıca emredilmiştir. Bu sebepten, İslâmiyette
âlimlerin ve muallimlerin husûsî bir itibarı
vardır. (Bkz. Âlim)
Çocuğun dînî terbiyesi ve eğitimi, öncelikle
babanın ve annenin vazifesidir. Âile terbiyesinin
ihmal edilmesi, terkedilmesi hem çocuk, hem de
cemiyet hayâtı için büyük bir zarar, tedâvisi hemen
hemen hiç mümkün olmayan sosyal bir yaradır.
Devlet hayâtında, bu sosyal fâcianın önüne geçmek,
ana-babaya yardımcı olmak için, müesseseler,
okullar kurulmakta ve geleceğin teminatı olan gençler,
yetiştirilmeye çalışılmaktadır. Gençlere, eğitim
ve öğretiminin verilmediği toplumlarm yaşadığı
ülkelerde anarşi, kargaşa, terör ve devlet yıkıcılığı
baş göstermekte, fertlerin huzûru bozulmakta, iktisâdî
hayat felce uğramaktadır. Bütün bu zararlar
gözönünde tutulduğundan T.C. 1982 Anayasasının
24’üncü maddesinde “…Din ahlâk eğitim ve öğretimi,
devletin gözetim ve denetimi altında yapılır.
Din kültürü ve ahlâk öğretimi ilk ve orta öğretim kurumlarında
okutulan zorunlu dersler, arasında yer
alır. Bunun dışındaki din eğitim ve öğretimi ancak,
kişilerin kendi isteğine, küçüklerin de kânûnî temsilcisinin
talebine bağlıdır…” hükmü yer almıştır.
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellem de
buyuruyor ki: “Hepiniz bir sürünün çobanı gibisiniz.
Çoban sürüsünü koruduğu gibi, siz de
evlerinizde ve emirleriniz altında olanları Cehennemden
korumalısınız! Onlara Müslümanlığı
öğretmelisiniz! Öğretmez iseniz mes’ûl olacaksınız”.
Bir kere de buyurdu ki: “Çok Müslüman
evlâdı, babaları yüzünden Veyl ismindeki
Cehenneme gideceklerdir. Çünkü, bunların babaları,
yalnız para kazanmak ve keyf sürmek
hırsına düşüp ve yalnız dünyâ işleri arkasında
koşup, evlâdlarma Müslümanlığı ve Kurfân-ı
kerîmi öğretmediler. Ben böyle babalardan uzağım.
Onlar da, benden uzaktır. Çocuklarına
dinlerini öğretmiyenler, Cehenneme gideceklerdir.”
Yine buyurdu ki: “Çocuklarına Kur’ânı
kerîm öğretenlere veya Kur’ân-ı kerîm hocasına
gönderenlere, öğretilen Kur’ân’m her harfi
için, on kere Kâbe-i muazzama ziyâreti sevâbı
verilir ve kıyâmet günü, basma devlet tâcı konur.
Bütün insanlar görüp imrenir.” Yine buyurdu
ki: “Çocuklarınıza namaz kılmasını öğretiniz.
Yedi yaşma gelince, namazı emrediniz.
On yaşma gelince kılmazlar ise, döverek kıldırınız.”
Yine buyurdu ki: “Bir insanın evlâdı ibâdet
edince, kazandığı sevap kadar, babasına daverilir. Bir kimse, çocuğuna fısk, günah öğretirse,
bu çocuk ne kadar günah işlerse babasına
da, o kadar günah yazılır.”
Evlâd, ana baba elinde bir emânettir. Çocukların
temiz kalpleri kıymetli bir cevher gibidir. Mum
gibi, her şekli alabilir. Küçükken, hiçbir şekle girmemiştir.
Temiz bir toprak gibidir. Temiz toprağa
hangi tohum ekilirse, onun meyvesi hâsıl olur. Çocuklara
îmân, Kuran ve Allahü teâlânın emirleri ve
zamânın ilimleri öğretilir ve yapmaya alıştırılırsa,
din ve dünyâ saâdetine ererler. Bu saâdette anaları,
babaları ve öğretmenleri de ortak olur. Eğer bunlar
öğretilmez ve alıştırıl mazsa âilelerine, cemiyete,
kısaca insanlığa zararlı hâle gelirler.
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem;
“Bütün çocuklar Müslümanlığa uygun ve
elverişli olarak dünyâya gelir. Bunları, sonra
anaları, babaları Hıristiyan, Yahûdî ve dinsiz
yapar.” sözüyle Müslümanlığın yerleştirilmesinde
ve yok edilmesinde en mühim işin, gençlikte olduğunu
bildiriyor. Bunun için her Müslümanın
birinci vazifesi, evlâdına İslâmiyeti ve Kur’ân-ı
kerîmi öğretmektir. Evlâd, büyük nîmettir. Nîmetin
kıymeti bilinmezse, elden gider. Bunun için
(Pedagoji), yâni çocuk terbiyesi, İslâm dîninde
çok kıymetli bir ilimdir.
PEDAGOJİ;
21
Eki