wiki

ARUZ

A R U Z ; İslâmiyet dâiresi içine giren milletlerin
edebiyâtlarında yer alan şiir ölçüsü. “Yön, çadır direği,
dar yol, bulut, ölçü ve örnek olan şey” gibi
başlıca mânâları yanında, beytin ilk mısramm sonlarına
da aruz denmiştir. Beyt Mev ve çadır” demektir.
Çadırı ayakta tutan ölçüdür. Bu bakımdan,
çadır direği en uygun mânâdır.
Önceleri Arap şiirinde açık ve belirgin şekilde
olmayan aruz veznini edebî bir ilim olarak
İmâm Halil bin Ahmed 701-775 (H.81-155) tedvîn
etmiş, sistemleştirmiş, böylece nazım ilmi kurulmuştur.
Aruzda harflerin harekeli ve sâkin oluşu göz
önüne alınmış, kısa ve uzun hece ayrımı yapılmıştır.
Bu hecelerden cüzler, cüzlerden de vezinler
ortaya çıkmıştır.
Cüzler, kısa ve uzun hecelerin belirli sayıda bir
araya gelmesinden ortaya çıkar. Buna “tef’ile” de
denir. Vezindeki parça ve bölüme “te f’ile” veya
“cüz” denmektedir. Tef’ilelerin birleşmesinden
de vezinler ortaya çıkmıştır.
İmâm Halil arûzun esâsı olmak üzere 8 te f’ile
tesbit etmiştir. Bu cüzlere “efâ’il ve tefâ’il” adı verilir.
Bunlar: 1) Feûlün, 2) Fâilün, 3) Mütefâilün,
4) Müstefilün, 5) Mefâilün, 6) Fâilâtün, 7) Müfâaletün,
8) Mefûlâtü cüzleridir.
Arap Edebiyâtmda Nazım
Araplardaki ilk nazım şekilleri olarak görülen
recez ve kasîd’in birinci beytleri mutlaka kâfiyelidir
ve nazım; âhengini, vezin ve kâfiye gibi iki temel
unsurdan alır. Ayrıca kelimelerin mısra ve
beyt içinde seçilerek yerine konulması üçüncü bir
sebeptir. Araplar kasîdenin yanında en çok recez
nazım şekillerini kullanmışlardır. Zamanla İslâm
dâiresine giren milletlerin edebiyâtları ile temasta
bulunmaları, konularda çeşitlilik, “rubâî” ve
“mesnevî” gibi yeni nazım şekillerinin ortaya çıkmasına
sebeb olmuştur.
İslâm medeniyeti dâiresine giren milletler bu
medeniyetin sunduğu değerleri almışlar veya az
çok değiştirerek kendi bünyelerine uydurmuşlardır.
Her millette şiir olduğuna göre bu dâireniniçine girinceye kadar, bu milletler kendi ölçü ve birimlerini
de getirmişlerdir. Bu dâirenin içine ilk giren
millet İranlIlardır. Daha sonra Türkler, Hintler
ve diğer bâzı milletler de dâhil olmuştur. İşte aruz
İran’a bu şekilde geçti ve İran şiirinin, bilhassa İslâmiyeti
kabûlden sonra ortaya çıkan yeni Farsça
diye adlandırılan devrin şiirde veznini teşkil etti.
Ses yapısı ve hece teşkili bakımından Farsçanın
aruza daha kolay adapte olduğu görüldü. İran
nazmı, Arap nazım birimi olan beytin yanında,
İslâm öncesi edebiyâtmda olduğu gibi, mısraı birim
kabûl etti. Ayrıca arûz, İran edebiyâtmda bâzı
değişikliklere uğradı. Fars zevki, Arap şiirinin
bâzı bahirlerini kabûl etmeyerek, bir seçme ve
tercihte de bulundu.
Her millette olduğu gibi Türklerde de İslâmiyetten
önce şiir vardı ve vezni parmak hesâbı denen
hece vezni idi. İslâm medeniyeti içine girince,
hece yanında arûz da kullanıldı. Ancak Türkler
aruzu doğrudan Araplardan değil, İran yolu ile aldılar.
Ayrıca her iki milletin nazım şekillerini de
kullandılar. Farslarda olduğu gibi Türklerde de nazım
birimi mısra idi. Türk edebiyâtmda aruz, intibak
devrinde büyük bir eser olan Kutadgu Bilig’de
görüldü. Burada Şehnâme’de olduğu gibi
“Faûlün, Faûlün, Faûlün, Faûl” vezni kullanılmıştı.
Dikkat edildiğinde bu veznin millî vezin olan heceye
yakınlığı hemen görülür. İslâm öncesi devreden
günümüze kadar gelen hece vezni içinde on bir
heceli vezin en çok kullanılanlar arasındadır. Kutadgu
Bilig’de de işe buradan başlanmıştır. Zâten
eserin içindeki dörtlükler nazım şeklinde de eskiye
yer verildiğini açıkça göstermektedir. Buradan
hareketle edebiyâtımızda tuyuğ, murabbâ ve şarkı
gibi nazım şekillerinin ortaya çıktığı da bir gerçektir.
Hattâ halk edebiyâtı şâirleri her iki vezne de
yer vermişlerdir. Yûnus Emre gibi şâirler ise hece
ve aruzla şiir yazdılar. Ayrıca on yedinci asır şâirlerinden
Âşık Ömer ve Kâtibî gibi şâirlerin de her
iki vezni kullandıkları görülür. Bu ikili durum daha
sonraki asırlarda hem dîvân, hem de halk şâirlerinde
devâm edecektir.
Türk edebiyâtı içinde aruzun yerleşmesi ilk zamanlar
Farsça ve Arapçayı bilen, yüksek tabaka da
denen havâss arasında görülmüştür. Bunlar işe;
ilk önce bildikleri yabancı dilde ve arûz vezni ile
şiirler yazmakla başlamışlardır. Farsça, kolaylığı
ve Türkçe ile aynı bölgede bulunup yan yana yaşaması
sebebiyle Arapçaya galebe çalmış, böylece
ilk şiirlerde Farsça yer almıştır. Daha sonra
Türkiye Selçuklularının son devirlerinde yavaş
yavaş ortaya konan mülemmâlar, belki bir noktada
Türkçeyi aruza alıştırmış, netîcede okur-yazar
zümresi aruzu Türk şiirine getirmiştir. Ancak Hoca
Dehhânî gibi saray şâirleri Farsçaya hâkim olduklarından,
Türk şiirine doğrudan doğruya aruzugetirmeyi başarmışlar ve aruzla gazeller yazmışlardır.
Böylece aruzun nazma tatbiki başlamış ve
bu konuda yazılan eserler daha sonra verilmiştir.
On beşinci yüzyıldan îtibâren aksamadan devâm
eden aruz vezni, 19. yüzyılda en mükemmel şekle
ulaştı. Hattâ tiyatro eserlerine bile uygulandı.
Edebiyât-ı Cedîde ve onları tâkib eden Fecr-i Âtî
topluluklarında serbest müstezâda bile tatbik edildiği
görüldü. Ancak 19. yüzyılın sonunda, arûzun
mükemmel şekle ulaştığı bir zamanda, heceye
rağbetin artması ile arûz hakkında münâkaşalar
ortaya çıktı ve bu vezne, karşı bir hareket başladı.
Hâlbuki Türkçe en başarılı aruz örneklerini bu
devrede veriyordu. Millî edebiyât cereyânının heceyi
öne geçirme gayreti aruzu geride bıraktı ve bu
veznin en son temsilcisi Yahyâ Kemâl oldu.
Aruz vezninin esâsını hecelerin mâhiyet ve
durumu (uzunluk-kısalık, kapalılık-açıklık hususları)
teşkil etmektedir. Aruz vezninde, hecelerin
sayısına bakılmaz, kalitesine (keyfiyetine)
önem verilir. Bu bakımdan aruz, keyfî (qualitatif)
bir ölçüdür. Hâlbuki hece vezni sayıya bağlı olup,
kemmî (quantitatif)dir.
Aruzda hece çeşitleri:
1. Açık heceler – Kısa heceler; De-re, di-ri, ada,
i-ni, ı-şık, a-lî gibi.
2. Kapalı heceler – Uzun heceler; Has-ret,
hâ-lâ, hâ-lî, sen-sin, ley-lâ, sa-bâ, se-sin vs.
3. Bir buçuk (kapalı ve açık-uzun ve kısa) heceler;
derd, di-yâr.
Yalnız, kapalı uzun hece n ile biterse, bir uzun
hece kabûl edilir. Bir buçuk hece (- •) olmaz: Cihân,
derûn, dil-hûn, ner-mîn, der-mân, han-mân,
ta-nîn, zer-rîn gibi. Az da olsa aruz kâidesi dışına
çıkarak, bâzı şâirler bu durumdaki bir heceyi bir
buçuk olarak kullanmışlardır.
Bir de mısra sonundaki hece, açık olsa bile, kapalı
hükmündedir. Söy-le, se-se gibi.
Aruzdaki hece durumu göz önüne alınınca, Türk
dilinde hecelerin daha çok açık tarafta kaldığı görülür.
Bunun yanında Türkçede kapalı hece meydana
getiren uzun seslerin bulunmayışı, Arapça ve
Farsçaya göre, Türk nazmının aruza uymasında bir
hayli geride kalmasına yol açmıştır. Bu iki dile nisbetle
Türkçede aruz bâzı hususları da beraberinde getirmiştir.
İslâmî dâire içine giren Türkçe, bir taraftan
kültür ve inanç kelimelerini alırken, uyumu sağlayabilmek
için kendi içinde de bâzı hususlara yer
vermiştir. Bilhassa 16. yüzyıla kadar geçen üç yüz
senelik bir zamanda bu durumlar oldukça fazla görülmüş,
bir yandan aruza uydurulmada kendine göre
hayli yol almış, diğer taraftan yabancı dillerden alınan
kelime ve tamlamalar gitgide Türk şiirini daha
da ileri götürmüştür. Aruzla söylenen Türk şiirinin
âhengindeki bu düzelme, zamanla daha da gelişmesine
rağmen aşağıdaki hususlar görülegelmiştir.Aruzun Türkçeye tatbikinde görülen belli başlı
hususlar şunlardır:
1. Vasi: Ulama da denilen bu husus, sessizle
biten bir kelimeden sonra, sesli bir harfle başlayan
ikinci bir kelime arasında görülür. Bu, kapalı bir
hecenin açılması içindir.
Allah/ adın zikr idelüm evvelâ
Vâcib/ oldu cümle işde her kula.
beytinde veznin “fâilâtün” olması için Allah ve vâcib
kelimelerinde görülür. Aslında (-) iken ulama
yapılınca, (Allahadm, vâciboldu) ( – • – – ) durumuna
düşer ve kapalı hece açılmış olur.
2. İmâle: Buna uzatma da denir. Kısa ve açık bir
hecenin uzatılarak kapatılmasıdır. Dilimizde uzun ses
bulunmadığı için Türkçe kelimelerde görülen bu
durum aruz için bir hatâ sayılmasına rağmen, göz yumulmuş
ve hemen her şâirde görülegelmiştir.
Ben didükçe / böyle kim kıl / dı Nedîm’i/ nâtüvân
Gösterür engüşt ile meclisteki mînâ seni
– • – . /——/• • – ./- – (Ben didükçe böyle kim
kıldı Nedîm’i nâtüvân) mısraı; (——/——/——/-
• -) Ben didükçe böyle kim kıldî Nedîm’î nâtüvân)
şekline çevrilmiştir. Ayrıca ikinci mısradaki, meclisteki
kelimesinde yine son hece (-ki), (-kî) olarak
uzatılmış ve bir başka imâleye yer verilmiştir.
3. İmâle-i memdude: Med adı da verilen bu
uzatma asıl imâleye nisbetle sesçe daha çok uzatılır.
Arapça ve Farsça kelimelerde bulunan bir
uzun heceyi, bir uzun bir kısa olmak üzere, iki
hece şeklinde okumaktır. Az olmakla birlikte Türkçe
kelimelerde de rastlanır. Sâdece uzun hecelerde
değil, sonu iki sessizle biten hecelerde de imâle-
i memdûdeye yer verilir. Hece sonlarındaki
elif-nûn harflerinden sonra yapılırsa aruz için kusurdur.
Böyle olmakla birlikte en meşhûr şâirlerimiz
bile buna göz yummuşlardır.
Nedîm:
Nâzdan hâmûşsun yoksa zebânm duymadan
İstesen bin dâstân söylersin ebrûlarla sen
derken, (nâz) ve (mûş) hecelerinde imâle-i memdûde
denen iki adet bir buçuk heceye yer vermiştir.
Ayrıca ikinci mısradaki dâstân kelimesinde,
ilk hece (dâs) şeklinde okunarak imâle-i memdûdeye
yer verilmiştir. Yine Fuzûlî’nin:
Âşk derdiy/le hoşem el / çek ilâcum/dan tabîb
———– /— ——– / ———– /— • —
Kılma dermân/ kim helâldm/ zehr-i dermâ/nındadur
_ ———–./ _ ——–/ _ ——— ./_——–
Üç fâilâtün bir fâilün cüzünden meydana gelen
beytin birinci mısraındaki ilk cüzünde bulunanâşk ( – .) kelimesi bir buçuk hece alınmıştır. Ayrıca
Şeyh Gâlib:
Ey Hızr-ı fütâdegân söyle
Bu sırrı idüp iyân söyle
Ketm etme yegân yegân söyle
Gam defterinin tamâmı yok mu?
# derken;
Mef û lü / me fâ i 1ün / fe û 1ün
——–. / ———— /
vezninde söylediği tardiyenin ilk üç mısrasındaki
fütâdegân, iyân, yegân kelimelerinde son heceler
hep bir buçuk hece ( – •) değerinde kullanılmıştır.
Türkçe kelimelerde de bir buçuk heceye yer
verilerek imâle-i memdûde yapıldığı görülmüştür.
Böl bol, bîr bir kelimelerindeki birinci hecelerin
söylenişi gibi.
4. Zihaf: Arapça ve Farsçada yer alan ve uzun
okunması gereken heceleri kısa okuma olup, mühim
bir aruz kusurudur. Bâkî’nin:
Baş eğmezüz edâniye dünyâ-yı dûn içün
Allahadur tevekkülümüz i ’timâdumuz
“Mefûlü fâilâtü mefâîlü fâilün” veznindeki bu
beytinde ilk mısramm ikinci cüzündeki edânîye kelimesinin
üçüncü hecesi zihaf için edâniye şeklinde
okunmuştur.
Türk şiirinde hezec, recez, remel, muzârî, müctes,
hafif, mütekârib bahirlerine âit kırka yakın vezin
kullanılmıştır. Yalnız bu vezinler kullanılırken,
bâzılan bir kısım nazım şekillerinde yer almıştır. Bunun
yanında, yukarıda da zikrettiğimiz gibi, hece
veznine uygun vezinlere öncelik verilmiştir.
Şiirimizde En Çok Kullanılan
Aruz Kalıpları Şunlardır
1. Me fâ î 1ün me fâ î 1ün me fâ î 1ün me fâ î 1ün
. ——–/ . ——– / . ——–/
Sakın terk-i edebden kûy-i mahbûb-ı Hudâdur bu
Nazargâh-ı ilâhîdür makâm-ı Mustafâ’dır bu
Nâbî
Celâleddîn-i Rûmî’den dehen tolup olup pür fen
Bilüp ahbâr-ı ahbârı tolu esrâr-ı dîdâram
Muînî
Hayâl-i yâr ile her şeb benim rü’yâlarım vardır
Başumda sây-ı zülfünden uzun sevdâlarım vardır
Şemsî
2. Me fâ î 1ün me fâ î 1ün fe û 1ün
. ——–/ . ——— / . – –
Sunulmadı bana kahve dime sen
Nasîbün var ise gelir Yemen’den
Nâbî3. Mef û lü me fâ î 1ün mef û lü me fâ î 1ün
– . ——–/
Tîz olma te’emmül kıl her hâle tahammül kıl
Allah’a tevekkül kıl tedbîri bozar takdîr
Kemalpaşazâde
4. Mef û lü me fâ î lü me fâ î lü fe û 1ün
Yelkenle gelür bâga levendâne benefşe
Tüller takınır başına merdâne benefşe
Şemsî
Tûtî gibi hoş nükteler öğretdi zekânın
Bâkî gibi üstâd-ı sühen-pervere cânâ
Bâkî
5. Mef û lü me fâ i 1ün fe û 1ün
Dil hasret-i gamla lâl kaldı
Gâlib gibi bî-mecâl kaldı
Gönderdiğim arz-ı hâl kaldı
Elân bir ihtimâl kaldı
İnsâfın o yerde nâmı yok mu?
Şeyh Gâlib
6. Müs tef i 1ün (Dört adet)
Karşında ben pervâneyim sen şem’-i tâbânsın bana
Aşkınla ben dîvâneyim sen âfet-ı cânsm bana
Kânûnî (Muhibbî)
7. Müs tef i lâ tün (İki adet)
Gencînen olsam vîrân idersin
Ayînen olsam hayrân idersin
Şeyh Gâlib
8. Müf te i 1ün me fâ i 1ün
Aşk ile kendüden gider âşıka bir nidâ gelür
Yazusı yok kitâb okur âlim olur çıka gelür
9. Fâ i lâ tün fâ i lâ tün fâ i lâ tün fâ i 1ün
– . –
Mürde ihyâ eyledin ey cân safâ geldün safâ
Eyledün giryânunı handân safâ geldün safâ
Şemsî
10. Fe i lâ tün fe i lâ tün fe i lâ tün fe i 1ün
– / .
Doğuyor ömrüme bir yirmi sekiz yaş güneşi
Sana baktıkça olur gönlüm uçan kuşlara eş
Cenâb Şehâbeddîn
11. Müf te i 1ün fâ i 1ünKendimi cem eyledim bahr-ı musaffâ gibi
Gökte süreyyâ gibi levh-i muallâ gibi
12. Mef û lü fâ i lâ tün (Müs tef i 1ün fe û 1ün)
Sözüm sirâyet itse Mecnûn-ı nâ-murâda
Kuşlar kebâb olurdu başındagı yuvada
Hayâlî
13. Mef û lü fâ i lâ tü me fâ î lü fâ i 1ün
. –
Aldın hezâr bütgedeyi mescid eyledin
Nâkûs yerlerinde okutdun ezânlarıB
âkî
14. Me fâ i 1ün fe i lâ tün me fâ i 1ün fe i 1ün
Gamınla ülfetimiz var sürûru n’eyleyelim
Safâ-yı hâtırımız yok huzûru n’ey ley elim
Nâilî
15. Fe i lâ tün me fâ i 1ün fe i 1ün
– / . . –
Yine bir âfitâba düştü gönül
Şeh-i âlî-cenâba düştü gönül
Hayretî
16. Fe û 1ün fe û 1ün fe û 1ün fe ûl
. —-
Ne mîr ü ne pâşâya et ilticâ
Rahîm ü kerîm çün Hudâdır Hudâ
Şeref Hanım
17. Mü te fâ î 1ün fe û 1ün (Fe i lâ tün fâ i lâ tün)
. . ——-
Ne beyân-ı hâle cür’et ne figâna tâkatım var
Ne recâ-yı vasla gayret ne firâka kudretim var
Vâsıf

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir