DİPLOMASİ; Alm. Diplomatie, Fr. Diplomatie,
İng. Diplomacy. Devletler hukûkuna göre milletlerarası
ilişkilerin düzenlenmesi ve milletlerarası münâsebetleri
yürütme ve yönetme sanatı. Birinci niteliği
müzâkeredir. Diplomasi bütün dünyâda, devletler
umûmî hukûku kurallarına göre yürütülürAmacı, devletler arasındaki anlaşmazlıkları zora
başvurmadan barışçı yollardan çözmektir. Bu iş
için devletler, başka ülkelerde elçi, orta elçi ve maslahatgüzerler
bulundurur. Bu memurlar, iki ülke
arasındaki resmî ilişkileri temsilci sıfatıyla düzenler,
tâkib eder ve yürütürler. Günümüzde diplomasi
sâdece siyâsî nitelikli olmayıp, ekonomik, teknik,
kültürel ve askerî yönleri de içine almaktadır.
Ancak, 1918 yılından bu yana devletler arasında
yerleşen bir teâmüle göre, devletlerarası
yüksek düzeyli diplomatik meseleler, konunun
önemine göre, dışişleri bakanları, hükümet başkanları,
hattâ devlet başkanları seviyesindeki şahsî
ikili temaslarla yürütülmesi alışılagelmiştir. Bunun
yanında devletlerarası alt düzeydeki meselelerle
ekonomik çerçeveli kararlar, elçi veya konsolos
memurları aracılığıyla yürütülürdü. Diplomatik
görüşmeler, hangi seviyede yapılırsa yapılsın,
genellikle ikili veya çok taraflı antlaşmalar yapılmasıyle
netîcelenirdi.
Sürat asrında bulunmamız sebebiyle (telekominikasyon
ve uçak) diplomasi de bu sür’atten
payına düşeni almış bulunmaktadır. Artık eskisi gibi,
tâlimât almış bir şahıs ve ekibin insiyatif ve kâbiliyetinden
çıkan ikili diplomasi yerine milletlerarası
forum diplomasisi ortaya çıkmış bulunmaktadır.
Bu husus diplomasiye yardımlaşmayı
da ekleyerek, NATO, Birleşmiş Milletler, İslâm Ülkeleri
gibi kuruluşların teşkilini sağladı ve diplomatik
alanda devletler birliğini teessüs ettirdi.
Eski çağlarda bugünkü modern anlamda diplomasi
yoktu. Devletlerarasında belirli konuların
görüşülnlesi için kabul edilen elçiler gönderilirdi.
Bu elçiler, gönderildikleri ülkede devamlı diplomatik
görev yapmazlar, işleri bitince tekrar ülkelerine
dönerlerdi. Hattâ ortaçağın başlarında devlet
başkanları birbirleriyle diplomatik meseleleri
görüşmede, ya karşı karşıya gelerek bizzat veya
mektuplaşarak yaparlardı. Sâdece yedi ve sekizinci
yüzyıllarda, papalığın Bizans sarayında elçi
bulundurduğunu siyâsî târihler yazmaktadır. Papalığın
bu elçisi de uzmanlaşmış diplomatik personel
değildi. Ancak, sonradan çıkan yüzyıl savaşları,
diplomatik personelin uzmanlaşmasını bir
nevi mecbûriyet hâline getirdi. On dört ve on beşinci
yüzyıllarda devletlerarası antlaşmaların ortaya
çıkardığı derin boyutlu, çetin meseleler, o
zamânın devlet başkanlarının zarûrî olarak teknisyenlere
ve hukukçulara danışmak zorunda bıraktı.
Bundan sonra da diplomasi, dünyâda bir
meslek hâline geldi. Devletlerarası elçilikleri her
devlet, başka ülkelerde kurmaya başladı.
Avrupa’da diplomatik elçilerin önemini ilk
düşünen ülke, Venedik Cumhûriyeti olmuştur. Bu
ülke, komşu ülkelere gönderdiği devamlı elçilerden
çok fayda görmüştür. Venediklilerin bu başarısı,
Cenevizlilerle Fransızların dikkatini çekince,
onlar da başka ülkelere devamlı elçiler göndermeğe
başladılar.
1970’li yıllarda bir yandan 35 ülkeli Avfupa
Güvenlik Konferansı toplanırken, öte yandan 36 ülkeli
İslâm Zirve Konferansının toplandığı muşâhede
edildi. 1974 senesinde ise dünyâ, târihin en
büyük konferanslarından birine sahne oldu: Karakas’ta
5000 delegenin katıldığı Birleşmiş Milletler
Üçüncü deniz Hukuku Konferansı.
Bundan da anlaşılıyor ki, diplomatik ilişkiler
diplomatlar arasında değil, devlet adamları ve teknisyenler
arasında da yaygınlaşmış oldu.
Türklerde diplomasi: Eski Türk yazıtları ve
Çin belgeleri, Türkler ile Çinliler arasında diplomatik
ilişkilerin olduğunu gösterir. Ayrıca 567 yılında
Batı Göktürk Devletinin Bizans’a elçi ve heyet
gönderdiği, bunâ karşılık 568 yılında Bizans’ın
da Türklere elçi gönderdiğini târihler yazmaktadır.
Batılı ülkeler, ortaçağdan îtibâren Osmanlı Devletine
elçi göndermeye başlamışlardır. Türkiye’de
sürekli oturma izni ilk defâ 1454 yılında Venedik
elçisine verilmiştir. Daha sonra 1500 yıllarında,
Avusturya* Fransa ve İngiltere’nin Osmanlı Devletinde
dâimî diplomatik elçilikleri kurulmuştur.
1774 yılında yapılan Kaynarca Antlaşmasıyle Rusya,
Osmanlı diplomasisinde boy göstermeye başlamıştır.
Osmanlı Devleti, başka ülkelerin askerî durumuna
ve sosyal güçlerine göre, diplomatik ilişkilerini
kurardı. Karşı devlete, gücü ve askerî niteliğine
göre, ehemmiyet verirdi. Bugün de devletler
arasında hemen hemen aynı durum görülmektedir.
On sekiz ve on dokuzuncu yüzyıllarda Osmanlı
diplomasisi bâzan Fransa’nın, bâzan da İngiltere’nin
etkisi altında kaldı.
Birinci Dünyâ Harbinden önce dünyânın en
güçlü devleti, Devlet-i Âliyye, yâni Osmanlı Devletiydi.
Onun pâdişâhını ziyârete gelen Alman İmparatoru
İkinci Wilhelm, “Siyâseti (diplomasiyi)
Sultan İkinci Abdülhamîd Handan öğrendim.” demekten
kendini alamamıştır.
Bâzı kereler de bu devletlerin yerine şartlara
göre Rusya son zamanlarında Japonya ve ABD
bizimle diplomatik ilişki kurmuşlardır.
Cumhûriyet Türkiyesi’nin diplomasisi ise,
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi ana prensibi
üzerine kurulmuştur. Batı yanlısı veya batı ağırlıklı
bir politika izlemektedir.
Diplomasinin bir de temsil niteliği vardır. Diplomatlar
vâzîfeli bulundukları devlette kendi devletlerini
temsil ederler. Yabancı ülkedeki bir sefir
(büyükelçi) protokol yönünden görev yaptığı ülkenin
devlet başkanı nezdinde, kendi devlet başkanmın
şahsî temsilcisi durumundadır.
DİPLOMASİ
06
Kas