wiki

ölü kaldırma,

ölü kaldırma, toprağa ya da suya gömme,
yakma ya da açıkta bırakma gibi yöntemlerle
ölülerin bedenlerinin ortadan kaldınlması.
Coğrafi koşullar, dinsel inançlar ve toplumsal
sistem ölü kaldırma göreneklerini
hep birlikte belirler. Toplumsal konumuna
göre, ölü basit bir mezarlıkta sığ bir çukura
ya da yeraltında etkileyici boyutlarda inşa
edilmiş bir yapı içine yerleştirilebilir; göle,
ırmağa ya da okyanusa atılabileceği gibi
bir sal ya da tekneyle suya indirilebilir;
şenlik ateşleriyle ve büyük odun yığınları
üstünde yakılabilir. Gene cesedin leş
yiyen hayvanlara sunulmak ya da çürümek
üzere yere mi bırakılacağı, yoksa iskeleler
ya da yüksek kuleler üstüne mi yerleştirileceği
ölünün toplumsal konumuna bağlıdır.
Örneğin Tibet’te alt sınıf üyelerinin cesetleri
suya atılırken, orta sınıf üyeleri toprağa
gömülür ya da açıkta çürümeye bırakılır;
yalnızca üst sınıfların ölüleri yakılır. Hükümdarların
ve dinsel önderlerin ölüleri
hemen her zaman ve her yerde görkemli
törenlerle kaldınlmış, bazı kültürlerde bu
törenler sırasında insanlar da kurban edilmiştir.
Günümüzde de devlet yöneticileri
için uzun, gösterişli ve pahalı cenaze törenleri
düzenlenmektedir.
Toprağa gömme. Toprakta bir çukur açarak
ya da cesedi kaya ya da toprakla örterek
gömme en azından Orta Paleolitik Çağdan
bu yana süregelen en yaygın yöntemlerden
biridir. Bazı Eskimolar ölülerini bir taş
yığınıyla örter; eğer taş bulamazlarsa, buzdan
küçük bir igluya gömerler. İÖ y.
3000’lerden kalma Ur kral mezarlarından
birinde yapılan kazılarda, hükümdar ile çok
yakın bazı hizmetkârlarının gömülü bulunduğu
bir iç bölmeyi çevreleyen çok sayıda
dış bölme bulunmuştur. Dış bölmelerde,
ölümden sonra da krala hizmet etmeleri için öldürülmüş uşaklar, nazırlar, dansçı kızlar,
arabaları ve atlarıyla birlikte arabacılar vb
gömülüdür. Peru’daki son kazılarda ise
yerin 5 m kadar altında sert kayaya oyulmuş,
Paracas kültürüne ait mezar odalannın,
öbür dünyada kullanılmak üzere yanlarına
bırakılan eşyalarıyla birlikte 400 cesedi
barındırabilecek büyüklükte olduğu görülmüştür.
Ölülerin gömülmesi amacıyla mağaralar da
kullanılmıştır. İlkçağda İbraniler tek bölmeli
mağaraların duvarlarına ölüleri yerleştirmek
için uzunlamasına oyuklar yapmışlar,
bu gelenek zamanla anıtmezar yapımına
dönüşmüştür. Bu mağaraların zamanla
murdar sayılmasına karşın, pek çok kişinin
kutsal bildiği mezar mağaraları giderek
tapınma yerlerine dönüşmüştür. Batı Hindistan
ve Sri Lanka’daki (eskiden Seylan)
binlerce kaya mezar bunlar arasındadır.
Mısır’daki bazı kaya tapınakların ön cephesinde
ayrıca bir dış bina inşa edilmiştir;
bunlardan Ebu Simbel’in kaya içindeki
derinliği 55 m’dir.
Cesedin mezardaki duruş biçimini dinsel
nedenlerin yanı sıra başka etmenler de
belirler. Ölünün tabut içinde ya da dışında,
uyuyormuş gibi yatırılması gelenekselleşmiştir.
İslam geleneğinde ölü, sağ yanı
kıbleye dönük olarak yatınhr; Budacılıkta ise
ölünün başı kuzeyi gösterir. Afrikalı Dagariler
ölünün mezardaki konumunu cinsiyetine
göre belirlerler. Bazı eski kültürlerdeyse
ölüler mezarlarına çömelmiş ya da diz
çökmüş konumda yerleştirilirdi. Babil ve
Sümer’de yalnızca üstün kişiler uyku pozisyonunda,
efendileriyle birlikte gömülen hizmetkârlar
ise hizmet etmeye hazır biçimde
çömelmiş durumda gömülürdü. Günümüzde
de Amerika Yerlileri ölülerini çoğunlukla
ana karnındaki dölüt gibi kıvnlmış biçimde,
bazen bir sepete ya da kilden yapılmış
bir kaba yerleştirerek gömerler.
Suya gömme. Pek çok kültürde su ile
ölümsüzlük arasındaki bağlantıyı yansıtan
söylenceler vardır. Çoğu zaman bu söylenceler,
ölünce denize açılarak halkından
ayrılan, ama geri dönmeye söz veren bir
tanrı-kahraman çevresinde gelişir. Bu nedenle
pek çok önderin ve kahramanın
cesetleri ölü teknelerine yerleştirilerek ırmaklara
ya da denizlere bırakılmıştır. Kuzey
Avrupa halkları arasında, daha önce
toprağa gömülmüş ölüler bile bazen ölü
teknelerine konurdu. Bu görenek İS 7. ve
8. yüzyıllarda İzlanda’dan İngiltere’ye kadar
yayılmıştı. Ölü gemilerinin belki de en
ünlüsü İngiltere’de Suffolk’ta, Sutton Hoo
dolayında bir kazıda ortaya çıkarıldı; burada
arkeologlar ırmaktan 1 km kadar içeride
tek bir kurganda toprağa gömülmüş biçimde
38 kürekli, 26 m uzunluğunda bir ahşap
teknenin kalıntılarını buldular. Norveç’te
Oseberg’de yapılan bir kazıda çıkarılan
gösterişli bir Viking gemisinin de iki kadının
mezarı olduğu saptanmıştır. Büyük Okyanusun
güney kıyısındaki kültürlerde de
ölüler kanoyla suya bırakılırdı.
Suya gömme yöntemi her zaman tekne ya
da sal kullanılmasını gerektirmez. Solomon
Adalarında cesetler, köpekbalıklannca yenmek
üzere yalnızca bir resif üzerine bırakılır.
Başka yerlerde de ceset kefene sarıldıktan
sonra taşla bağlanarak dibe indirilir.
Tibet’te yoksulların yanı sıra dilencilerin,
cüzamlılann ve bebeklerin cesetleri de bazen
ırmağa ya da dereye atılır. Bazı yerlerde
suya atılmadan önce ceset parçalanır. Batı
kültürlerinde, deniz yolculuğunda ölenlerin
suya gömülmesi göreneği sürmektedir. Son
zamanlarda, ölü yakıldıktan sonra külle rinin denize serpilmesi geleneği özellikle
ABD’nin Büyük Okyanus kıyılarında yaygınlaşmaktadır.
Bu gelenek Asya’nın pek
çok bölgesinde de görülür. Hindistan’da
Hindular ölülerinin kalıntılarını bir yıl içinde
Ganj Irmağının kutsal sayılan suyuna
atarlar; buna olanak bulunamazsa, sonunda
Ganj’a ulaşacağı umuduyla ceset başka bir
ırmağa ya da dereye atılır.
Yakma. Eski Yunanlılar ölüleri yakma
geleneğini bir savaş zorunluluğu olarak
kuzeyli bazı halklardan öğrenmişlerdi. Çarpışarak
ölenler savaş alanında yakılır, sonra
da külleri toplanıp törenle gömülmek üzere
yurtlarına gönderilirdi. Toprağa gömme
uygulaması sürmekle birlikte, yiğitlik, yurtseverlik
ve askeri yetkinlikle çok yakından
ilişkilendirildiği için, destansı bir yaşamın
ancak yakılmayla noktalanabileceği inancı
zamanla yerleşti. Romalılar da bu geleneği
sürdürdüler. İS 100 dolaylarında bir olasılıkla
Hıristiyanlığın yayılması sonucunda ölü
yakma geleneği sona erdi. İskandinav halkları
ölüleri yakmanın ruhu bedenden ayırmaya
yardımcı olduğuna ve ölülerin yaşayanlara
zarar vermelerini önlediğine inanıyorlardı.
Ama İS 1000 dolayında İzlanda’
nın Hıristiyanlaşmasından 19. yüzyıla değin,
Batı Avrupa’da ölü yakma uygulamasına
ancak zorunluluklar nedeniyle başvuruldu.
1656’daki Büyük Veba Salgını sırasında
Napoli’de 60 bin kurbanın cesedi bir hafta
içinde yakıldı.
II. Dünya Savaşı sırasında yüz binlerce
kişinin Nazi toplama kamplarında yakılması
Batı’da ölüleri yakma uygulamasına oldukça
soğuk bakılmasına yol açtı. Buna karşılık
Hindistan ve başka bazı ülkelerde ölüleri
yakma geleneği çok daha kökleşmiştir.
Laos’ta yalnızca “talihli” bir biçimde, yani
huzur dolu ve refah içinde bir yaşamın
sonunda eceliyle ölenler yakılır. Bali’deki
ölü yakma törenleri çok renkli ve eğlenceli
geçer.
Günümüzde bu yöntemin uygulanması için
açıkta yakılmış ateşler değil, fırınlar kullanılır;
küller yasalara ve isteğe göre kaldırılır.
İlk krematoryum (ölü yakma tesisi)
1876’da Washington’da yapılmıştır. Batı
ülkelerinde ölüleri yakma uygulaması gitgide
yaygınlaşmaktadır. Pek çok Protestan
Kilisesi bu uygulamayı desteklemektedir.
Katolik Kilisesi de bunun yasak olmadığını
duyurmuştur. Ama Yahudilikte ölü yakma
yasağı sürmektedir.
Açıkta bırakma. Pek çok topluluk dinsel
ya da doğal nedenlerle, ölüleri leş yiyen
kuşlar ve hayvanlar tarafından parçalanacağı
ya da çürüyeceği bir yere bırakırlar. Bu
yöntemi uygulayan en ünlü topluluk, bir
olasılıkla, Zerdüşt’e inananlardır. Uygulamanın
temelinde, cesedi gömmenin ya da
yakmanın “arı öğeler” olan toprak, ateş ve
suyu kirleteceği inancı yatar. Bombay’daki
Parsiler bugün de ölülerini özel olarak inşa
edilmiş yüksek “sessizlik kuleleri”ne bırakırlar.
Akbabalar genellikle birkaç saat
içinde cesedin etini kemikten ayırır, daha
sonra kemikler toplanır ve kulenin ortasındaki
kuyuya atılır. Tibet’te de cesedi açıkta
bırakma uygulaması çok yaygındır. Bunun
bir nedeni ruhsuz bedenlerin hiçbir önemi
olmadığı inancıdır. “Ovada” ölmeyi onurlu
sayan göçebe Moğollar da ölüleri çeşitli
biçimlerde açıkta bırakırlar; ölüm döşeğindeki
hastalar ve sakatlar can vermeden önce
olanak bulunursa çadırlarından çıkarılır.
Bazen bebek ve çocuk cesetleri çuvala
konarak bir yol kavşağına bırakılır; oradan
geçecek ilk Moğol, ölünün ruhunun öbür
dünyaya uçmasını sağlamak için çuvalı açmakla yükümlüdür. Bazı topluluklar ölülerini
ağaçlara ya da ağaçtan yapılmış platformlara
bırakırlar. Bu topluluklar arasında
Balililer, Hindistan’daki Naga kabileleri,
Orta Avustralya kabileleri, Dakotalar ve
öteki Kuzey Amerika Yerlileri sayılabilir.
Çeşitli toplumlarda, özellikle de ilkel kültürlerde,
bir kez kaldırılan bir ceset genellikle
çürüme süresinin sonunda ikinci bir
işleme uğratılır. Yazılı kültüre geçmemiş
toplumların çoğunda ölüm yavaş bir değişim
ve yaşayanların gözle görülür dünyasından
ölülerin görünmez dünyasına bir geçiş
olarak kabul edilir; bu nedenle çürüme
süresi boyunca kimi zaman ceset canlıymış
gibi davranılır. Ölünün yanında oturulur,
ona yiyecek ve içecek verilir. Genellikle
ölü, evde yaşayanlarla bir arada tutulur.
Eskiden Borneo’da yaşayan Dayaklar şeflerinin
ve toplum önderlerinin ölülerini bir
uzunevde tüm köy halkıyla birlikte bulundururlardı.
Bazı topluluklar, örneğin EndonezyalIlar,
bedenin çürümesine mistik bir
anlam verirlerdi. Bunlar, çürüme sırasında
çıkan sıvıları dikkatle toplar, bazen de
yiyecek maddeleriyle karıştırırlardı.
Bazı kültürlerde ölüler başlangıçta mumyalandıktan,
toprağa gömüldükten ya da
açıkta bırakıldıktan ,sonra son bir işlemle
kaldırılır. Balililer ölümden 42 gün sonra
ruhun bedeni tümüyle terk ettiğine inanırlar.
Bu süre sonunda, önceden mumyalanmış
ya da gömülmüş olan ceset yakılır.
Avustralya Yerlilerinden bazıları ölünün
kemiklerini birkaç ay güneş altında ağarmaya
bırakır, daha sonra temizler, boyar ve
ölü savaşçının totem simgeleriyle özenle
süslenmiş içi oyuk bir direğe yerleştirirler.
Eskiden Rumenler de ölüleri belli aralıklarla
mezardan çıkarırlardı. Çocuklar üç, gençler
beş, yaşlılar yedi yıl sonra mezardan
çıkarılır, kemikleri şarap ve suyla yıkanır,
ketenden bir torbaya doldurulur ve ikinci
kez gömülmek üzere kiliseye götürülürdü.
Ruhun ölüler dünyasına girdiği varsayılan
ikinci gömme sırasında hemen bütün topluluğun
katıldığı bir tören düzenlenirdi. Kuzey
Amerikalı Huronlar da her 10 ya da 12
yılda bir “ruhlar şöleni” düzenlerdi. Bu
şölende cesetlerin kalıntıları toplanır ve
ortak mezarlığa yerleştirilirdi.
Mezarlık için yer sıkıntısı çekilen pek çok
Güney Amerika ve Avrupa ülkesinde mezarlar
genellikle kirayla kullanılır. Gömüldükten
üç ya da beş yıl sonra ceset topraktan
çıkarılır ve kemikler, bunun için ayrılmış
bir mahzendeki nişlere ya da bir toplu
mezara konur.
20. yüzyılda Batı dünyasında gömme işlemleri
oldukça standartlaşmıştır. Ölüler,
üstü bezle örtülü ve aşırıya kaçmadan
süslenmiş tabutlarda toprağa verilir. Övgü
ve uğurlama törenlerinden sonra, dikdörtgen
biçiminde, genellikle 2 m kadar derinlikteki
bir çukura indirilerek üstü toprakla
örtülür. Ayrıca bak. cenaze.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir