İmam Mukatil diyor ki: Resûlüllah (SA.V.) Efendimiz Mekke’de iki rek’at sabahleyin, iki rek’at de akşamleyin namaz kılardı. Mi’rac olayı ile göklere yükselince beş vakit namazla emrolundu. Ravzu’l-Ahbar’da deniliyor ki: «Mi’rac gecesi namazın farz kılınmasının sebebi, çünkü o gece vakitlerin en efdali ve hallerin en şereflisi idi ve münâcat edilen vakitlerin en azizi olarak bulunuyordu..» îmândan sonra en üstün ibâdet ve tâat, namazdır. Kulluk görevini yerine getirmede en güzel hey’ettir. (Yâni kulluk görevinde namaz şekli en güzel şekildir.) Aynı zamanda Allah’a yakınlıktır. Namazın farz kılınmasındaki hikmete gelince: Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz Mi’rac gecesi yolculuk yaparken göklerin melekûtüne şâhid oldu ve bütün bunları ardarda görüp geçti. Göklerin sakinlerinin ibâdetlerini müşahede etti. Onlara gıpta’.düygusu uyandı. Onlarm çokça ibâdetine özendi. Bunu ümmeti -içirt de arzu etti. Allah “böylece bütün meleklerin tüm ibâdetlerini beş vakit namazda topladı. Çünkü meleklerden bir kısmı sadece ayakta durup ibâdet eder, bir kısmı rükû’da bulutıur, bir kısmı sadece secde yapar. Bir kısmı da hamd eder, tesbîhte bulunur ve daha benzeri ibâdet şekilleri.. Allah gök ehlinin ibâdetlerinin sevâbım Peygamber Efendimiz’in ümmetine verdi. Şu şartla ki, kalkıp beş vakit namazı edâ ettiklerinde.. Namazın iki, üç ve dört rek’at şeklinde olmasındaki hikmet; Mi’rac gecesi Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’e verilen kerametlere, ikili, üçlü ve dörtlü kanatlara sâhip melekler şâhid olmuşlardı. Cenâb-ı Hak bu sayılan namazlann nurlu suretlerinde toplayıp birleştirdi. Melekler ibâdetlerin ruh ve mânasını melekût âlemine doğru yükseltirken her ibâdet nurdan bir heykele temessül ederek yükselir.. Ve sâlih amellerden bir takım melekler yaratılır. Nitekim bu hususta haber vârid olmuştur. Bunun gibi Cenâb-ı Hak meleklerin kanatlarını üç mertebe üzere düzenlemiştir. Senin de Allah’a yükseldiğin kanatlarını meleklerin kanatlanna uygun bir düzende tutmuştur. Tâ ki melekler bu ölçüler içinde senin için istiğfar edeler.. Nitekim bu husus Rûhu’l-Beyân’da da belirtilmiştir. «Onlar namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine nzık olarak verdiğimiz- den de (Allah için) harcarlar» meâlindeki âyetin tefsirinde belirtilen konu üzerinde durulmuştur. Hazret-i Ali’den (R.A.) yapılan rivâyette, şöyle anlatıyor: «Bir ara Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz muhâcirîn ve ensâr arasında otururken yahudilerden bir cemâat çıkageldi ve dediler ki: Ya Muhammed! Allah’ın Mûsâ Peygamber’e verdiği, fakat hiç bir peygambere ve mukamp bir meleğe vermediği birkaç kelimeden sormak istiyoruz..» Bunun üzerine Peygamber (S.A.V.) Efendimiz onlara : «Sorabilirsiniz…» dedi. Yahudiler ; «öyle ise, bize Allah’ın senin ümmetine farz kıldığı şu beş vakit namazdan haber ver?» Peygamber (S.A.V.) onlara şu cevabı verdi: «öğle namazı, güneş gök kubbenin ortasından batıya doğru meyledince varlık âleminde bulunan her şey Allah’ı teşbiheder. İkindi namazı, Âdem Peygamber, o saatte memnu’ meyve ağacından yemiştir.. Akşam namazı, Allah bu saatte Âdem Peygamber’in tevbesini kabul buyurmuştur. Yatsı namazı, bütün resûllerin namaz kıldığı bir vakittir.. Sabah namazı, güneş doğunca şeytanın iki boynuzu arasında doğar, Allah’ı inkâr edenler ona secde götürürler..» Yahudiler bu cevabı alınca : «Doğru söyledin» dediler ve sonra sormaya devam ettiler: «Öğle namazmı kılanın sevâbı nedir?» «Öğle vakti cehennemin iyice kaynadığı saattir. Herhangi bir mü’min o saatte bu namazı kılarsa, herhalde Cenâb-ı Hak ona cehennem azâbmı haram kılar. İkindi namazı, Âdem Peygamber’in memnu meyve ağacından yediği saattir; herhangi bir mü’min bu saatte bu namazı kılarsa, günahlarından, annesinden doğduğu gündeki gibi sıynlıp çıkar..» buyurdu ve sonra şu âyeti okudu: «NAMAZLARA VE ORTA NAMAZA DEVAM EDİN; GÖNÜLDEN BOYUN EĞEREK ALLAH İÇİN NAMAZA DURUN..»120 Akşam namazı, Âdem Peygamber’in tevbe- sinin kabul olunduğu saattir; herhangi bir mü’min bu saatte akşam namazını kılar, sevâbım da yalnız Allah’tan bekler ve sonra Allah’tan bir şey isterse, herhalde kendisine verilir. Yatsı namazı; kabir âlemi karanlıktır, kıyâmet günü de karanlıktır; herhangi bir mü’min gece karanlığında yatsı namazına gitmek üzere adım atarsa, herhalde cehennem karanlığı ona haram oluı ve Sırat üzerinden geçme nuru kendisine verilir.. Sabah namazı, öyle bir namazdır ki, herhangi bir mü’min kırk gün bu namazı cemaatle kılacak olursa, herhalde Allah ona biri cehennemden, diğeri nifaktan olmak üzere iki beraat (kurtuluş belgesi) verir.» — Doğru söyledin, dediler ve sonra tekrar sordular : — Allah niçin sana ve ümmetine otuz gün oruç tutmayı farz kıldı? Diğer ümmetlere ise niçin daha fazla farz kıldı?
Peygamber (S.A.V.) onlara şu cevabı verdi: — Âdem Peygamber memnu meyve ağacmdan yediğinde onun midesinde bu meyve otuz gün kalmıştı (meyvenin gıda te’siri bu müddet onun içinde devam etmişti). Bunun için onun zürriyetine otuz gün aç kalmak farz kılındı.. Geceleyin yemeleri Allah’ın ümmetime olan bir lûtfudur. — Doğru söyledin, dediler ve : — Ümmetinden otuz gün oruç tutanın sevâbı nedir? Bundan bize haber ver, diye sordular. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz : — Herhangi bir kul, sevâbını yalnız Allah’tan bekleyerek Ramazan ayında oruç tutarsa, herhalde Allah ona altı haslet bahşeder : 1 — Cismindeki cüzzam etini eritir. 2 — Onu rahmetine yaklaştırır. 3 — Ona amellerin en hayırlısını verir. 4 — Kıyâmet günü onu açlık ve susuzluk tehlikesinden güven içinde bırakır. 5 — Kabir azâbını ona oldukça kolaylaştırır, önemsiz duruma getirir. 6 — Cennette ona bir nice kerametler ihsân eder. Yahudiler bu cevabı alınca : — Doğru söyledin, dediler ve devamla sordular: Senin diğer peygamberler üzerindeki üstünlüğün nedir? Peygamber (S.A.V.) onlara şu cevabı verdi: — Her peygamber ümmetinin helâk olması için bedduâ- da bulunmuştur; ben ise ümmetime şefâatte bulunmayı seçip sakladım. — Doğru söyledin… Ya Resûlâllah!. Biz şehâdet ediyoruz ki, Allah’tan başka ibâdete lâyık hiç bir ilâh yoktur ve yine şehâdet ediyoruz ki, sen, Allah’ın hak Resûlüsün!.. dediler ve hep birden müslüman oldularYapılan sahîh rivâyette, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Namaz Allah’ın rızâsına, meleklerin sevgisine yol açar. Aynı zamanda namaz, peygamberlerin sünneti, mâri- fetin nuru, îmanın aslı, duânın kabûlü, amellerin hüsnü kabulüdür. Rızıkta berekettir, düşmana karşı silâhtır, şeytanın nefret ettiği bir ibâdettir. Sahibiyle ölüm meleği arasında şefaatçidir. Kabrinde ona nurdur. Ve altında bir yaygıdır. Mün- ker ve Nekîr’in cevabıdır. Kabir âleminde gönül dostudur. Kı- yâmet kopuncaya kadar kabirde sahibini ziyaret edicidir. Kı- yâmet günü olunca da namaz, sahibinin başı üstünde bir gölgedir, başmda bir taçdır. Bedenini örten bir elbisedir. Önünde ışık saçan bir nurdur. Sâhibiyle cehennem arasında bir sitre- dir. Mü’minler için hüccettir, Allah’ın huzurunda onlar için bir delîl ve şâhiddir. Terazide bir ağırlıktır. Sırat’ı geçmeyi sağlayıcıdır.
Cennetin anahtarıdır.»123 Çünkü namaz; tesbîh, temcîd, takdîs, kırâet, duâ ve tah- mîddir. Hem amellerin en üstünü, vaktinde kılınan namazdır. el-Hasen’den yapılan rivâyette, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki: «Kıyâmet günü kulun ilk hesaba çekildiği şey, namazı olacaktır. Namazını tastamam kılmışsa, hesabı oldukça kolay geçecektir. Namazını noksan bırakmışsa, Al- lahü Teâlâ meleklerine der ki, «kulumun nâfile olarak namazı var mıdır? Varsa noksan kalan farzlarını onlarla tamamlayın.» Namaz tamamlanınca diğer amellerin hesabı ona göre cereyan edecektir.» Haşan Basrî Hazretleri’nden muttasıl senedle yapılan rivâyete göre, Resûlüllah (S.A.V.) Efendimiz buyurdular ki :
«Namaz kılan için üç haslet vardır: Melekler onu ayak seviyesinden gökler seviyesine kadar çepeçevre kuşatırlar. İyilik ve ihsân gökler seviyesinden onun tepesine kadar yayılır. Vebir melek şöyle seslenir: Eğer namaz kılan kimse kime münâ- cat ettiğini bilmiş olsaydı, yerinden ayrılmazdı..» Diğer bir hadîste de buyuruluyor ki: «Üzerinde namaz kılman ya da Allah anılan bir ülke, nihayetine varıncaya kadar yedi katmda bunu müjdeler ve kendi çevresindeki diğer ülkelere bununla iftihar eder. Herhangi bir kul, namaz kılmak için ayakkabılarım yere bırakacak olursa, mutlaka o yer ona merhaba der.»124 Aynı hususu Ebû Leys, Tenbihü’l-Ğafilîn’de belirtmiştir.