wiki

BEDR MUHAREBESİ

Resul-i Ekrem, bir hayli gündenberi, H aura ve Bedr tarafların
a gönderm iş olduğu keşif kollarının dönm elerini bekli­
yordu. A taletle vakit geçirip, kervana takipten kurtulm a fırsatını
verm ek istem iyordu. Gecikmeden faaliyete başlamak
k ararın ı verdi. A skerlerini topladı ve yola koyuldu. 623 senesi
Ram azanının on ikinci günüydü. Bir m üddet yürüdükten
sonra küçük ordusunu teftiş etm ek üzere durdu. Medine’de
beyhude yere beklediği keşif kolları oraya gelip, kendisine
m ülâki oldular. Kendisini tehdit eden tehlikeyi anlamış olan
Ebû Sufyan’m, yardım istem ek üzere M ekke’ye bir haberci
gönderm iş olduğunu, hattâ, bedeviler arasında dolaşan bazı rivayetlere
göre, im dat kuvvetlerinin M ekke’den yola çıkmış bulunduğunu
ve kervan takip olunursa, K ureyşlilerin mühim
kuvvetlerine tesadüf etm ek m uhtem el olduğunu haber verdiler.
Bu haberler, son zam anlarda ihtida etm iş olan M edineliler
arasında bir hoşnutsuzluk uyandırm ıştı. Bunlar: «Bizim maksadımız,
kervanın yolunu kesmekti. Halbuki şimdi bize bir
meydan muharebesinden bahsolunuyor. Bunu bize vaktile haber
vermiş olsalardı daha iyi silâhlanacaktık. Şimdiki teçhizatımızla
Kureyş ordusuna karşı galebe çalmamıza imkân yoktur»,
diye m ırıldanm ağa başladılar .
Bu sözleri işitince Hazreti M uhammed ,harbe devam etm e­
ğe razı olub olm adıklarını anlam ak üzere, Ensarın fikrini sorm
ağı lüzum lu gördü. Çünkü, Resul-i Ekrem ’i kendi m em leketlerine
çağırmış olan Ensar, onu — gerektiği v a k it— silâh ile
m üdafaa etmeğe andiçmişlerse de, M edine haricinde onun uğ­
runa m uharebe etm ek taahhüdünde asla bulunm am ışlardı.
H azreti M uhammed, vaziyeti izah etm ek ve reylerini alm ak
m aksadile gerek M uhacirlerin ve gerek Ensarın reislerini davet
etti. Evvelâ Ebû Bekir ile Öm er söze başladılar ve İslâ-
m m şerefini m üdafaa hususunda her fedakârlığı göze aldıklarına
Resul-i Ekrem ’i, m üessir sözlerle, tem in ettiler. Onlardan
sonra M ikdad ibni Esved söz alarak şu beyanatta bulundu:
«Ya Resulallah, hiç tereddüt etmeden Allah’ın emrettiği yola
git! Biz, yahudilerin hazreti Musa’ya dedikleri gibi, muharebeye
Rabbinle birlikte git! Biz seni burada bekleriz! demiyece-
ğiz! Bilâkis, Allah’ın ile birlikte muharebeye git, bizi de her
yerde ve daima yanında bulacaksın! diyeceğiz.»
Resul-i Ekrem, bir yandan bu sözleri dinlerken bir yandan
da Ensarın bulunduğu tarafa bakıyordu. Sa’d ibni Muaz,
Ensarın sadakatinden şüphe edilir ihtim aliyle kederlenerek
ayağa kalktı ve: «Ya Resulallah, seni bize gönderen Cenabı
Hak namına yemin ederim ki, hakikatin galebesi için yalnız
savaşmağa değil, eğer kendimizi denize atmağı emredersen, arkandan
koşmağa bile hazırız,» dedi. Bu sözler üzerine Resul-i
Ekrem ’in simasında derin bir hoşnutluğun ifadesi belirm iş­
ti… Cemaate teveccüh ederek «Zaferin bize vâdolunduğunu size
tebşir ederim» dedi.
Yola çıkm adan evvel, biri M edine’nin aşağı tarafları, biri
de, yukarı tarafları için Ebû Lubabe ve Asım ibni Adıy namında
iki hâkim tayin etti. Sonra askerini gözden geçirdi. Henüz
silâh taşıyacak yaşta olm ıyan bir takım gençlerin asker
arasına karışm ış olduklarını gördü; onlara M edine’ye avdet etm
eleri em rini verdi. Onların en genci olan Am ir ibni Ebi Vakkas
orduda kalm ak niyazile sıcak gözyaşları dökerek ağlam a­
ğa başladı. O kadar ısrarla niyazda bulundu ki, H azreti M uham ­
med, nihayet onu orduda bırakm ağa m uvafakat etti.
Resul-i Ekrem in ordusu, 313 m uharibten ibaretti. Bunların
altm ış kadarı M uhacir ve m ütebakisi Ensar idiler; 70 deve
ile yalnız 3 atları vardı. A tlar ancak harb esnasında kullanılacaktı.
Onun için yedekte götürülüyor, develere de nöbetle biniliyordu.
H azreti M uhammed ile A li’nin ve Zeyd’in bir tek
develeri vardı.
İşte, o çağda m alûm olan dünyanın en büyük kısm ını bir
kaç yıl içinde fethedecek ve hudutları Çinden A tlantik kıyı­
larına kadar uzayan bir İm paratorluk kuracak olan İslâm ordusunun
çekirdeği bu idi. İnanılm az gibi görünen bu hâdise,
ancak İslâm askerlerinin tem sil ettikleri, ırklar m üsavatı ve
im tiyazların ilgası prensiplerinin derebeylerin boyunduruğu
altında yaşıyan m illetler üzerinde icra ettiği tesir ile izah olunabilir.
M edine’den hareketinden beş gün sonra, Resul-i Ekrem
Bedr civarına gelerek ordugâh kurdu. Düşm anın vaziyeti hakkında
m alûm at edinm ek üzere, A li’yi bir kaç kişi ile birlikte
keşfe gönderdi. Bunlar, sırtlarındaki tulum ları doldurm ak için
su kuyusu ariyan üç genç yakaladılar. İçlerinden bir tanesi
kaçm ağa m uvaffak oldu. Diğer ikisi karargâha götürüldüler.
H azreti M uhamm ed onlara bu havalide ne yaptıklarını sordu.
K ureyş askerleri için su aradıkları cevabını verdiler. M uhavere
şu suretle devam etti:
— Onlar neredeler?
— K arşınızda gördüğünüz tepenin arkasında.
— Kaç kişidirler?
— Bilmiyoruz.
— H er gün kaç deve boğazlıyorlar?
— Dokuz y ahut on.
Resul-i Ekrem , ashabına dönerek onlara: «Dokuz yüz yahut
bin kişi olsalar gerek» dedikten sonra, öğrenm ek istediğini
haber almış olduğundan esirleri serbest bıraktı.
Filhakika, K ureyş ordusu iyi teçhiz olunmuş dokuz yüz
kişiden fazla efrattan m ürekkepti, 700 develeri ve 200 atları
v ard ı ki, bunlar da onlara büyük üstünlük tem in ediyordu.
M üslüm anlardan evvel Bedr’e gelmiş olan K ureyşliler, ordugâh
kurm ak üzere, öyle bir yer seçmişlerdi ki, üzerinde kolaylıkla
m anevra yapabilirlerdi. Halbuki M üslüm anlar konmak
için ancak kum sal bir y er bulabilm işlerdi; bunun üzerinde harek
e t etm ek zordu.
Bu yerleri çok güzel bilen Habbab-ul-Ensari, Resul-i Ekrem
’e m üracaatla bu yeri İlâhî vahiy ile mi bulduğunu sormuş­
tu. «Eğer öyle ise,» demişti, «sükûttan başka yapacak bir şeyim
yoktur; lâkin orayı bir harb manevrasına elverişlidir diye
seçmiş isen, tertip etmiş olduğum harb plânını dikkat gözüne
arzetmek isterim.»
Resul-i Ekrem , cevap olarak, Ensari’yi serbestçe fikrini
söylemeğe dâvetle: «Bu yer için hiç bir vahiy almadım» dedi.
Habbab, bunun üzerine: «O halde,» dedi, «buradan çekil
ve buradaki kuyuları doldurarak, vâdi yatağını takip et. Seviyesi
diğerlerininkinden aşağı olan son kuyuya vardığın vakit,
onun yanına kumlar altından akan su ile dolacak bir mahzen
kaz. Bu suretle diğer kuyular kurumuş olacak ve düşman harb
esnasında susuzluğunu gidermek için artık bir damla su bulamıyacaktır.»
Resul-i Ekrem, H abbab’ın tavsiyelerini noktası noktasına
tatbik etti.
Sa’d ibni Muaz, üzerinden nazarın vâdiye doğru uzandığı
bir tepecik üstünde, hurm a dallarından, savaşın bütün heyecanlı
hâdiselerini görmesine m üsaid olm akla beraber, güneşin
tesirinden kendisini m uhafaza edecek bir gölgelik yapm asına
izin verm esini H azreti M uhamm ed’den niyaz etti. «Senin yanı­
na, dedi, deveni bağlıyacağız ve seni emniyette bulundurmak
için bir kaç muharib koyacağız. Eğer Allah muzafferiyet ihsan
ederse, dini müdafaa uğruna göstereceğimiz yiğitliği görüp
gözlerin parlıyacak. Talih yardım etmezse devene binip, bizim
kadar sana sadık ve bağlı olan ve savaşa iştirakini bilseler arkada
kalmıyacakları şüphesiz bulunan sahabelerine kavuşmaktan
başka yapacak bir şeyin kalmaz.»
Gölgelik yapılm akta iken, K ureyşliler tarafından yolda yakalanm
ış olan Huseyl ve Huzeyfe nam ında iki m üslüm an ordugâha
geldiler. K endilerine Hazreti M uham m ed’in askerlerine
katılıp katılm ıyacaklarm ı sorm uşlardı. E saretten kurtulm ak
için, harbe girmemeği taahhüt etm işlerdi. Keyfiyeti böylece
Resul-i Ekrem ’e hikâye ettiler. Resul-i Ekrem : «Biz her zaman
ve her yerde sözümüzü tutarız. Siz doğruca Medine’ye gidinizAllah’ın
inayeti bize yeter» diyerek onları geri çevirdi.
M uharebe başlam adan önce yağan faydalı bir yağm ur,
M üslüm anların, üzerinde zahm etle yürüdükleri oynak kum ları
berkittiği halde, K ureyşlilerin, üzerinde ordugâh k u rdukları
tuzla karışık balçıklı arazi kesif ve yapışkan bir çamura dönm
üştü. K ureyşlilerin develeri yürürken kayarak düşüyor, uzun
bacakları arkaya doğru uzanıyor, atların da tırnakları çam ura
saplanıyordu.
K ureyşlilerin bu engelden kurtulm ak için sarfına m ecbur
oldukları gayretler, o derece yorgunluklarını mucib olm uştu
ki, ertesi günü, harb m eydanına çıktıkları vakit bitkin bir hal­
de idiler. Buna m ukabil, H azreti Peygam berin em riyle gecelerini
istirahatle geçirmiş ve sabahleyin gayet erkenden abdestlerini
almış olan M üslüm anlar, bütün çeviklikleriyle gelib icabeden
yerleri işgal ettiler.
Bütün gece, tek başına namaz ve niyaz ile meşgul olarak.,
uyanık kalm ış olan H azreti M uhammed, askerinin’ büyük kısmını,
arazinin teşekkülüne göre, güneşe karşı yürüyen düşm anın
gelmesi iktiza eden cenubi garbiye müteveccih olarak yerleştirdi.
Bu da ehli İslâma büyük bir faide tem in ediyordu.
M uhariplerin bir kısm ını — K ureyşlilerin oraya yaklaşm alarını
m en için — su m ahzeninin yanına koydu. Kendi tarafından
işaret verilm eden düşm ana taarruz olunmasını yasak etti.
Yalnız iki kanada gönderm iş olduğu okçular, düşm an süvarileri
kendilerini sarm ak istedikleri takdirde, şahsî teşebbüsleriyle
hareket edebilirlerdi.
Bu tertibat ve tedarikâtı yaptıktan sonra, Resul-i Ekrem,
kendisi için yapılmış olan gölgeliğe çekildi. Sa’d ibni Muaz
yalın kılıçla nöbet bekliyor, Ebû Bekir’le bazı sahabeler de
onun yanında duruyordu. Babayı oğla, yeğeni amcaya, karde­
şi kardeşe karşı koyacak ve îslâm m kudretini tayin edecek
olan bu heyecanlı m anzara önünde, Hazreti M uhammed, ellerini
göğe kaldırarak: «Ya Rabbi!» dedi, «eğer bu bir avuç miislüm
an mahvolursa sana ibadet edecek ve mukaddes iradene
inkiyad eyliyecek bir kimse kalmaz. Emret de vâdin tecelli etsin!»
Resul-i Ekrem ’in yanında bulunan m üm inler bu halden
son derece m üteheyyiç oldular, gözleri yaşla doldu. Ebû Bekir,
«Allah’ın vâdi yerine gelecek» dedi. Resul-i Ekrem de kendisine
ilham olunan kelim eleri tekrar etti: «Sizin karşınızdakiler
mağlûb olacaklar ve arkalarını çevirip kaçacaklardır» diye ilâ­
ve etti.
Büyük bir kısmı hem şehrileri ve akrabaları olan Müslü­
m anlarla aralarında kanlı bir çarpışma vukua gelmemesi için,
K ureyşliler tarafında Utbe ibni Rebia son bir gayret daha sarfettiği
halde, başlarında Ebû Cehil bulunan harb taraftarları,,
sulhtan bahsolunm asım işitm ek bile istem iyorlardı. M ünaka­
şaya devam ederlerken, m eşhur bir falcı olan U m eyr’in dört
nala gelm ekte olduğunu gördüler. Umeyr, fal oklarının kendisine
ilham ettikleri şeyi bildirm eğe geliyordu’. «Ey Kureyş­
liler» dedi, «başınızda bir musibet dolaşıyor. Helak olmak tehlikesindesiniz.
Düşmanlarınız adetçe sizden azdır, fakat ölü­
mün, Yesrib develerine binmiş olduğu halde, size hücum etmek
üzere geldiğini görüyorum.»
Bu sözlerin, kendi taraftarlarının cengâverlik gayretlerini
kırdığını görerek, Ebû Cehil falcının sözlerini kesti, U tbe’yi ve
m uharebeye m âni olmak isteyenlerin hepsini alçaklıkla itham
ederek, Nahle’de öldürülm üş olan H adrem î’nin kardeşi Am ir
E l H adrem i’yi çağırdı ve kardeşinin intikam ını alm aktan vaz
geçip geçmediğini sordu. Am ir elbisesini yırtıp başını çam urla
sıvayarak ve m ızrağım havada sallıyarak, kardeşinin adını
bağıra bağıra söylemeğe başladı. Bu dokunaklı çağırış tesirini
yaptı: K ureyş ordusu yürüyüşe geçti ve M üslüm anların karşı­
sına gelip mevzi aldı.
O zamanlar, iki ordu biribirinin karşısına gelince ,derhal
taarru za başlam azlardı. Um um î harbten evvel fertler arasında
çarpışm alar olurdu: Bir, bazan bir kaç kişinin hasım saflarından
çıkıp karşıdaki düşm ana doğru ilerlediği görülürdü.
K asım ları biribirinden ayıran sahanın ortasına gelince, bunlar,
kahram anlarının yiğitliklerini m edih yolunda şiirler okumağa
başlarlar ve sövüp saym ak suretile düşm anlarını harbe teşvik
eylerlerdi.
O vakit hasım tarafı, m eydan okuyacak yiğitleri tayin
ederdi. Bunlar, saflardan ayrılarak, doğruca kendi kahram anlıklarını
şüpheli görmek cüretinde bulunm uş olanlar üzerine
y ü rü rler ve, işte um um î çarpışm aya tekaddüm eden, ferdî mü-
barezeler bu suretle başlardı.
Bedr’de, ilerlem iş yaşm a rağm en, ilk çarpışmaya başlıyan,
U tbe ibni Rebia’dır. Ebû Cehil’in ölçüsüz sözleriyle izzeti nefsi
yaralanan Utbe, bu hareketile, âilesinin nam ını şereflendiren
atalarına lâyık bir vâris olduğunu isbat etm ek istiyordu.
K ardeşi Şeybe ve oğlu Velid yanında oldukları halde, Müslü-
m anlara doğru ilerledi. Kocaman kafasına uygun bir m iğfer
bulam adığı için, başına beyaz bir örtü sarmıştı. Orduda yüksek
bir m akam sahibi olduğuna işaret olmak üzere, göğsünde
deve kuşu tüyleri vardı. Üçü beraber oldukları halde, sahanın
ortasına gelince, ensardan Avf, Muaz ve Abdullah karşılarına
çıktılar. Gelm ekte olduklarını görünce Utbe bunlara adlarını
ve sıfatlarını sordu.
Ensardan olduklarını anlar anlamaz: «Sizinle yapacak bir
işimiz yok» dedi ve, H azreti M uham m ed’in bulunduğu tarafa
dönerek, ona bağırdı: «Bu adamlar bizim seviyemizde değiller.
Kılıçlarımızı bize denk olan kimselerle çarpıştırmak isteriz!»
Bunun üzerine Resul-i Ekrem ensarı geri çağırarak, Beni
Hâşim ’e hitaben: «Ey Beni Hâşim,» dedi, «Kalkınız ve hakkı­
nız olan muharebeye başlayınız!»
Hamza, Ali ve Ebû Ubeyde kalkıp, K ureyş’in üç asil mübarizine
doğru yürüdüler. M iğferleri yüzlerini örttüğü için, U tbe
bunların da isim lerini sordu. «Bizim dengimizsiniz» demekle
razı olduğunu gösterdi; ve çarpışm a başladı. Utbe, Hamza
tarafından öldürüldü. Oğlu Velid de, Alinin elinde, ayni âkıbete
uğradı. Fakat Şeybe Ebû Ubeyde’yi bacağından ağır surette
yaralıyarak yere yuvarladı. İşini bitirm ek üzere iken, hasm
m dan kurtulm uş olan Ali, Şeybe üzerine koşarak şiddetli bir
darbe indirdi ve ölü olarak yere serdi. Sonra yaralı arkadaşını
om uzuna alarak İslâm ordugâhına götürdü.
Bu üç kişinin çarpışm asından sonra, K ureyşlilerden birinin,
zırhlara bürünm üş olarak, saflardan çıktığı görüldü. Bu,
Sa’d ibnil-Âs oğlu Ubeyde idi. Zubeyr ona karşı çıkarak bir ok
darbesiyle yere serdi.
Başlıca kahram anlarının uğradıkları âkibet K ureyşlilerin
m âneviyatlarm ı sarstı. Pek büyük bir gayret sarfiyle safları­
nı sıklaştırarak M üslüm anların m evzilerine hücum ettiler. Hazreti
M uhammed, taarruz em rini verm ek için, K ureyşlilerin yaklaşm
alarım bekledi. Savaş, pek şiddetli oldu. Düşm an süvarisi
M üslüm anların sol cenahını kuşatm ak üzere hücum ettiyse
de, tirendazların (okçuların) ok yağm uru altında ricat etm eğe
m ecbur oldular. Göğüs göğüse yapılan vuruşm alarda her iki
taraf kahram anca gayretler sarfetm işlerdir. Savaş, şiddetle devam
etm ekte iken, iki kardeş, A fran’m oğulları Muaz ve Mauz,
m aruz kaldıkları tehlikeye karşı lâkayıt bir şekilde Ebû
Cehli arıyorlardı. Onu tanım adıkları için, bütün tesadüf ettikleri
kimselere, îslâm iyete karşı beslenen husum etin m üşahhas
tim sali olan Ebû Cehil’i kendilerine gösterm elerini söylüyorlardı.
Bu suretle A bdurrahm an ibni Avf’a da m üracaat ettiler.
A bdurrahm an onların ne yapm ak fikrinde olduklarını öğrenmek
istedi. Cevap olarak, «Dünyayı bu alçak mahlûktan kurtarmak,
yahut ona karşı savaşarak ölmek istiyoruz,» dediler.
A bdurrahm an onlara Ebû Cehil’i gösterince, üzerine iki
yırtıcı kuş gibi atıldılar. Muaz bir kılıç darbesile bacağını kesti.
Ebu Cehil’in oğlu İkrim e de Muaz’a bir kılıç darbesi indirerek
kolunu yardı. Muaz, sarkan kolunun, hareketlerine engel
olduğunu görerek, ayağile üzerine basıp, bedeninden ayırdı ve
savaşmağa devam etti.
K ureyşlilerden El-Esved adında biri, H azreti M uhamm ed’-
in kazdırmış olduğu m ahzenden su içmeğe ve mahzeni yıkm a­
ğa yemin etmişti. K ibir ve gurur ile ilerlerken Hamza, karşı­
sına çıkarak, bir pala darbesile bacağını kesti. Esved arka üstü
yattı, sonra dönüp kolları üzerinde sürünerek, m ahzenin kenarına
kadar geldi ve elinin avucile ağzına su verm ek üzere
iken öldürüldü.
M uharebeye başlam adan evvel, Resul-i Ekrem, M ekke’de
m üslüm anlara karşı m uslih bir tavır almış olan K ureyşlilerin
hayatına kastedilm em esini em retm işti. Bunlar arasında Ebu’lB
ahteri de vardı.
Onu tanıyan m üm inler, Resulullah’m, kendisine hiç bir fenalık
yapılm am asını em rettiğini söylediler ve inkiyad etmesini
teklif eylediler. Ebu’l-Bahteri, yanında duran bir arkadaşı­
nı göstererek, «Arkadaşımı ne yapacaksınız?» diye sordu. Müslüm
anlar cevap olarak, «Dokunmamak emrini aldığımız yalnız
sensin» dediler. Ebu’l-Bahteri: «Mekke kadınlarının eğlencesi
olmak istemem; arkadaşımı teslim etmek suretile hayatımı
kurtarmış olduğumu söylemelerine mahal bırakamam,» cevabını
verdi ve döğüşerek öldü.
Bu kahram anlık eserleri, yenildiklerini anlam akla, m iğferlerini
ve zırhlarını atarak kaçmağa başlıyan K ureyş askerlerinin
m âneviyatım doğrultam am ıştır. 24 ü en asil ailelere m ensup
olmak üzere, K ureyşlilerden 70 kişi harb m eydanında
m aktûl düşmüştü. Ancak 14 şehit verm iş olan M üslüm anlar ise
74 esir ile büyük bir ganim et de almışlardı.
Galebeyi ilân için, Resul-i Ekrem tarafından M edine’ye
gönderilen iki haberci, Zeyd ile İbni Revaha, beldeyi m âtem
ve endişe içinde bulm uşlardı. Çünkü Resul-i Ekrem ’in kızı Rukayye’yi
– ki kocası Osman ibni Affan harbe iştirak edemem
işti – henüz göm müşlerdi ve Yahudilerle birleşm iş olan m ü­
nafıklar m uharebenin âkibetine dair üzücü ve kötü haberler
yaymışlardı.
M ekke’de ise Ebû Sufyan kervanının avdetinden dolayı
hâlâ sevinç eğlenceleri yapılırken, bir yandan da ilk Bedr ka­
çaklarının gelm ekte oldukları görülm üştü.
Resul-i Ekrem, alınan ganim etleri toplam ak ve kokmağa
başlıyan ölüleri gömmek için m uharebe yerinde üç gün kaldı.
M üslüm anlar dinî m erasim le göm üldüler; m uharebede m aktul
olan düşm anlar içinde um um î bir çukur kazıldı. Üçüncü günü,
yola çıkılacağı sırada, H azreti M uhammed çukura yanaşarak,
oraya atılm ış olanları adlarile çağırmağa başladı: «Ey Utbe ibni
Rebia, ey Şeybe, ey Umeyye ibni Halef, ey Ebû Cehil ibni
Hişam… Ey bu çukurun dibinde yatanlar, bugün Allah’a ve
Resulüne itaat etmiş olmağı tercih etmez miydiniz? Biz hiç
şüphesiz, Rabbimizin bize vâdettiğine nâil olduk; fakat siz,
putlarınızın size vâdettiğini buldunuz mu? Peygamberiniz için
kötü hemşehri olmuştunuz! Ona yalancı demiştiniz. Halbuki
sizden gayri kimseler ona inandılar. Siz onu kovdunuz; başkaları
memleketlerine kabul ettiler. Siz ona karşı muharebe ettiniz,
başkaları ona yardım ettiler!…»
Yanında bulunan sahabeler, «Ya Resulallah,» dediler «Se­
nin dediğini ölüler işitirler mi?» H azreti M uhammed onlara:
«Söylediklerimi sizler kadar işitirler, yalnız cevap veremezler»
diye m ukabele etti.
Şimdi her sene on binlerce hacılar tarafından ziyaret edilm
ekte olan Bedr, etrafı toprak tabiyelerle çevrilm iş küçük bir
köydür. K âfirlerin içine atıldıkları çukurun yerinde bir kaç ta ­
ne hurm a ağacı vardır; bir kaç adım ötede ise şehitlerin m ezarları
görülür.
Ganim et m allarının taksim i sahabeler arasında şiddetli
m ünakaşalara sebep oldu. M alları iğtinam etm iş olanlar onları
kendileri için alıkoym ak istiyorlardı; diğerleri ise kendilerine
de bir pay ayrılm asını iddia ediyorlardı. H azreti M uhammed
ihtilâfa nihayet verm ek için, bütün ganim etleri bir araya toplıyarak,
m uhafazasını Beni Neccar kabilesinden A bdullah bin
K âb’a tevdi etti ve M edine’ye dönm ek üzere yola çıktı.
Yolda iken, aralarında amcası Abbas, yeğenleri Ukayl ve
Nevfel ve dam adı yani kızı Zeyneb’in kocası Ebul-Âs ibni Rebia
dahi bulunan esirleri, önünden geçirdiler. Resul-i Ekrem,
m üslüm anlara karşı yaptıkları tazyik ve tâcizlerle bilhassa tem
ayüz etmiş olan iki esiri, N adir ibnil H âris ile Ukbe ibni Mueyyed’i
idam ettirm iştir. Ukbe ibni Mueyyed, K âbe’yi ziyarete
geldiği sırada, H azreti M uhammed’i öldürm ek teşebbüsünde
bulunm uş olan adamdı.
M ünafıkîn ile Y ahudileri telâşa düşüren Bedr m uzafferiy
eti haberi, Resul-i Ekrem ’i karşılam ak üzere toplanmış olan
M üslüm anları heyecana getirdi. Kadınlar, erkekler ve çocuklar
düm beleklerin m evzun sadasm a ayak uydurup, hicretten sonra,
M edine’ye ilk dahil olduğu sırada onu istikbal ederlerken
söyledikleri şarkıyı okuyarak yürüyorlardı:
«Ay Veda Dağının sırtlarından çıktı.
«Allah’a yalvaran bulundukça bize de şükretm ek
«vacib oldu!
«İlâhi, Resulün aram ızda olduğu halde, Senden
«getireceği em irlere takva ile riayet edeceğiz!»
M edine’ye avdet edince, Hazreti Muhammed, Bedr muzafferiyetile
ilgili iki m ühim m eselenin halliyle meşgul oldu: Ganim
et m allarının taksim i ve esirlerin âkibetlerinin tayini.
M alları bizzat ele geçirmiş olanlar, onları kendilerine alı­
koym ak hakkını haiz bulundukları iddiasında idiler. M ağlû­
biyetten sonra düşm anın takibine gidenler ve onu silâh ve m ü­
him m atını bırakm ağa m ecbur kılanlar da hisse istiyorlardı ve
m ağlûbiyeti kahkarî hezim ete çeviren kendi fiil ve hareketleri
olmasa, düşm anın her şeyi götürebileceğini ve bittabi iğtinam
olunacak bir şey bulunm ıyacağm ı ileri sürüyorlardı. Nihayet
bazı kim seler de Resul-i Ekrem ’in şahsî em niyeti için
nöbet beklem ek sebebiyle, m evkilerinde kaldıklarım ve bir şey
alam adıklarım söylüyorlar, fakat ganim etten kendilerine de
bir hisse ayırm anın adalet ve hakkaniyete uygun olacağını iddia
ediyorlardı.
H azreti M uhammed, bilâ tefrik bütün m uhariblerin, gaza
esnasında şehid düşenlerin m irasçılarının, âsayişi tem in etmek,
yahut cemaate ait işleri görmek üzere M edine’de kalm ış olanların
ve nihayet, m eşru ve m akbul bir m azerete m ebni sefere
iştirak edememiş bulunanların ganim etten m üsavi derecede
hisse alacaklarına k arar verm ek suretiyle m eseleyi halletti. Develere
ve atlara da ayni hisseyi tahsis ederek, bunun o hayvanlara
bakm akla m ükelef olanlara verilm esini emreyledi.
Bu taksimde Resul-i Ekrem alelâde bir m uharib gibi hareket
etti. Sahabeler, şahsına hürm eten, fazla bir şeyler seçip alm
asını m usırren söyledikleri cihetle Ebû Cehl’in devesini ve
Âs ibni M utenebbî’nin kılıcını, «Zülfekâr» ı alm ıştır. Ali’ye hediye
etm iş olduğu Zülfekâr onun elinde ilelebed m eşhur olm
uştur. Bu suretle, H azreti M uhammed, İslâm cem aatine mensub
her ferdin, m uharib olsun olmasın vazifesini yaptığı takdirde
zaferde hissesi olduğunu tasdik ile herkesi m em nun etmeğe
m uvaffak olmuştur.
Bir m üddet sonra, Resul-i Ekrem ’e bir âyet vahiy olunmuş
ve bu âyet ondan sonra ganim etin taksim inde şer’î bir kaide
ve esas olmuştur:
«Biliniz ki, ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin
«mutlaka beşte biri Allah’ın, Resûlünün, hısımların,
«yetimlerin, yoksulların, yolcunundur.»
(Enfâl sûresi, 41)
Bir de esirlerin âkibetlerini tayin meselesi kalıyordu. Bu
meselede reyler dağınıktı: Ebû Bekir, galib ve m ağlûbları biribirine
bağlıyan akrabalık bağlarını nazarı dikkate alarak,
bir fidye m ukabilinde esirlerin serbest bırakılm ası reyinde bulundu.
Esirlere böyle en İnsanî b ir surette m uam ele edilm esini
isterken, yalnız m üm taz sıfatı olan uluvvücenâblık hissine
ittiba etm iyor, fakat bu lütuf ve kerem tedbirinin İslâmiyetin
şerefini yükselteceğini ve intişarını kolaylaştıracağını da
düşünüyordu. Diğer taraftan, tab ’an haşin ve eğilmez olan
Ömer, m üslüm anlara karşı zulüm yapm akla m aruf esirlere
m erham et edilmeden öldürülm elerini istiyordu. M utlak adaletin,
K ureyşlilerce bir zâf eseri gibi telâkki olunabilecek ve,
kinlerini teskin etm edikten başka, intikam alm ak hırslarını
arttıracak olan şefkat ve m erham ete üstün gelmesi iktiza etti­
ğini iddia eyliyordu.
Sahabelerin bazıları Ebû Bekir’in, bazıları da Öm er’in reyini
iltizam ettiler. H azreti M uhammed, her iki tarafı dinledikten
sonra, leh ve aleyhteki fikirleri tartm ak ve bir karara
varm ak için, hücresine çekildi. Oradan çıkınca, esirlerin servetlerile
m ütenasip bir fidye verm ek m ukabilinde serbest bı­
rakılacaklarını tebliğ etti. B unlardan fidye verem iyenler haklarında
iyi m uam ele edilmek şartile, hizm etlerinden istifade
olunm ak üzere, bazı âilelere tevzi edilecek ve içlerinden onar
m üslüm an çocuğuna okuyup yazm ayı öğretecek olanlar, şartsız
olarak serbest bırakılacaklardı.
Fidye, zenginler için, 4.000 dirhem olarak tesbit olunmuş­
tu. Servetleri kifayet derecede olmıyan arkadaşlarının fidyelerini
verenler de olm uştur.
H azreti M uham m ed’in amcası Abbas, M ekke’den çıkarken,
yanm a bir m iktar altın almış idi ki, bunu askerin ihtiyacına
tahsis etm işti. Esir düştüğü sırada bu altın kendisinden alındı.
M üsadere edilmiş olan altınlarının fidyesine karşılık tutulm asını
H azreti M uham m ed’den rica etti. Resul-i Ekrem cevabında,
m üsadere edilmiş olan altınların harb ganim etine dahil olduğunu
söyledi ve, zengin olmak itibarile, hem kendi fidyesini,
hem de yeğenleri Ukayl ve Nevfel’in fidyelerini vermeğe
davet etti. Abbas bunu yapmakla beraber bilâhere İslâm dinini
de kabul etti.
Hazreti M uham m ed’in damadı Ebû’l-Âs, hürriyetini satın
alm ak için, kendisine kâfi m iktarda fidye göndermesini,
karısı Zeyneb’e bildirdi. Zeyneb bir m iktar fidye ile beraber,
evlenirken annesinin kendisine hediye etm iş olduğu gerdanlı­
ğı da gönderdi. Kızına verm eden evvel, Hatice’nin bizzat taktığı
gerdanlığı görünce, Resul-i Ekrem, teessürünü yenemiyerek,
etrafında bulunanlara: «Bir mâni görmüyorsanız, Ebû’l
Âs’ı serbest bırakmakla beraber, şu gerdanlığı Zeyneb’e iade
edeceğiz» dedi. Buna hiç kimse itiraz etmeyince Resul-i Ekrem
esire: «Hürsün,» dedi, «fakat bir şart ile. O da şu ki, kızı­
mı bana geri göndereceksin. Zira bir müslüman kadını bir putperestin
hâkimiyeti altında kalamaz.»
Ebû’l-Âs, bu şarta — istem iyerek— itaat ve taahhüdünü
ifa etti. Fakat M ekke’den Zeyneb ayrıldığı sırada K ureyşliler
takibine koyulm uşlar ve içlerinden H abbar nam ında biri m ızrağının
tersile o kadar şiddetli bir surette vurm uştur ki, zavallı
hâm ile kadını devesinden yere düşürm üştü. Sakatlanan
Zeyneb, M edine’ye vardıktan bir m üddet sonra, H icret’in 8 ci
yılında, bu darbe’nin tesirinden vefat etm iştir.
Esirler arasında, Resul-i Ekrem aleyhindeki hicivleriyle
tanınan şâir ve hatib Ebû Uzza El-Cumha dahi bulunuyordu.
Bu şâir, İslâm aleyhindeki gayzmı, ateşli nutuklarile gösterm
ek hususunda hiçbir fırsatı kaçırm ıyordu. Sesini daha az
tannan yapm ak ve telâffuzunu bozuk bir hale koym ak maksadile
Ömer onun dişlerinden bir kaçını sökmeği düşündü. Bunun,
için H azreti M uhammed’in m üsaadesini istedi. Resul-i Ekrem
şu cevabı verdi: «Buna muvafakat edersem, Allah beni
ayni suretle cezalandırır. Bir adamı sakatlamak büyük bir
günahtır.»
Parası olmıyan Ebû Uzza, b ir daha İslâm iyet ile Peygam ­
ber aleyhinde bulunm am ağa söz verm esi üzerine serbest bı­
rakıldı. Fakat, kendini tehlike hududu dışında görür görmez,
sözünden vazgeçti.
Ensar nezdine verilen esirlerle evleri bulunan m ülteciler,
Hazreti M uhamm ed’in tavsiyesi üzerine, lütuf ve ihtim am ile
m uam ele görm üşlerdir. Bu hususta Ebû Uzza diyor ki:
«Medine ahalisi berhudar olsun! Kendileri yaya olarak giderlerken
bizi beygirlerine bindiriyorlardı. Ellerinde bulunan az
miktardaki buğday ekmeğini bize veriyor, kendileri hurma ile
iktifa ediyorlardı…»
H aklarında gösterilen inayet ve kerem esirler üzerinde iyi
tesirler yapm aktan geri kalmamış, bunun neticesi olarak, ekserisi,
m üteakiben, İslâm dinini kabul etm iştir. Medine ahalisinden
hâlâ tereddüt içinde bulunanlar da ayni şeyi yapm ış­
lardır. Fevç fevç îslâm iyeti kabul edenler görülüyordu. Bununla
beraber, gizli b ir m uhalefet kül altında yanıp duruyordu.
A bdullah ibni Ubey taraftarlarıyla Y ahudiler, M üslüm anlar
aleyhine gizli gizli çalışıyor ve Resul-i Ekrem ’i gülünç gösterm
ek istiyen hicviyeleri el altından dolaştırıyorlardı. M üslü­
m anlar bunları yakından tarassut etm ekte kusur etm iyorlardı;
kendilerini lüzum u kadar kuvvetli gördükleri için sükûneti
m uhafaza ediyorlardı. Fakat m ünafıklar yahut Y ahudiler fiiliyata
geçer geçmez şiddetle m uam ele etmeğe karar verm iş
bulunuyorlardı.
Beni K aynukalarm çarşısında çıkan ve bir m üslüm anm ölü­
m ü ile neticelenen arbede üzerine fırsat ele geçti. Bu müslü-
m am öldürdükten sonra Y ahudiler sağlam yapılmış, mazgallı
ve bir kütle gibi bitişik evlerden m ürekkep olan ve ancak
m uhkem iki kapının kapadığı bir iç sokağa açılan m ahallelerine
çekildiler.
Y ahudiler bu kale içinde m üdafaa halini alarak, Resul-i
Ekrem ’in nüfuz ve hâkim iyetine m eydan okum ak istediler. Di­
ğer yahudi kabilelerde m üttefikleri olan m ünafıkların kendilerini
takviyeye geleceklerini üm it ediyorlardı.
M üslüm anlar yahudileri aç bırakm ak ve teslim olmağa
m ecbur etm ek için m ahalleyi m uhasara etm ekle iktifa eylediler.
Çatılar üzerinden Resul-i Ekrem ’i gözetliyen ve m üm inlere
söğen Y ahudiler beyhude yere im dat bekliyorlardı. On
beş gün m uhasaradan sonra, arzu olunduğu gibi, teslim oldular.
Bu zamanın âdetlerine göre, teslim olanlar ölüme m ahkûm
edileceklerdi; fakat Hazreti Muhammed, M edine arazisini terketm
ek şartile, onları affetti. Bu suretle Beni K aynukalar Suriye’ye
hicret etm işlerdir. Arazileri, toprağı olmıyan M üslü­
m anlar arasında paylaşıldı. Bu vak’adan itibaren Resul-i Ekrem
yahudi kâtipler kullanm aktan vazgeçmiş, bu hususta Müslüm
anlara m üracaat etmiş ve Beni Neccar’dan Zeyd ibni Sâ-
bit (*) H azreti M uham m ed’in ilk kâtibi olm uştur. Peygam berimiz,
Zeyd’e o zaman Suriye, Irak ve M ısır’ın resm î lisanı olan
Aramîce’yi de öğrenm esini emretm işti.
İşte, inkâr olunamaz bir ehemm iyeti haiz İçtimaî ıslahata
tem el hizm etini gören bazı âyetlerin gönderilm eleri bu devre
tesadüf eder.
Evvelâ zekât âyeti nâzil oldu ki, kıym etli m adenler, m ü­
cevherler, zi-kıymet şeyler gibi gayri m üsm ir serm aye üzerine
konmuş bir vergi dem ektir.
«Sadakalar [zekât] Allahtan bir farz olarak,
ancak fakirlere, miskinlere [hiçbir şeyi olmı-
yan yoksullar], sadakaları toplamağa memur
olanlara, müellife-i kulüba [kalbleri müslü-
manlığa alıştırılmak istenenlere], kölelere,
esirlere, borçlulara, Allah yolunda harcamaya
ve yol çocuğuna [muhtaç yolcu] mahsustur.
Allah hakkıyla bilendir, tam bir hüküm ve
hikmet sahibidir.» A (Tevbe suresi, 60)
[*] Resul-i Ekremin ilk üç halifesine kâtiplik eden Zeyd, K ur’an-ı Kerimi
ilk yazan şahıs olarak şöhret kazanmıştır.
K um ar ve içki iptilâsı, Arab kavm ini kem iren \je izâlesi
lâzım gelen iki âfetti. Bu da, m erhale m erhale ilerlem ek suretiyle
yapıldı:
Bir gün m üslüm anlardan biri çok içmişti. Namaz vakti gelince,
câmie gitti. Bir âyeti kerim eyi okurken m ânasını değiş­
tirecek surette yanlış okudu. Bunun üzerine Resul-i Ekrem ’e
şu âyet nazil oldu :
«Ey iman edenler, siz, şarhoşken, ve söyliyeceğinizi
bilinceye kadar ve cünüp iken de
— yolcu olmanız m üstesna— gusül edinceye
kadar namaza yaklaşmayın.»
(Nisâ sûresi, 43)
Şarta bağlı olan bu tahdit, bir m üddet sonra alkollü içkilerle
birlikte kum arı yasak eden âyet ile takviye e d ild i:
«Ey îman edenler, şarap, kumar, [tapınmağa
mahsus] dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın
amelinden birer murdardır. Onun için bunlardan
kaçının ki, muradınıza eresiniz [felâh
bulasınız].»
«Şeytan, şarapta ve kumarda ancak aranıza
düşmanlık ve kîn düşürmek, sizi Allahı anmaktan
ve namaz kılmaktan alıkoymak ister.
Artık vaz geçtiniz değil mi?»
(Maide sûresi, 90 – 91)
M üm inler A llah’ın bu hitabına m üsbet surette cevap verdiler.
İşte böylece vahiy ile ve m üm inlerin rızası (İcma-i üm ­
m et) iledir ki, kum ar ve içki yasağı İslâm dininde kanun hükm
üne girmiş ve bunların kullanılm ası M üslüm anlar için haram
olm uştur.
İslâm da m ünakaşa m evzuu olan her mesele, icma-i üm m etle
veya m üctehitlerin ittifaklarıyla im ânın m ütem m im cüzlerinden
olur.
Bedr zaferinden bir kaç ay sonra Ali, Resul-i Ekrem ’in en
genç kızı Fâtım a ile evlendi.
Bu evlenme sayesinde H azreti M uhammed’in karısı Hatice
tarafından olan züriyyeti devam etm iştir. Evlenmesinden bir
sene sonra Fâtım a, H asan’ı doğurdu, ertesi sene de Hüseyin
dünyaya geldi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir