wiki

UHUD MUHAREBESİ

U ğradıkları bozgun dolayısıyla bir türlü teselli bulam ı-
yan K ureyşliler, ölülerinin intikam ını alm ak ateşile yanıyorlardı.
İstikbal karanlık görünüyordu. K ervanları Suriye yoluna
çıkıp kendilerini tehlikeye atm ağa cesaret edemiyorlardı.
Ticaret sâyesinde yaşıyan beldelerini m ahv olm aktan k u rtarm
ak için, kervan yollarını em niyet altına alm aları lâzım geliyordu.
Son kervandan elde edilen kazancı, o güne kadar görülmüş
olan orduların hepsinden daha büyük olacak yeni ordunun
teçhizatına sarfetm eği kararlaştırdılar. Civardaki kabilelerle o
havalide bulunan bedevilere, kendilerile iş birliği etm eleri teklifinde
bulunm ak üzere, haberciler gönderdiler. Ateşli nutuklarla
tahrik edilmiş ve konacakları ganim etin büyüklüğü ile
gözleri kam aştırılm ış olan bu kabilelerle ve bedeviler «Habiş-
ler» yahut m üttefikler adı altında Kureyş askerlerine iltihak
ettiler. Bu suretle M ekkeliler 3.000 m uharipten m ürekkep bir
ordu toplamağa m uvaffak oldular ki, 200 ü süvari idi, 700 ü de
zırhlı gömlek veya pars postundan yapılm ış zırh giymiş idiler.
M edine’ye hücum etmeğe hazır olan bu asker, kayın babası
Utbe ibni Rebia’nm ölüm ünden sonra idareyi eline almış
olan Ebû Sufyan’ın kum andasına verildi. Seferin iki kum andam
daha vardı ki, biri Ebû Cehil’in oğlu İkrim e, öbürü Halid
ibni Velid idi.
İntikam alm ak hususunda erkeklerden daha az haris olmı-
yan kadınlar da sefere iştirâk etm ek istiyorlardı. Reislerden
onların arzularına m uvafakat göstermeğe m eyyal olanlar, mev-
cudiyetlerinin m uharipleri teşvik ve teşci etmeğe sebep olaca­
ğını söylediler; diğerleri, ricat halinde kadınların düşm an eline
düşebileceklerini düşünerek, bu arzuya m uhalefet ediyorlardı.
Ebû Sufyan’m karısı Hind — ki babası Utbe ile iki k ardeşi
Bedr gazasında m aktul düşm ü ştü — bu sözleri işitince bir .
dişi kaplan gibi sıçrıyarak: «Bedr’i hatırlayınız, karılarınızın
yanma dönmek için oradan alçaklar gibi kaçtınız. Biz, bu hal
bir daha tekrarlanmasın diye muharebeye iştirâk etmek istiyoruz.
Kaçmak teşebbüsünde bulunacak her muharibin yolu *
üzerinde dikileceğiz» diye bağırdı. Bu sözlerin tesiriyle kadınların
da harbe gitm elerine k arar verildi.
Kureyş, yola çıkmağa hazırlanırlarken, Resul-i Ekrem ’in
gizlice ihtida etm iş olan ve fakat bunu açığa vurm ağı faydalı
görmiyen amcası Abbas, tehlikeyi haber verm ek üzere Resul-i
Ekrem ’e bir adam gönderdi.
Milâdî 625 senesi başlarında idi. Haberci, Hazreti Muhamm
ed’i K üba’da buldu, oraya nam az kıldırm ak üzere gelmişti.
Abbas’m m ektubunu verdi. Resul-i Ekrem m ektubu Ubeyy ibni
K â’b ’a okuttu ve k at’iyyen m ahrem tutm asını tavsiye etti.
Sonra K üba’nın ileri gelenlerinden Sa’d ibni Rebia nezdine giderek,
onunla vaziyeti m üzakere ettikten sonra M edine’ye döndü.
Oraya v arır varm az, düşm anın hareketi hakkında m alû­
m at toplam ak üzere, Hubab ibnü’l M unzir’i keşfe yolladı. Hubab,
K ureyş askerine U ryas’da rastgeldi. Topladığı m alûm at
Abbas tarafından verilen m alûm ata her cihetçe uyuyordu.
M ekkeliler, putlarından birini bir nevi tabut içine koyup
bir deveye yüklettiler. On beş kadar kadın bu puta refakat
ediyorlar, m uharipleri teşci için düm belek çalıyor ve vahşi
şarkılar ok u y o rlard ı:
«Biz Zühre yıldızının kızlarıyız,
«İpekten yumuşak halılar üzerinde yürürüz,
«Gerdanlarımız incilerle süslüdür, saçlarımız mis
«kokuludur. Cür’et ve cesaretle ilerlerseniz sizi
«kollarımız arasına ahrız. Arkanızı dönerseniz
«Sizi rezil edecek surette kovarız.»
K adınların en m üfriti olan Hind, Bedr’de babasını öldürmüş
olan Ham za’nm ciğerini yemeğe ve kanını içmeğe yemin
etm işti. Cubeyr ibni M ut’im ’in, ok atm aktaki m aharetiyle m eş­
h u r olan habeşli kölesi «Vahşi» ile anlaştı. Babası, yine Hamza
tarafından öldürülm üş olan Cubeyr, Hamza’yı öldürmeğe
m uvaffak olursa, kendisini azad edeceğini Vahşi’ye vâdetti.
K ureyşliler, 9 şevval perşem be günü, M edine’ye on beş kilom
etre kadar bir mesafede bulunan El-Akik vadisi içinde ZulHalife
m evkiine geldiler. Oradan, evvelâ şarka, m üteakiben
şim ale teveccüh ettikten sonra, Uhud Dağının eteklerine doğ­
ru uzanan ovaya vasıl oldular. Fellâhlar ekinlerini ve hayvanlarını
bırakarak kaçtılar. Düşman süvarileri ekinleri atlarına
ve develerine çiğnetirlerken, piyadeler hayvanlar üzerine saldırıyorlar
ve onları hem en orada boğazlıyorlardı.
Diğer taraftan, Hazreti M uhammed (S. A.) de takip edilecek
plânı kararlaştırm ak m aksadıyla bir harb meclisi kurarak,
gerek m uhacirlerin ve gerek ensarm ileri gelenlerini dâvet etmiş
idi. Evvelâ onlara geceleyin gördüğü rüyayı anlattı. Dedi
ki: «Rüyada kılıcımın ucundan bir parçanın kırıldığını düşmanlarımın
sürülerimi boğazladıklarını bir zırhlı elbisenin elimin
uzanacağı bir yerde olduğunu gördüm.» Sonra bu rüyayı şu suretle
tâbir etti: «Kılıcımın kırılması harbin şiddetli olacağına
ve yaralanacağıma işarettir. Sürülerin boğazlanması, sahabelerimden
bir haylisinin şehit olacaklarını ifade eder. Nihayet,
elimin altında bulunan zırhlı elbise Medine’nin siperlerini, mü­
dafaa vasıtalarını temsil eder.» Ve ilâve etti: «Medine’ye çekilip
kendimizi müdafaa etmenin reyindeyim. Düşman bize tecavüz
ederse kolayca defedebiliriz. Eğer şehre hücum etmek
cesaretini göstermeyip kaçarsa, bizimle boy ölçüşmeğe cesaret
edememek utancını ebediyen taşıyacaktır.»
M edinelilerin, zaten ötedenberi tâkip ve tatbik ettikleri
harb usulü de bu idi. B iribirlerine yaslanm ış m uhkem taş binalar
sanki m ütem adi bir siper teşkil ediyorlardı. Yollar, kırılm
ası m üm kün olmıyan kapılarla kapatılm ıştı. Hususiyle, şehri
m uhasara edenler, evlerin m azgallı çatılarında mevzi almış
olan kem ankeşlerin (okçuların) oklarına da m aruz bulunacaklardı.
Gerek m uhacirlerden ve gerek ensardan, bütün tecrübeli
reisler ve Hazreti M uhamm ed’i kıskanm akla beraber, Medine’nin
m üdafaasında m enfaati bulunan A bdullah ibni
Ubeyy dedi ki: «Beldemiz, bozulmamış bir bâkiredir. H er
ne vakit duvarları dışında harbettikse ağır zayiata uğradık.
Her ne vakit müdafaada kaldıksa düşmanın taarruzlarını püskürttük.
Kureyşlilerle meşgul olmıyalım. Onlar hücuma cesaret
edemiyeceklerdir. Beyhude yere bekledikten sonra yorulup
usanacaklar ve muhasarayı kaldıracaklardır.»
H azreti M uhamm ed’in teklifi ve A bdullah ibni Ubeyy’in
iltizam ettiği plân, Bedr gazasında döğüşememiş olan, kahram
anlıklarını göstermeğe vesile olacak fırsatı kaçırm ak istemiyen
ve şan ve şöhret kazanm ak arzusunda bulunan genç Müslüm
anların hoşuna gitmedi. Kader icabı kendilerine isabet
edebilecek en kötü ihtim al, bütün sam im iyetlerile tem enni ettikleri
şehitlik değil miydi? «Nasıl,» diyorlardı, «biz bu duvarların
arkasında durup kollarımızı kavuşturarak düşmanın tarlalarımızı
tahrip ve yağma ettiklerini, hayvanlarımızı boğazladıklarını
veya alıp götürdüklerini mi seyredeceğiz? Böyle bir
hareket bize yakışmaz ve düşmana cür’et vermekten başka bir
şeye yaramaz. Düşman bu defa giderse, yakında yine gelmek
üzere gidecektir.»
Ensar gençlerinin izhar ettikleri heyecanın m uhacirlerin
gençlerine sirâyet ettiğini ve halk arasında da yayıldığını gö­
rünce, Resul-i Ekrem râzı oldu ve m eydan m uharebesine k arar
verdi.
10 Şevval cuma günüydü. Hazreti M uhammed (S.A.), cuma
nam azını m üteakip, m inbere çıkarak ehl-i İslâma silâhlanm
alarını ve savaşa hazır olm alarını ih tar etti ve evine çekildi.
Açık yerde harbetm enin âkibetlerinden endişe eden tecrü­
beli kimseler, hakim ane nasihatlerde bulunm aktan geri durm
adılar, öyle ki, cuma nam azından sonra halkın fikrinde az
çok bir değişiklik oldu.
Resul-i Ekrem, zırhlı gömleğini giymiş, kalkanı omuzun-
da ve kılıcı belinde asılı olarak görününce, — işi hafife alar
a k — harbetm ek cihetini ihtiyar etmiş olanlar, gidip nokta-i
nazarlarından vazgeçmeğe hazır olduklarını söylediler ve dilediği
gibi hareket etmesi için ricada bulundular. Resul-i Ekrem
, onlara kararın verilm iş olduğunu ve her dakika plân de­
ğiştirm ek m üm kün olmadığını cevaben söyledikten sonra:
«Eğer metin iseniz ve her biriniz vazifenizi yaparsanız Allah
zaferi bize ihsan edecektir» sözlerini ilâve etti. Sonra üç mızrak
istedi ve m uhacirlerle, Hazrec ve Evslerin bayraklarım
onlara bağladı. M uhacirlerinkini Mus’ab ibni U m eyr’e, Hazreclerinkini
Habab ibni M unzir’e, Evslerinkini de Useyd ibni
H udayr’a verdi. İşleri görmek üzere, iki gözü kör olan İbni
Ummu M ektum ’u M edine’de bıraktı. Sonra atm a binerek yü­
rüyüşe başlıyan askerinin başına geçti. A bdullah ibni Ubeyy’in
taraftarlarından olan üç yüz kişi ile birlikte, bu ordu takriben
bin kişi kadardı. Şehrin etrafındaki tabyalardan çıkar çıkmaz,
iyice silâhlanm ış 600 Yahudi orduya iltihak etti. B unlar Abdullah
ibni U beyy’in m üttefikleri idiler. Hazreti Muhammed,
hissiyatlarını bildiği ve A bdullah ibni Ubeyy’in, bu 600 Yahudi
ile birleşerek m üm inlerin kuvvetinden üstün bir kuvvet teş­
kil ettiklerini gördüğü cihetle, kendilerini kullanacak yeri olm
adığını söyliyerek, onlara yol verdi. M üttefiklerinin geri çevrilm
esinden m ahcup olan A bdullah ibni Ubeyy — bunun üzerin
e — taraftarların ı alarak çekilmiştir.
M üslüm anların adedi 700 e indi. B unların yalnız yüzü zırh
ve zırh gömleği ile mücehhez idi.
Resul-i Ekrem askerini gözden geçirdi ve Bedr gazasından
evvel yaptığı gibi, silâh taşıyacak yaşta olm am akla beraber,
m uharipler safları arasına karışm ağa m uvaffak olmuş bulunan
genç çocukları geri göndermeğe k arar verdi. H eyecanlarını ve
dinî gayretlerini takdir ile beraber, H azreti M uhamm ed onlara
M edine’ye dönm elerini em retti. Bu suretledir ki Zeyd ibni
Sâbit, Ber’a ibni Azib, Ebu Said el Hudri, Usame bin Zeyd,
A bdullah ibni Ömer m uharebeye iştirâkten vazgeçmeğe mecbur
olmuştur. Parm aklarının ucuna basarak kendisini daha
uzun göstermeğe m uvaffak olan Rafi’ ibni Hadic asker arasında
kalabilm işti. Bunu gören arkadaşlarından biri, Semre,
ayni hakkı hâiz olduğunu iddia etmiş, «Kuvvetimi isbat için
Rafi ile muvaffakiyetli bir güreş yapmağa hazırım», demişti.
G üreş Sem re’nin m uvaffakiyeti ile neticelenm iş ve ona din uğ­
runda yapılacak m uharebeye silâh ile iştirâk şerefini kazandırm
ıştı.
H azreti M uhammed (S.A.) geceyi M edine’ye çok yakın
bir yerde geçirdi. M uhammed ibni M eslem etül-Ensarî’nin emri
altında olarak, her hangi bir baskını bertaraf etm ek üzere,
bütün gece karargâh etrafında dolaşan devriye kolları teşkil
etti. Ferdası cum artesi günü, şafak sökmeden önce, oradan
kalkarak Uhud Dağına doğru yürüdü. Askerini düşmana gösterm
eden sevketm ek maksadiyla, m eyva bahçeleri ve hurm alık
lar arasından sapa bir yol seçti. Bu bahçe sahiplerinden ve
A bdullah ibni Ubeyy taraftarlarından, yarı kör denecek kadar
gözleri iltihaplı, M irba’ adında biri askerin ayak seslerini duyarak,
yerden bir avuç toprak aldı ve Resul-i Ekrem ’e doğru
düşe kalka ilerliyerek: «Hakikaten Allah’ın Resulü olsan da
bahçemden geçmene müsaade etmiyeceğim», dedi; ve elinde
tu ttu ğ u toprak küm esini sallıyarak: «Eğer bir başkasına isabet
edeceğinden korkmasaydım», diye ilâve etti, «bu toprağı senin
yüzüne fırlatacaktım.»
M üslüm anlar bu m ünafıkı yakaladılar, cezalandırmak
üzere oldukları sırada, Hazreti M uhamm ed onlara hitaben;
«Ona bir fenalık etmeyin. Çünkü kördür, gözlerinden olduğu
kadar kalbinden de kördür» dedi; m enetti.
M üslüm anlar, işte bu sapa yoldan, düşm anlarının nazar-ı
dikkatini çekmeksizin Uhud Dağının eteğine vardılar. M edine’­
nin 6 kilom etre kadar garbında bulunan bu dağ, cenuptan şim
âle doğru uzanan m ünferid bir dağ silsilesinin bir parçasıdır
ki, zirvesine doğru gittikçe, dört köşeli bir kaya duvarı intiba­
ını hasıl etm ektedir; yalnız cenub cephesi kayalık bir geçit ile
kesilmiş bulunuyor. Ekilm iş tarlalar ve bahçelerle kaplı bir
vâdiyi geçerek, M edine’den gelirken arazi yavaş yavaş yükse­
liyor ve taşlık bir hal alıyor. Çakıllı ve iri taneli kum ile kaplı
olan bu kısım ağaçtan ve hattâ um um iyetle nebattan tam am
iyle m ahrum dur. H azreti M uhammed işte oraya gelip, ark asını
dağa verdi, «Aynin» boğazını soluna alarak ordugâhını
kurdu. Askerini sarılm aktan kurtarm ak maksadıyla, İbni Cub
ey r’i en iyi okçularından elli kişi ile birlikte bu kayalık ge­
çide koydu ve askeri arkadan kuşatm ak teşebbüsünde bulunacak
olan düşm an süvarisine karşı orayı m üdafaa etm elerini
emreyledi: «Oklarla vücutlarını delik deşik ederek püskürteceksiniz
ve her ne olursa olsun yerinizi terketmiyeceksiniz»
dedi.
Bedr’de olduğu gibi, askerlerine düşmanı sebat ile beklem
elerini ve kendisi em ir verm edikçe asla hücum etm em elerini
tavsiye ve ih tar etti.
K ureyşliler gelip, M edine’yi Uhud Dağından ayıran Vadi’lK
anat boyunca, M üslüm anlara karşı mevzi aldılar. Düşman
kuvvetlerinin başlıca kısmı ortada idi ve doğrudan doğruya
Ebu Sufyan’m kum andası altında bulunuyordu. Halid ibni Velid
sağ cenaha ve Ikrim e sol cenaha kum anda ediyordu.
Ebu Sufyan, K ureyşlilerin bayrağını, «Ey Bedr’de bizim
bayrağımızı taşıyanlar, orada uğranılan felâketi hatırlayınız.
Bir asker daima bayrağını takip eder. Siz kaçtınız ve asker sizi
takip etti. Eğer bayrağımızı müdafaaya muktedir olamıyacağınızdaıı
korkuyorsanız, bari onu başka ellere teslim edeyim!»
diyerek, Beni A bduddar kabilesinden Talha’ya tevdi ettiği
zaman, Talha Beni A bduddarların m üdafaa edeceklerine
v e yiğitliklerinin hakkı verileceğine yem in ederek, bayrağı aldı
(*).
Diğer taraftan Resul-i Ekrem, kılıcını sahabelerine uzatarak:
«İçinizde bu kılıcın hakkını kim verebilecekse gelsin alsın!»
diyordu.
Bir çok kim seler Resul-i Ekrem ’in kılıcı ile harbetm ek şerefine
nâil olmak için, onu almağa koştular. Hazreti M uhamm
ed kılıcını Ebû Ducane’ye verdi. Ebû Ducane kılıcı kullan­
[*] Kureyş indinde bayrağı taşımak irsen Beni Abduddar ailesine aitti.
mak şerefine nâiliyetini iddia etm eden önce Nebiyyi Zîşana
sordu: «Onun hakkı nedir?» Resul-i Ekrem de: «Onunla, yüzü
eğrilinceye kadar düşmana saldırmak!» diyerek kılıcını verdi.
K uvvet ve cesaretile pek ziyade m aruf olan Ebû Ducane, her
m uharebeye iştirâk m ecburiyetinde kalınca, başına kırm ızı b ir
sarık sarmağı âdet edinmişti. M azhar olduğu şereften duydu­
ğu gurur ile M üslüm an safları arasında kendini gösterm eğe
başladı. Resul-i Ekrem bunu görünce: «Bu yürüyüş, başka herhangi
bir durumda Allah’ın hoşuna gitmiyecek bir yürüyüş­
tür!» dem ekten kendini alam am ıştır.
M ekkeliler arasında Ebû Âm ir Am r ibni Seyfî nam ında
bir adam vardı ki, râhip lakabıyla m aruftu. Yarı putperest, yarı
Yahudi olarak, İslâm m reddettiği bir din üzere yaşadıktan
sonra, Hazreti M uhamm ed’e düşm anlığından dolayı, doğduğu
m em leketi terk ile elli kişi kadar taraftarı ile beraber M ekke’­
ye kaçmıştı. Âmir, Evs kabilesine m ensuptu ve bir çağırışı
üzerine, kabilesinin bütün fertlerinin Hazreti M uham m ed’i bı­
rakıp kendi tarafına iltihak edecekleri iddiasında bulunurdu.
Onlara doğru ilerliyerek: «Ey Beni Evs! Beni tanımıyor musunuz?
Hemşehriniz Ebu Âmir Amr’im; bana geliniz!» dedi.
«Allah her türlü inayet ve keremi senden esirgesin, ey habis!»
diye M üslüm anlar cevap verdiler. Âmir, yerden bir taş alıp
tehevvürle M üslüm anlar üzerine fırlattıktan sonra, hicap ve
kin içinde, geri çekildi.
Harb, m utad olduğu üzere, teke tek çarpışm alar halinde
başladı. Evvelâ Talha ibni Ebu Talha Kureyş saflarından çıkıp,
ilerliyerek:«Bayrağın sapı kanile sulamncıya ve elleri arasında
kırılıncıya kadar savaşmak sancaktarın hakkıdır», dedi.
Sonra, M üslüm anlara söğüp sayarak, onlara bağırdı:«Müslü­
manlar! İçinizde beni cehenneme göndermek veya benim elimle
cennete gitmek (Allah’a kavuşmak) istiyen varsa karşıma
çıksın. Bekliyorum!»
Ali, koşarak: «Ben geliyorum» diye cevap verdi ve b ir kı­
lıç darbesile onu ölü olarak, yere serdi. Bu ilk zafer M üslü­
m anlar tarafından «Allahü Ekber!» nidalarile karşılandı.
Talha’dan sonra, kardeşi Osman çıkıp, bayrağı ele alm ak
istedi. Onun da karşısına Hamza çıktı ve kısa bir çarpışmadan
sonra yere devirdi. Osman ihtilâçlarla kıvranarak can çekişti.
Bayrak, ondan sonra Ebu Talha oğullarından Ebu Sa’d ’a geç­
ti. Bunu da Sa’d ibni Ebi Vakkas bir m ızrak darbesiyle öldü-
rüverdi. N a’fi, Hâris, Kilâb da ayni âkibete uğradılar. Bu suret
le İbni Ebu Talha’nın üç kardeşi ile bunların üç oğlu, ölünceye
kadar, yem inlerinde sadık kalm ışlardı.
Bu sırada, sol cenaha yerleştirilm iş olan ve İkrim e’nin kum
andası altında bulunan düşm an süvarisi, İslâm askerini yandan
sarm ağa teşebbüs etti ise de püskürtüldü. İslâm askerinin
başına geçen Hamza karşılıklı bir hücum yaptı. M üslüm anların
hücum u dayanılmaz bir şey oldu. Ebu Ducane, Peygam berin
kılıcı elinde olduğu halde, düşm an safları içine dalarak,
önüne çıkanların hepsini öldürüyor ve, «Gayret! Biliniz ki
korku tehlikeden korumaz! Talih ödleklerin saflarında bulunmaz!»
sözleriyle arkadaşlarını teşci ediyordu. Birdenbire düm ­
belek çalan bir kadın kafilesine rastladı. Bunlar arasında
Hind’i gördü. Öldürm ek için kılıcını kaldırdı. Fakat Peygam ­
berin kılıcını b ir kadının kanı ile kirletm ek câiz olamıyacağmı
düşündü, kadına yol verdi.
Ham za’nın sevk ve idaresi ile düşman hatları, biribiri ardınca,
yarıldılar.
Beni A bduddar kabilesinin bütün fertleri öldürüldüğü için,
K ureyşlilerin bayrağı, onların kölelerinden Suab’m eline geç­
ti. Bu genç Habeşli, efendilerine lâyık olduğunu gösterdi. Sa’d
ibni Ebi Vakkas bir darbe ile bu adam ın sağ kolunu kesmiş,
fakat Suab bayrağı sol eline almıştı. Sol kolu da kesilince bayrağı
iki kesik kolu arasına aldı. Sonra, artık ayakta duram ıyarak
bayrağın üzerine kapandı ve vücuduyla örterek, öldü.
Zafer, her şeylerini tahrip ettikleri düşm anın ordugâhına
kadar girmiş olan M üslüm anlar tarafından belirdi. Hind ile
kadın arkadaşları, elbiselerinin eteklerini yukarıya kaldırarak
tepelere doğru kaçıyorlardı Y anlarında taşıdıkları put yerde
yatıyordu. K ureyşlilerin bayrağını yerden kaldırm ağa hiç kimse
cesaret edemiyordu.
M üslüm anların arkasında bulunan geçidi m üdafaa ile m ü­
kellef okçular uzaktan bu m anzarayı tem aşa ediyorlar ve m uharebeye
karışam am aktan dolayı sabırsızlık içinde tepiniyorlardı.
Cubeyr, Resul-i Ekrem ’in k at’î em irlerini ih tar ile, o n ­
ları yerlerinde tutm ağa beyhude, uğraşıyordu. «Harb bitmiş­
tir, galebe bizde kaldı. Düşmanı kovalamak istiyoruz», diye cevap
verdiler ve yerlerini terkeylediler.
Düşm anın sağ cenahına kum anda eden Halid ibni Velid,
M üslüm anların sol cenahlarını örten geçidin m üdafaasız kaldığını
görünce atlılarının başına geçti. İbni Cubeyr’i ve onunla
beraber yerlerinde kalm ış olan bazı okçuları atlarının ayakları
altında ezdikten sonra M üslüm anların arkasına düştü.
O anda, K ureyşlilerden Amare nam ında bir kadın, Mekkelilerin
bıraktıkları bayrağı eline aldı. K orkaklıklarından
utanan M ekkeliler, bu kadını görünce, savaşa döndüler.
Zafer yer değiştirdi. M üslüm anların lehine işlerle başlı-
yan bu gün nihayet onlar için bir m atem günü oldu.
Hamza, İbni M ut’im ’in kölesi Vahşî tarafından öldürüldü.
H ürriyetine nâil olduktan sonra İslâm dinini kabul etm ekte
gecikmemiş olan Vahşî vak’ayı şu suretle hikâye ediyor:
«Kargaşalıkta ben sadece Hamza’yı arıyordum; ona tesadüf
ettiğim vakit karşısına çıkanları öyle birer darbe ile yere
seriyordu ki, hiç biri tekrar ayağa kalkamıyordu. Karşısına
çıkmağa cesaret edemiyerek ve kayalar arasında saklanarak,
onu adım adım takip ediyordum. Nihayet gizlenmiş olduğum
yere yaklaştı. Mızrak savurmakta pek mahirdim ve hedefimi
nadir olarak şaşırırdım. Hamza, Siba’nın başını kesmek üzere
eğildiği sırada mızrağımı attım, kasığına girdi, kaba etleri arasından
çıktı. Hamza bana doğru döndü; fakat kuvveti kalmamıştı,
yere düştü ve orada öldü. Onun üzerine ben mızrağımı
vücudünden çıkararak harb meydanından kaçtım. Hamza’yı,
sadece hürriyete kavuşmak (azad olmak) için vurdum.»
Ham za’nm öldürüldüğünü haber alır almaz, Hind onun
üzerine koştu, ölüm ünü mucip olan yaraya ellerini sokarak,
karaciğerini çıkardı ve bütün kuvvetiyle ısırdı ve kanını, evvelce
ahdettiği veçhile içti.
İslâm safları, gözle görülecek derecede, seyrekleşiyordu.
Çok üstün kuvvetlerin tazyiki altında, İslâm kahram anları birbiri
ardınca şehit oluyordu. M amafih bu hal İslâm kadınlarını,
m üm inlerin saflarını yararak, yaralıların ağzma — onları canlandırm
ak için — su akıtm aktan alıkoyamam ıştır. Onlardan
birisi, K â’b kızı Nesibe, Resul-i Ekrem ’i korum ak için, kocasıyla
iki oğlunun yanında, büyük bir şiddetle savaşmıştı. Ka­
çanlardan birinin kalkanını tu tarak Hazreti M uhamm ed’le ona
hücum eden b ir Kureyşli arasına girdiği sırada, yaralandı. Ba­
şından yaralanm ış olan oğlunun yarasını kendi elile sararak,
onu tekrar savaşa saldı. K â’b kızı Nesibe bu m uharebede on
üç defa yaralanm ıştır.
Fevkalâde gayret eseri olan hareketlere rağm en, bir an oldu
ki, her şey mahvolmuş gibi idi. K ureyşliler, ne olursa olsun,
Hazreti M uham m ed’i öldürm ek istiyorlardı. Peygam ber’e
şahsen pek benziyen ve bayrağını taşıyan Mus’ab ibni Umeyr,
onun önünde şehid edilmiş olmakla, düşm anlar Resul-i Ekrem
’i öldürdüklerini zannetm işler ve bunu velvele ile ilâna
başlam ışlardı. Bu hal M üslüm anlar arasındaki karışıklığı son
haddine vardırm ıştı.
M uharebenin heyecanlı vak’aları arasında Resul-i Ekrem ’­
den uzak kalm ış olan Ebû Bekir, Ömer ve Ali, M ekkelilerin
sevinç avazelerini işitince o kadar fütura düştüler ki, nefislerini
m üdafaa etmeği bile hatırlarına getirm ediler. Enes ibni
Nadir onları böyle perişan görünce bunun sebebini öğrenmek
istemiştir. Onlar da «Resul-i Ekrem’in ölümü!» diye cevap vermişlerdi.
İbni Nadir, onun üzerine: «O halde, Resul-i Ekrem
öldükten sonra yaşayıp ne yapacaksınız? Haydi o nasıl öldüyse
siz de ölünüz!» deyip, örnek olarak ileri atılm ış ve o kadar
çok yaralar alarak yere düşm üştü ki, cesedini yalnız hemşiresi
— o da parm ağının ucundaki bir ben sayesinde— ancak
tanıyabilm işti.
Ebu Bekir, Ömer ve Ali cesaretleri kırılıp teessüre düş­
tüklerinden dolayı mahcup, kendilerini toplıyarak etraflarına
baktılar ve uzakta büyük bir düşm an kütlesinin dağın yama-
cırıda duran küçük bir M üslüman grupuna hücum etm ekte olduğunu
gördüler ve bir sesin: «Ey Müslümanlar, ey kardeşler!
Resûlullah buradadır, sağ ve sâlimdir!» dediğini işittiler. Bağı­
ran, Kâ’b ibni M âlik’ti ki, m iğferi altında parlıyan gözlerinden
Resul-i Ekrem ’i tanım ıştı. Bu ses m üm inleri tek rar gay-‘ t\
rete getirdi, düşm anlara saldırıp aralarından geçerek Resul-i
Ekrem ’in yanm a koştular.
Onun etrafında’ canlı bir duvar teşkil ettiler, K â’b’m sevinçli
sesini duym uş olan düşm anın bir düziye tekerrür eden ♦
savletleri, bu duvara çarparak kırılıyordu. H azreti Peygam ber
ism inin asla söylenmemesini ashabına em retti. Bir an oldu ki
K ureyş cengâverlerinden, Mus’ab’ı katletm iş olan İbni Kaim’e,
kılıcını sallıyarak, üç defa H azreti M uham m ed’in üzerine atıldı.
İndirdiği darbe o kadar şiddetli oldu ki, Resul’i Ekrem ’in
m iğferi ikiye bölündü. Eğer İbni K aim e’nin kılıcını tu tan ve
bu yüzden parm akları kesilen Talha ibni Ubeydullah araya
girmeseydi, darbe feci bir âkibete sebep olabilirdi. Darbenin
tesirile yere düşen H azreti M uham m ed’in iki dişi kırılm ış ve
dudağı yaralanm ıştı; bundan başka m iğferin bir parçası yanağına
batm ıştı.
Resul-i Ekrem ’i kaldırdılar. Sahabelerinin refakatile biraz
geriye çekilerek tüm sek bir yerde mevzi aldı. Yanağına batm ış
olan ve şiddetli surette acı veren dem ir parçasını oradan çı­
kardılar. K anlar akmağa başladı. A li’nin, kalkanı içinde getirdiği
su ile Fatım a yarayı yıkadı. Sonra bir yün parçasını
yakıp külünü yaraya bastırarak kanı dindirdi.
Resul-i Ekrem ile sahabelerinin bulundukları tepenin kar­
şısındaki bir tepeciğe çıkmış olan Ebu Sufyan bağırdı: «Muhammed
aranızda mı? Ebu Bekir, Ömer aranızda mı?»
Resul-i Ekrem, cevap verm eği yasak ettiğinden M üslümanlar
susuyorlardı. Ebu Sufyan, cevap alamayınca, Hazreti Muham
m ed’in ölmüş olduğunu, sevinç ile istidlâl ederek, sesinin
bütün kuvvetile: «Bugünkü muvaffakiyet, Bedr gününün intikamıdır.
İlâhımız Hubal galip gelmiştir! En büyük odur! Muhariplerinizin
parçalanmış cesetlerini bulacaksınız. Bu teca-
vüzleri ben emretm edim ; fakat onlara m uhalif de değilim»,
diye bağırdı.
Bunun üzerine K ureyşliler bir ağızdan inşada başladılar:
«Ey Hubal, şanın yüksek olsun
«Dinin m uzaffer oldu!
«Senden büyük kimse yoktur.»
Bu küfürbazca sözlere karşı Peygamberimiz, Öm er’e «Allah
en büyüktür, âlâ ve eceldir» kelim eleriyle m ukabele etm esini
emreylemişti. Ebu Sufyan, sesini tanım akla Öm er’e sordu:
«Ey Ömer, rica ederim bana bildir, M uhammed öldü mü?»
Ö m er cevap verdi: «Hayır, M uhammed ölmedi, şimdi senin
söylediklerini dinliyor.» Ebu Sufyan, aldanmış olduğunu anlı-
yarak, «Hakikat» dedi, M uhamm ed’i öldürmüş olmakla öğü-
nen İbni Kam ia’nm sözlerinden ziyade senin sözlerine inanm
alıyım . Fakat gelecek sene sizi Bedr’de bulacağım a yemin
ederim.»
Ömer cevap verdi: «Meydan okum anı kabul ediyorum.»
B unun üzerine K ureyşliler çekildiler. Resul-i Ekrem, vaziyetlerine
dikkat etmesi tavsiyesile, Sa’d ibni Ebi Vakkas’ı izlerini
takibe m em ur etti. «Eğer» dedi, «develerine binip atlarını
yedeğe alm ışlarsa demek ki M ekke’ye doğru gidiyorlar. Eğer
bilâkis, atlarına binip develerini öne katm ışlarsa bizim ricat
haltım ızı kesmek niyetile M edine’ye doğru gitm ekte oldukların
ı anlıyacağız. Bu takdirde, onlara derhal hücum etmemiz
ve, her şeye rağm en, kendimize bir geçit açmamız lâzımdır.»
Bir kaç dakika sonra Sa’d bini Ebi Vakkas gelip düşmanın
Mekke yolunu tuttu ğ u n u haber verdi.
M üslüm anlar emin oldular ve M edine’ye dönmeden evvel,
şehitlerini gömmekle meşgul oldular. Resul-i Ekrem, amcası
Ham za’nm cesedini aram ağa koyuldu. K orkunç bir surette par­
çalanmış, karnı deşilmiş, burnu ile kulakları kesilmiş bulunca:
«Ah, bir gün Cenab-ı Hak, onu bu suretle parçalam ış olanları
elimize düşürürse, haklarında en şiddetli surette m ukabele edeceğime
yemin ederim», diye bağırdı.
— 135 —
Gözleri önüne serilen korkunç m anzaranın tesiriyle söylenen
bu sözlere rağm en, Hazret-i M uhammed, savaş esnasında
öldürülmüş olan düşm anların cesetlerini parçalam ağı k at’î surette
m enetm iştir.
Resul-i Ekrem ’in koyduğu bu yasak daha sonra şu âyetle
teyid edilmiştir :
«Eğer herhangi bir cezâ ile mukabele edecek
olursanız ancak size revâ görülen ukûbetin
misillemesiyle cezâ yapm. Sabr ederseniz, and
olsun ki, bu, tahammül edenler için elbet daha
hayırlıdır.» (Nahl suresi, 126)
Hazreti M uhammed, amcasının cenaze nam azını kıldıktan
sonra, aşağı yukarı yetm iş kadar olan m üslüm an şehitlerin cesetlerini
toplattı ve, onları — m utad olduğu ü zere— gasletm eden
ikişer ikişer veya üçer üçer göm ülm elerini em retti.
Sonra bir çok âilelerin kendilerine mensup olan şehitlerin
cesetlerini gömmek m aksadıyla M edine’ye götürdüklerini öğ­
renince, onları takbih etti ve bundan sonra ölülerin, Allah yolunda
gaza ettikleri yerlerde defn olunm alarım emreyledi.
Uhud ölüleri arasında M uheyrık’in ismi ayrı bir yer tu tm
aktadır. M uheyrık ilmiyle tanınm ış bir Yahudi idi ve büyük
bir servete sahipti. Hazret-i M uham m ed’in m ukaddes k itaplar
tarafından haber verilen Peygam ber olduğunu tasdik ediyor,
fakat İslâm dinini açıktan açığa kabule cesaret edem iyordu.
U hud gazası gününde tereddütlerini bertaraf ederek, dindaşların
a şimdi M edine’nin m üdafaası için düşmanı karşılam ağa giden
zatın «Ahd-i Atik» tarafından geleceği haber verilen Peygam
ber olduğunu ve ona yardım etm eleri lâzım geldiğini söylem
eğe gitmişti. Yahudiler, o gün cum artesi yani tatil günü olm
ak cihetiyle hiç bir şey yapam ıyacakları cevabını verdiler.
M uheyrık tatil gününü kaldırarak onlara: «Haydi kalkınız ve
arkamdan geliniz!» dedi.
M uheyrık, sözünün dindaşları katında bir tesiri olmadı-
ğını görünce İslâm dinini kabul ettiğini alenen söyledi ve ihtida
ettiğini H azreti M uhammed’e arz için Uhud’a gitti ve savaşarak
öldüğü takdirde servetini İslâm askerinin teçhizine
sarfetm esini Resul-i Ekrem ’den rica etti. Resul-i Ekrem, Muheyrık’in
öldüğünü haber alınca «Yahudilerin en iyisi idi», buyurm
uştur.
M ekkeliler U hud’da elde ettikleri m uvaffakiyetten istifade
etm ek isteseydiler, netice İslâm için felâketli ve hattâ yok
edici olabilirdi.
Niçin bunu yapm adılar?
K ureyşliler de M ekke’ye dönerken yolda bunu biribirine
soruyorlardı. Bu, ancak bir suretle izah edilebilir: O da Cenab-ı
H akk’ın öyle irade buyurm uş olmasıdır.
Revha’ya gelince, Ebu Sufyan vaziyeti m üzakere için, ordusunun
reislerini içtim aa dâvet etti. Başlarında Ikrim e bulunan
bir takım ları, müdafaasız kalan M edine’ye hücum için,
geri dönmeği teklif ettiler. Ebu Sufyan ile taraftarları, Medine’nin
m uhkem evleri ve dar sokakları sayesinde, pek az kim ­
seler tarafından çok m üsait bir surette m üdafaa edilebileceğini
ve elde etmiş oldukları zaferi tehlikeye düşürm em ek m ü­
reccah olduğunu söyliyerek itiraz ettiler. Ekseriyet bu reyde
idi. Onun için K ureyş askeri cenuba doğru yoluna devam etmiştir.
Diğer taraftan, Hazreti M uhammed, M üslüm anların yorulup
tam am ile zayıf düştüklerini düşm ana hissettirm em ek ve
geri dönm elerini mucip bir vesile verm em ek için, Kureyşlilerin
takibine bir m üfreze gönderm ek suretile bir gösteri yapm ayı
kararlaştırdı. Verdiği em ir üzerine, altm ış kadar cengâver,
Ebu Bekir’in ve Zübeyr’in kum andasında oldukları halde, Kureyşlileri,
M ekke’den on beş kilom etre kadar mesafede olan
H am rau’l-Esed’e kadar takip etm işlerdir.
Uhud m ağlûbiyeti, âm irlerin verdikleri em irleri m ünaka­
şa etm em enin zaferin esaslı âm illerinden biri olduğunu ihtar
eden disiplini öğretmesi itibariyle, M üslüm anlar için selâmeti
mucip bir ders olmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir