wiki

HUDEYBİYE ANLAŞMASI

H icretin altıncı senesi bitm ek üzere idi. M uhacirler, çocukluklarını
geçirmiş oldukları yerleri görmek ve Arab kavm
inin İçtimaî ve dinî hayatının her zaman m erkezi olmuş olan
K âbe’yi ziyaret etm ek arzusuyla yanıyorlardı. «Beytullah’ı =
Allah’ın evini» ziyaretin, Hacc’ın İslâm iyetin beş esaslı rü k ­
nünden birini teşkil etmesi ve m üm inlerin nam azlarını k ılarken
günde bir kaç defa ona teveccüh eylem eleri de, oraları
tek rar görmek arzu ve iştiyâklarım bir kat daha kamçılıyordu.
Resul-i Ekrem de bu hissiyatta idi. H areket em rini verm
ek için m üsait zam anı bekliyordu. Bir gece m ânâ âlem inde,
arkasında bir çok m üm inler olduğu halde, hiç bir itiraza ugram
aksızın M ekke’ye girdiğini ve m ukaddes m abedin etrafı­
nı tavaf ettikten ve kurbanlık olarak ayrılan develeri kestikten
sonra M edine’ye döndüğünü gördü. Rüyasını arkadaşlarına
söyledi, onlar da en büyük arzularının tahakkukunun gecikmiyeceğini
takdir ettiler.
Bundan başka, Bedir m uharebesinden az bir m üddet sonra
nâzil olan :
«(Sen içlerinden çıktıktan sonra) Allah onla-
«ra (Kureyşli müşriklere) ne diye azap etmi-
«yecek? Mescîd-i haramdan, kendileri ona
«(onun hizmetine ehil olmadıkları halde, men’
«edip duranlar onlar. O (hizmete) takvaya
«erenlerden başkaları ehil değildirler. Fakat
«onların pek çoğu (bunu) bilmezler.»
(Enfâl sûresi, 34)
Âyeti m üm inlerin az çok yakın bir istikbalde, yalnız ziyare
t için K âbe’ye gideceklerini değil, onun bekçi ve m üdâfileri
dahi olacaklarını beyan etm iyor mu idi?
M ukaddes m ütarekenin başlangıcını gösteren Zilkade ayı
girm ek üzere idi. Hac m evsim inden başka bir zam anda Kâ-
be’yi ziyaret demek olan U m re’nin bu ay içinde yapılm ası has«
saten m e’cur (daha sevaplı) sayılıyordu. Fazla olarak, bu
m evsim deki kalabalık bir ay sonra büyük Hacc’a nispetle, da- ^
ha az olduğundan, düşm an kabilelerle karşılaşm ak tehlikesi
daha kolay önlenilebilirdi. Bu m üsait şartlar, H azreti Muham
m ed’i yakın zamanda M ekke’ye gitm ek ve m üm inlerle
M edine civarında oturup da U m re’ye iştirak etm eği arzu »
edenleri kendisine katılm ağa davet etm ek kararım verm eğe
sevk etti.
Beklendiği gibi, m üm inler, Resul-i Ekrem ’in dâvetine hep
birden icabet ettiler, fakat Beni Eşlem kabilesi hariç olmak
üzere civardaki kabileler, K ureyşlilerin bu hareketi kendilerin
e karşı hasm ane bir nüm ayiş suretinde telâkki etm eleri
korkusuyla, iştirak etmemeği tercih ettiler.
Seyahat hazırlıkları bitince, H azreti M uhammed, yanında
.zevcelerinden Ümmü Seleme ve m üm inlerden 1500 kişi oldu­
ğu halde, M edine’den çıktı.
Mekke yolundaki ilk m erhale olan Zulhuleyfa m evkiine
gelince, m üslüm anlar, «İhram» a girmek, yani dikişsiz beyaz
bir örtüye sarınm ak ve «Lebbeyk! Lebbeyk!» (Allahım! İşte
“huzuruna geldim) sözleriyle haccetm ek niyetinde olduklarını
gösterm ek üzere durdular.
M üslüm anlar bu vecibeleri yaptıktan ve kurbanlık olarak
-götürdükleri yetm iş devenin (ki içlerinde Ebû Cehiİ’in Bedr
m uharebesinde ele geçirilmiş devesi de vardı) boyunlarını süsledikten
sonra tekrar yola koyuldular. Barışçı niyetlerine delil
olmak üzere silâhlarını bırakm ışlar, her yolcunun yağma- ♦
cılara karşı yanında taşıdığı kılıçtan başka bir şey alm amış­
lardı.
Hazret-i M uhammed, bir baskına uğram am ak için, yirm i
kadar süvariyi, yolun âsâyişini tem in etm ek ve tehlike halinde
haber verm ek vazifesiyle, keşifçi olarak göndermek tedbirin
i aldı. M üslüm anların hareketleri K ureyşlileri korkuya dü-
şürdü. Resul-i Ekrem tarafından beyan olunan diyanetkârane
niyetin, takip olunan asıl gayeyi, yâni M ekke’yi ansızın işgal
etm ek m aksadını saklam ak için bir hileden başka bir şey olm
adığını sandılar. Bundan dolayı, beldenin m üdafaasına m edar
olacak tedbirleri alm ağa başladılar. Bir taraftan büyük bir
> o rdu hazırlanm akta iken, bir yandan da Halid ibni Velid k u ­
m andasına verilen iki yüz süvariden m ürekkep bir müfreze,
M üslüm anları karşılam ağa ve yollarını kesmeğe m em ur edilm
işti.
Usfan’a varınca, Hazret-i M uhammed haber alm a vasıtası
olarak kullandığı, Bişr ibni’l-K âab’m geldiğini gördü. Ondan
K ureyş hakkında m alûm at istedi.
Kâab oğlu dedi ki: — M ekke’de büyük bir heyecan ve telâş
hüküm sürm ektedir. Kureyşliler, kaplan derileri giymiş
olarak, Zi-Tuva’da ordugâh kurm uşlardır. Senin M ekke’ye girm
ene m üsaade etm ekten ise son nefere varm cıya kadar ölme­
ğe yem in ettiler. Halid ibni Velid de, atlılarının başında Kuriretü’l-Cemim’de
pusu kurm uştur.
Vaziyet ciddî idi. Bir yol bulm ak için, harbetm ek lâzım ­
dı. Halbuki Resul-i Ekrem, ne pahasına olursa olsun, buna m â­
ni olmak istiyordu. Bunun için asıl yolu bırakarak dolambaçlı
bir yol seçti. Bu yol ıssız sel yataklarıyla, keskin iniş ve çı­
kışlarla dolu olup kum luk bir vâdiye ulaşıyordu. Oradan, M ekke’nin
m übarek topraklarının kenarında, yâni bu şehirden bir
m erh ale mesafede bulunan Hudeybiye tepesinin eteğine v arm
ak için, sadece Marar boğazını geçmek icabediyordu.
Hac etm ek istiyen M üslüm anların esas yoldan geldiklerini
görm edikleri için hayretler içinde kalan K ureyşliler, onların
ordugâh kurm uş oldukları Hudeybiye m evkiinde bulunduklarını
haber alm akta gecikmediler.
Mekke civarında m ühim bir M üslüm an kuvvetinin bulunm
asından telâşa düşerek, H azreti M uham m ed’le görüşüp onun
hakikî niyetini anlam ağa çalışacak bir adam göndermeğe karar
verdiler. K orkularını m eydana vurm am ak için, bu m em uF
riyeti, sanki hiç ehemm iyeti olm ıyan bir iş bahis m evzuu im iş
gibi, bir yabancıya verm eği m üreccah gördüler ve bu suretle,,
Beni Huzaa’nm reisi Budeyl’i bu iş için seçtiler. Budeyl, bazı
adam larıyla birlikte M üslüm anların ordugâhına gitti Resul-i
Ekrem, kendilerini iyi karşıladı ve ziyaretlerinin m aksadının
ne olduğunu anladı. Budeyl, bir m em uriyet ile gelmiş oldu­
ğunu açığa vurm aktan çekinmekle beraber, K ureyşlilerin bir.
desiseye uğram aktan şüphe ettiklerini ve bu sebeple kendisi’
nin M ekke’ye girmesini m enetm ek için gerekli tedbirleri aldıklarını
Hazret-i M uhamm ed’e haber verdi. Hazret-i Muhammed:
«Asla harb için değil, yalnız Beytullahı (Allahın evini)
ziyaret için geldim» dedi ve, sözlerinin açık bir delili olm
ak üzere, kurban etm ek niyetiyle getirm iş olduğu — boyunları
süslü ve boğazlanacak yerleri tra ş lı— 70 deveyi Budeyl’in
önünde geçirdi.
Dönüşte, M üslüm anların dindarâne m aksatlarını ve barışçı
hareketlerini anlatarak, K ureyşlilerin şüphelerini gidermek
istiyen Budeyl’e onlar:
— «Sen saf bir bedevisin, yurdumuzda bulunan Muhammed’in
inceliklerinden (hilelerinden) hiç bir şey anlamazsın!»
diye yüzüne haykırdılar.
Budeyl, her hangi başka bir adamdan ziyade saf değildi.
Fakat Tiham e’de oturan Beni Huzaa, uzun seneler, Resul-i Ekrem
’in kabilesi olan Beni Hâşim ’in m üttefiki olduğu cihetle,
Budeyl’in hulûs-ı niyetinden şüphe edilmişti. Onun yerine
başka bir yabancı seçtiler; fakat bu yabancı K ureyşlilerin m üttefiki,
yani Taif reislerinden Ebû Sufyan’m damadı Urve ibni
Mes’udu’s-Sakafî idi.
Urve Resul-i Ekrem ’in huzuruna çıktı. «Ya Muhammed!»
dedi «Sen, doğduğun şehre girmek için, muhtelif kabilelere
mensup bir yığın kimselerle buraya gelmişsin. Kureyşliler de
seni şehre sokmamağa yemin ettiler. Oraya ancak kuvvet ile
girebilirsin. Hal ve vaziyet buna varacak olursa yanında bulunanlar
seni bırakıp kaçacaklar.»
Bu sözler üzerine, Resul-i Ekrem ’in etrafında bulunan as­
habın gözlerinde nefret şimşekleri çaktı. Ebû Bekir, Urve’nin
önüne geçerek:
— «Sen git, Lât’ın ayaklarını yala! Sen bizim Resûlüllah’ı
terkedeceğimizi mi zannediyorsun?» dedi.
Heyecana düşenleri yatıştırdıktan sonra Hazret-i M uhamm
ed tek rar konuşmağa başladı. Fakat U rve’nin beceriksizliği,
çok geçmeden, yeni bir hâdiseye sebep oldu. Urve, Resûl-i Ekrem
’le konuşurken, o zaman A rablarınm âdeti veçhile, onun
sakalını teklifsizce okşamağa başladı.
Sahabelerden biri: — «Elini çek, yoksa kolunu kırarım!»
diye bağırdı.
Urve: — «Bu herif kimdir?» diye sordu.
Hazreti M uhammed, gülüm siyerek cevap verdi: — O, senin
kardeşinin oğludur, Mugıyre ibni Şube’dir!»
K ureyşlilerin temsilcisi: «— Bu bir nankördür ki, vaktiyle
müşkülâttan kurtarmıştım» dedikten sonra, yeğenine dönerek
ona: «Sâyemde affedilmiş olan suçlarını unuttun mu?» sözlerini
söyledi.
Resul-i Ekrem ’in m üdahalesi olmasaydı kavga halini alabilecek
olan bu infialden sonra tekrar konuşmağa başladılar.
Konuşma devam ettiği m üddetçe Hazret-i M uhammed bir an
sükûnetinden ayrılm adı, m uhatabına, m ertebesine lâyık surette,
ihtim am göstererek tam am iyle barışçı bir niyetle gelmiş
olduğunu ve «Umre» nin ifâsından başka hiç bir m aksadı bulunmadığın]
ona tekrar edip durdu. Urve, M üslüm anların Resûlullah’a
karşı gösterdikleri hürm et ve riayetten, arzularını
yerine getirm ek hususunda sarfettikleri gayretten o derece
hayrette kalm ış idi ki, M ekke’ye döndüğü zaman K ureyşlilere:
«— Ben hükümdarlar nezdinde sefir oldum. Kayser’in, Keyhusrev’in,
Necaşi’nin saraylarını ziyaret ettim. Bu derece hürmet
edilen ve o kadar inhimakle emirlerine itaat olunan başka
bir hükümdara rastlamadım», dem ekten kendini alam am ıştır.
Tem silcilerinin verdiği m alûm ata rağm en K ureyşliler,
M uham m ed’in o kadar kalabalık bir m üfrezenin başına geçerek,
yalnız Um re m aksadiyle gelmiş olduğunu kabule k arar
verem iyorlardı. Gizli niyetler beslediğinden şüphe ediyorlar
ve ne pahasına olursa olsun bunu m eydana çıkarm ak istiyorlardı.
Bu hususta m uvaffak olmak için yeni bir tertibe baş
vurdular. Adam larından bir kaçını, onlardan bazısını esir edip,
sonra gizli m aksatlarını itiraf etm eğe m ecbur kılacak surette
sıkı bir sorguya çekilmek üzere M ekke’ye getirm eleri için
M üslüm an ordugâhı etrafında dolaşmağa gönderdiler. Bu oyun
da bir semere vermedi. M üslüm an nöbetçileri bu serserilerin
bazısını yakalayıp Resul-i Ekrem ’in huzuruna götürdüler. Resul-i
Ekrem, onları serbest bıraktı. Serseriler, M üslüm anların
ordugâhına yaptıkları bu m ecburî ziyaretten, kendilerinden
evvel gönderilmiş olan m em urlarınkine tam am iyle benzeyen
bir intiba ile döndüler.
Hazret-i M uhammed anlıyordu ki, K ureyşliler kendisinin
m üsalem etkârane niyetlerine emin olmakla beraber, 1500 kişinin
başında olduğu halde M ekke’ye girmesine m üsaade etm ek
kararını verem iyorlardı. Böyle bir hâdise, A rablarm nazarında,
K ureyşlilerin haysiyetini büsbütün m ahvedebilirdi. Her
şeyi kaybedebilecekleri, yahut pek az şey kazanabilecekleri silâhlı
bir ihtilâfı da önlemeği her halde arzu ediyorlardı. A det­
çe daha çok ve daha iyi teçhiz edilmiş bulunm akla beraber,
M üslüm anların mânevî kıym etini ve harbetm ekteki m aharetlerini
bilm ezlikten gelemezlerdi. Galip gelirlerse düşm anlarını
geri çekilmeğe icbar edeceklerdi, fakat harb talii onlara yüz
çevirirse bu, bir yıkılış ve yok oluş demekti.
M ekkelilerin, haysiyetlerini kırm ıyacak bir uzlaşmaya
m em nuniyetle razı olacaklarını farz ve tahm in etmeğe m üsait
olan bu düşünceler, Hazret-i M uham m ed’i m üzakereye girişm
ek teşebbüsünde bulunm ağa şevketti. Bu husuta Mekkeliler
nezdine göndermek üzere seçtiği H arrase ibni Umeyye
K ureyşliler tarafından fena karşılandı, kendisini şiddetle hırpaladılar
ve devesini sakatladılar. M uvaffak olmak için mü-
lâyem et kadar sebat ve m etanet göstermek lâzım geldiğini bilen
Resul-i Ekrem, cesaretini asla kaybetmedi. Fikrinde ısrar
etti ve bu defa Ömer ibni H attab’ı seçti. Fakat Öm er itizar
etti: «Yâ Resûlallah» dedi, «Kureyşliler kendileri hakkında
beslediğim husumeti biliyorlar. Mekke’de akrabamdan hiç
kimse kalmadığı için, Kureyşliler — korkarım k i— bana kar­
şı her şeyi yaparlar. Memuriyetim vaziyeti kötüleştirmekten
başka bir şeye yaramaz. Fakat bir adam var ki, akrabası muhasımlarımız
nezdinde mühim bir mevki sahibidirler, onun
yapacağı tesir benimkine nisbetle çok daha büyüktür. O adam,
Osman ibni Affan’dır.»
Hazret-i M uhammed bu sözlerin doğruluğunu teslim ederek,
sulhçü maksadı ve A llahın evini (Kâbe’yi) ziyaretle şeref
kazanm ak hususundaki dinî niyeti hakkında tem inat verm
ek üzere Osman’ı Ebû Süfyan ile Mekke eşrafı nezdine yolladı.
Osman, m em uriyetinin sebep ve gayesini K ureyş reislerine
izah edince onlar cevaben dediler ki: «Yâ Osman, bil ki
Muhammed’in ve ona tabi olanların beldemize girmelerine
muvafakat etmiyeceğiz. Fakat, şahsan sen Kâbe’yi tavaf etmek
istiyorsan sana memnuniyetle izin veririz.»
Osman: — «Ben Kâbe’yi ancak Resûlullah’m arkasından
tavaf ederim!» cevabını verdi.
Bu sözlerden pek ziyar1^ alm an Kureyşliler, elçi olmasına
rağm en, Osman’ı tevkif ettiler. Bu hâdise M ekke’de büyük bir
heyecan uyandırdı. Resul-i Ekrem ’in elçisi hakkında tü rlü
tü rlü söylentiler dolaşmağa başladı. H attâ öldürüldüğünü söyliyenler
bile vardı. Bu şâyiâlar, iki gündenberi Osman’ın dönmesini
beyhude yere bekliyen M üslüm anların karargâhına gelince,
payansız bir infial hasıl oldu. Hazret-i M uhammed,
«Mücrimlerin cezasını vermeden buradan ayrılmıyacağız,» dedi
ve em ri üzerine Ömer, sesinin bütün kuvvetiyle bağırm ağa
koyuldu: «Ey iman edenler, yemine geliniz, Allah’ın adını anarak
yemine geliniz!»
Resul-i Ekrem, bu m evkide bulunan tek ağacın gidip göl­
gesine oturdu. M üslüm anların hepsi gelip, Resul-i Ekrem ’in
elini tu tarak biat ettiler ve ölünceye kadar kendisine sadık
kalacaklarına andiçtiler (1).
İşte «Ağaç Biati» yahut «Biatü’r-rıdvan» dahi denilen Hudeybiye
Biati böyle olm uştur (2).
M üslüman karargâhında olup biten şeyleri uzaktan tarassut
eden casuslar, orada hüküm süren kesif kaynaşm a hakkında
reislerine m alûm at verm ek m aksadıyla K ureyşliler nezdine
koştular. Hazret-i M uhamm ed’in tahm in ettiği gibi, m uharebe,
K ureyşlilerin asla işine gelmezdi. Bunun için K ureyş­
liler, Osman’ı hem en serbest bıraktılar.
Osman’ın arkasından, K ureyşliler tarafından, tam salâhiyeti
hâiz olarak Süheyl ibni Am r da gelmişti. Bu elçi, Hazret-i
M uhamm ed’le görüşüp aşağıda yazılı şartlar dairesinde bir
m uahede aktetm eğe m em urdu :
1. M üslüm anlar bu sene M ekke’yi ziyaret etm ekten vazgeçecekler,
2. Hac farizasını gelecek sene ifa edecekler ve orada ancak
üç gün kalabilecekler, şu şart ile ki, kılıçtan başka silâh
taşım ıyacaklar.
3. Hz. Muhammed, İslâm dinine giren M ekkelileri yanı­
na kabul etmemeği ve içlerinden M edine’ye iltica etmiş olanları
— istemeğe g elen — K ureyşlilere verm eği taahhüt edecektir.
4. M ekke’de kalm ak istiyen M üslüm anları K ureyşliler
teslim etm iyeceklerdir,
5. M uhtelif Arap kabileleri âkit taraflardan her hangi
biriyle istedikleri gibi m uahede aktedebileceklerdir.
Açıktan açığa aleyhlerinde olan bu şartları haber alınca
(1) B u b iate iştirâ k ed en M üslüm anlara, İslâm tarih in d e , arap ça ağaç
k elim esin e telm ih an , «Şecerî» n a m ı v erilm e k te d ir:
G ölgesinde R esul-i E k re m ’e b ia t edilm iş ağaç öyle b ir şö h re t a lm ıştı ki,
b ir z iy a re t m ah alli olm uştu. Ö m er, H alife olunca, p u tp erestliğ e yol a çar k o rk u ­
su ile o n u k e stirm iştir.
(2) F etih sû resin d e bu n a a it ik i im a, iki işa re t v a rd ır:
-üt)
M üslüm anlar’ m ırıldanm ağa başladılar: «Bizlerden bir kimse
putperestler tarafına iltica ederse bir münafık olduğunu isbat
etm iş olacak, biz de ondan kurtulmuş olacağız. Lâkin hakikî
kardeşlerimizi düşmana nasıl teslim edebiliriz?» diyorlardı.
H oşnutsuzluk um um î idi. Fakat hatt-ı hareketini çizmiş
olan Resul-i Ekrem, asla yılmadı. G örünüşte utandırıcı m ahiy
ette olan böyle bir m uahedenin, İslâma tem in edebileceği bü­
tün m enfaatleri görebilen yalnız Hazret-i M uhammed idi. Ali’­
yi yanm a çağırarak m uahedeyi yazmasını em retti. Ali «Bismillâhirrahmanirrahim»
sözlerini başa geçirerek yazmağa baş­
ladı.
Süheyl itiraz etti: — Müslümanlar a mahsus olan bu şekli
kabul edemem. Bunun yerine atalarımızca kullanılması mutad
olan «Bismillâhumme» diye yazalım.»
H azreti M uhammed buna karşı hiç bir itirazda bulunm adı.
Ali ise yazmağa devam etti: «Bismillâhumme, Allah’ın Resûl’ü
Muhammed ile…»
Süheyl birdenbire: — «Dur!» dedi ve sonra, Hazret-i Muham
m ed’e karşı dönerek ilâve etti: — «Eğer seni Allah’ın Resûl’ü
olarak kabul etseydim sana karşı silâh kullanmazdım.»
Resul-i Ekrem A li’ye hitaben :
— Peki, yaz: «Muhammed ibni Abdullah ile Süheyl ibni
Amr arasında…»
Eli sanki Peygam ber’in em rine itaat etm ek istemiyorm uş
gibi, Ali bir an tereddüd etti, fakat em rin icrâsı lâzımdı.
M uahede henüz imza olunmuş idi ki, bir adam ın sürüne
sürüne ve topuklarında, kopardığı zincirin halkalarını sürükliye
sürükliye bayırı çıkm akta olduğu görüldü. Bu, Süheyl’in
öz oğlu Cevdel’di. M üslüman olduğu için babası tarafından
hapse atılm ış idi. Vücudunde, gördüğü işkencenin izlerini ta­
şıyordu. Oğlunun gelm ekte olduğunu görünce, Süheyl, hiddetle
yerinden sıçradı. Hazret-i M uham m ed’e :
«Bu, muahedeye göre senin bize geri vereceğin ilk adam
olacak,» dedi. Cevdel de putperestlere teslim edilmemesini niyaz
etti. Hazret-i M uhammed, K ureyş m urahhasına :
— Bu lûtfu bana şahsî olarak bağışla, dedi.
Süheyl hiç eğilmedi, m erham et göstermedi, her şeyi bozacağını
ve m uahedeyi feshedeceğini tehdit ile söyledi.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem, Cevdel’e dönerek, dfedi ki :
«Ey Ebû Cevdel! Sabret, Cenabı Hak seni ve seninle bulunan,
«dinlerinden dolayı takip ve tazyik olunan mazlumları terket-
«miyecek, vakit ve saati gelince kurtaracaktır. Biz bir müsa-
«lâha yaptık, onun hükümlerini bozmak bize düşmez.»
Ebu Cevdel M ekke’ye doğru sürüklenirken, M üslüm anlar
yüreklerinin burkulduğunu hissettiler. Sahne o kadar elemli
idi ki, Süheyl’in yanında bulunan M ekkeli’lerden biri, Mekrez:
ibni Hafs, rikkate gelerek Ebû Cevdel’i, babasına ve bütün
ona m usallat olanlara karşı him aye edeceğine andiçti. D iğer
taraftan Ömer, hâdiseden m em nun kalm ıyarak, Hazret-i Mu
ham m ed’in yanm a gitmiş ve onunla, bir m ünakaşayı andıran
şu m uhavereye girişmişti :
— Sen hakikaten Allahın Resûlü değil misin?
— E lbette öyleyim.
— Bizim dinimiz hak dini, düşm anlarım ızın dini bâtıl b ir
din değil mi?
— Evet.
— O halde niçin dinimiz nam ına zilleti kabul ediyoruz.
K âbe’yi tavaf edeceğimizi söyleyip vâdetm edin mi?
— Evet, fakat zam anını tayin etm emiştim. Bu, gelecek sene
olacak.
Ömer, bu sözlerden m em nun olmadığı halde Resul-i Ekrem
’in yanından ayrıldı. Umumî hoşnutsuzluk o dereceyi bulm
uştu ki, Resul-i Ekrem avdet olunacağını ilân için, Hacc’m
son m erasim inden biri olan saçlarını tıraş etm elerini ve oldukları
yerde kurbanlarını kesm elerini em rettiği zaman cem
aat hiç yerinden kımıldamadı. Resul-i Ekrem, M üslüm anların
bu itaatsizliklerinden asla teessüre kapılm aksızın kurban
edilm ek üzere getirilm iş olan develerden birini tutturup, yüksek
sesle tekbir getirerek, kendi eliyle boğazladı, sonra bir ta­
şın üstüne oturarak başım Hıraş ibni Um eyye’ye tıraş ettir­
di. Bunun üzerine, yeis ve füturdan yorulm uş ve Resul-i Ekrem
’in em rini yerine getirm ek hususundaki gevşekliklerindenu
tanmış olan M üslüm anlar kurbanlarını kesmeğe ve acele acele
birbirinin saçlarını tıraş etmeğe koyuldular. Sonra dönüş,
yolunu tuttular. Gösterdiği cüretten pek ziyade utanan Ömer
kafilenin başına geçmişti. Gece yürüyüşü esnasında biri gelip
kendisini Hazret-i M uhamm ed’in çağırm akta olduğunu
söyleyince, yaptığı hareketten dolayı Resul-i Ekrem ’in azarlıyacağını
düşünerek tir tir titrem eğe başladı.
Resul-i Ekrem, ona dedi ki :
«— Bana bu gece öyle bir vahiy geldi ki, dünyada güne­
şin üzerine doğduğu eşya arasında, hiç bir şey bana bunun*
kadar hoş görünmedi.»
H ayret içinde olan Öm er’e şu âyeti okudu:
«Biz hakikat sana (Hudeybiye musâlehası ile)
«apâşikâr bir fetih (ve zafer yolu) açtık.»
«(Bu) geçmiş ve gelecek günâhını Allah’ın
«yarlıgaması, senin üzerindeki ni’metini ta-
«mamlaması, seni (bu sâyede) doğru yola
«iletmesi içindir.
«Ve Allah’ın sana çok şerefli bir muzafferiyet-
«le yardım etmesi için (dir).»
(Feth sûresi, 1, 2, 3)
Hakikaten, Hudeybiye m üsalâhasınm neticeleri tamamiyleisbat
etm iştir ki, bu siyasî m ukavelenâm e, îslâm m katî zaferinin
başlangıcını gösteriyordu. Fakat M üslüm anlar bunun
m ânasını asla kavram am ışlardı. M üslüm anlar Hudeybiye’de
on dokuz gün kalm ışlardı. M edine’ye geldiklerinde bazı kadınların
ve o m eyanda Ummu Gülsüm binti Ukba, Sabiye binti’l
H âris’in İslâm dinine girerek M ekke’den kaçmış ve M edine’­
ye gelmiş olduklarını gördüler. M üslüm anlar, H udeybiye’den
ayrılm adan önce geçmiş olan vakanın tekrarlanacağım düşü­
nerek kalben m uztarip olmuşladı. Fakat, Hazret-i M uhamm ed’­
in bu kadınları K ureyşlilere teslim etmeği reddettiğini m em –
nuniyetle gördüler. Çünkü imza edilmiş olan m uahedenin iadeye
m ütaallik şartı yalnız erkeklere aitti.
Zaten K u r’anda deniliyordu k i :
«Ey îman edenler, mü’min kadınlar muhacir ■»’
«olarak geldikleri zaman onları imtihan edin
«(Ne maksatla hicret ettiklerini araştırın). Al-
«lah onların îmanlarını çok iyi bilendir. Fakat
«siz mü’min kadınlar olduklarına bilgi edinir-
«seniz onları kâfirlere döndürmeyin. Bunlar
«onlara helâl değildir. Onlar da bunlara he-
«lâl olmazlar. (Kâfir zevçlerinin bu kadmla-
«ra) sarf ettikleri (mehri) onlara (kâfirlere)
«verin. Sizin onları nikâhla almanızda, mehir-
«lerini verdiğiniz takdirde, üzerinize bir gü-
«nâh yoktur.»
(M üm tehine sûresi, 10)
Resul-i Ekrem, imzaladığı senedin şartlarına son derece
riay et ediyordu. Buna binaendir ki, zâlim lerden kaçarak Medine’ye
iltica etm iş olan Ebû Basiyri, yanında bir köle olduğu
halde gelip onun iadesini istiyen Beni  m ir’in adamına, hiç
bir itirazda bulunm aksızın, teslim etti.
Dönüş yolu üzerindeki Zülhuleyfe’ye vardıkları zaman o
iki m erham etsiz adam la yanlarındaki felâketzede, yemek yem
ek üzere, bir hurm a ağacının altına oturdular. Beni  m ir’in
adam ı vazifesini m uvaffakiyetle yapmış olm aktan m ağrur, kılı­
cını sıyırıp havada döndürerek bağırdı: «Bu kılıçla, güneşin
doğmasından gece oluncaya kadar, hiç yorulmaksızın, Ensarın
kafalarını kesebilirim!» Bu sözler üzerine Ebû Basiyr, m ağrur
K ureyşlinin üzerine atılarak: «Şu kılıcı, iddia ettiğiniz kadar
keskin mi, değil mi? Tecrübe edeceğim!» dedi ve bir vuruşta
sahibini cansız olarak yere serdi. Köle ise korkarak kaçtı. Ölenin
devesine binip kılıcını kuşanan, Ebû Basiyr, Medine yolu-
n u tuttu. Şehre varınca doğru Hazret-i M uhamm ed’e gitti, dedi
ki: Beni düşmanlarıma teslim etmekle yeminini tutmak istemiştin.
Fakat Allah beni onların azabından kuartardı. İşte
terekeleri. Sana âit olan beşte birini al.»
Resul-i Ekrem : «Yeminimde hânis olmadıkça onları kabul
edemem. Al, götür ve beğendiğin yere git» cevabım verdi.
Hz. M uhamm ed onun hakkında şöyle düşünüyordu: Bu adam
bir savaş m eşâlesi… Kendisi gibi gözü pek birkaç arkadaşı olsa
neler yapmaz…
Ebû Basiyr deniz kıyısına yakın El-Ays tarafına gitti. Burası
ticaret için Suriye’ye giden K ureyş kervanlarının takip ettikleri
yol üzerinde idi, Ebû Cevdel ile M ekke’de ihtida etm iş
olan diğer bir çok kim seler de oraya gidip Ebû Basiyr ile birleştiler.
İslâm cem aatından uzak yaşam ağa m ahkûm olan bu
adam ların, ihtiyaçlarını m untazam bir çalışma ile tatm in etm
eleri m üm kün değildi. Bunun için Kureyş kervanlarına taa rruz
etmeğe ve onları soymağa başladılar. Ebû Basiyr ile yanındakiler
nam saldılar. Elde ettikleri ganimet, bir çok bedevilerin
onlara katılm alarını ve sonra da İslâm olm alarını m ucip
oldu.
M ekkeliler, en mühim iratlarını tem in eden Suriye ile ticarî
m ünasebetlerinin tehlikede olduğunu görünce, M ekke’den
kaçanları kabul etmesini m eneden m uahede şartının ilgasını
teklif ve Ebû Basiyr ile arkadaşlarının M edine’ye çağırılmasını
rica için Hazret-i M uhamm ed’e m ektup yazdılar. Resul-i
Ekrem , buna m em nuniyetle m uvafakat etti; M üslüm anlar da
anladılar ki, Hudeybiye m üsalâhası gerçekten bir «Feth-i Mü-
bin» dir; o derecede ki ertesi sene, koğulmuş oldukları beldeyi,
tam bir em niyet ve âsâyiş içinde, ziyaret ve «Beytullah» ı
huzur ve sükûn ile tavaf edeceklerdir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir