M ekke’nin fethinden sonra M üslüm anların çoğu Resul-i
E krem ’in m akam ını oraya nakletm esini ve hattâ bu m ukaddes
beldenin devlet m erkezi olmasını bekliyorlardı. Lâkin
H azret-i M uhammed M edine’ye dönmeği tercih ve m em leketi
oradan idare etmeğe devam eyledi. Bu, m es’ud neticeler veren
bir deha eseridir. Siyasî m ünazaalardan m asun bulundurulm
akla, Mekke-i M ükerrem e, bütün M üslüm anlar tarafından
takdîs edilen dinî bir m erkez olmak mevkiini, el değmeden
asırlarca koruyabilm iştir. Bir payitaht, orada hüküm ran olan
zatın veya hanedanının m ukadderatına tâbi olur. H üküm et,
kendisine m erkez olmak üzere başka bir şehir intihap eden
yeni bir hanedana intikal eder etmez, eski payitaht ehem m iyetini
kaybeder ve inhitata uğram ağa başlar. M edine’nin Hulefa-yı
Raşidin’den sonraki hali ile Em evîler ve Abbasîler zam
anında büyük bir şaşaa ile parladıktan sonra, mâzideki re
fah ve saadetin yüzünü bir daha görememiş birer taşra şehri
derekesine düşen Şam ve Bağdat’ın hâli bunun göze çarpan
m isâlleridir. H albuki Mekke-i M ükerrem e bütün haysiyet ve
şerefini m uhafaza etm iş ve İslâm âlem inin kalbi m esabesinde
olarak yaşayıp durm uştur. A kciğerler vasıtasıyla tasfiye olunduktan
sonra vücudün m uhtelif kısım larını beslemek üzere,
kalb tarafından sevk edilen kan gibi, dünyanın dört köşesinden
her sene gelen hacılar, «Beytullah» ı — Allah e v in i— ziyaret
etmek, K u r’an’m ilk âyetlerinin nâzil olduğu m uhit içinde yeniden
kuvvet kesbetm ek, birbirlerini bağlıyan kardeşlik rab ı
talarını kuvvetlendirm ek ve m em leketlerine dönüp kendilerine
refakat edemiyen M üslüm anların kalbinde im an ateşini yeniden
yakm ak için M ekke’ye doğru akın akın gelirler.
Mekke, câhiliyet devrinde de dinî bir m erkez ehem m iyetini
hâiz, fakat daha ziyade Arab Yarım adasının ticaret m erkezi
olmakla m aruftu. Serm aye m übadelelerinin pek faal oldu
ğu bir transit şehriydi. Fâiz m ukabilinde vadeye bağlanarak
yapılan işler ticarî m übadelelerin esas unsurunu teşkil ediyordu.
Tâcir, serm ayenin bir tem ettü m enbaı olduğuna ve itibarın
kuvvet ve tesirine son derecede inandığı cihetle, hususî bir
m eşguliyeti olmıyan kim selerin çoğu kom isyonculuk veya sim
sarlık yapm akta idi. Bununla beraber, beldenin kendine m ahsus
bir akçesi yoktu. Bizansın kanunen ayarlanm ış altın dinariyle
Sasanîlerin gümüş dirhem leri gibi ecnebi paralarla b irlikte
kaba resim leri havi, şekil ve cesam etleri m uhtelif, n ereden
geldikleri bilinm iyen silinmiş bir takım sikkeler de serbestçe
tedavül etm ekte idi. B unların ayarını ve kıym etini y alnız
— öteden beri — bu işle meşgul olan sarraflar tayin ve tak
dir edebilirdi.
M eskûk paralar ortadan çekilince yerlerine kıym etli m aden
külçeleri ve altın tozu ikam e olunurdu. Bazı nazik hallerde,
bunların kıym etini takdir için, öteden beri tartı işleriyle
m eşgul olan vezzana m üracaat edilirdi.
İkili altın ve gümüş usulünün tatbikinden hasıl olan mü- ^
badele .dalgalanm aları vaziyeti daha karışık bir hale getiriyordu.
Bir kervan Bizans hüküm etine tâbi olan ve altın m ikyas
usulünü tatbik eden Suriye’ye veya M ısır’a hareket için
hazırlandığı vakit altın paralar piyasadan çekilir ve kıym etlenirdi.
Bir kervan, gümüş m ikyası üzerine m uam ele yapan
Irak yahut Yemen tarafına gittiği zam an bunun aksi vuku bulurdu.
B ütün bu haller m uam elecilerle serm aye sahipleri m enfaatine
vâki olurdu. Serm aye sahipleri m urabahacılığı (tefecilik,
fâizcilik) hâyâsızcasına yapıyorlardı. Borçlu, m uayyen
m üddetin hitam ında borcunu ödeyemezse, borç m iktarı (serm
aye ve fâiz) kendiliğinden iki m isli olurdu.
İşte K u r’an-ı Kerim de aşağıdaki âyetle ifade edilen hal,
budur:
«Ey îman edenler! Kat kat fâiz alarak yeme-
«yin. Allahtan sakının ki, felâha eresiniz.»
(Âl-i İm ran sûresi, 130)
İslâm dininin gayesi, A llah’ın vahdaniyetini ilân ederek
sadece putperestliği ilga etm ekten ibaret değildi, belki ada- ‘
let ve uhuvvet (kardeşlik) esaslarını telkin suretiyle beşeriyetin
saadetini de tem in etm ekti. İslâm iyet, İçtimaî seviyeyi
yükseltm ek için, sefahat cereyanına karşı koymuş, alkollü iç
kileri yasak etmiş, kum ar ile sarraflığı ve riba m uamelesini
haram kılm ıştır.
K u r’an-ı K erim de beyan edilen «Riba» maddesine hangi
işlerin dahil olduğu meselesini fukaha uzun uzadıya tetkik etm
işler ve borç olarak verilen para m ukabilinde alm an her çe
şit nem ayı A llah’ın kanununa karşı bir cürüm telâkki etm iş
lerdir.
Mekke, fethin ikinci senesinden itibaren, suret ve seyrin
i değiştirdi: Putperestliğin kalesi gibi telâkki olunan bir şeh
ir İslâm m m erkez ve m ak a m oldu. Bu değişiklik gayet kolay
b ir surette olmuştur. Zira bunu yapm akla m ükellef olanla
r hareketlerini, bambaşka bir takım m üşkül şartlar içinde
bulunduğu halde, eski Y esrib’den tam am iyle bir İslâm şehri
m eydana getirm eğe m uvaffak olan Hazret-i M uham m ed’in (*)
hareketine uydurm akta idiler.
H icretin onuncu yılı sükûnetle geçmekte idi. Sahte peygam
berler tarafından tahrik edilen isyanlar henüz patlak verm
em işti; Hazret-i M uhammed, hâkim iyeti altına girm iş olan
m em leketlerin süratli inkişafiyle m eydana gelen ihtiyaçları
nazarı itibare alarak, devletin teşkilâtını islâh etm eğe çalışı
yordu.
H icretin ilk seneleri esnasında, her türlü ihtilâflar yalnız
Resul-i Ekrem ’in rey ve karariyle hallolunurdu. D evletin hududu
M edine şehri ile hem en civarındaki yerlerden ibaret bulundukça,
bunda hiç bir m ahzur yoktu. Lâkin sınırlar geniş
ledikçe m üşkülât yüz göstermeğe başladı. Uzak yerlerde oturan
la r artık M edine’ye gidem iyorlardı. Resul-i Ekrem ’in, şikâyetlerini
incelemeğe vakit bulam ıyacağını takdir ve teslim
ediyorlardı. H akikaten Resul-i Ekrem m uhtelif vesilelerle iktid
a r ve salâhiyetini Ebû Bekir, Osman, Ali, A bdurrahm an ibni
Avf, Ubeyy ibni K â’b ve saire gibi, yakın Sahabelerine tevdi
etmeğe ve onları zuhur eden ihtilâfları hal ile adaleti icra
etm ek üzere m em leketin m uhtelif yerlerine gönderm eğe lü
zum görmüştü.
(*) İslâm id a re h u k u k u n u n tem elin i teşk il e d e n u m u m î p re n sip le r g e rç i
K u r’a n -ı K erim ta ra fın d a n k o n u lm u ştu , fa k a t b ir tak ım h u su sî h aller ta h a d d ü s
ed iy o rd u ki, K u ra n ‘ın m etn i o n lar için tam am iy le sa rih olm ay ıp istid lâle m ü
ra c a a t z a ru re ti hasıl o lm a k ta idi. B öyle b ir h âd ise v u k u u n d a ev v elce id a ri
m ev k ilerd e b u lu n an m ü slü m an lar h e rş y d e n evvel, ay n ı h â d ise n in v â k i olu p
olm adığını, v â k i olm uş ise R e sû lu llah ın k a r a n n ed en ib a re t b u lu n d u ğ u n u a ra ş
tırm a k ta id iler. B u k a ra ra u y d u k la rı ta k d ird e h a ta y a d ü şm ü ş o lm a d ık la rın a
em in b u lu n u y o rla rd ı. M ü slü m an lar h e r işlerin d e R esul-i E k re m in y o lu n d a n g itm
ek için son d erece g a y re t ed iy o rlard ı. H azreti M u h a m m e d ‘in sö z l.rin e , fiil ve
h arek etlerin e , h a tta ta sv ip m ak am ın d ak i sü k û tla rın a u m u m iy e t itib a riy le (sü n
net) denildiğini biliyoruz.
Bu tü rlü heyetlerin gönderilmesi gitgide çoğalmış ve nihayet
bunlar birer daim î m em uriyet halini alm ıştı. A daleti
tevzie m em ur «Kadı» lar böylelikle tâyin edilmişti.
Resul-i Ekrem, M üslüm anların dinî ve ahlâkî terbiyeleriyle
uğraştığı gibi, devlet reisi olmak itibariyle, halkın m addî
refah ve saadetini islâha da büyük bir ehem m iyet veriyordu.
Z iraate elverişli topraklar m ahdut olduğu cihetle A rabların
pek çoğu hayvan beslem ek ve ticaret yapm akla m eşgul
oluyorlardı. M utad gıdaları biraz deve sütü, bir kaç hurm a ve
bir avuç arpadan ibaretti.
Z iraati teşvik etm ek ve m ahsulâtını arttırm ak için, Hazret-i
M uhammed, devlete ait bütün boş arazinin, işletm ek suretiyle
onu m ahsul verebilecek hale koyan kim selere m ülk
olarak verileceğini kararlaştırdı. O arazide kazacakları kuyular
veya bulabilecekleri pınarlar hakkında da ayni hükm ü verdi;
şu şart ile ki, onlar, kendilerine lâzım olan suyun fazlasından
kom şularının istifade etm elerine m üsaade edeceklerdi.
A bdullah ibni Zubeyr’in rivayetine göre Ensardan biri Resul-i
Ekrem ’e m üracaatla fazla suyunu verm ek istem iyen Zubeyr
hakkında şikâyette bulununca, Resul-i Ekrem : «Yâ Zubeyr,
tarlalarını sula, fakat su kütüklerin hizasına gelince
dur, suyu komşuna ver», buyurm uştur.
M ünafıkların reisi A bdullah ibni Ubeyy H icretin onuncu
senesine doğru vefat etti. H ilekâr ve m ücrim bir düşm anın ortadan
kalkm ası haberinin Resul-i Ekrem ’i sevindirm iş olduğu
h atıra gelebilir. Halbuki hiç öyle bir şey olmamıştır. A bdullah
ibni Ubeyy’in akrabası gelip de cenaze nam azını kılm ası
nı niyaz ettikleri vakit Hazret-i M uhamm ed bunu m em nuniyetle
kabul etm iştir. Bu ru h asaleti, bu emsalsiz büyüklük
m ünafıkları o derece m üteessir ve m ütahayyir etm iştir ki, iç
lerinden bir çokları, bu kere samimî olarak, İslâm dinini kabul
etm işlerdir.
Eski durum larını m uhafazada ısrar edenlere gelince, H azret-i
M uhammed, kendilerinden hiç bir sadaka kabul etmemelelerini
m üslüm anlara tenbih etm ek suretiyle, onları cezalan
dırm ağı kararlaştırdı. Resul-i Ekrem şahsî düşm anlarından bu
suretle intikam alm akta idi.
M ekke’nin fethinden bir kaç ay sonra şu âyetler nâzil olm
uştu:
«Allahın nusratı (yardımı) ve feth gelince,
«Sen de insanların fevç fevç Allah’ın dinine
«gireceklerini görünce, hemen Rabbini, hamd
«ile teşbih (ve tenzih) et. Onun yarlığaması-
«nı iste. Şüphesiz ki O, tevbeleri çok kabul
«edendir.»
(Nasr sûresi, 1-3)
Nasr sûresini teşkil eden bu âyetleri işitince M üslüm anlar,
bir zaferden sonra A llah’a ham d ve şükretm enin pek tabiî
olduğunu, fakat bilhassa bu m ünasebetle onun af ve m ağfiretini
niyaz etm enin hususî bir m ânâsı olmak iktiza ettiğini birbirlerine
söylüyorlardı. Bir gün Resul-i Ekrem ’in arkadaşlarından
bir çoğu bu sûrenin son âyetine ne m ânâ verm ek lâzım
geldiğini m üzakere etm ek üzere toplanm ışlardı. Her biri kendisine
göre bir m âna verm ekte iken Ömer, genç A bdullah ibni
Abbas’ın oturup m ünakaşayı takip ettiğini ve fakat orada
bulunanlarla kendisi arasında yaş farkından dolayı m üzakereye
karışm aktan çekindiğini oradakilere söyledi. Bunun için
fikrini anlam ak üzere doğrudan doğruya ona hitap etti. Genç
İbni Abbas heyecan ve teessürle titreyen bir sesle: «Allah’ın
af ve merhametini dilemek tenbihi, hiç şüphe yoktur ki, Resul-i
Ekrem’in yakında vefat edeceğine işarettir», cevabını
verdi.
M üslüm anları m üteessir etm em ek için bu âyet-i kerim eyi
tefsirden çekinen Hazret-i M uhammed, bunu A rabistan Yarım
ada’sm m her köşesinden koşup gelecek M üslüm anların
toplanacakları bir mecliste İslâm dininin esaslarını, son defa
olarak, ilân edeceği bir zam anda bildirm ek fikrinde idi. Bu
vesile de zuhur etm ekte gecikmedi.
Büyük Hacc mevsimi yaklaşıyordu. M ekke’den hicret et
tiği gündenberi Resul-i Ekrem iki defa «Umre» yi ifa ettiyse
de ibâdet esnasında, m urdar olan putperestlerle bir arada bulunm
am ak için «Hacc» a iştirâk etm emişti. K âfirlere, Hacca
¿rem bu sene Hacc m erasim ine bizzat riyaset
edeceğini her tarafa ilân etti. Bu haber yıldırım süratiyle
yayıldı. Resûlullah’m arkasında haccetm ek düşüncesi bü
tün m em leketi heyecanla ayaklandırdı.
26 Zilkade cum artesi günü, Resul-i Ekrem ihram a girerek
ve zevceleriyle sahabelerinden bazılarını yanm a alarak Medine’den
ayrıldı. K urban olmak üzere ayrılan ve boyunlarının
kesilecek yeri tıraş edilerek süslenmiş bulunan yüz deve, kafileyi
takip ediyordu. M ekke yolunda ilk m erhale olarak hacıların
toplanacağı Zul Huleyfe’ye vasıl olunca, Resul-i Ekrem
geceyi orada geçirmek üzere durdu. Ekserisi, kurbanlıklarını
beraber getirm iş olan on binlerce M üslüm an orada kafileye
katıldı.
Ertesi günü, sabah nam azından sonra, bütün hacılar ihram
a girdiği ve başta Resûlullah olduğu halde, kervan «telbiye»
ile yola koyuldu: «Lebbeyk! Lebbeyk! Ey şeriki olmıyan, Gafur,
Rahim ve Kadiri Mutlak Allah’ım, işte senin huzuruna
geldim ve emr ü fermanına itaat ettim» teranesi ufuklara yayıldı.
Bundan aşağı yukarı iki yıl önce bu yolun m erhalelerini
yalnız vahaların kuyularıyla hurm alıkları gösteriyordu. Şimdi
Resul-i Ekrem ’in daha evvelki ziyaretlerinde nam az kıldığı
m uhtelif yerleri gösterm ek üzere M üslüm anlar tarafından bin
a edilmiş olan m escitler bilhassa gözü çekiyordu. H er m erhalede
takım takım hacılar kervana iltihak ediyorlardı. Mukaddes
beldenin civarındaki Sarif m evkiine vasıl olunca m ü
ezzinin «Salât-ı mağrib» i (akşam namazı) ilân eden âhenkli
sesi duyuldu. K ırk bini m ütecaviz «ehl-i iman» A llah’a şükranlarını
arzetm ek ve kendilerini doğru yola götürm esini niyaz
eylem ek üzere R esûlullah’m arkasında saf saf dizildiler.
Ertesi Pazar günü, 4 Zilhicce, Hazret-1 M uhammed, pek
sevdiği devesi K usva’ya binerek, bütün o hacı kafileleri arkasında
olduğu halde, yola koyuldu.
K ervanın şehre yaklaştığı haberi M ekke’de yayılır yayılmaz,
başta Beni Haşim olduğu halde, bütün ahali Resul-i Ekrem
’i karşılam ağa koştular. Ana ve babaları ve diğer akrabaları
Nebiyyi Ziyşanı sevinçle karşılarken, şefkat ve iltifatını
kendilerinden asla esirgemediği küçük çocuklar onu selâm lam
ak için ellerini sallıyorlardı. D erin bir heyecan ile bu m anzarayı
seyreden Hazret-i M uhammed bu çocuklardan bazıları
nın devesine bindirilm esini istedi. Bazıları ön tarafına, b ir ta
kım ları terkisine konulm uş olan bu yavrucuklarla bir m üddet-
çik gittikten sonra, h er birini ayrı ayrı severek ve bağrına basarak,
deveden indirdi ve yoluna devam etti.
İki yıl önce takip etmiş olduğu yoldan gidiyordu. Şehrin
civarından geçip Beni Şeybe kapısının önüne gelince ve Kâ-
be’nin gözü önüne dikildiğini görünce, A llah’ın rahim ve kerem
ini niyaz için, iki elini kaldırarak: «Allahım!» dedi, «bu
mukaddes mabedin şan ve şerefini arttır; umreyi yahut bü
yük haccı ifa maksadiyle onu ziyarete gelenlerin de kadrini,
haysiyetini, kerem ve takvasını arttır.»
Yüzü huzur ve saadetle parladığı halde, «Beytullah» a
yaklaşarak «Haceri Esved» i öptü (*) ve K âbe’yi yedi kere
tavaf etti. Sonra «Makam-ı İbrahim» e (**) teveccüh ederek
orada iki rekât nam az kıldı. Sonra «Safa» ile «Merve» arasında
sai ederek vâdide bir yere kurulm uş olan çadırına çekildi.
(*) B u h a re k e ti b ir p erestiş şe k lin d e izah etm ek , İslâm d in in in esasları
ile tab an ta b a n a zıt o lu r. B u y a d ig â ra k arşı, b ü y ü k ceddi H a zreti İb ra h im zam
an ın d an b e ri h ü rm e t beslenegeldıgi iç in d ir ki, H a z re t-i M u h am m ed de o â d e
te u y arak «H aceri Esved» i ö p m ü ştü r. H alife Ö m er b in H a ttâ b ’ın, «Ey taş, y e
m in e d e rim ki, b ir işe y a ra m a d ığ ın ı v e hiç kim seye z a r a r v erem iy eceğ in l b ilirim
. R e sû lu llah öpm eseydi, b en seni h iç b ir v ak it öpm ezdim », m e â lin d e k i sözle
ri K â b e ’n in b ir köşesine kon u lm u ş olan taşın M ü slü m an lar için p e re stiş o lu
n acak b ir şey o lm ad ığ ın ı a ç ık ta n açığ a g ö ste rm ek ted ir. B u b a p ta şu ra s ın ı d a
söyliyelim k i g e re k «A hd-i A tik» ve g e re k «A hd-i Cedit» d e «köşe taşı» n a sırr
î (m ystique) b ir m â n a a ffo lu n m a k ta d ır (B ak: M ezam ir III, A : 22; M eta İn
cili Â: 44).
(•*) A n an ey e göre, «M akam -ı İbrahim », o ğ lu n u k u rb a n m a k a m ın d a k e sm
ek ü z e re ik e n m eleğin gelip elin i tu ttu ğ u ve A lla h ’a k u rb a n e d ilm ek üzere
b ir koç v e rd iğ i y e rd ir.
İslâm dan evvelki devirde Hacc esnasında Um re yasaktı.
H azret-i M uhamm ed bu kaydı kaldırdı.
«Bu nişanelerde sizin için belli bir süreye ka-
«dar faydalar vardır. Sonra bunlar Beyt-i
«Atîk’de, Kâbe’de son bulurlar. Her ümmet
«için, Allah’ın kendilerine rızk olarak verdiği
«kurbanlık hayvanların üzerlerine O’nun adı-
«nı anarak kurban kesmeği meşrû kıldık. Sizin
«Tanrınız tek bir Tanrı’dır. O’na teslim olun.
«Ey Peygamber! Allah anıldığı zaman kalbleri
«titreyen, başlarına gelene sabreden, namaz
«kılan, kendilerine verdiğimiz rızıktan sarfe-
«den, Allah’a gönül vermiş olanlara müjde et…
«Bu hayvanların (yâni kurbanların) ne etleri
«ne de kanları Allah’a ulaşacaktır. Allah’a ula-
«şacak olan ancak sizin O’na yaptığınız ibâ-
«dettir.»
(Hacc sûresi, 33 – 35 ve 37)
Hazret-i M uhammed, hacılar arasında şükran m akam ında
kesilm ek üzere beraberce kurban getirm iş olmayıp «bir kısmını
muhtaç ve fakirlere tevzi ederek, mütebakisiyle kendilerini
besliyebilenler» in yalnız «Umre» yi ifa ile iktifa edip ihram
dan çıkabileceklerini bildirdi. Bu kim seler asıl büyük
haccı seyretm ek için kalm akta serbesttiler .
Ali, hacc zam anından bir m üddet önce, Yem en’e gönderilm
işti. Resul-i Ekrem ’in hac m erasim ine bizzat riyaset etm ek
üzere M ekke’ye gittiğini haber alınca, Fahr-i âleme iltihak etm
ek üzere M ekke’ye geldi. K urban getirm em işti. Hazret-i Muham
m ed ona: «Git, Kâbe etrafını tavaf et, Safa ile Merve arasında
sây eyle. Umreyi ifa ile iktifa edip ibramdan çık!» dedi.
— «Fakat,» dedi Ali, «ben Resul-i Ekrem’in arkasından
haccetmeğe niyet ettim!»
Bu ısrarı üzerine, Resul-i Ekrem kurban etm ek üzere ge-
El-Fadl ve Usame iki beyaz beze sarılmış, tekfin edilmiş olan
cesedi alıp m ezara koydular.
İşte, nübüvvet vazifesinden başka tabiatın üstünde hiç bir
kuvvet iddiasında bulunm am ış olan Fahr-i Âlem ’in hayatı bu
veçhile sona erm iştir.
Cenab-ı Hak tarafından gönderilmiş olduğunu, bazı m ucizeler
göstererek isbat ve teyid etm esi kendisinden istenildik
çe Fahr-i Kâinat bir insandan başka bir şey olmadığı ve m ucize
gösterm ek kudreti de A llah’a ait bulunduğunu söylerdi.
O herşeyden evvel samimî idi.
Ve gerçek bir Peygamberdi.
Bu sıfatı, ilâhî vahye m azhar olarak, bütün öm rünü p u tperestliğe
karşı mücadeleye vakfeden, bir tek Allah akidesini
ve onun m ukaddes iradesine itaat ve inkıyadı insanların zihin
ve vicdanlarına yerleştirm ek, kalblerinde vazife ve mes’-
uliyet hissini uyandırm ak, birbirini sevmeğe ve yekdiğerine
yardım etm eğe sevk etmek, cins ve ırk tefrik etm eksizin bü
tün (m ü’m inlerin) kardeş olduklarını, gerek kanun ve gerek
Allah indinde m üsavi bulunduklarını, ceza gününde bütün fiil
ve hareketlerinin hesabını verm eğe m ecbur olduklarını ilân
etm ek suretiyle insanların ahlâkî seviyesini yükseltm eğe bü
tün hayatı boyunca çalışan bir kimseye verm ek lâzım ise, bâ
tıl fikirlere saplanm am ış herkes kabul ve teslim e m ecburdur
ki, Hazret-i M uhammed gerçekten Peygam berdir ve risalet vazifesini
hakkıyla ifa etm iştir.
A llah’tan başka — kendisine ibadet edilecek— Tanrı yoktur.
M uhammed aleyhisselâm O’nun resûlüdür.
VEDA’ HACCI
25
Kas