E lham dülillâh! H erhangi bir kim se, herhangi bir zem anda
h erhangi b ir yerde, h erhangi b ir kim seye, herhangi bir şeyden
dolayı, herhangi bir sûretle h am d ederse, bu h am d ve şükrlerin
hepsi, A llahü te â lâ ’ya olur. Ç ünki, herşeyi y a ra ta n , terbiye
eden, yetişdiren, her iyiliği y ap d ıran , gönderen hep O ’dur.
K uvvet, k u d ret sâhibi yalnız O ’dur. O , h âtırlatm azsa, kim se,
iyilik ve k ö tü lü k yapm ağı irâde, a rz û edem ez. K ulun irâdesinden
so n ra, O da istem edikçe, kuvvet ve fırsat verm edikçe,
hiçbir kim se, hiçbir kim seye, zerre k a d a r iyilik ve k ö tü lü k
y ap am az. K u lun istediği herşey, O d a irâde ederse, dilerse
m ey d an a gelir. Y alnız O ’n u n dilediği olur. İyilik ve k ö tü lü k
yapm ağı, çeşidli sebeblerle h â tırla tm a k d a d ır. M erh am et etdiği
kulları, k ö tü lü k y ap m ak irâde edince, O irâde etm ez ve y a ra tm
az. İyilik y ap m ak irâde etdikleri zem ân, O d a irâde eder ve
y aratır. Böyle k u llard an hep iyilik m ey d an a gelir. G a z a b etdiği
d ü şm an ların ın k ö tü irâdelerinin y aratılm asını, O d a irâde eder.
Bu k ö tü k u llar, iyilik y ap m ak irâde etm edikleri için, b u n lard an
hep fenâlık hâsıl olur. D em ek o lu y o r ki, in san lar bir âlet, bir
vâsıtadır. K âtib in elindeki kalem gibidir. Şu k a d a r v ar ki,
kendilerine ihsân edilm iş o lan (İrâde-i cüz’iyye) lerini k u llan arak
, iyilik yaratılm asın ı isteyen sevâb k azan ır. K ö tü lü k yaratılm
a sın ı istey en , g ü n â h k a z a n ır. B u n u n için, h ep iyilik
yapm ayı düşünm eli, hep iyilik yapm ayı istemeliyiz! İyi şeyleri
öğrenm eliyiz. İyiliklerin kaynağı olan (Ehl-i sünnet) âlim lerinin
«rahim e-h ü m u llah ü teâlâ» k itâblarım o k u y u p iyiyi,
k ö tü y ü anlam alıyız. Ehl-i sünnet âlim leri, vehhâbîliğin hatâlı
bir yol olduğ u n u vesikalarla isbât ediyor. K itâbım ızın birinci
kısm ında, b u vesikalardan o tu zb eş dânesini sıra ile bildireceğiz.
— 83 —
1 — (Feth-ul-mecîd) kitâbı, yetm iş’oeşinci sahîfesinde
(A b d ü lv e h h â b -ı Ş a ’râ n în in k itâ b la rı ve A b d ü l’a zîz-i D e b b â ğ ın
(İbriz) kitâbı ve A hm ed Ticânî’nin kitâbları, Ebû Cehlin ve benzerlerinin
hâtırlarına gelm iyen şirk ile doludur) diyor.
A hm ed T icânî «rah m etu llah i aleyh», 1150 [m. 1737] de
C ezây ir’de tevellüd 1230 [m. 1815] de F a s ’d a vefât etm işdir.
H alv etin in bir k olu o lan T icânîlik y o lu n u n rehberidir. Bu
y o ld a yazılm ış o lan (Cevâhir-ül-meânî-fî feyz-i şeyh Ticânî)
kitâbı m eşh u rd u r.
İn san ların üstünlerinin, y a’nî Peygam berlerin «salevâtullahi
teâlâ ve teslîm âtü h ü aleyhim ecm a’în», m eleklerin ü stünlerinden
d a h â yüksek old u k ların ı, bu vehhâbî kitâbı da
y azm ak d a, m eleklerin te sa rru f ve tesirlerine in an m ak d a, fekat
A llahü teâlânın Evliyâsına «rahim e-h ü m u llah ü teâlâ» k erâm et
olarak, tesîr ve tesarru f verdiğine ise inanm am akda, b una inan an
lara m üşrik dem ekdedir. Ehl-i sünnet âlim leri «rahim eh
ü m u llah ü teâlâ», vehhâbîlerin o rtay a çıkacaklarını, kerâm et
o larak , bilm işler gibi, b u n lara, yıllarca önce cevâblar y azm ışlardır.
B unlan kerâm et yolu ile keşf edenlerin başında M uhyiddîn-i
A rabî ve S adreddîn-i K onevî ve C elâleddîn-i R ûm î ve Seyyid
A h m ed Bedevî ve y u k arıd a ism leri yazılı Velîler «rahim ehüm
ullahü teâlâ» bulunm akdadır. V ehhâbîler, işte b u nun
için, bu Velîleri beğenm iyorlar.
İm âm -ı R ab b ân î A hm ed F â rû k î Serhendî «kuddise sirruh»
ikinci cild, ellinci m e k tû b u n d a bu y u ru y o r ki:
İslâm dînin in bir sûreti, b ir de h ak îk ati, ö z ü vardır. S ûreti,
önce îm ân etm ek, so n ra, A llah ü teâlân ın em rlerine ve y asak ların
a u y m ak d ır. İslâm dîninin sûretine k av u şan ların nefs-i
em m âreleri in k â rd a ve ısyân etm ekdedir. B unların îm ânı, îm â
nın sûretidir. K ıldıkları nem âz, n em âzın sûretidir. O ruç ve
b aşk a ibâdetleri de böyledir. Ç ü n k i, nefs-i em m âre, insan varlı
ğının tem elidir. H erkes (Ben) deyince, nefsini gösterm ekdedir.
İşte, b u n ların nefsleri îm ân etm em iş, in an m am ışd ır. Böyle kim
selerin îm ân ları ve ibâdetleri hak îk î, d o ğ ru olabilir mi? A llahü
teâlâ, çok m erham etli o ld u ğ u için, y alnız sûrete kavuşm ağı
kabûl b u y u rm u şd u r. B unları, râzı o ld u ğ u C ennetine so k acağını
m üjdelem işdir. Y alnız k albin in an m asın ı k ab û l b u y u rm
ası, nefsin inan m asın ı d a şart k o şm am ası, O ’n u n b üyük
ihsânıdır. E vet, C ennet n i’m etlerinin d e, hem sûretleri, hem
— 84 —
h ak ik atleri vardır. İslâm dînin in sûretine kav u şan lar, C ennetin
sû retinden pay alacak lard ır. D ü n y âd a, İslâm dîninin h ak ik atine
k av u şan lar, C ennetin h ak ik atin e k av uşacaklardır. Sûrete
k avuşm uş o lan larla h ak ik ate kav u şm u ş o lan lar, C ennetin aynı
bir m eyvesini yiyecek. F e k a t, herbiri b aşk a ta t alacakdır. R esû
lullah «sallallahü aleyhi ve sellem » efendim izin m ü b ârek zevceleri
«radıyallahü teâlâ anhünne» C ennetde, R esûlullahın
y an ın d a olacak, fekat d u y d u k ları lezzet başk a olacakdır. Eğer,
b aşk a olm asaydı, bu m ü b ârek zevcelerin, b ü tü n in sanlardan
d a h â üstün olm aları lâzım gelirdi. H er üstün olan kim senin
zevcesinin de, b u n u n gibi üstün olm ası gerekirdi. Ç ünki zevceler,
C ennetde zevçlerinin y an ın d a olacakdır. İslâm dîninin sûretin
e k a v u ş a n la r , b u n a u y d u k la r ı z e m a n , â h ıre td e
k u rtu la b ile c e k le rd ir. B u n a u y a n la r, u m û m î evliy âlığ a
y a ’nî A llahü teâlân ın rızâsın a, sevgisine erm iş dem ekdir.
B un u n la şereflenen, tesav v u f y o lu n a girebilecek, (Vilâyet-i
hâssa) denilen özel evliyâlığa kavuşabilecek kim se dem ekdir.
B unlar, nefs-i em m ârelerini itm în ân a ulaşdırabilirler. Ş unu iyi
bilm elidir ki, bu vilâyetde, y a’nî İslâm dîninin h ak ik atin d e
ilerliyebilm ek için, İslâm dîn in in sûretini elden b ırak m am ak
lâzım dır.
T esavvuf y o lu n d a ilerlem ek, A llah ü teâlân ın ism ini çok
zikr etm ekle olur. Bu zikr de, İslâm dîninin em r etdiği bir
ib âd etd ir. Z ik r etm ek, âyet-i kerîm elerde ve hadîs-i şeriflerde
övülm üş ve em r edilm işdir. T esav v u f y o lu n d a ilerliyebilm ek
için, İslâm dîninin yasakladığı şeylerden sak ın m ak şartdır.
F a rz la rı y ap m ak , insanı bu y olda ilerletir. T esavvuf yolunu
bilen ve y o lcu lara ö n derlik edebilen bir (Rehber) aram ak da,
İslâm dîninin em r etdiği birşeydir. M âide sûresinin otuzsekizinci
âyetinde (Ona kavuşmak için vesile arayınız) buyuruldu.
(V esilenin, insan-ı kâm il olduğu, onsekizinci m addede u zu n
bildirilm işdir). A llah ü teâlân ın rızâsın a k av u şm ak için, İslâm
dîninin sûreti de, h ak ik ati de lâzım dır. Ç ü n k i, evliyâlık üstü n
lüklerinin hepsi, İslâm dînin in sûretine u y m ak la ele geçer. Peyg
a m b e rlik ü s tü n lü k le r i d e , İslâ m d în in in h a k ik a tin in
m eyveleridir.
Evliyâlığa k av u şd u ran yol tesavvufdur. T esavvuf yolu n d a
ilerliyebilm ek için, A llah ’d an b aşk a herşeyin sevgisini kalbden
çık arm ak lâzım dır. A llahü te â lâ ’nın ihsânı ile, k alb hiçbirşeyi
görm ez o lu rsa , (Fenâ) denilen şey hâsıl olur. (Seyr-i ilallah)
– 3,5 –
tem âm olur. B u n d an so n ra, (Seyr-i fillah) denilen yolculuk
başlar. Böylece, (Bekâ) denilen şey hâsıl o lu r ki, aran ılan da
b u d u r. İslâm dîninin h ak ik ati b u rad ad ır. B u n a kav u şan zâta
(Velî) d en ir ki, A llah ü teâlân ın râ z ı old u ğ u , sevdiği kim se
dem ekdir. B u rad a (Nefs-i emmâre) m u tm ain n e olur. Nefs,
k ü frd en k u rtu lu p , A llah ü te â lâ ’nın k a z â ve k ad erin d en râzı
olur. A llah ü teâlâ d a, o n d a n râ z ı olur. K endini anlar. B üyüklü
k , k e n d in i b eğ en m ek h a s ta lığ ın d a n k u rtu lu r. T e sa v v u f
büyüklerinden çoğu nefs itm înâna kavuşunca da, A llahü teâlâ’-
ya âsî o lm ak d an k u rtu la m a z dem işlerdir. R esûlullah «sallalla
h ü aley h i ve sellem » b ir g a z â s ın d a n d ö n ü şd e , (Küçük
cihâddan döndük. Büyük cihâda başlıyoruz) bu y u rd u . Bu b ü yük
cihâd, nefs-i em m âre ile c ih âd d ır dem işlerdir. Bu fak îr [ya’nî
im âm -ı R ab b ân î] böyle an lam ıy o ru m . N efs itm în ân a k avuşunca,
hiç ısyânı, k ö tü lü ğ ü k alm az d iyorum . Nefs de, herşeyi
u n u tm u ş o lan k alb gibi, A llah d an b aşk a hiçbirşey görm ez.
M evki’, rü tb e, m al, h a ttâ b u n ların vereceği ta t ve acılıklardan
k u rtu lm u şd u r. Nefs ezilm iş, yok gibi olm u şd u r. A llah için,
kendini fedâ etm işdir. H adîs-i şerîfde (Cihâd-ı ekber) buyurulm
ası, bedeni m eydâna getiren m addelerin fizik ve kim yâ ve
biyolojik isteklerine karşı o lan cihâd olsa gerekdir. Şehvet,
y a’nî istek kuvvetleri,gadab, y a ’nî ü rk m ek , çekinm ek istekleri,
hep m ad d î isteklerdir. H ay v an lard a nefs y o k d u r. F e k a t bu
k ö tü istekler, o n la rd a d a vardır. H e r h ay v an d a b u lu n a n şehvet,
g ad ab , birşeye çok d ü şk ü n olm ak , hep m addelerin hâssalarınd
an ileri gelm ekdedir. [Bu isteklere (Sevk-ı tabfî) içgüdü denir],
İn san ların b u n larla cihâd etm esi lâzım dır. N efsin itm în ân a
kavuşm ası, insanı bu k ö tü lü k lerd en k u rta rm a z . B unlarla cihâ
dın çok fâidesi vardır. B edeni de tem izlem eğe y arar.
N efs itm în ân a k avuşunca, (İslâm-ı hakîkî) nasîb olur.
H ak îk î îm ân hâsıl olur. Y apılan her ibâdet h ak îk î o lu r.N e m â z ,
o ru ç ve hac, h ak îk î yapılm ış olur.
G ö rü lü y o r ki, tesav v u f ve h ak îk at denilen şeyler, İslâm
d îninin sûreti ile h ak ik ati arasın d ad ır. (Vilâyet-i hâssa) ya kavuşam
ıyan kim se, m ecâzî m ü slim ân lık d an k u rtu lam az. H ak îk î
islâm a kavuşam az.
İslâm dîninin h ak ik atin e kav u şan ve islâm -ı h ak îk î ile
şereflenen kim se, P eygam berlik ü stü n lü k lerin d en pay alm ağa
başlar. (Âlimler, Peygamberlerin vârisleridir) hadîs-i şerifinde
bildirilen m üjdeye kavuşur. E vliyâlık üstü n lü k leri, İslâm dîni—
86 —
nin sûretinin m eyveleri o lduğu gibi, P eygam berlik üstünlükleri
de, İslâm dîninin h ak ik atin in m eyveleridir. V ilâyetin üstü n lü k
leri, nübüvvetin üstünlü k lerin in sûretleridir.
İslâm dîninin sûreti ile h ak ik ati arasın d ak i fark, nefsden
ileri gelm iş oldu. V ilâyet ü stünlükleri ile, nübüvvet üstünlükleri
farkı da, bedendeki m addelerden ileri gelm ekdedir. V ilâyetin
k em âlâtın d a, m addeler, fizik, kim yâ ve biyoloji özelliklerine
uyar. F azla enerji, taşkınlık yapdırır. M addeler, gıda ister. Bu
isteğe k avuşm ak için, uyg u n su z işler yapılır. N übüvvet kem âllerinde,
böyle uygunsuz işler de k alm az olur. (Şeytânım müslimân
oldu) hadîs-i şerifi, bu hâli bildirm iş olabilir. Ç ünki,
insanın dışında şeytân olduğu gibi, içinde de vardır. F azla
enerji insanı azdırır. K endini beğendirir. Bu ise, fenâ huyların
en k ö tü sü d ü r. B unun m üslim ân olm ası, bu k ö tü lü k lerd en k u rtulm
asıdır. P eygam berlik k em âlâtın d a, hem kalbin, hem nefsin
îm ânı, hem de bedendeki m addelerin düzen i ve dengesi vardır.
N efsin tâm itm în ân a gelm esi, bedendeki m ad d e ve enerjinin
dengeye gelm esinden sonradır. Bu itm în ân d an so n ra, artık
kötülüğe dönem ez. B ütün bu üstü n lü k ler, hep İslâm dîninin
üstüne k u ru lm ak d ad ır. A ğaç ne k a d a r dallanır, m eyvelenirse,
yine k ö k sü z olam az. H er ü stü n lü k d e A llahü teâlânın em rlerine
ve yasak ların a u y m ak lâzım dır. Ellinci m ek tû b d an tercem e
b u ra d a tem âm oldu.
G ö rü lü y o r ki, kitâbın y azarı, tesavvufdan haberi olm adığı
için, Evliyâ-i kirâm a «kaddesallahü teâlâ esrârehüm üPazîz»
dil uzatıyor. O nları İslâm dîninin dışında sanıyor.
VEHHABİ BİRİNCİ KISM
04
Oca