(Arasat meydanı) na (mevkıf) ve (mahşer yeri) de denir.
B urada b u lu n an ların nasıl d a ’vet edileceklerini âlim lerim iz
başka başka söyledi. T efsîrlerde anlatıldığı gibi, sahih hadîslerde
de bildirilm işdir. A llahü teâlânın en önce hü k m edeceği,
kâtillerdir. Ve en önce ecrlerini vereceği kim selerde îm ânı doğru
olan a ’rnâlardır. Evet! Bir rniinâdî nidâ eder ki: (D ü n y âd a görm
ekden m en ’ o lu n an lar nerededirler?) O n lara denilir ki: (Siz
A llahü teâlânın cem âline b ak m ağ a herkesden d a h a çok lâyıksı
nız). B undan so n ra cenâb-ı H ak , o n lara hayâ m u ’ârnelesi eder
de (S ağ tarafa gidiniz!) buyurur.
B unlar için bir sancak bağlanıp Şu’ayb aleyhisselâm ın eline
verilir. Ş u’ayb «aleyhisselâm » o n lara im âm olur. O nlarla b erâ
ber, n û r m eleklerinden, hesâbsız m elek vardır. A dedlerini
A llahü teâlâd an b aşk a kim se bilm ez. O nların yanına varırlar.
Ve sırâtı yıldırım gibi geçerler. S abrda ve hilm de o n lard an
herbiri, A bdüllah ibni A bbâs «radıyallahü an h ü m â» ve o n a bu
üm m et içinde, benzeyen kim seler gibidir.
— 54 —
B undan so n ra (B elâlara sab r edenler nerededir?) diye nidâ
olunur. Ve m eczûm în y a’nî cüzzâm denilen m iskin h astaları ve
sâri h astalıklara yakalanm ış o lan lar getirilir. A llahü teâlâ,
o n lara selâm verir. O n lar d ah î sağ tarafa em r olu n u rlar. O nlar
için de, yeşil bir sancak bağlanır. E yyûb aleyhisselâm ın eline
verilir. E shâb-ı yem înin im âm ı olur. M übtelâ olanın sıfatı sab r
ve hilm dir. U kayl ibni Ebî T alib «radıyallahü anh» ve bu ü m
m etten onun em sâli gibi o lan lar böyledir.
B undan so n ra n id â o lu n u r ki: (İslâm dü şm an ların ın yalanlarına,
iftirâlarına ald an m ay ıp , Ehl-i sünnet i’tik âd m a sım sıkı
sarılan ve bu doğru îm ânını ve n âm û su n u kem âl derecede
m uhâfaza eden îm ânlı ve iffetli gençler nerededirler?). B u n la rd a
getirilir. A llahü teâlâ b u n lara d a selâm verip, m erhabâ, der. Ve
m u râd buyurduğu kelâm ile iltifât eder. B unlara d ah î (Sağ
tarafa gidiniz) buyurur. B unlar için de, bir sancak bağlanıp
Y ûsüf aleyhisselâm ın eline verilir. Y ûsüf «aleyhisselâm » onların
im âm ı olur. Böyle gençlerin sıfatı h arâm lard an , yabancı kadın
ve kızlardan sakınm akdır. R âşid bin Süleym ân «rahim ehullahü
teâlâ» ve bu ü m m etden o n u n em sâli gibi o lan lar
böyledir.
B undan so n ra bir n id â d ah î çıkar ki: (A llahü teâlâ için
birbirlerine m uh ab b et edenler ve m üslim ânları sevenler ve kâfirleri,
ınürtedleri sevm iyenler nerededir?) denir. O n lar dahî
A llahü teâlânın h u zû ru n a g ö tü rü lü r. A llahü teâlâ, o n lara da
m erh ab â deyip, ne m u râd b u y u ru r ise, o n u n la iltifâta m azh ar
olurlar. Sağ tarafa gitm eğe em r olu n u rlar. A llahü teâlânın düş
m anlarını sevm iyenlerin sıfatı d a sab r ve hilm dir ki, dünyevî
sebeblerden dolayı m ü ’m inlere ne d arılırlar ve ne de k ö tü lü k
ederler. H azret-i A lî «radıyallahü anh» ve bu üm m etden o n a
benzeyenler bu n lard an d ır.
B undan sonra, bir nid â d ah î çıkar ki: (A llahü teâlânın
k o rk u su n d an harâm işlem iyenler ve ağlayanlar nerededir?)
denir. O n lar da g ö tü rü lü r. B unların gözyaşları, şehîdler kam ve
ulem ânın m ürekkebi ile dartılır. G özyaşı ağır gelir. B unların da
sağ tarafa gitmesi em r olunur. O nlar için her renkle süslenm iş bir
sancak bağlanır. Z îrâ b u n lar, m uhtelif harâm işliyenlerin a ra
sında b u lunduğu, A llah rah îm d ir, afv eder diye aldatılm ağa
çalışıldığı hâlde, harâm işlem em işlerdi. Çeşitli g ü n âh lard an
sak ın arak A llahü teâlânın k o rk u su n d an ağlam ışlardı. M eselâ,
biri A llahü teâlânın k o rk u su n d an , biri dün y ây â d ü şk ü n olm akdan
ve ö b ü rü p işm ânlıkdan ağlam ışdı. B unların sancakları N ûh
— 55 —
aleyhisselâm a verilir. Â lim ler o n ların önlerine geçm ek isterler.
(B unların ağlam alarının A llah için olm asını biz öğretdik) derler.
Bir nidâ gelir ki: (Y a N ûh, olduğun gibi dur!). N ûh «aleyhisselâm
» hem en d u ru r. O cem â’at de o n u n la b erâb er du ru rlar.
Ehl-i sünnet âlim lerinin m ürekkebi ile şehîdlerin kanı d artı-
lır. Â lim lerin m ürekkebi ağır gelip, sağ ta ra fa em r olu n u rlar.
Şehîdler için de safranlı bir sancak em r olunur. Y ahyâ aleyhisselâm
ın eline verilir. Y ahyâ aleyhisselâm önlerinden gider. Â lim
ler ön lerin e geçm ek istiyerek d erler ki: (Ş ehîdler bizim
ilm im izden öğrenerek çarpışdılar. Biz o n lard an ileri gitm eğe
d a h â ziyâde lâyıkız). Bu zem an d a A llahü teâlâ lü tfü n ü o rtay a
ko yup m eâlen b u y u ru r ki: (Âlimler benim yanımda Peygamberlerim
gibidir). Â lim lere hitâben: (Dilediğiniz kimselere şefâ’at ediniz)
b u y u ru r. Â lim ler, ehl-i beytine ve k o m şu su n a ve m ü ’m in
kardeşlerine ve talebelerinden kendilerine tâ b i’ o lan lara şefâ’at
ederler.
Şöyle ki, âlim lerden her biri için bir m eleğe n id â etdirilir.
M elek insanlara bağırır ki: (F ilân âlim e A llahü teâlâ şefâ’at
etm ekle em r eyledi. K im ki o n u n bir işini görüverdiyse, y âh u d
b ir lo k m a yem ek yidirdiyse, y âh u d bir içim su verdiyse, y âh u d
kitâblarını yaydı ise, o n lara şefâ’at edecekdir) der. O âlim e bir
iyilik y ap an lar, k itâblarını d ağ ıtan lar k alkarlar. O âlim de, o
kim selere şefâ’at eder.
H adîs-i şerîfde bildirildi ki, en önce şefâ’at edenler Resûllerdir.
S o n ra N ebîler «aleyhim üssalevâtü vetteslîm ât» so n ra  lim
lerdir. Â lim ler için bir beyâz sancak b ağ lan ır. İb râh îm
«aleyhisselâm »a verilir. İb râh îm aleyhisselâm gizli m a ’rifetleri
o rtay a çık arm ak bak ım ın d an resûllerin en ileride olanıdır.
B unun için sancak kendisine verilir.
B u n d an so n ra yine bir m ü n âd î n id â eder ki: (N afakası için
h erg ü n çalışıp terliyen ve kazandığı ile k an âat eden fakirler
nerededir?) denir. F akirler de A llahü teâlânın h u zû ru n a g ö tü rü
lür. A llahü teâlâ taltîf edip (Merhaba ey dünyâ kendileri için
zindân olan kimseler) bu yurur. B unların d a E shâb-ı yem în (C ennet
ehli) ile b erâb er olm aları em r olunur. B unlar için de, bir sarı
sancak bağlanıp, îsâ aleyhisselâm m eline verilir. îsâ «aleyhisselâm
» b u n lara im âm olur.
B undan so n ra yine bir m ü n âd î n id â eder ki: (A gniyâ ya’nî
şükr eden, m allarını, paraların ı, dîni kuvvetlendirm ek, m üslim
ânları zâlim lerden k o ru m ak için veren zenginler nerededir?)
— 56 —
denir. O n lar da g ö tü rü lü r. O nların ihsân etdiği şeyleri cenâb-ı
H ak , beşyüzsene ta ’d âd etdirir. Y a’nî zenginlik ile ne yapdıkları-
nın hesâbını sorar. B unlar için d ah î renklerle bir sancak sağlanıp
Süleym ân aleyhisselâm a verilir. Süleym ân «aleyhisselâm » b u n
lara im âm olur. B unlara da, E shâb-ı yem îne ulaşm alarını em r
buyurur.
H adîs-i şerîfde bildirildi ki, d ö rt şey, d ö rt şeye şehâdet
etm elerini taleb ederler. M alları ile, m evki’leri ile m üslim ânlara
eziyyet edenlere n id â o lu n u r ki, (Sizi A llahü teâlâya ibâdetden
ne m al m eşgûl etdi?). O n lar d er ki: (A llahü teâlâ bize m ülk ve
rü tb e verdi. Bizi on lar, A llahü teâlânın hakkını yerine getirm ekden
m en ’eyledi). Yine o n lara (M al m ülk cihetinden siz mi
büyüksünüz, yoksa Süleym ân «aleyhisselâm » m ı büyükdür?)
denir. O nlar (Süleym ân «aleyhisselâm » büyükdür?) derler.
(Öyle ise, onu benim için ibâdet etm ekden, o m al m ülk m en’
etm edi de sizi mi m en etdi) buyurur.
B undan sonra, (Ehl-i belâ nerededir?)denilir. O n la rd a getirilir.
O nlara denilir ki: (Sizi A llahü teâlâya ibâdetden m en ’ eden
şey nedir?) O nlar da derler ki: (A llahü teâlâ, bizi dün y âd a
derdlere, sıkıntılara m üb telâ kıldı. O nun için zikrinden ve hakkîyle
ibâdetden m ah ru m olduk). O nlara denilir ki: (Belâ cihetinden
size gelen belâ m ı, yoksa E yyûba «aleyhisselâm » gelen belâ
m ı çok idi?). O n lar (E yyûb aleyhisselâm a gelen çok idi) derler.
(Öyle ise, o n u A llahü teâlânın zikrinden ve O ’n u n dînini kulların
a y aym akdan ve hak k ın ı ikâm eden belâ m en’ etm edi de
sizimi etdi) denir.
B undan sonra (G ençler ve m em lûkler ya’nî köle ve câriyeler
nerededir?) derler. O n lar da, A llahü teâlânın h u zû ru n a getirilir.
O nlara denilir ki; (Sizi A llahü teâlâya ibâdetden m en ’ eden
şey nedir?). O n lar da, (A llahü teâlâ bize cem âl ve güzellik verdi.
O nunla ald an d ık , gençlik zevklerine daldık. G ençlik bizde hep
kalacak sandık. Allahü teâlânın dînini öğrenmedik. H akkını yerine
getirem edik) derler. M em lûkler de (K ölelik ve câriyelik ve beğ-
lere kulluk etdik. D ü n y â büyüklerine tapındık. D in câhili kaldık.
A ldandık. Y â R abbî senin hak k ın ı yerine getirm ekden
m ah rû m o lduk) derler. O n lara hitâben denilir ki; (Siz m i, yoksa
Y ûsüf «aleyhisselâm» mı daha güzel idi?). O nlar (Y ûsüf «aleyhisselâm
» idi) derler. (Öyle ise, hazret-i Y ûsüfü, kul itâ ’atinde iken
h akkullahı ikâm e etm ekden hiçbirşey m en ’ etm edi de sizi mi
etdi) denir.
— 57 —
B undan so n ra (Ç alışm ıyan, tenbel, fu k arâ nerededir?) diye
n id â olunur. O n lar d a g ö tü rü lü r. O n lara da, (Sizi A llahü teâlâya
kulluk vazifesini y ap m ak d an m en ’ eden nedir?) denilir. O n lar
(İş yapm adık. S an ’a t öğrenm edik. [K ahvelerde, sinem alarda,
m açlarda vakt geçirdik]. A llahü teâlâ d a, bizi d ü n y âd a fakirlik
ile m übtelâ kıldı. F akirlik ve tenbellik bizim kulluk vazifem izi
yapm am ıza m ân i’ oldu) derler. O n lara hitâben, (Siz m i d ah a
fakirdiniz, yoksa îsâ «aleyhisselâm » mı?) diye süâl olunur.
O n lar da (îsâ aleyhisselâm bizden d a h â fâk îr idi) derler. (Öyle
ise, o k a d a r fakirlik o n u kulluk vazifelerini y ap m ak d an , din
bilgilerini y ay m ak d an m en ’ etm edi de, sizi mi m en ’ etdi?) denir.
Bir kim se bu d ö rt şeyden birine yakalanırsa, b u n ların sâhibini
düşünsün! P eygam berim iz «sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem
» d ü âsm d a (Yâ Rabbî! Zenginlik ve fakirlik fitnesinden sana
sığınıyorum) diye d ü â ederdi.
îsâd an «aleyhisselâm » ibret alınız ki, dünyâda birşeye m âlik
olm adı. B ir yün cübbeyi yirm i sene giydi. Seyâhati esnâsında,
an cak bir b a rd a k ve bir k a ra kilim ve bir tarağı vardı. B irgün,
birinin, eli ile su içdiğini gördü. B ardağı atdı. B irgün de, bir
ad am ın eliyle sakalını ta ra rk e n gördü. T arağ ı d a atdı. D er ki,
benim hayvanım ayağım dır. Evim m ağaralardır. Yiyeceğim
yerin otlarıdır. İçeceğim ırm ak ların sularıdır. [H âlbuki, İslâm
dîni böyle değildir. Ç alışıp halâl k azan m ak ibâdetdir. Ç o k çalı
şıp, çok k azan m ak ve kazandığını islâm iyyetin em r etdiği iyi
yerlere verm ek lâzım dır.
[(Râmûz-ül-ehâdîs) de yazılı hadîs-i şerîfde buy u ru ld u ki
(Eshâbım için, fakîr olmak seâdetdir. Âhir zemânda gelecek olan
ümmetim için, zengin olmak se’âdetdir.) Şim di âh ir zem ândayız.
G ü n â h işleyenlerin, fitne çık aran ların , ibâdetlere b id ’a t karışdı-
ran lan n çoğaldığı bir zem ândayız. Bu zem ân da halâlı, harâm ı,
b id ’a tla n ve küfre sebeb olan şeyleri öğrenm ek ve b u n lara
u y m ak ve halâl yoldan k azan arak zengin olm ak b ü y ü k ib âd etdir.
K azandığı ile fakirlere ve ehl-i sünnet bilgilerini yayan
m ü slim ânlara yardım etm ek b üyük seâdetdir. B u seâdete k av u
şan lara m üjdeler olsun!]
A llahü teâlânın indirdiği b a ’zı su h û flar d a bildirilm işdir ki,
(Ey Adem oğlu! Hastalık ve günâh işlemek hayât hâllerindendir.
M üte’ammiden [kin güderek] adam öldürmenin keffâretinden,
hatâen öldürmenin keffâreti ehven görülür, buna kısas olunmaz ise
— 58 —
de, bu da çok kötü işdir. Bundan da sakın!)
B üyük gü n âh ların sâhibinin kalbinde îm ân varsa, azâbdan
sonra şefâ’ate kavuşur. A llahu teâlâ, onlara ikrâm eder. Binlerce
sene geçdikden so n ra, onları C ehennem den çıkarır. H âlbuki,
C ehennem dekilerin derileri y andıkdan sonra, tek râr
y aratılm ak d ad ır. H asen-i Basrî «rahm etullahi aleyh», (K eşke
ben, böyle olan kişi olsaydım ) b u y u ru rd u . Ş übhe y o k d u r ki,
H asen-i Basrî «rahm etullahi aleyh» âhiret hâllerini iyi bilen bir
zâtdır. K ıyâm et g ü n ünde, b ir m üslim ân getirilir. O nu n hiç hasenesi
(iyiliği) y o k d u r ki, m îzânında ağır gelsin. A llahu te â lâ ,”
o n u n îm ân ın a hürm eten o n a rah m et o larak b u y u ru r ki: (İnsanlara
git, sana hasene ve sevâb verecek bir kimse ara. Onun ikrâmı
sebebiyle Cennete giresin!). O kim se gider. İn san lar arasında
a rz û su n a k av u şd u racak b ir kim se ara r. H âlini a n latacak bir
kim se b u la m a z . K im e sö y ler ve so ra rsa : (B enim de m îzân ım ın
h a fif g elm esin d en k o rk u y o ru m . Ben sen d en d a h a ço k m u h tâ –
cım ) d er. Bu h âlin e ço k ü z ü lü r. Y an m a b ir kişi g elerek , (N e
istiy o rsu n ?) d er. Bu d a , (B ir hasen ey e [sev âb a] m u h tâcım .
O n u belki bin k işid en isted im . H e r b iri b e h â n e ed ip e sirg ed iler)
d er. Bu kişi, o n a d e r ki, (A llah ü te â lâ n ın h u z û ru n a v a rd
ım . S ah îfem d e b ir se v â b d a n b a şk a sevâb b u la m a d ım . O da
b en i k u rta rm a ğ a yetm ez. O n u sa n a hibe edeyim . B enden o n u
al!). O kim se, fe ra h ve sevinçli o la ra k gider. A llah ü te â lâ , o
k u lu n hâlin i bildiği h â ld e , (N asıl geldin?) diye süâl ed er. O
kişi ile o lan m âcerây ı h a b e r verir. O h asen esin i veren k u lu da
A llah ü teâlâ h u z û ru n a çağ ırır. B u y u ru r ki: (îm ân sâhiblerine
benim keremim, senin kereminden, ihsânından dahâ çokdur.
Din kardeşinin elinden tut, Cennete gidiniz).
M îzânın iki gözü b erâb er olup, sevâb gözü ağır gelm ezse,
A llahu teâlâ b u y u ru r ki: (Bu, ne Cennet ehlindendir, ne de Cehennem
ehlindendir). B unun üzerine, bir m elek; bir sahîfe getirip
seyyiât [g ü n âh ] kefesi üzerine k o r ki, o n d a yalnız (üf) yazılm ış-
dır. O göz hasene üzerine ağır basar. Ç ü n k ü (üf) lâfzı, anaya,
b ab ay a isyân kelim esidir. Kişi b u n u n la, C ehennem e atılm ası
em r o lu n u r. O kişi ise, iki ta ra fa bakınır. A llahü teâlâ tarafın d an
kendisinin çağrılm asını taleb eder. A llahü teâlâ bu n u çağırır. Ve
d er ki: (Ey âsî kul! Niçin seni çağırmamı istiyorsun?) O kul: (Y â
R abbî! A nladım ki a n a m a b a b a m a âsî olduğum için C ehennem
e gideceğim . O nların azâbım b a n a ilâve b u y u r d a, O nları
C ehennem den âzâd et!) deyince,_ A llahu teâlâ b u y u ru r ki:
(Anana babana dünyâda âsî oldun. Âhıretde ikrâm etdin. Onların
elinden yapış da, Cennete götür).
— 59 —
C ennete gönderilm iyenleri m elekler yakalarlar. Ç ünki
m elekler, âhire t ah k âm ın ı çok iyi bilirler. H a ttâ , ahıretden
nasibi olınıyan bir kavine nidâ o lu n u r ki, b u n la r âhıretin o d u n u
d u rlar. C ehennem i d o ld u rm ak için halk o lundular. O n lara hitaben
A llahü teâlâ Sâffât sûresi y irın id ö rd ü n cü âyetinde m eâlen
(Onları durdurun, onlar süâl olunacaklardır) b u yurur.
B unlar habs o lu n u rlar. T â ki, kendilerine, Sâffât sûresi
yirm ibeşinci âyet-i kerim esinde m eâlen (Size ne oldu ki, birbirinize
yardım etmiyorsunuz?) buyuruluncaya k ad ar kalırlar. Böylece.
teslim o lu rlar. G ü n â h la rın ı i’tirâ f ed erler ve hepsi C eh en
nem e gönderilirler. Bu şeklde üm m et-i M u h am m ed in büyük
g ü n âh işlivenleri getirilir. İhtiyâr, genç, erkek, kadın nerede ise
hepsi bir aray a to p lan ır. C ehennem in bekçisi olan (M âlik)
o n lara bakdığı v ak t d er ki: (Siz, eşkiyâ züm resindensiniz.
A ınrnâ g ö rü y o ru m ki, ne eliniz bağlanm ış ve ne de yüzünüz
kararm ış. Sizden güzel kim se C ehennem e gelm edi); O n lar da
(Yâ M âlik! Biz M u h am m ed aleyhisselâm ın üm m etiyiz. L âkin
işlediğim iz g ü n âh lar C ehennem e sürükledi. Bizi bırak da g ü n âh
larım ıza ağlıyalım ) derler. M âlik o n lara: (A ğlayınız! F ekat
şim di size ağ lam ak fâide verm ez!) der.
Bir ihtiyâr erkek ellerini beyâz sakalı üzerine koyup (Â h
gençlik geçdi. Elem , ü zü n tü artdı. Zelîl o ld u m , rezîl o ld u m ) diye
ağlar.
Nice o rta yaşlılar (D erdlerim , sıkıntılarım artdı!) diyerek
ağlarlar.
Nice delik ân lılar (Â h gençliği elden kaçırdım ! Y a’nî gençliğim
in kıym etini bilm edim ) diye ağlarlar.
Nice k ad ın lar, saçların d an tu tu p (Eyvâh! Y üzüm kara
oldu, rezîl o ld u m ) diye ağlarlar.
A llahü teâlâ ta ra fın d a n (Yâ Mâlik! Bunları birinci Cehenneme
koy) diye nidâ gelir. C ehennem b u n ları içine a lırk en , (Lâ
ilâhe illallah) diye bağırışırlar. C ehennem bu sözü işitince,
b u n la rd a n beşyüz senelik öteye kaçar. [Bir şeyin çok o ld u ğ u n u
bildirm ek için, b u n u b ü yük ra k a m la bildirm enin A rab istan d a
âdet o lduğu (İbni Abidîn) in (E l-hazer vel-ibâha) kısm ında yazılı
dır. Y a’nî büyük rak am lar, m ik d ârı değil, çokluğu bildirirler.]
Yine bir n id â gelir ki: (Ey C ehennem ! B unları içine al! Yâ
M âlik! Bunları birinci C ehennem e koy. Bu zem an gök gürültüsü
gibi, bir g ü rü ltü işitilir. C ehennem b u n ların kalblerini y ak m ak
isteyince, M âlik, C ehennem i m en ’ eder. (Ey C ehennem , k endisinde
K ıır’ân-ı kerim olan ve îm ân kabı olan kalbi yakm a!
— 60 —
R ahm an olan A llahü teâlâya secde eden alınları yakm a!) der.
Bu hâl üzre. C ehennem e atılır. G ö rü lü r ki, bir kişinin feryâdı
C ehennem ehlinin seslerinden d ah a çokdur. B unu C ehennem
den çıkarırlar. H âlbuki, derisi yanm ış. Allahü teâlâ ona: (Sana ne
oldu ki, Cehennem ehlinin en çok bağıranı sensin?)buyurur O kişi
der ki: (Yâ Rabbî! Beni hesaba çekdin. Senin rahm etinden dahâ
iim m îdim i kesm edim . Bilirim ki, sen beni işitirsin. O nun için çok
bağırdım ) der. A llahü teâlâ, H icr sûresinin ellialtıncı âyet-i kerî
m esinin: (Bir kimse Allahü teâlânın rahmetinden ümmîdini
keserse, o kimse ehl-i dalâletdir) meâl-i şerifi ile hitâb buyurup,
(Git seni mağfiret etdim) der.
Yine bir kişi C ehennem den çıkar. A llahü teâlâ: (Ey kulum,
Cehennemden çıkdın. Hangi amelinle Cennete gireceksin?) diye
süâl eder. O kul: (Yâ Rabbî! Ben âcizim , azıcık şeyden başka bir
şey istem em ) der. O kim se için C ennetden bir ağaç gösterilir.
A llahü teâlâ: (Gördüğün şu ağacı sana versem başkasını istermisin?)
buyurur. O kul; (Ya Rabbî! izzetin ve celâlin hakkı için,
başkasını istem em ) der. A llahü teâlâ (Bu sana benden hibe olsun!)
b u y u ru r. O ağacın m eyvesinden yiyip, g ö lg esin d e g ö lg elen –
dikden so n ra, o n d an d ah a güzel başka bir ağaç gösterilir. O
kim se, o ağaca çokça b akar. A llahü teâlâ: (Sana ne oldu? Ona da
mı muhabbet etdin?) buyurur. O kul, (Evet yâ Rabbî) der. Allahü
teâlâ: (Sana onu da versem başkasını istemez misin?) buyurur.
(İstem em yâ R abbî) der. O ağacın m eyvesinden yir. G ölgesinde
gölgelenir. O nd an d ah a güzel bir ağaç gösterilir. Bu kim se, ona
da bakakalır. C enâb-ı H ak o n a hitâben: (Bunu da sana versem
başkasını istemezmisin?) b u yurur. (İzzetin hakkı için, istem em
yâ Rabbî) der. O zem an, Cenâb-ı H ak, râzı olup, o m ü’min
kimseyi, afv buyurur. C ennete idhâl eder.
A hıretin şaşılacak işlerindendir ki, bir kişi de A llahü teâlâ-
nın h u zû ru n a g ö tü rü lü r. A llahü teâlâ, onu hesâba çeker. H asenat
ve seyyiâti dartılır. O kimse, herhâlde bilir ki, A llahü teâlâ, o
zem ân, o kim senin hesâbından başka bir şeyle nıeşgûl olm adı.
F ekat öyle değil. Belki o an d a m ilyonlarca, sayısını A llahü teâlâ-
d an başka kim se bilem iyeceği m ik d ârd a kim selerin hesâbına
bakıldı. O nların h er biri zan eder ki, hesâb, o an d a ancak ona
m ahsûsdur.
O rad a b a ’zısı b a ’zısım görm ez. Birisi diğerinin kelâm ını
işitm ez. Belki, her biri, C enâb-ı H ak k ın perdeleri altındadır.
Sübhânallah ki. ne kuvvet ve ne büyük kudretdir. İşte bu Lokm
an sûresinin yirrnisekizinci âyetinin (Sizin dünyâda ve sonra
— 61 —
âhıretde yaratılmanız bir nefes alacak kadar zemandadır) meâl-i
şerifi ile bildirilen zem ândır). C enâb-ı H ak k ın bu kavlinde sırlar
v ard ır ki, o zem ansız ve m ekansız o lm ak sırrıdır. Ç ünki, A llahü
teâlânın m ülkü için, e fâ li ve işleri için had ve gâye yokdur.
F e-subhânallah ki, fî’llerinden hiçbiri başka işleri yapm asına
m ân i’ olm az.
İşte bu zem anda, kişi oğluna gelir ve: (Ey oğul! Ben sana
elbiseler giydirdim ki, sen kendin elbise giym eye k âd ir değildin.
Seni d o y u rd u m ve su verdim ki, b u n lard an elbette sen âciz idin
ve çocuk lu ğ u n d a seni m u h âfaza eyledim ki, sen kendine zarar
veren şeyleri d ef etm eğe ve fâide veren şeyi istem eğe k âd ir
değildin. Nice m eyveleri benden istedin. Satın alıp san a getirdim
. Sana dînini, îm ânını öğretdim . Seni K u r’ân-ı kerîm h o casına
gönderdim . L âkin, işte kıyâm etin şiddetini görüyorsun.
G ü n âh ım ın çokluğunu d a biliyorsun. B ir m ikdârını üzerine al!
T â ki, gün âh ım azalsın. B ana b ir iyilik, b ir sevâb ver ki, M îzâ-
nım o n u n sebebi ile ziyâde olsun) der. Oğlu o n d an k açar ve d er
ki: (O b ir sevâba, ben senden d a h a çok m uhtâcım ).
Böylece, evlâd ile a n a arasın d a bu m u ’âm ele geçer, zevç ve
zevce de birbirleriyle böyle k o n u şu rlar. K ardeş kardeşle bu
m u ’âm eleyi yaparlar. İşte A llah ü teâlâ hazretlerinin (Abese)
sûresinin y irm idördüncü âyetinin (O gün inşân kardeşinden ve
ana evlâdından kaçar) m eâl-i şerifi bu hâli h ab er verm ekdedir.
H adîs-i şerîfde b u y u ru ld u ki, (İnsanlar kıyâmet günü çıplak
haşr olunurlar). Âişe-i Sıddîka «radıyallahü an h â» vâlidem iz,
b u n u işitdikleri vakt, (B a’zısı b a ’zısına b ak m azlar mı?)
b u y u rd u . P eygam ber efendim iz «sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem
» (A bese) sûresindeki (Kıyâmet gününde herkesin hâli, kendisini
diğerinin hâlinden ve durumundan uzaklaşdırır) m eâlindeki
otuzyedinci âyet-i kerîm eyi okuyuverdiler. P eygam berim iz
«sallallahü aleyhi ve sellem» bu hadîs-i şerifi ile m urâd b u yurdular
ki, kıyâm et g ü n ü n ü n şiddeti ile m eşakkati, insanların b irbirlerine
b ak m aların a m ân i’ olur.
İn san lar b u zem anda bir yerde toplanırlar. O n la n n üzerine
siyâh bir b u lu t gelir. O b u lu t in sân lar üzerine (Suhûf-i müneşşere)
y a’nî am el defterlerini yağdırır. M ü ’m inin sahîfesi, sanki gül
yaprağı üzerine yazılm ışdır. K âfirlerin ise, sedir yaprağı üzerine
yazılm ış gibidir.
Sahîfeler u çarak iner. H erkesin sağ veyâ sol tarafın d an
gelir. Bu ise, ihtiyârî değildir. N itekim , C enâb-ı H ak , İsrâ sûresinin
o n ü çü n cü âyetinde m eâlen, (Biz azim-üş-şân insan için sahî-
— 62 —
fesi açılmış olarak kendisine vâsıl olan kitâb göndeririz) buyurur.
Alimlerden b a ’zılan buyurur ki, Kevser Havzı Sırâtı geçdikden
so n ra getirilir. Bu ise, yanlışdır. Z îrâ Sırâtı geçen kim se, bir
d a h â H avza gelmez.
Y etm işbin [ya’nî pek çok] kim se ki sıkıntılı hesâba çekilm eden
C ennete girerler. O n lar için m îzân kurulm az. O n lar sahîfeler
alm azlar. A ncak, o n lara verilen sahîfeler üzerinde (Lâ ilâhe
illallah, Muhammedün resûlullah. Bu filân ibni filânın Cennete
girmesinin ve Cehennemden kurtulmasının berâtıdır) yazılır. Bir
k ulu n günâh ları m ağfiret olduğu vakt, b ir m elek onu A rasât
m eydânına gö tü rü r. Ve n id â ederek: (Bu filân oğlu filândır.
A llahü teâlâ, o n u n g ü n âhını afv eyledi. Bir d ah â şakî olm ıyacak,
se’âdetle sa’îd oldu) der. O kim seye, bu m ak âm d an ziyâde
sevgili hiçbir m ak âm olm az.
K ıyâm et g ü n ünde, R esuller «aleyhim üssalevâtü vetteslî-
m ât» m inberler üzerindedirler. H er bir R esûlün m inberi, kendi
m ertebesi m ikdârıncadır. U lem â-i âm ilîn, y a’nî Ehl-i sünnet
i’tik âd ın d a olan ve bildikleri ile am el eden âlim ler «rahm etullahi
aleyhim ecm a’în» d ah î n û rd a n kürsîler üzerinde olurlar. A llahü
teâlânın dînini k o ru m a k ve yaym ak için şehîd o lan lar ile sâlihler,
y a’nî şeriata uym uş olanlar, K u r’ân-ı kerîm i h ü rm et ile ve
teg an n î etm eden o k u y an hafızlarla, ezânı sünnete u y g u n o larak
o k u y an m üezzinler, to p rağ ı m iskden olan yerlerdedirler. B unlar,
ah k âm -ı islâm iyyeye tâ b i’ o larak , iyi am el işledikleri için,
kürsi sâhibidirler ki, Â dem aleyhisselâm dan Fahr-i âlem «sallallahü
teâlâ aleyhi ve sellem» efendim ize k ad ar gelen b ü tü n peyg
a m b e rle rd e n so n ra k e n d ile rin e , şe fâ ’a t izni v erilecek
o lan lard an d ır.
H adîs-i şerîfde bildirildi ki, (Kur’ân-ı kerîm kıyâmet gününde
yüzü güzel ve ahlâkı güzel bir kimse sûretinde gelir. Kendisinden
şefâ’at taleb olunur ve şefâ’at eder. Kendisini mûsikî ile, [gazel
o k u r gibi o k u y an lard an ve çalgı ve oyun yerlerinde keyflenm ek
için o k u y an lard an ve p a ra k azan m ak için] okuyanlardan da’vâcı
olur. Böyle kimselerden hakkını ister. Râzı olduğu kimseleri alıp
Cennete götürür).
D ü n y â [Y a’nî ibâdet etm eye m ân i’ olan ve h arâm işlemeye
sebeb olan şeyler ve kimseler] da, ihtiyar ak saçlı ve kadın lan n en
çirkini sûretinde görülür. İn san lara denilir ki: (Siz b u n u bilir
m isiniz?). O nlar: (Biz b u n d an A llahü teâlâya sığınırız) derler.
(Siz d ü n y âd a b u n a k avuşm ak için birbirinizle çekişirdiniz. Birbirinize
de buğz ederdiniz ) denilir.
— 63 —
Bu şeklde cu m ’a d ah î sevimli bir insan sûretinde gösterilir.
M ü ’m inler o n a d ik k at ile b ak arlar. C u m ’a gününe kıym et
verenleri m isk ve k âfü r k u m la n üzerinde hıfz eder. C u m ’a
nem âzı kılan m ü ’m inler üzerinde n û r b u lu n u r ki, herkes ona
b ak ıp te’accüb ederler. C u m ’a gününe y ap d ık lan saygı sebebi
ile C ennete götürülürler.
Ey m üslim ân kardeşim ! A llah-ü teâlânın rahm etine ve
K u r’ân-ı kerîm in ve islâm ın ve C u m ’anın cöm erdliğine b ak ki,
K u r’ân-ı kerîm ehli nasıl kıym etlidir. N em âz, oruç, zekât, sabr
ve güzel ah lâk d an ibâret olan islâm iyyet ise ne k a d a r çok kıym
etlidir.
Ö lüm zem ânında insanın çırpınm asından, sıkıntılı g ö rü n
m esinden m a’nâ çık aran kim seye kıym et verilm ez. Z îrâ yevm-i
hendekde P eygam ber «sallallahü aleyhi ve sellem» efendim izin
(Ey, çürüyecek olan cesedlerin R abbi ve yok olacak olan rûhların
yaratıcısı olan R abbim !) duâsı gösteriyor ki, A llahü teâlânın
dilediği her cesed çürür. Ve ru h lar da, kıyâm et zem anı gelince,
fenâ bulur. B unların hepsinin yaratıcısı ve R abbi A llahü teâlâ-
dır. Bu an latılanların hepsi, ayrı ayrı ilm lere m uhtâcdır. D iğer
kitâblarım ızda bunları anlatdık.
İm âm -ı G azâlî «rahm etullahi aleyh» b u rad a âhıret hâllerini
gâyet kısa bir şeklde anlatdığını h ab er veriyor. D iyor ki, biz
bu k itâb d a, Ehl-i sünnetin tarîklerine M üslim ânlar sülük etsin
için, ihtisâr kasd eyledik. İslâm iyyetin aleyhine olan b id ’atlere
[M ezhebsizlere, dinde reform culara] iltifât etm e! K u r’ân-ı
kerîm den ve hadîs-i şeriflerden Ehl-i sünnet âlim lerinin çıkardıkları,
anladıkları m a’n âlara sarıl! B aşkalarının, inşân şeytanlarının
uydurd u ğ u b id ’atlere aldanm a! O n lard an sakın! Bu
sebebden, m ü ’m inleri, Ehl-i sünnet yoluna sarılanları m üjdele!
A llahü teâlânın em ni ve kerem i ve ihsânı ile, ism et ve
m uvaffakiyyet isteriz. Â m în ve hasbünallah ve n i’m el-vekîl ve
sallallahü alâ M uham m edin ve âlihi ve sahbihi ecm a’ın.
KIYAMET VE ÂHIRET KİTABININ SO N SÖ Z Ü
D ü n y âd a ve âhıretde se’âdete kavuşm ak için, (Ehl-i sünnet
i’tikâdı) m öğrenip, îm ânını b una göre düzeltm ek, b u n d an
so n ra, fıkh bilgisi öğrenip, on u n la am el etm ek ve cenâb-ı H a k
kın dostlarını, sevgili kullarını sevm ek ve İslâm dîninin d ü şm an
larını tanıyıp, o n lara ald an m am ak lâzım dır. Ehl-i sünnet
i’tikâdını ve farzlard an ve h arâm lard an lâzım o lanları öğren
ONUNCU FASL
04
Oca