wiki

YÛSÜF-İ HEMEDÂNİ,

Evliyanın büyüklerinden.
İnsanları hakka davet eden, onlara doğru yolu gösterip,
hakiki seâdete kavuşturan ve kendilerine “silsile-i
aliyye” denilen büyük âlim ve velilerin sekizincisidir.
İsmi, Ebû Ya’kûb Yûsüf bin EyyûbHemedânî’dir. 1048
(H. 440) senesinde Hemedan’da doğdu. 1140 (H.535)’
de Hirat’ta vefat etti.
Onsekiz yaşında iken Bağdat’a gelip, Ebû İshâk-i
Şirvânî’den ilim öğrendi. Hanefi fıkıh ve münûzara
âlimi oldu. İsfehan ve Semerkant’ta zamanın meşhur
hadis âlimlerinden de hadis ilmini öğrendi. Tasavvuf
ilmini Ebû Ali Farmedî hazretlerinden öğrenip, O’nun
sohbetinde yeşiterek kemale ulaştı. Şeyh Abdullah
Cüveynî ve Şeyh Hasen Simâî ile görüşüp, sohbet etti.
Önce Merv şehrinde bir müddet kalıp Hirat’a gitti.
Hirat’ta uzun zaman kaldıktan sonra tekrar Merv’e
gelip bir müddet daha kaldıktan sonra Hirat’a döndü.
Hirat’tan Merv’e yolculuğu sırasında vefat etti. Kabri
Merv şehrindedir.
Altmış yıldan fazla insanları irşad ile meşgul oldu.
Çok talebe ondan ders aldı. Abdullah Berkî, Haşan
Endâkî, Ahmed Yesevî ve Abdulhalik Goncdevâni gibi
büyük veliler yetiştirdi. Bunlardan Ahmed Yesevi Türkistan
tarafına göç edip, insanları irşad ederek büyük hizmetler
yaptı. Yusuf-i Hemedânî, bütün dostlarına
talebesi Abdülhalik Goncdevaniye tâbi olmalarını söyledi.
Kendisinden sonra bu talebesi insanlara doğru
yolu gösterdi.
Yûsüf-i Hemedânî, İmâm-ı A’zam’a pek çok bağlı
idi. Irak, Horasan, Maverâünnehir bölgelerinin muhtelif
şehirlerinde bulunarak halkı irşâd ile meşgul -ölmüş­
tür. İlmi ve fazileti ve kerametleriyle İslâm dünyasında
tanınıp, çok sevilmiştir.
Hakiki İslâm âlimlerinden ve büyük velilerden olan
Yûsuf-i Hemadânî uzun boylu, kumral sakallı, zayıf bit
zât idi. Eline ne geçerse muhtaçlara verir, kimseden bir
şey istemezdi. Herkese karşı çok iltifat eder, yumuşak ve
merhametli davranırdı. Daima Kur’ân-ı kerim okumakla
meşgûldü. Hoş-dûd denilen yerden, câmiye
gelinceye kadar bir hatim indirir, mescid kapısından,
Haşan Andaki ve Ahmed-i Yesevî hanesine varıncaya
kadar Bakara sûresini okurdu. Geri dönerken Âl-i İmrân
sûresini bitirirdi. Arada bir yüzünü Hemedân’â1
çevirir ve çok ağlardı. Selmân-ı Fârisî hazretlerinin âsâsı
ile sarığı kendisinde idi. Her ay başında Semerkand
âlimlerini çağırarak onlarla sohbet yapardı.
Ağrılara ve yaralara ilaç yapar, herkesin derdine
yetişmeye çalışırdı. Bütün köylülere din bilgilerini öğretmekten
sıkılmaz, daima ilim öğretmekle meşgul olurdu.
Talebelerine, daima Peygamber efendimizin ve
Eshâb-ı kirâmın yolunda gitmelerini tavsiye ederdi.
Kalbi bütün mahlûkat için derin bir sevgi ile dolu idi.
Gayrı müslümlerin evlerine giderek onlara İslâmiyeti
anlatır, herşeye sabır ve tahammül eder, herkese karşi
muhabbet gösterirdi. Altın ve gümüş eşya kullanmaz,
fakirlere zenginlerden daha fazla itibar ederdi. Odasında
hasır, keçe, ibrik, iki yastık ve bir tencereden
başka birşey bulunmazdı. Talebelerine, dört büyük
halifenin menkıbe ve faziletlerinden bahseder, onlaf
gibi ahlâklanmalınnı nasihat ederdi. Menâzil-usSâyirin
ve menâzil-üs-Sâlikin adlı eserleri vardır.
Ebû Said Abdullah, Abdülkadir-i Geylani hazretleri
ve İbnüs-Saka ilim tahsili ile Bağdat’a gelmişlerdi.
Yusuf-i Hemedanı Bağdat’ta Nizamiye Medresesinde
va’z ediyordu. îbn-üs-Saka adındaki meşhur bilgin kalkıp
bir şey sordu. O’na otur senin sözünden küfür
kokusu geliyor buyurdu. Hakikaten İbnüs-Saka Ozaman İstanbul’a sefir olarak gidip orada hıristiyan
öldü.
Yusuf-i Hemedâni birgün kendi evinde idi. Gönlüne
şarı. çıkmak arzusu geldi. Halbuki Cuma gününden
aşka bir günde dışarıya çıkmak âdeti değildi. Bu arzu
jşna, o kadar ağır bastı ki, niçin gitmek gerektiğini bilejfıedi.
Merkebine bindi, (Allahü teâlâ nereye dilerse
raya gitsin!) diyerek hayvanın yularını salıverdi. Merep
onu şehirden çıkarıp, vâdi tarafında viran bir mescide
götürdü. Gördü ki, bir kişi başını önüne eğmiş,
¡tefekkür ediyordu. O’nu bekledi. Ancak bir saat sonra
başını kaldırdı. Heybetli görünüşü olan bu genç insan,
İ^ûsüf-i Hemedâni’ye dedi ki:
“Ey Hocam! Başımda halledemediğim bir müşkül
jfnesele var. İyi oldu ki, siz geldiniz! Ne yapacağımı
şaşırmıştım.”
Genç, meselesini hocasına anlattı. Hocası da, onu
sıkıntısından kurtaracak bir şekilde cevaplandırdı. O
andan sonra, talebesi olan bu gence dedi ki:
“Ey genç! Ne vakit bir sıkıntıya düşerken şehre gel,
benden sor! Beni bu kadar zahmete koyma!”
Muhyiddin-i Arabî bu hâdiseyi anlattıktan sonra
buyurdu ki:
“Sadık bir talebe, doğruluğu ve ihlâsı ile, hocasını
.fkendi yanına hareket ettirip getirmeğe muktedir
bolabilir.”
u! Bir gün, Hemedân’dan bir kadın ağlayarak, Yûsuf-ı
ifHemedânî’nin huzuruna geldi ve dedi ki:
0 “Oğlumu Bizanslılar esir etmişler.”
•j “Sabır edin”
-7 “Sabır edecek hâlim kalmadı.”
-u Bunun üzerine Yusuf-i Hemedâni hazretleri: “ Yâ
nRabbi, bu kadının oğlunu esirlikten kurtar. Üzüntü-
slsünü neş’eye çevir!” Diye dua etti. Kadın eve gelince, bir
de ne görsün. Oğlu evde oturuyor! Şaşakaldı. Oğluna:
-lf “ Anlat evladım! Buraya nasıl geldin?”
m “Biraz evvel İstanbul’da idim. Ayaklarım bağlı idi,
-dbaşımda muhafız vardı. Âniden, bir kimse geldi. Beni
.kaptığı gibi, bir anda buraya getirdi.
ı< Yûsüf-i Hemedânîye, İslâm âlimlerinin ve kıymetli
rrehberlerin azalıp, yok olduğu zaman ne yapmak lâzım
denildiğinde, buyurdu ki: “O zaman her gün o büyüklenin
yazdığı kitaplardan bir miktar okuyunuz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir