Avrupaltlar, kendi aralarında çıkan meşhûr fikir, san’at ve din
adamları için müzeler, kütüphâneler, akademiler, araştırma enstitü
leri kurmuşlardır. Bir kaç misâl verelim: Ernest Benan (1823-1892)
öleli çok olmuştur. Fakat onun adına faaliyette bulunan bir cemiyet
muntazaman ilmi araştırma mecmuaları çıkartarak, Hıristiyanlığın temellerini
sarsıcı neşriyat yapar. Benan’ın el yazıları, şahsî hâtıraları
bu cemiyet tarafından titizlikle saklanmaktadır. Almanya’da reformcu
Martin Lüîher’in (1483-1546) çalışma odası aynen muhafaza
edilmektedir. Şâir Goethe’nin evi, öldüğü günkü gibi durmaktadır.
Kütüphânesi, notları, elbiseleri, kalemleri, velhâsıl her şeyiyle…
Masasındaki güller her gün tazelenmektedir. Oluk oluk gelen ziyaretçilere
«İşte meşhûr şâirimiz Goethe bu odada, bu masada, bu
atmosfer içinde eserlerini yazardı…» diyorlar. Ressam Albrecht Dü
rer’in (1471-1528) evi de, bundan dört yüz sene önceki hâliyle aynen
restore edilmiştir. Batılılar büyüklerine, meşhûr adamlarına, kendi
kültür miraslarına o kadar sâdıklar ki, küçük bir hâtıranın bile
üzerine titriyorlar, \lmanlann Wilhelm Busch (1832 -1908) adında
hem şâir, hem de ressam ve karikatürist bir san’atkârları var. Hannover’de
adına koskocaman bir müze kurmuşlar. Eserleri yüzlerce çeşit
baskı yapmış; milyonlarca basılmış. Yazı ve resimlerinin müsveddeleri
büyük titizlikle saklanıyor. Hattâ o müsveddeleri, kâğıtlardaki
lekelen dahi taklid etmek şartıyle altı renkli ofsetle aynen basıp kitâb
meraklılarına (bibliyofillere) ateş pahasına satıyorlar. Avrupada
orta çapta muharrirlerin bile hâtıraları saklanıyor. Bir çoğunun
adına cemiyetler, vakıflar, enstitüler kurulmuş. Oraları ziyâret ettiğiniz
zamân, cemakânlarda birtakım defterler, kâğıtlar, kalemler gösteriyorlar.
«İşte bu kalemle, bu defterlere yazardı…» diye işâret ediyorlar.
Bizde ise durum tam tersinedir ve yürekler acısıdır. Türkiye’yi
Çingiz ve Hiilâğû hanların vahşi Moğol sürüleri yakıp yıkmış olsaydı
bu kadar kültür tahribatı yapamazlardı. Kendi öz kültürümüz,
edebiyat ve san’at hâzinelerimiz malıv edilmiştir. Tevfik Fikret’ten
başkasının evinde müze kurulmamıştır. Ona gösterilen ihtimam da,
dinsiz oluşu sebebiyledir. Avrupalilar bizim Fuzulî’miz ile çağdaş
kültür büyüklerinin evlerini, çalışma odalarım, el yazılı notlarını,şahsî eşyalarını muhafaza elmişler… Biz Fuzuli’den geçtik, son yiiz
sene içinde gelip geçmiş büyüklerimizin, meşhurlarımızın hâtıralarına
hile sâlıib alamamışızdır, Bir çok muharririmizin çeşitli sebeblerle
sağlıklarında bastır anladıkları, el yazılı tek nüsha müsveddeler
çöplüklere alılmış, kadir bilmez torunlar tarafından eskicilere satıl
mış, yok olııp gitmiştir. Bu satırların muharriri, bundan yedi sekiz sene
evvel, Sahaflar Çarşısında duvar köşesinde barakamsı bir yerde
satış yapan bir kitâbcının önünde, yere yığılmış bir kâğıt ve karton
yığını içinde son devrin meşhur hattatı merhum Şefik beyin
nefis bir levhasını bulmuştum. «Kaça bu?» diye sordum, âşinâ kitâbcı
«Al götür, para istemez, zâten biz o hurda kâğıtları atacağız…»
cevâbını vermişti… Şefik Efendi, Bayezid’deki Üniversite kapısı üzerindeki
yazılardan bir kısmının hattatıydı. Onun İstanbul’da bir levhasının
çöplüğe düşmesi, Pariste bir «Matisse» in çöplüğe düşmesiyle
birdir… İşte kültür mirasımız bu hâldedir. Vahşî ve düşman
bir zihniyet, Müslümân – Türkün kültür damarını kurutmak için her
tiirlü habâseli icra eylemiş, korkunç tahribat yapmıştır. Hani Mehmcd
Akif, Ziya Paşa, Namık Kemâl, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Kâ-
tib Çelebi, Bursalı İsmail Hakkı müzeleri?… Müze mi?… Müzeden
geçtik, eski ediplerimizin matbu eserlerinin çoğunu bile bulmanın
imkânı kalmadı. Millî kütüphâneye gitseniz, orada da hepsini bulamazsınız…
Türk nesrinin usta kalemlerinden Abdülhak Şinasi Hisar
(ki ona Türk Piyer Loti’si diyebiliriz) öldüğü vakit, kitâbları, eş
yaları, kâğıtları eskicilere düştü, ayaklar altında çiğnendi gittiydi.
Bu girizgâhtan sonra sadede girelim: İmâm Gazâlî hazretleri
için ilmî bir, araştırma enstitüsü, bir nevi akademi kurulmasını teklif
ediyorum. Yüksek İslâm Enstitülerimizden biri pekâla bu işi üzerine
alabilir. Onlar yapamazlarsa, Müslümân ilim adamlarımızdan, zengin
ilim severlerimizden bir gurup bu işe teşebbüs edebilirler. Meselâ
bir dernek kurulur ve faaliyete geçilebilir. Öncelikle yapılmasıgereken işler şunlardır:
(1) İMÂM GAZÂLÎ KÜTÜPHANESİ KURMAK: Başta İmâm
Gazâlî’nin matbu eserleri olmak üzere, Hazret ile ilgili doğu ve batı
dillerinde neşr edilmiş bütün eserlerin nüshaları veyâ fotokopileri
veyâ nıikrofilimleri buraya toplanır. Zamânla o hâle getirilir ki, Avrupalı
müsteşrikler bile tedkikatlarını tamamlamak için İstanbul’abu kütiiphâneye gelmek mecburiyetinde kalırlar. Dünyânın çeşitli
kütüphânelerindeki 1 mâm Gazâlî’ye ait yazma eserlerin filim veyâ
fotokopilerinin de yavaş yavaş bir kolleksiyonu meydâna getirilir.
(2) YAZMALARIN TIPKI BASIMLARINI YAPMAK: ünce
İstanbul Kütüphânelerindeki kıymetli yazmalar ofset usûlüyle aynen
bastırılır. Dünyâ kütüphane ve üniversiteleri bu yazmaların tıpkı
basımlarını yüksek ücretlerle satın alacaklardır. Elde edilen gelir ile
cemiyetin masrafları karşılanır, istidatlı gençlere İmâm Gazâlî üzerinde
doktora tezleri, monografiler hazırlamaları için araştırma bursları
verilebilir.
(3) BÜYÜK BİR İMÂM GAZÂLÎ BİBLİYOGRAFYASI HAZIRLAMAK:
Bu esere, bütün dünyâda İmâm Gazâlî hakkında neş
redilen makale ve kitâblarm İlmî usûllere göre yapılmış listesi ve
münderecatlannın İlmî ve İslâmî tenkid ve tahlili dercedilecektir.
(4) İMÂM GAZÂLÎ’NİN KENDİ ESERLERİNİN MUFASSAL
BİBLİYOGRAFYASI: Bu kitâbda da Hazret’in matbu, yazma,
tercüme eserleri hakkında fyütün dünyâ kütüphanelerinden derlenecek
bilgiler metodik şekilde toplanır. Şu nokta da hatırdan çıkarılmamalıdır
ki, birçok hususi kütüphânelerde tek nüsha yazmalar
mevcut olabilir. Bunları da araştırmak, ya satın almak, yâhut mikrofilinilerini
çıkartmak zarurîdir. Şimdiye kadar yanan, yırtılan,
— atik veyâ cedid Helâgu avenesi tarafından — çöpe veyâ Dicle’ye
atılan, çeşitli sebeblerle kaybolan kitâblar oldu… Giden gitti… Bâri
bundan sonra elde kalanları kurtarmaya bakalım.
Yahya Kemâl Enstitüsü ve İstanbul Fetih Cemiyeti, varlıklarıyle
iftihar edebileceğimiz İlmî derneklerdir. Birer akademi gibi çalışmakta,
devletin yapamıyacağı işleri yapmaktadırlar. Neşrettikleri
kitâblar, devlet kitâblarmdan daha kalitelidir. İşte onlar önümüzde
birer örnektir. Aynı işi İmâm Gazâlî Tedkikleri Enstitüsü adiyle
bizler de yapabiliriz. Yalnız bir noktayı da hatırlatmadan geçemiyeceğim.
Memleketimizde istismarcılık almış yürümüştür. Böyle bir
cemiyetin maddî imkânlarını sömürmek isteyen birtakım parazitler
zuhur edip cemiyeti ele geçirebilirler. Böyle cehele ve eşirrâya
karşı da peşinen tedbirli olmak lâzımdır. Bu gibi işler ve hizmetler
ihlâs, efendilik ve ilim – irfân aşkıyle yürütülür.
Kurulacak İlmî enstitünün bir de yıllık İlmî dergisi olur. BunaTürkçe, Arapça, İngilizce,.Almanca, Fransızca — yerli ve yabancı
ilim adamlarından alınacak — makaleler basılır.
Bugünkü Müslümânlarda teşebbüs ruhu çok küllenmiştir. Bakalım
bu teklifimizi kuvveden fiile çıkarabilecek aksiyoncu ilim severlerimiz
çıkacak mı?… înşaallah olur.