BU BÂB MAHMÜD VE MEZMÛM [ÖĞÜLEN VE YERİLEN] İLİMLERİN
AKSÂM VE AHKÂMI BEYÂNINDADIR. BURADA FARZ-I AYN
VE FARZ-I KİFÂYE OLAN İLİMLER İLE, KELÂM VE FIKIH İLMİ
NİN, NE DERECEYE KADAR DÎN İLMİNDEN SAYILACAĞI VE ÂHİ-
RET İLMİNİN FAZİLETİ ANLATILACAKTIR.
FARZ-I AYN OLAN İLİMLERİN BEYÂN!
Resûlullah (S.A.V.) buyurdu k i :
, > jt > :\* ^ * o o , ”
8 ^i*Jl 9
«İiim öğrenmek her müslüıııâna farzdır.» (56)
Dîğer bir hadîsde de :
«İlim, Çiııde bile oîsa öğreniniz.» (57) buyuruluyor.
Her müslümânm bilmesi farz olan ilmin hangisi olduğu husû-
sunda insânlar ihtilâfa düşmüş ve bu nusûsda yirmiyi aşan fikir öne
sürülmüştür. Tafsilâta girmeden bunlan şöyle hülâsa edebiliriz. Her
fırka kendi mevzûunun öğrenilmesini farz-ı ayn kabûl etmiştir. K e –
lâmcılara göre bilinmesi farz-ı ayn olan, kelâm ilmi’dir. Çünkü
Allahu Teâlâ’mn varlığı, birliği, zâtı ve sıfatları kelâm sâyesinde bilinir.
Fakîhlere göre: Fıkıh ilmi’dir. Çünkü ibâdet ve muâmele¡ıin
helâl ve harâm kısımlariyle, mutlak helâl ve harâm fıkıh ilmiyleöğrenilir. Bu ilimlerin gâyeleri de ender tesadüf edilecek ince mes’eleler
değil, belki ferdierin muhtâç oldüğu günlük mes’elelerin hallidir.
T e f s i r ve h a d î s â l i m l e r i :Bu ilimden maksad Kur’ân
ve Hadîs olduğunu söylerler. Çünkü diğer ilimler bunlar sâyesinde
elde edüir. S o f i y y e ise tasavvuf ilmi ni öne sürerler ki, bunlar da
kollara ayrılır. Bir kısmı, bu ilimden gâye, insanın kendi hâlini ve
Allah katındaki makaamını bilmesidir, derler. Diğer bir kısmı da ihlâs
ve nefşin âfetlerini bilmek, Şeytan’m vesvesesi ile meleğin ilhâ-
mını ayırabilmektir derler.
Diğer bazılarına göre de, ilm-i bâtm’dır. Bu ilim de erbâbma
farzdır der ve bu sûretle hadîsi umûmu şümûlünden çıkarmış olurlar.
Bunun gibi Ebû Tâlib-i Mekkî de: «Mebâni-i İslâm hadisinin
tazammun ettiği ilimdir» der. Bu («Mebânî-i İslâm» hadisi.’»
ı 3 ” I ‘ • e ‘ s ‘ o ‘ ‘ r > L , » V 8r , –
. J ıi V l -d iV j>
«İslâm dini beş esâs üzerine kurulmuştur: Ailalıu Teâlâ’nm varlığına,
birliğine şehâdet getirmek…» (58a)
diye başlayan hadîsdir. Çünkü farz olan bu beş şeydir. Elbette bunların
farz olma keyfiyyetiyle tatbik şekillerini de bilmek farzdır.
Bu lıusûsda, şüpheyi kaldıracak son sözün, bizim anlatacağımız
olacağı kanâatindeyiz. O da Mukaddime’de anlattığımız gibi, ilmin:
Muâmele ve Mükâşefe ilmi olarak ikiye ayrılması ve burada aranan
ilm’in ise muâmele ilmi olmasıdır.
Âkil ve bâliğ kulların yapmakla mükellef oldukları üç şey vardır:
1 — İ’tikad [inanmak].
2 — Fiil [İnandıklarını yapmak.]
3 — Terk [Yasak edilenleri yapmamak].
Yaş haddinin tamâmlanması veyâ rüyâlanmakla erginleşen akili ı
kimselere evvelâ farz olan şey, anlıyarak şehâdet getirmek, yâni Allah’ın
birliğini ve Peygamberin risâletini tasdik etmektir. Bu şehâdet,
taklid ile de mümkündür. Buriün için delil aramağa, kıyâs ve kaziyyeler
tertibe lüzûm yoktur. Gâye, şek ve şüpheden uzak, kat’î bir
inançtır. Böyle bir inanç bulundu mü maksad hâsıl olur. Bizzât
Peygamber Efendimiz, Arab câhillerinin tasdik ve ikrâriyle iktifâ eder,aynca kendilerine delil öğretmezdi. Binâenaleyh inanarak ve anlıyarak
şehâdet getiren, ilk vazifesini yapmış ve o ân için başka bir farzı
kalmamıştır. Şâyet o ânda ölse, itâat etmiş bir mü’min olarak ölür.
Bundan sonra gelen mükellefiyetler, ayrı ve başka sebeblere dayanır,
ki bunlar herkes hakkında zarûrî değildir. Hattâ çok kimseler
bâzı mükellefiyetler hâricinde kalırlar.
Bu mükellefiyetleri îcâb ettiren sebebler fiil, terk ve i‘tikad ile
alâkalıdır:
Fiil ile alâkalı mükellefiyetler :
Kuşluk vakti, îmân etmiş bulunan bir müslümânın öğleye kadar
yaşamasiyle kendisine yeni bir farzın düşmesi gibi. O da öğle vaktinin
girmesiyle, şartı olan temizlik ile berâber, namâzı bilmesidir.
Hiç bir arıza ve engeli yok iken, tam öğle vaktini bekledikten sonra,
namâz’m şart ve rükünlerini vakit çıkıncaya kadar öğrenemiyecekse,
vakit girmeden hasırlanması farzdır, denirse de; farz olan amelin
şartı olan bilginin farz olması, o amelin farz olmasından sonradır
da denebilir. Buna göre de namâz bilgilerini namâz vakti girmeden
öğrenmekle mükellef değildir. Diğer vakit namâzlan da bunun gibidir.
Eğer Ramazana kadar yaşarsa, kendisine yeni bir farz daha dü
şer. O da oruç ile alâkalı hükümlerdir. Oruç vaktinin imsâktan akşama
kadar olduğunu, farz olan niyet ile yemek içmek ve temâsdaıı
çekinmek olduğunu ve bu hâlin Şevvâl ayına kadar devam ettiğini
bilmektir.
Sonradan zenginleşir veyâ zengin olarak ergin olursa, kendisine
yeni bir farz daha düşüyor. O da ne kadar zekât vereceği ve bunun
hemen değil, artıcı olan malın, bir sene elinde kaldıktan sonra verileceği
gibi hükümlerini bilmesidir. Hattâ her çeşit m arnı değil, ancak
kendi elindeki mal cinsinin zekâtını öğrenmekle mükelleftir. Eğer
yalnız devesi varsa, deve zekâtını bilmek yeter. Dîğer mallarda da
hüküm böyledir.
(Hac farizasına gelince); bu fevri yâni acele olmadığı için hac
mevsiminde hemen hac mes’elelerini öğrenmekte acele lâzım değildir.
(58b)
(58b) Şâfi’î ve Hanbelilere ve bizim imamlardan Muhammed’e göre, hüküm
böyie olmakla berâber, înıam-ı a’zam, İmâm-ı Mâlik ve bir sözünde Ebû Yûsuf «fevrî
yâni zengin olduğu senenin hac mevsiminde hac etmek borçtur, tehiri günâhtır. Ancak
hayâtında hac etmek mümkün olursa tehir mes’uliyeti kalkar. Şüphesiz mâzeret hâlleri
müstesnâdır.» buyuruyorlarFakat İslâm ulemâsına yakışan, azık ve binit gibi gerekli imkânlara
sâhib olana, haccm te’hirî olarak farz olduğunu bildirmektir.
Hattâ çok kerre hemen hac etmek isterse o vakit hac keyfiyetini de
hemen öğrenmek farzdır. Öğrenilmesi farz olan, haccm erkân ve vecîbeleridir.
Sünnetlerini öğrenmek farz değil; sünnetler nâfile ibâ
det olduğundan öğrenilmeleri de farz değil, nâfile’dir. O ânda asıl
haccın kendisine farz olduğunu ona duyurmamanın harâm olup
olmadığına dâir söz, fakîhlere aittir; bizi alâkadar etmez. Yapılması
gereken diğer farz-ı ayn’larda da hüküm böyledir.
Terk edilmesi farz olan şeyleri öğrenmeğe gelince:
Bunları da hâle nazaran öğrenmek elzemdir. Bu da şahsın vaziyetine
göre değişir. Çünkü: Bir dilsizin «şu sözü söylemek yasaktır»
bir körün «şuna bakmak harâmdır», bir Bedevi’nin «şu yerlerde oturmak
memnû’dur» diye öğrenmeleri farz değildir. Şu hâlde yapılması
gereken şeyleri öğrenmenin farz olması da şahsiyyet îtibâriyledir. İnşânın
yapamıyacağı yasaklardan değil, yapması mümkün olan yasaklardan
ikaz edilmesi lâzımdır. Meselâ: Bulunduğu muhitte müslü-
mânlar arasında ipek giyen, başkasının malını zorla alan veyâ nâ-
musa tecâvüz edenler varsa, bunların harâm olduklarını öğretmek
lâzımdır. Şu ânda değil, fakat ileride yapmak ihtimâli olan kimse de
aynı hükümdedir. Hattâ bulunduğu muhitte içki ve domuz eti kullanılıyorsa
onun da bu yasağı yapmasını göz önünde tutarak bunların
harâm olduklarım öğretmek farzdır. Öğretilmesi farz olan her şeyi
öğrenmek de farzdır.
f ’tikad ve kalb işlerine gelince :
İçinde doğacak şübheleri giderecek kadar ilim edinmesi farzdır.
Eğer şehâdet kelimesinin mânâsında şübhe ederse, bu şübheyi izâle
edecek kadar ilim öğrenmesi farzdır. Eğer kendisinde böyle bir şüphe
uyanmaz ve kendisi de henüz Allahu Teâlâ’nın kıdemini ve âhirette gö
rüleceğini ve Allahu Teâlâ’nm, hâdisâta mahal olmadığım ve bunlara
benzer i’tikad mes’elelerini öğrenmeden ölürse, mü’min olarak öldüğünde
icmâ vardır. Fakat insanın kalbine doğacak bu gibi hâtıralar, bâzarı
kendi tabiatı ve düşüncesinden, bâzan da başkalarından duymakladır.
Eğer erginlik çağında, çocuk böyle kelâm münâkaşalarının alıp
yürüdüğü bir muhitte ise, lâyık olan kendisini bu felsefeden korumak
ve evvelâ yalnız hakk’ı öğretmektir. Çünkü: Boş bir cevher olan
o çocuğun kalb ve beynine evvelâ o şüphe uyandıracak şeyler doldurulursa
bunları atmak farz olur. Halbuki bu da bâzan çok güç olur. Nasıl
ki tefeciliğin çoğaldığı bir memlekette alış-veriş eden bir müslümânm,
kazancının helâl olabilmesi için, meşrû’ kazanç yollarınıöğrenmesi ve tefecilikten çekinmesi kendisine farz ise, farz-ı ayn olan
ilimler için de vaziyet böyledir. Bunun mânâsı, olan işin keyfiyyetini
bilmektir. Kim farz olan ilmi ve farz olduğu vakti bilirse, farz-ı ayn
olan ilmi de bilmiş olur.
Sofiyyenin, farz-ı ayn hakkında: «Meleğin ilhâmiyle Şeytanın
vesvesesini ayırmaktır» demeleri de doğrudur. Fakat bu, herkes lıak
kında değil, ihtiyâcı olana, gönlünde böyle şeyler doğan kimseye
mahsûstur. Vaktâ ki insan oğlu çok kerre kendini gösteriş, çekememezlik
ve benzerî kötü arzûlardan koruyamaz oldu ise, inşânı perişan
eden bu hâllerden de korunacak kadar bilgi edinmesi farzdır. Bu ilim
kendisine nasıl farz olmasın! Zîra Peygamber Efendimiz bir hadîsi
şerifinde şöyle buyuruyor:
«Üç şey insanı lıelâk eder: Son derece cimrilik, tamamen arzûlarına
uymak ve kişinin kendini beğenmesi.» (59)
Halbuki bunlardan kimse kendini kolay kolay kurtaramaz. İleride
anlatacağımız kibir ve benzerî gibi dîğer kalbî hastalıklar, Hadîs-i
Şerîfde açıklanan bu üç esâsa bağlıdır. Bu hastalıkları tedâvi, sâhiplerine
farz-ı ayndır. Bunları tedâvi için de mâhiyyet, menşe’ ve alâ
metlerini bilip teşhislerini koyup tedâvi’çârelerine baş vurmak gerekir.
Çünkü: Fenâlığı bilmeyen, fenalığa düşebilir. îlâç demek hastalığı
zıddiyle tedâvi demektir. Teşhisi konulmayıp ilâcı bilinmeyen
hastalık elbette tedâvi edilemez.
Bu mühlikât arasında saydıklarımızın çoğunu bilmek farz-ı ayn
iken ne yazık ki topyekûn insânlar lüzûmsuz şeylerle vakit geçirir de
bunları ihmâl ederler.
Müslümân çocuğuna inanması için, şehâdet kelimesinden sonra
bunun tamâmından sayılan: Öldükten sonra dirilmeği, hisab’ı, mî-
zan’ı, cennet ve cehennemi de öğretmek lâzımdır. Bu gencin, Peygamber’in
Allah tarafından gönderilmiş bir resûl olduğuna inandıktan
sonra, tebliğ ettiği risâletin de ne demek olduğunu anlaması lâzımdır.
O da Allah ve Resûlüne itâat edenin cennet’e, bunları tanımayıp
isyân edenin ise cehennem’e gideceğini bilmektir.Şu söylediklerimize dikkat edersen doğru yolun bu olduğunda
şüphen kalmaz. Yine anlarsın ki insan oğlu gece ve gündüz her hâlü
kârında, ibâdet ve muamelesinde kendisini alâkadar eden yeni bir
hâdiseyle karşı karşıyadır. Her karşılaştığı ve karşılaşacağı vak’alar
için de yeni bilgi edinmesi, sorup öğrenmesi lâzımdır.
Peygamber Efendimizin: «İlim öğrenmek her Müslümâna farzdır»
buyurduğu hadîsindeki «El – ilmu» kelimesindeki lâm-ı ta’rifinde
ifâde ettiği gibi, öğrenilmesi farz olan ilimden gâyesinin müsıümânlar
üzerine farz olan amel ilmi olduğu anlaşıldığı gibi, bizim beyânâ-
tımızla da bunların farz olma zamânı açıklanmış oldu. Her şeyi olduğu
gibi bilen ancak Allahu Teâlâ’dır.
İ K İ N C İ B Â B
05
Şub