wiki

HUSAYN İLE İMRÂN

MEKKE müşrikleri putlarına söz söylenmesini istemiyor,
çevrelerini de putçuluğa davetten geri kalmıyorlardı.
Resül-i Ekrem Hazretleri ise putçuluk inancı yüzünden
kızlarını diri diri gömmekten geri durmayan bu müşriklerin
putlarına olan bağlılığını kırmak için putların zarar ve
fayda veremeyeceklerinden söz ediyor; akıllı, mantıklı insanların
puta tapmayacağını anlatmakta ısrar ediyordu.
Buna kızan müşrikler bir gün toplanıp büyükleri olan
Husayn’a geldiler. Teklifleri şöyleydi:
– Ya Husayn! Sen bizim büyüğümüzsün. Karşılaştığı­
mız her sıkmüda senin rehberliğinden isüfade ederiz. Bu
defa da yine senden yardım istiyoruz. Şu adama git, putlarımızla
uğraşmaktan vaz geçmesini söyle. Yoksa bu işin
sonu kötüye gidecek.
Husayn kalktı, birlikte Resûlüllah’ın kapısına kadar
geldiler. Müşrikler dışarda beklerken Husayn da Resûlüllah’ın
bulunduğu eve girecekti.
Gariptir ki, içerde Husayn’ın daha önce İslâm’a girmiş
ağlu İmrân da vardı.
Müşrikler Husayn’m kendilerine yarayacak bir iş yaparak
içerden çıkacağını düşünürken sonuçtan ümitliydiler.
Müşrik Husayn içeri girdiğinde kimsenin kendine yer
/ermediğini gördü. Müslümanlara karşı menfî tutumunu
Dilen mü’minler. ona ver vermek istemivor öibivdi. Hemenmüdahale eden Resûlüllah:
– Şeyhe yer verin, buyurdu.
Ancak bu suretle bulduğu bir yere oturan Husayn,
hemen söze başladı:
– Bizim putlarımıza karşı saygısız sözlerden ne zaman
vazgeçeceksin? Senin baban konu komşuya iyilik eden biriydi.
Bu hâline vâkıf olsaydı, razı olmazdı.
Resûlüllah Hazretleri hemen karşılık verdi:
– Husayn, senin de, benim de babam, tebliğ ettiğim
İslâm’dan habersiz olarak gittiler. Şayet haberleri olsaydı
herhalde senin dediğin gibi davranmayacaklardı.
Husayn yine putları korumak için söze başlayacağı
sırada Efendimiz sordu:
– Ya Husayn, söyler misin, kaç tane tanrıya tapıyorsun?
Husayn iftiharla cevap verdi:
– Biri gökte, yedisi de yerde olmak üzere tam sekiz taneye!..
– Peki, kendine bir zarar gelince hangisine yalvarı­
yorsun?
– Göktekine.
– Malına zarar gelecek olursa hangisine yalvarıyorsun?
– Yine göktekine.
– O halde yerdekilerini neden ona ortak ediyorsun?
Sana gökteki yardım ediyormuş, yerdekilerin mânâsı ne?
Resûlüllah Hazretleri sualine sual ekledi:
– Ya Husayn, yalvardığın gökteki tanrı işini görünce
teşekkür ediyorsun. Şayet bu teşekkürü terkedersen sana
bir zarar vereceğini mi sanıyorsun?
– Hayır böyle sanmıyorum, diye karşılık veren Husayn,
verdiği cevaptan kendisi de tatmin olmadı.
Gerçekten de işini gökteki tanrı mı görüyordu. Şayet oyle ise yerdekılenn ne ışı vardı bu arada? Bu tanrılara teşekkürü
terketse sahiden bir zarar verebilirler miydi?..
Bu sualler Husayn’m zihninde şimşekler çaktırmaya,
inanç dünyasını aydınlatmaya başlar gibiydi. Senelerdir
bağlanıp inandığı putların yıkılır gibi olduğunu hissediyordu.
Ancak dışarda bekleyen müşrik dostlarını hatırlamadan
edemiyordu. Onlar kendisinden putlar lehine bir
haber beklerken, kendisinin putlara saygısının yıkıldığını
ne ile izah edecekti?
Bu zihnî tereddütler içinde kıvranırken Resûlüllah’ın
teklifi şimşek gibi çaktı.
– Ya Husayn, uzatma işi. Gir İslâm’a, er saadete.
– İyi, ama benim dışarda bekleyen kavim ve aşiretim
var. Onlara ne diyeceğim?
– Sen onları bırak da Allah’a dua et. De ki: Allahım,
bana doğruyu göster, hakikati görmeme yardım edecek
ilim ihsan eyle!
Husayn, Resûlüllah’dan işittiği bu duâ cümlelerini
aynen tekrar etmeye başladı. Gariptir ki bu sözler biter
bitmez gönlündeki buzların çözülmeye başladığını hissetti.
Nitekim bir iki dakikalık sükûttan sonra gözlerinden
yaşlar akmaya başlayan Husayn’ın kelimelere basa basa
söylediği heyecanlı sözleri şunlar oluyordu:
– Eşhedü enlâ ilâhe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden
abdühû ve Resûlühü.
Kelime-i şehâdet biter bitmez ortalıkta bir karışıklık
oldu. Ne o? Cemaatın ötesinden bir kişi kalkmış Husayn’a
doğru geliyor. Bu, biraz önce kendisine yer vermeyi dahi
istemeyen Husayn’m oğlu İmrân’dı. İmrân sür’atle geldiği
babasının yanında hürmetle durdu. İlk defa uzanıp başından,
sonra da ellerinden öptü. Ama bununla da kalmadı,
yere diz çöktü, başladı ayaklarından da öpmeye.
Manzarayı seyreden ashab ile Resûlüllah’m gözlerinden
pırıl pırıl yaşlar dökülüyor, ortalık ibretli bir hâdiseye
sahne oluyorduGöz yaşlarını silen Resûlüllah Hazretleri ağlama sebebini
şöyle izah etti:
– Husayn müşrikken içeri girdiğinde oğlu ona yer vermeyi
dahi istemedi. Ama şimdi sadece başını, elini öpmekle
kalmıyor, yere inip ayaklarını da öpüyor. Evlâdlık
saygısının en mükemmelini gösteriyor. İşte bu hal beni
duygulandırdı, ağlamaktan kendimi alamadım.
Müşriklerin, putlarını korumak için gönderdikleri
Husayn böylece imanla müşerref olup, İslâm’la dışarı çı­
karken Resûl-i Ekrem Efendimiz emretti:
– Kalkınız, Husayn’ı evine kadar uğurlayınız!
Ashab hep birlikte kalktılar, hürmet ve ta’zimin en
güzeliyle O’nu evine doğru uğurlarken kendisini ötede
bekleyen müşrikler Husayn’ın yüzünde parlayan İslâm
saâdetini hissetmekte gecikmediler. Homurdanarak uzaklaşırken
söylendikleri duyuldu:
– Husayn da putları terketmiş. Hep böyle oluyor zaten!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir