wiki

LEYS BİN SA ’D,

Tebe-i tabiînin büyüklerinden,
Mısır’da yetişen meşhûr hadîs ve
fıkıh âlimlerinden. Adı, Leys bin Sa’d bin
Abdurrahman el-Fehmî’dir. Künyesi Ebu’lHâris’tir.
Ailesi İran’ın tsfehan şehrinden
olup 94 (m. 772; yılında Mısır’ın Kalkaşende
kazasında doğdu. Mısır ve Hicaz âlimlerinden
ilim tahsil edip, Mısır’da hadîs ve fıkıh
tedrisâtıyle meşgûl oldu. Bu ilimlerde,
zamanının en üstünlerinden idi. Çok
cömert olup, malının tamamını çok kerre
Allah nzâsı için fakirlere dağıtırdı. 175 (m.
791; yılında vefât etti. Kabri, Mısır’da
“Karâfet-üs-sugrâ”da olup, meşhûr ziyâretgâhlardan
biridir. Doğum ve vefât tarihleri
hususunda başka rivâyetler de vardır.
Leys bin Sa’d hazretleri, fıkıhda ve
hadîsde Mısır halkının imâmı (âlimi; idi.
Mutlak müctehidlerden olup, mezhebi
kitaplara yazılamadığı için unutuldu.
Onun hakkında, dört hak mezhebten birinin
imâmı olan Îmâm-ı Şafiî’nin çok hüsn-i
zannı vardı. Hattâ Ebû Hâtim, İbni Hibbân,
İmâm-ı Şâfiî’nin şöyle dediğini rivâyet
etmiştir. “Leys bin Sa’d, îmâm-ı Mâlik’ten
daha fakih idi. Şu kadar var ki, onu talebeleri
zâyi’ ettiler.” Ya’nî, O’ndan öğrendiklerini
kitaplara yazmadılar. îmâm-ı Ahmed
bin Hanbel (r.a.; de: “Leys, ilmi çok ve rivâ­
yet ettiği hadîs-i şerifleri sahih olan bir zâttır.
Şu Mısırlılar arasında ondan sağlam
olanı yoktur. Ben, Leys bin Sa’d’ın bir benzerini
görmedim” demiştir, tbn-i Sa’d da
“Tabakât”ında: “Leys bin Sa’d, yaşadığı
asırda fetvâ ile uğraşırdı. Hadîs ilminde
sika (güvenilir; bir râvi olup, çok hadîs-i
şerif bildirmiştir” demektedir. Ayrıca O,
şerefi yüksek ve cömert bir kimse idi. İmâmı
Nâfi, Leys bin Sa’d’ın Tabiînden ellinin
üzerinde âlimle, Tebe-i tâbünden de yüzelliden
fazla kimse ile görüşmüştür diyor. Bunlardan
Nâfi mevlâ ibn-i Ömer, îbn-i Şihâb-ı
Zührî, İbni Ebî Melike, Yezîd bin Ebî
Hubeyb, Yahyâ bin Saîd el-Ensâri ve onun
12. asırda Iran ‘da yapılmış bir fincan.
kardeşi Abdurrahmân bin Saîd, İbni Iclân,
Hişâm bin Urvev Atâ bin Ebî Rebâh,
Bükeyr bin el-Eşecc, Hâris bin Ya’kûb
(r.aleyhim) ve daha pek çok âlimden hadîs-i
şerif rivâyet etmiştir. Kendisinden de
Muhammed bin Iclân, Hişâm bin Sa’d,
Yahyâ bin İshâk es-Sılhînî, Ebû Seleme elHuzâî
ve daha bir çok âlim hadîs-i şerif rivâ-
yetinde bulunmuştur. Abdullah bin Ahmed,
İmâm-ı Mâlik bin Enes’ten rivâyet ederek
diyor ki: “Hadîs bakımından insanların en
sağlamı, Mukbirî’den daha çok Leys bin
Sa’d idi. O, Ebû Hüreyre’den kendisinin rivâ­
yet ettiklerini ve babasının O’ndan rivâyet
ettiklerini ayırıyordu.” Ebû Dâvûd da:
“Mısır’da hadîs bakımından Leys bin Sa’d’
den daha sağlamı yoktur. Amr bin Hâris de
O’na yakındır” dedi. İmâm-ı Esrem de: “Şu
Mısırlılar arasında Leys bin Sa’d’dan daha
mazbut (zabtı kuvvetli) bir râvi yoktur. Amr
bin hâris ve diğerleri bunun kadar
değillerdi” dedi. Hadîs ilminde yüksek derecelere
varan daha birçok âlim, Leys bin Sa’
d’ın sika (güvenilir), sadûk (hadîste
rivâyeti sağlam; bir râvi olduğunu haber
vermektedirler. Bir ara Bağdat’a gidip,
orada da hadîs-i şerif ilmini tahsil etti. İbn-i
Şihâbı Zührî’den çok ilim öğrendi. Mısır’
dan 161 (m. 777; senesinde Şevvâl ayında
çıkıp, Kurban Bayramında Bağdat’a vardı.
Leys bin Sa’d, fıkıh ilminde de çok
büyük bir âlimdi. İmâm-ı Şâfiî ve İbni
Hıbbân’m, bu hususta O’nun hakkında bildirdikleri
yukarıda anlatılmıştı. Harmele
bin Yahyâ da, O’nun fıkıh ilmindeki üstünlüğünü
nakletmektedir. Yahyâ bin Bükeyr
de, Şerahbil bin Cemil’den naklederek şöyle
bildiriyor: “Emevî halifelerinden Hişâm
bin Abdülmelik zamanındaki insanlara
yetiştim. O zamanda çok âlimler vardı.
Yezid bin Ebî Hubeyb ve diğerleri Mısır’da
bulunuyordu. Leys bin Sa’d, o zaman çok
gençti. Fakat herkes onun faziletini ve dindeki
vera’ını (haramlardan çok sakınmasını)
biliyorlar ve yanına gidiyorlardı. Ben,
Leys bin Sa’d’dan daha mükemmelini görmedim.
O, fakih bir zât olup, Arapçamn
nahv bilgisine sâhipti. Çok güzel Kur’ân-ı
kerim okuyordu. Hadîs-i şerifler ve şiirleri
ezberliyordu. Müzâkeresi çok güzeldi. Onun
gibisini görmedim.” îbn-i Hibbân, “Kitâbüs-sika”sında
diyor ki: “Leys bin Sa’d, fıkıh
ve diğer ilimler, vera’, fazîlet ve cömertlik
bakımından zamanındakilerin büyüklerindendi.”
İbni Ebî Meryem de: “Allahüteâ-
lânın yarattıklarından şu zamanda hiçbir
kimseyi Leys’den daha faziletli görmedim.
Leys bin Sa’d da bulunan bu haslet, Onu
Allahü teâlâya yaklaştırıyordu” dedi.
Yûsuf bin Ismâil en-Nebbânî, “Câmiu
kerâmât-il-evliyâ” adındaki eserinde şöyle
yazıyor: “Leys bin Sa’d, müctehid din
imâmlanmn en büyüklerinden biriydi.
Eshâb-ı.kirâmdan ve Tâbiînden sonra, bsdîn-i mlibîne en çok hizmet edenlerdendir,
îmâm-ı Leys, bir defasında ev yaptı. Onu
çekemiyenlerden îbn-i Refâ’a, ona inadından
gelip bir gece evini yıktı, ikinci defa
tekrar yaptı, yine geceleyin yıktı. Üçüncü-
sünde Ibni Refâ’a’ya felç isâbet etti ve bir
müddet sonra öldü.
îbn-i Vehb de diyor ki: “îmâm-ı Mâlik
bin Enes ve Leys bin Sa’d olmasaydı insanlar
yolunu şaşırırdı.”
Leys bin Sa’d, çok cömert olup, malı çok
fazla idi. Senelik geliri 80.000 dinardı. Bunların
hepsini Allah rızâsı için fakirlere dağı­
tır, elinde bir şey kalmazdı. Bunun için
kendisine hiç zekât farz olmadı. Her gün
fakirlere 360 altın sadaka vermeden kimse
ile konuşmazdı ve buyururdu ki: “Benden
bir sadaka veya hediye kabûl eden kimsenin
bende olan hakkı, benim onda olan hakkımdan
daha büyüktür. Çünkü o, benden,
benim için Allahü teâlâya yakınlık vesilesi
olan bir şeyi kabûl etmiştir.”
Bir gün hasta olan îmâm-ı Abdullah’ı
ziyârete gitti. Onu ağlıyor görünce, “Ey
Abdullah, neden ağlıyorsun?” diye sordu.
O, “Bin dinar borcum var!” dedi. îmâm-ı
Leys hizmetçisine o kadar parayı getirtti ve
borcunu ödedi. Yine bir gün kadının biri
Imâm-ı Leys’e gelerek kocasının hasta olduğunu
ve evlerinde hiç bal bulunmadığını
söyledi ve elindeki küçük kaba bal doldurmasını
istedi. Imâm-ı Leys, kendine 6,5 kg.
büyüklüğünde bir kap dolusu bal verilmesini
emretti. Yanındakiler: “Kadının istediği
bir şişe baldır” deyince, Imâm-ı Leys:
14. trda, Suriye’de yapılmış Memlûk sanatı­
mı’ i ¡beserlerinden camdan yapılmış ayaklı bir
kavanoz.
“Kadıncağız kendi hâlince istedi, biz de ona
kendi hâlimizce yardım ettik” diye cevap
verdi.
îmâm- Leys’in oğlu Şuayb şöyle anlatı­
yor: “Bir keresinde babamla birlikte hacca
gitmiştik. Medine’ye gidince, Mâlik bin
Enes, kendisine bir tabak yaş hurma gönderdi.
Babam da, tabağa bin dinar altın
koyup geri gönderdi.”
Bir gün kendisine üç kişi birlikte gelip
fakir olduklarım söylediler. Onların her
birine bin dinâr altın verdi. Yine bir defasında
Ibnü’l-Hey’a’mn evi yanmıştı. Ona
da bin dinar altın gönderdi. Kadı Mansûr
bin Ummâr’a da bin dinar gönderdi ve dedi
ki: Bunu oğlum Şuayb duymasın. Zîrâ bunu
size az görür. Sonra Şuayb’m bundan
haberi yoktu. O da Kadı Mansûr’a, babası-
nınkinden bir dinar eksik gönderdi ve dedi
ki: “Babamın verdiği gibi olmasın diye bir
dinar eksik gönderdim.”
Kadı Mansûr bin Ummâr şöyle anlatı­
yor: “Ben, bir zamanlar Mısır’da en büyük
câmide va’z ve nasihat ederdim. Bir Cuma
günü idi. İki kişinin kapı önüne gelip beni
dinlediklerini gördüm. Cuma namazı
bitince, o iki kimse bana: “Leys bin Sa’d
hazretleri sizi yamna çağırıyor” dediler.
Ben de, “Peki! geliyorum” dedim. Huzûruna
varıp selâm verdim. Selâmımı aldı ve bana:
“Câmide va’z eden sen misin?” diye sordu.
Ben de: “Evet, benim!” dedim. Bunun üzerine
bana dedi ki: “Allahü teâlâ senden râzı
olsun! Şimdi de gel, yamma otur ve câmide
konuştuklarım burada da anlat?” Yamnda
bir kaç kişi daha vardı. Ben de, Cennet ve
Cehennem hakkında konuştum. Bu sırada
baktım ki, Leys hazretleri ağlıyor, öyle
ağladı ki, kendinden geçip bayılmıştı. Bir
müddet sonra ayıldı ve eli ile bana artık dur,
diye işâret etti ve sonra bana, “Adın nedir?”
diye sordu. Ben de adımın Mansûr olduğunu
söyledim. Sonra, “Kimin oğlusun?”
dedi. Ben Ummâr’ın oğlu olduğumu
söyledim. Bana “Sen Ebû Serî misin?”
diye sordu. Ben de: “Evet! Ben Ebû Serî’
yim” diye cevap verdim. Bunun üzerine
bana: “Sen, Salâtîn (sultanların yaptırdığı
büyük) câmilerde va’z ve nasihat
etmeye devam eti Zîrâ ben, Allahü teâlâdan
senden daha iyi bahseden birisini göremiyorum.
Allaha hamd olsun ki, seni görmeden
evvel benim canımı almadı.” Sonra da
bir kölesini (hizmetçisini; çağırdı. Hizmetçisi
hemen geldi ve ona: “Şöyle şöyle bir
kese vardı. Onu alıp getir!” buyurdu. Hizmetçi
gidip söylediği keseyi getirdi, içinde
tam bin dinar vardı. Bunu bana verdi ve
buyurdu ki: “Sen her zaman böyle va’z e i. a
yanıma gel, bir kese al! Ben her sene sana
bu kadar ya’nî bin dinar veririm.” Ben de:
.“Ey efendim! Bu bana Allahü teâlânın sizin
vasıtanız ile bahşettiği büyük bir ni’metidir”
dedim.İkinci Cuma günü gelince, tekrar yanma
geldim. Yine bir şeyler anlatmamı istedi.
Konuşmaya başladığım zaman, ağlamaya
başladı. O kadar ki, kendinden geçip
bayıldı. Bu hâli Allah sevgisinin kendisinde
çokluğundandı. Ben de konuşmayı kestim.
Bir müddet sonra yine ayıldı ve bana
bir kese uzattı. Baktım ki, içinde tam beşyüz
dinar vardı. Ben de: “Allahü teâlâ sizden
râzı olsun! Ben, sizden başka kimseden bu
cömertliği görmedim” dedim.
Diğer hafta, üçüncü Cuma günü gelince,
namazdan sonra yine yanına uğradım.
Bana, yine bir şeyler anlatmamı buyurdu.
Ben de, konuşmaya başladım. Baktım ki,
yine ağlamaya başladı. Uzun müddet ağlaması
devam etti. Sonra bana: “Şu sedirin
altında bir kese vardır. Onu al!” buyurdu.
Ben de aldım. İçinde 300 dinar vardı.
Başka bir zaman, huzûruna gittim ve
dedim ki: “Ey efendim! Ben hacca gitmek
niyetindeyim. Onun için sizinle vedalaş­
maya geldim.” Bunun üzerine Leys bin Sa’d
hazretleri, bir hizmetçisini yanma çağırdı.
Hizmetçi huzûruna geldiği vakit, O’na:
“Git, hemen ihramlıklan getir ve Mansûr’a
ver! Onun ihramlan da bizden olsun!”
buyurdu. O da, “Peki!” deyip gitti. Bir müddet
sonra geldi. Elinde bir bohça vardı.
Bohçanın içinde tam 40 tane ihramlık bulunuyordu.
Ben de: “Allahü teâlâ râzı olsun!
Ben bu kadar ihramlığı ne yapayım. Bana iki
tanesi yeter! Diğerleri fazladır. Onun için iki
tanesini alayım, diğerleri kalsın!” dedim.
Bana buyurdu ki: “Ey Mansûr! Sen cömert
bir kimsesin. Sana bir kavim arkadaş olur.
Sen de bu ihramlıklan onlara dağıtırsın. Bu
ihramlıklan getiren hizmetçim de sana
hediyem olsun!” Hizmetçisini de bana
verdi.
Leys bin Sa’d çok misâfirperverdi. Gittiği
ve bulunduğu her yerde mutlaka misâ-
fir ağırlamaya çalışırdı. Abdullah binSâlih
diyor ki: “Ben, Leys bin Sa’d ile beraber tam
yirmi sene kaldım. Sabah ve akşam yemeğini
hiç yalnız yediğini görmedim. Yemeklerini
muhakkak misâfirlerle, et yemeğini
ancak hasta olduğu zaman yerdi. Muhammed
bin İshâk da şöyle diyor: Leys bin Sa’d,
bir zamanlar İskenderiye şehrinin deniz
sâhiline gitti. Yamnda üç gemisi vardı. Birisini
mutfak için kullanıyordu. İkincisi de,
kendine ve çoluk çocuğuna aitti. Üçüncü-
sünü de misâfirlerine ayırmıştı.
Leys bin Sa’d, ilimde ve ma’rifette yüksek
derecelere kavuşmuş olduğundan her
sözü hikmetli, dinleyenleri iknâ edici idi.
Kendisi şöyle anlatıyor:
Bir zamanlar halife Hârun Reşîd’in
yanına gittim. Bana dedi ki “Ey Leys! Sizin
memleketinizin insanlan ne hâldedir?” Ben
de, ona şöyle cevap verdim: “Memleketimizin
hâli, Nil nehrinin hâli gibidir. Nasıl Nil
nehrinin rengi, O’nun kaynağına, başına
bağlı ise, bizim iyiliğimiz, başımızdaki reisimize
bağlıdır. Eğer Nil nehrinin kaynağı
bulanık olursa, Nil nehri de bulanık akacaktır.
Fakat nehrin başı saf ve berrak akarsa,
Nil nehri de, o zaman saf ve temiz
akacaktır.” Bunun üzerine halife: “Çok
doğru söyledin, ey Ebû Hâris (Leys)!” dedi.
Bir gün Hârun Reşîd ile hanımı
Zübeyde, aralannda münâkaşa edip birbirlerine
aşın derece gücenmişlerdi. Bu esnadaHârun Reşîd, hanımına: “Eğer ben Cennetlik
olanlardan değilsem, vallahi sen benden
boşsun!” deyip onu şartlı yemin ile boşadı.
Fakat biraz sonra pişman olup, ikisi de çok
üzüldüler. Bağdat’taki bütün âlimleri toplayıp,
bu yemininin dînî hükmünü onlardan
sordu. Fakat hiçbir âlim, bu yemin hakkında
hâl çâresi olacak bir fetvâ veremediler.
İslâm memleketlerinin herbirine yazı ile
haber salınıp, bütün âlimleri Bağdat’ta topladı.
Yemini hakkında onlara da sordu. Her
biri ayrı şeyler söyleyip hiçbiri tatmin edici
bir fetvâ veremediler. Bunlar arasında
Mısır’dan gelen Leys bin Sa’d, meclisin ta
sonunda oturmuş hiç konuşmuyordu. Onun
bu hâli Hârun Reşîd’in dikkatini çekti ve hizmetçisine:
“Şu meclisin sonundaki ihtiyar
âlime git ve niçin konuşmadığım sor!” dedi.
Leys bin Sa’d da: “Diğer âlimlerin hepsi
konuştular. Halife de onları dinledi”
buyurdu. Bunun üzerine halife Hârun Reşîd
şöyle dedi: “Eğer birkaç âlimin cevâbı ile
yetinseydim, zaten Bağdat’ta binlerce âlim
vardı. Bu kadar çok âlimin katıldığı bu meclisi
kurdum ki, herkesin ilmine müracaat
edeyim ve böylece beni tatmin eden bir
cevap bulabileyim!” O zaman Leys bin Sa’
d: “Benim fikrimi almak istersiniz, emir
buyurunuz, herkes dağılsın. Burada ikimiz
yalmz kalalım. O zaman fikrimi sana
açıklarım” buyurdu. Hârun Reşîd emîr
verdi. Bütün âlimler oradan ayrıldı. Ancak
halife ile Leys bin Sa’d ve bir de hizmetçisi
Lûlû kaldılar. Leys bin Sa’d: “Ey mü’
minlerin emîri! Benim sana söylediklerim
hakkında, bana bir teminat verir misin ki,
her söylediğimden ve yaptığımdan bana
zarar gelmesin?” dedi. Halife, “Evet! Sana
her türlü teminat verilmiştir. Emin olabilirsin
ki, sana hiçbir zarar gelmez.” Bunun
üzerine Leys bin Sa’d, bir Kur’ân-ı kerîm
getirilmesini istedi ve halifeye dedi ki: “Ey
mü’minlerin emîri! Şu Mushafi eline al ve
baştan sonuna kadar sayfa sayfa aç! O da
aynen söylediği gibi tek tek açtı. Rahmân
sûresine geldiği zaman, bu sûreyi okumasını
söyledi. Sûrenin başından okumaya
başladı. Tam, “H er kim ki,Allahü teûlâ-
dan korkarsa, ona iki Cennet vardır!”
âyet-i kerîmesine gelince, “Dur, ey
mü’minlerin emîri! dedi. Halife, bu işten birşey
anlıyamamıştı. Hattâ kızar, gibi oldu,
önce verdiği sözü hatırlattıktan sonra Leys
bin Sa’d, O’na: “Sen, Allahtan korkarsın
değil mi?” diye sordu O da: “Vallahi, ben
Allah’tan korkuyorum” dedi. O zaman Leys
bin Sa’d da: “Ey,mü’minlerin emîri, sana
müjdeler olsun! AllahüHeâlâ sana bir değil,
iki Cennet verecektir” buyurdu. Halifenin
yeminine çâre olan fetvâyı işiten hanımı
Zübeyde de çok sevindi. Halife ona: “Sen
çok doğru söyledin ve iyi fetvâ verdin!” dedi.
Bundan sonra da: “Şimdi benden ne dileğin”
.’¿arsa iste!” dedi, Leys bin Sa’d da: “JŞu yanı­nızdaki hizmetçiyi ve Mısır’da senin ve
hanımının arâzilerini de isterim. Fakat
mallarınızı emânet ve âriyet olarak istiyorum.
Mülkünü istemem!” dedi. Halife de:
“Arazilerimizin hepsi mülk olarak senin
olsun! Emânet değil” dedi. O da, mülkünü
istemediğini, sadece kullanmak üzere istediğini
bildirince, halife onun isteğini kabûl
etti. Kendisi ve hammı Zübeyde tarafından
çeşitli kıymetli hediyeler ve ikrâmlar takdim
edilip izzet ve ikrâmla Mısır’a
uğurlandı.
Leys bin Sa’d’ın rivâyet ettiği hadîs-i
şeriflerde, Peygamberimiz buyurdu ki:
“Vallahi ben, günde yetmiş kerreden
fazla Allaha tövbe eder, istiğfarda
bulunurum.”
“B ir kimse, namazdan sonra 33
k erre (Sübhanallah), 33 k erre (Elhamdülillah),
33 k erre (Allahil Ekber) ve
bir k erre de (Lâ il&he ilallâhii vahdehû
lâ şerike leh. Lehülmülkil ve lehülhamdü
ve hü ve ala külli şe y ’in kadir)
derse, Allah onun bütün günahlarını
affeder. Günahları, deniz köpükleri
kadar çok olsa bile!..”
“Sizden biriniz kıbleye karşı bevl
etmesin!”
“B en sizi, sarhoş eden h er şeyden
m en ediyorum.”
“İnsanoğlunda üçyüz altmış organ,
yahut kemik, yahut mafsal vardır.
Bunlardan herbiri için hergün bir
sadaka var: H er iyi söz bir sadakadır,
insanın kardeşine yardım etmesi bir
sadakadır, verdiği bir içim su sadakadır,
yoldan eziyet veren şeyi giderm ek
bir sadakadır.”
1) el-A’lâm rild-5, sh-248
2) Vefeyât-ül-a’yûn cild-4, sh-127
3) Tehzîb-üt-tehzib cild-8, sh-459
4) Tezkiretü’l-huffâz cild-1, sh-207
5) Mizânül-i’tidâl cild-3, sh-423
6) Hilyetül-evliyâ cild-7, sh-318
7) Târih i B ağdad cild-13, sh-3
8) Câmiu-kerâmâti’l-evliyâ cild-2, sh-238

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir